Vakit, ahir zaman Peygamberinden bin yıl once.
Humeyr ibni Redi, hemen butun ortadoğu'ya hukmeden bir hukumdar.
Kalabalık sayıda vezir ve yardımcıları ile kudretli bir ordusu var. Yolu batıl; ateşe tapıyor. Buna rağmen kendilerine pek kıymet verdiği, işlerini danıştığı dort bin kişi var ki hepsi has musluman ve alim.
Humeyr, bir gun maiyeti ile birlikte tantanalı bir halde Mekke'ye geldi... Fakat O'nun gelişi Mekkelileri alakadar etmedi. Herkes işinde ve her şey akışında.
Bu aldırışsız soğuk karşılama hukumdarın fena şekilde canını sıktı. Vezirlerini huzura cağırdı ve halktaki bu kendinden eminliğin sebebini sordu.
Vezirler:
-Buranın insanları araptır; asil kimselerdir efendimiz. Kabenin korunması onlara verilmiştir. Bundan dolayı değerleri yukselmiştir. Beytullah'ın bakıcısı olmanın verdiği şerefle soğuk duruyorlar olabilir.
-Demek oyle!!!
Humeyr'in kafasında soysuz bir plan doğdu;
Kabe'yi yıkacak, halkı oldurecek ve şehri askerine yağmalatacaktı...
Ancak bu fikirle beraber ve aynı hızla kafasına bir şey daha gitmişti: Muthiş bir ağrı... ağrının şiddetinden burnunudan ve gozlerinden kimsenin yanınna yaklaşamadığı pis kokulu bir su akmaya başladı.
Gunler ilerliyor; baş ağrısı, her an şiddetini arttırıyordu. Butun sağlık arayışları savallı kalınca; O, ulkeler hakimi Humeyr, yaşamaktan yana iyiden iyiye karamsarlığa duştu. Ama yine de şifa aramaktan geri durmuyordu. Hastalığına bir care bulması icin mbaş vezirine emir verdi; O da hekimlere.
Hekimler, o gune kadar gorulup, işitilmemiş bu hastalığı iyileştirmek icin gunlerce uğraştılar. Fakat butun gayretler nafileydi. Emekler boşa gitmiş; care bulunamamıştı. Bunun uzerine bir de ilim adamlarına danışıldı. Alimler, bu amansız dert icin duşunmeye mbaşladılar: "Bu hastalık neden olmuştu ve nicin care bulunamıyordu?" Bir alim, uzun uzun duşundukten sonra sebebi bulduğunu anladı. Baş vezire giderek:
-Hukumdar şayet sırrını bana acar ve sorularını cevaplandırırsa derdinin dermanını soylerim, dedi. Başvezir cok memnun kaldı. Birlikte Humeyr'e geldiler. Vaziyet kendisine anlatıldı. Alimin, sorularını hic bir gizli-saklı taraf bırakmadan acıklaması bilhassa hatırlatıldı.
Hukumdar, zorlukla konuşuyor ve yanındakiler dehşetli pis kokudan buyuk sakıntı cekiyorlardı.
Dotbin kişiden biri olan alim sordu:
-Bu sıralarda Kabe-i Şerif icin aklından kotu bir şey gecki mi?
Hasta, derin ve uzun inleyip karşısındakileri boş ve manasız gozlerle suzdukten sonra dudakları kıpırdadı.
-Evet! O'nu yıkmak istedim.
Cumlenin başı ve sonu arasında kurşundan dakikalar gecmişti...
-Nicin yıkmak istemiştin ki? Ne mekkelilerin, ne de Kabenin bize bir zararı olmadı!
-Evet olmadı ama; Mekke halkı bana hurmet etmedi. Hatta hurmetin kırıntısına bile rastlamadım. Halbuki her gittiğim yerde insanlardan buyuk saygı gorurdum...
-Burada goremeyince...
Pis kokulu sulardan yatak, yorgan ıslanmış her taraf batmıştı. Hizmetciler boş yere koşuşturuyordu.
-Mekkelilerden hurmet goremeyince uzerine titredikleri Kabeyi yıkmak, halkı oldurmek, mallarını askerlerine yağmalatmak istedim.
-Ve başına gelenler de bu niyetinle beraber geldi!
-Evet; niyetimle beraber başıma korkunc bir ağrı girdi ve dunyamı zindan eden bu hastalığa yakalandım...
