Arap reislerinden Dihyet-ul Kalbi (r.a) her girdiği kasabada dikkat ceken guzel ve yakışıklı biridir. Hatta o derece ki daha sonraları coğu kere Cebrail (a.s.) bile Onun kılığına girerek Hz. Peygamber Efendimiz (s.a.v)’e ilahi buyrukları getirdiğini gormekteyiz. Muslumanlığı kabul ettikten sonra da İslamiyetin yayılması ve gelişmesi icin maddi ve manevi butun gucunu harcamış sayısız savaşlara katılmış, meydan savaşlarında yığın yığın kafirin boynunu ucurmuştur. Muaviye (r.a) zamanına kadar İslam halifeliği gorevini de omuzlarına yuklenen Dihyet-ul Kalbi (r.a)’nın hizmetlerini burada sıralamak mumkun değildir. Yalnız şunu hemen hatırlatalım ki, son olarak hicretin altıncı yılında Doğu Roma İmparatorlarından Hırakle’ye sevgili Peygamberimiz (s.a.v) İslam’a davet mektubunu goturmuştu.
Dıhyet-ul Kelbi (r.a) onceleri diğer arap reisleri gibi kufur ve inkar yolunda bulunuyordu. Hz. Peygamber (s.a.v) ise onun İslamiyete girmesini cok arzu ediyordu. Cunku Dihyet-ul Kalbi (r.a) bir yandan geniş bir halk kitlesini idaresi altında bulunduruyor, bir yandan da Peygamberimizin yakınlarından tam yedi yuz kişiye hakim bulunuyordu. İslamiyetin yayılması ve gelişmesi icin İslamiyete girmesi gerekiyordu.
O yuzden sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) daima “Allah’ım! Dıhyet-ul Kelbi’ye Musluman olma şerefini bahşet. Cunku İslam dininin geleceği bakımından bu şarttır” diye dua ediyordu. Bu arada da durmadan kendisine elciler gondererek aydınlık Allah yoluna girmesini arzu ettiğini bildiriyordu.
Bir gun nihayet bu teklif ve telkinler tesirini gosterdi. Ve bir sabah namazından sonra yuce Allah Hz. Peygamber’e “Ey Muhammed! Kelbi’nin gonlune iman ışığını saldık. Neredeyse sana gelmek uzeredir. Onu İslam’a kabul et.” diye vahyetti.
Gercekten bu ilahi mujdenin ardından Dihyet-ul Kalbi (r.a), Peygamber’in huzuruna cıktı. Hz. Peygamber (s.a.v) kendisini ayakta ve derin bir saygı icinde karşıladı. O derece bir saygı ile ki sırtından cubbesini cıkarıp yere sererek uzerine oturmasını rica etti.
Buyuk bir Peygamberin bu eşsiz ince saygısı karşısında duygulanan Dihyet-ul Kalbi (r.a) kendini tutamayarak gozyaşları dokmeye başladı. Ey Allah’ın elcisi! İslam dinine girmeye artık karar vermiş bulunuyorum. Lutfen bana İslam’ın şartlarını soyler misiniz?
Hz. Peygamber (s.a.v)’de “Once La ilahe illallah, Muhammedur Rasulullah (Allah’tan başka ilah yoktur, Muhammed (s.a.v) O’nun kulu ve elcisidir) diye kelime-i tevhid getirin. Boylece Musluman olmuş oluyorsunuz. Bundan sonra da namaz kılacak, oruc tutacak, zekat verecek, hac edeceksiniz. İşte bunlar İslam’ın şartlarıdır.” dedi.
İslamiyet ile muşerref olmanın verdiği mutlulukla gozyaşları dokmeye başlayan Dihyet-ul Kalbi (r.a)’e Hz. Peygamber (s.a.v) en sonunda “Ey Kelbi, buraya sen Musluman olmak icin mi, yoksa ağlamak icin mi geldi?” dedi. O da, “Ey Allah’ın elcisi! Ben oylesine buyuk gunahlar işledim ki, duşunuyorum da onların nasıl affettirebilirim. Eğer affetmesi icin Allah olmemi emrediyorsa hemen kendimi oldurmeye hazırım, yok eğer bu yolda butun servetimi yoksul ve duşkunlere dağıtmam gerekiyorsa onu da hic cekinmeden yaparım. Artık kendimi İslamiyetin emrine verdim” diye karşılık verdi. Hz. Peygamber (s.a.v) :
- Ey Kelbi, bunca uzuntusunu duyduğun o gunahların neler ki? Dihyet-ul Kalbi (r.a):
- Biliyorsunuz ben Arapların ileri gelen ailelerinden ve reislerinden biriyim. Arap gelenek ve goreneklerine gore kız cocukları uğursuzdur. Ben de hicbir zaman kız cocuğum olsun ve falan kimse Kelbi’nin damadıdır, densin istemiyordum. O yuzden kendi oz ellerimle doğan kız cocuklarımı ve oğullarımın kızlarını oldurdum. Bunların sayısı yetmişe kadar cıkıyor. Halbuki İslam’a gore tum bu yaptıklarımın buyuk gunah olduğunu biliyorum. İşte bu yuzden ne yapacağım diye ağlıyorum. Hz. Peygamber (s.a.v):
- Yuce Allah (c.c.) şoyle buyuruyor: Ululuğum ve yuceliğim hakkı icin Dihyet-ul Kelbi daha “La ilahe illallah, Muhammedur Rasulullah (Allah’tan başka ilah yoktur, Muhammed O’nun kulu ve elcisidir)” der demez, onun altmış yıllık tum gunahlarını affettim de kızlarını ve torunlarını oldurmekten ileri gelen sucunu nasıl affetmem.
Bu sozlerin ardından Peygamber ve sahabileri Allah’ın bol ve yaygın rahmeti karşısında yas kurup ağlamaya koyuldular. Bu sırada gozyaşları arasında sevgili Peygamberimiz (s.a.v) konuyu şu sozleriyle noktaladı.
“Allah’ım! Bir defa kelime-i tevhid getirmekle Dıhyet-ul Kelbi’nin yetmiş kişiyi oldurme sucunu affediyorsun. Oyle ise imkan var mı ki bir omur boyu kelime-i tevhid getiren mu’minleirn gunahlarını bağışlamasın” elbette bağışlarsın.
Yuce Allah (c.c.) cumlemizi gunahlarını bağışladığı kulları arasına katsın. (Amin)
__________________