Bu cumleden sonda odayı bir sessizlik kapladı... sanki alimle hasta arasında upuzun ve kavuşulmaz coller vardı.
Humeyr meraklı ve uzaktan alimin yuzune bakıyordu. Hastalığı ile bu konuşulanlar arasında ne munasebet olabilirdi ki?...
-Hukumdarım tutulduğun hastalığın sebebi işte bu fikrindedir. Zira yıkmak istediğn o Kabe'nin sahibi olan yuce Allah, gizli niyetleri de bilir. O'nun yanında gizli aşikar farkı yoktur.
Susmuş ve dinlemeğe durmuş col yeniden hışırdamağa, ruzgar tok seslerle boşluğu yara yara koşmaya başlamıştı.
-Bilmez; hic bilmezdim!
-Şifa bulman bu bozuk niyetinden vazgecmene bağlıdır. Eğer Kabe icin taşığın kotu duşunceden cayarak guzel niyetler beslersen iyileşirsin.
Humeyr, derhal tovbe etti... alim, mbunun uzerine Kabe-i Şerifi, yapanı yapılış sebebini uzun uzun anlattı.
Başvezir ve alim oradan kalkmadan hukumdar tekrar eski sağlığına kavuştu.
Ve ustelik İbrahim aleyhisselamın dinini kabul ederek musluman oldu. Beytullah'a karşı hurmet ve muhabbet duyguları ile bağlandı. Edep ve usulunu oğrenerek Kabeyi ziyaret etti. Eski kibir ve gururunu terkedip alcak gonullu bir insan oldu.
Bir kac gun son da bir sultan sofrası hazılattırarak buyuk-kucuk, zengin-yoksul butun Mekkelileri yedirip icirdi.
Bu ziyafeti verdiği gece ruyasında bir ses işitti:
-Mekke ahalisine itibar gosterdiği gibi Beytullah'a da hurmet et; O'nu ortulere buru!
Serin bir col gecesinde gorulen bu ruyanın sabahında Humeyr, Kabe'ye hasırdan bir ortu yaptırarak olttu. Sevincine diyecek yoktu. Fakat gece ruyasında:
-Hasır O'na layık değildir. Daha guzel ortu yaptırmalısın! diye bir nida duydu.
Bu sefer kumaştan mbir kılıf diktirerek Kabe-i Şerife giydirdi. Ama ruyasındaki ses, bu kumaşın da uygun olmadığı ve diğiştirilmesini istedi. Bunun uzerine devrin en pahalı kumaşlarından bir ortu dirtirerek altın ve gumuşlerle susletip Kabe'ye ortturdu.
Ayrıca, Kabe-i Şerifin icinde bulunan putları dışarı attırarak kilitli bir kapı yaptırdı; insanların kirli halde Allah'ın evine yaklaşmalarını yasak etti.
Humeyr, bu guzel hizmetlerinden sonra Kabe'nin anahtarını Mekkelilere teslim ederek aydınlık Medineye doğru yola koyuldu. Medine o devirde cıplar; ne bir bitki var gorunurde ne mbir ağac. Kum, taş, tepe ve eriten guneş sıcaklığı. Ufuklar sır vermiyor. Acaba golgelenecek bir yer yok mu?
Humeyr, dortbin kişilik danışmanlarından dort yuzunu alarak butun Medine'yi makışı goren yuksek bir tepeye tırmandılar. Gozler, ordunun konaklıyacağı uygun bir yer arıyor... Ama uyanık kalbli o dortyuz secme insan, başka bir şeyi farkettiler. Elleri ile gozlerini guneşin goz kamaştıran parlaklığından koruyarak cevreyi incelerken sanki sessizliğin en derin noktasından kulaklarına bir şeyler fısıldanıyordu. Toprak bir cift soz soyluyor gibiydi... O, Mekke'den işte bu Medine şehrine, buradan sonsuzluğa gececektir. Şuphe yok ki eski ilim sahiplerinin kitaplarında sozunu ettikleri yer burasıdır...
Aralarında şu kara vardılar: "Şartlar cetin ve ağır; ama olsun; kavuşulacak şeref de o kadar yuksek ve mubarek. Biz burada yerlerek son Peygamberi bekleyelim. Olur ki O'nu gormek bahtına ereriz." kararlarını hurumdara actılar.
-Onceki alimlerden okuduğumuz bilgilere gore bu yer, en son ve en yuce Peygamberin gelip yerleşeceği bir kutlu mekandır. Şerefli namı Muhammed sallallahu aleyhise ve sellem, guzel dini ebedidir. O'nun ordusuna alemlerin Rabbi yardım eder. O tac ve burak, o, Kur'an,ı kerim, o liva-i hamd ve minber ve O, La ilahe illallah sozunun sahibidir. Buraya hicret edecek ve buradan olumsuz aleme gececektir. Biz bu buyukler buyuğunun gelmesini beklek isteriz. Belki nur yuzunu gormek mumkun olur. Bu sebeple hukumdarımızdan izin dileriz...
Hukumdar, anlatılanları heyecanla dinledi; buyuk memnuniyet duydu ve:
-Ben de sizle kalacağım, dedi.
Ancak bu karara asker ve tab'ası mani oldular.
Bir ismi de Tebi olan Humeyr, bunun uzerine Medine'de bu dortyuz kişi icin evler yaptırdı. Onları evlendirdi. İhtiyaclarını karşıladı ve icli bir bağlılık mektubu yazarak kendilerine teslim etti.
-"Humeyr İbni Redi'den en buyuk Resul ve son Peygaber Abdulmuttalib oğlu, Abdullah oğlu Muhammed aleyhisselam'a sunulan mektup:
"...ben, senin nubuvvetine, bildirdiğin Allah'a getireceğin Kur'an'a iman ettim. Dinin, yolun ve İbrahim Peygamber milleti uzereyim. İslamiyet namına tebliğ ettiklerinin hepsi şimdiden can baş uzre kabulumdur. Olurki o saadetli zamanına kavuşmazsam beni unutmamanı ve şefaatinden mahrum ve mahsun bırakmamanı diliyorum."
Humeyr, mektubu muhurlu olarak alimlerden Şamul'a verdi: iyi saklaması icin ricada bulundu ve vasiyetini yaptı:
-O mubarek Peygamber'i gorme devletine erersen mektubumu kendilerine ver; şayet bu bahtiyarlığa eremezsen cocuklarına teslim et ve dikkatle sakllamalarını guzelce tenbih eyle; onlar da kendilerinden sonrrakilere aynı vasiyeti yapsınlar ve boylece emanetimi babadan oğula aktara aktara Peygamberlerin efendisinin yuksek huzurlarına takdim etsinler!..
Tebi, bu vasiyetinden sonra hazır olanlarla vedalaşarak Medine'den ayrılıp gitti ve bir zaman sonra da vefat etti.
Eshab-ı kiram; Allah'ın sevgilisine arkadaş, dost ve yardımcı olan o soylu insanların bu dort bin alimin nesebinden geldiği anlatılır.
Mektup, elden ele gece gece Şamul'un yirmi birinci torunu olan Eba Eyyub El Ensari'ye varacaktır. Bu sıralarda sevgili Peygamberimiz de Mekke'den Medine'ye hicret icin yola cıkmışlardı. Medineliler o bayram havasında emaneti, bir an once sahibine ulaştırması icin herkesin cok sevdiği Ebi Leyli'ye verdiler...
Ebi Leyli yollara duştu, bir konak yerinde Beni Selim kabilesinin misafiri oldu. Resulullah da o an oradaydı; ama Leyli, tanıyamadı. Peygamberimiz O'nu gorur gormez:
-Ebi Leyli sen değil misin? buyurdular.
-Evet, benim; deyince
-Tebi'nin mektubu nerede? diye sordular.
Leyli şaşırmıştı:
-Siz kimsiniz; diyebildi ancak. Mutlaka ulu biri olmalısınız. Yuzunuzde buyukluk işareti, sozunuzde huzur veren bir tatlılık var.
Eşi olmayan insanda rahatlatan bir tarifsiz tebessum:
-Ben, Allah'ın Resulu Muhammed'im; mektubu getir. Ebi Leyli istenileni cebinden cakararak tazimle uzattı...
Yuce Peygamber, mektubu yanındakilere okutttular ve:
-Merhaba Salih kardeşim, merhaba salih kardeşim, merhaba sahil kardeşim!.. diye zamanlar otesine seslenerek Humeyr ibni Redi'yi selamladılar.
__________________
Mektup
Dini Bilgiler0 Mesaj
●19 Görüntüleme
-
13-09-2019, 00:25:46