Bir derviş, Ebul-Huseyn-i Harkan’ın şohretini duyup Talkan şehrinden yola cıkmıştı. Dağlar aştı, uzun ovalar gecti, şeyhi gormek icin ozu doğru olarak, Allahya yalvarıp yakararak bunca yol aldı.
Yolda gorduğu cefalar, cektiği eziyetler, anlatılmaya değer ama ben kısa kesiyorum. O genc, yolu bitirip maksadına ulaştı. O padişahın evini sordu. Oğrenip kapısına geldi, yuzlerce saygıyla kapı halkasını vurdu. Şeyhin karısı, kapıdan başını cıkardı.
Ey kerem sahibi, ne istiyorsun? Dedi. Derviş, ziyaret icin geldim deyince. Kadın kahkahayla gulup dedi ki: Sakalına bak yahu. Hele şu yolculuğa, şu uğradığın derde bak. Yerinde, yurdunda işin yok muydu da beyhude yere yollara duştun? Bir ahmağı gormek hevesine mi duştun, yoksa yurdundan mı usandın? Yahut da şeytan sana bir boyunduruk urdu, vesveseler verdi, sana bu yolculuk kapısını actı.
Bircok kotu sozler soyledi, kufurlerde bulundu, dırıldandı durdu. Onların hepsini soyleyemem ben. Kadının sayısız gulumsemesinden, hikayeler soylemesinden derviş, pek dertlendi, dertlere uğradı.
Dervişin gozlerinden yaşlar aktı, dedi ki: Butun bunlarla beraber o adı tatlı padişah nerede? Soyle bana.
Kadın dedi ki: O bomboş riyakar bir hilebazdır. Ahmaklara tuzaktır. Yol azıtanlara kementlik eder. Senin gibi sakalını değirmende ağartan yuz binlerce kişi azgınlıktan ona duşmuştur. Onu gormez, esenlikle yerine yurduna donersen senin icin daha hayırlıdır. Onu gorup de azmazsın hic olmazsa. Onun işi gucu laftır, kase yalayıcı, hazır sofraya oturucu bir heriftir. Fakat davulunun sesi, etrafa yayılmış nasılsa.
Bu kavim İsrail oğullarına benzer, okuze taparlar. Boyle bir okuze el vurup adarlar işte. Bu hazır sofraya oturan adama kapılan, geceleyin bir leştir, gunduzun işsiz gucsuz bir adam. Bunlar yuzlerce bilgiyi, yuceliği bırakmışlardır da bir hileye, bir riyaya kapılmışlardır. İşte hal bu.
Nerede Musa’nın soyu? Gelse de şu okuze tapanların kanlarını dokse. Yazık! Şeriatı, Allahdan urkup sakınmayı ardına atmış. Nerede Omer? Gelse de şiddetle doğruluğu emretse. Bunlar her kotu şeyi mubah biliyorlar. Bu ibahilik bunlardan yayıldı, fesatcı kalleşe de ruhsat oldu adeta. Nerede Peygamberle sahabesinin yolu. Nerede namaz, nerede tesbih, nerede onların edepleri.
Genc, yeter diye bağırdı, apaydın gunde bekcinin ne luzumu var? Erlerin nuru doğuyu da tuttu batıyı da. Gokler bile hayrette kalıp secde ettiler.
Tantı guneşi Hamel burcundan doğdu da bu guneş utancından perde arkasına girdi. Senin gibi bir şeytanın sacmaları, nereden beni bu kapının tokmağından dondurecek? Ben bulut gibi yele kapılıp gelmedim ki beni bu kapıdan bir tozla cevirebilesin. Okuz bile o kerem kıblesi olunca nur kesilir, fakat o nur olmadı mı kıble, kufurdur, puttur. Heva ve hevesten gelen, ibahilik sapıklıktır, azgınlıktır, fakat Allahdan gelen, ibahilik yuceliktir.
O hesaba sığmaz nurun doğup parladığı yerde kufur iman kesildi,şeytan Musluman oldu. O, yucelik mazharıdır, Allah sevgilisidir. Butun ileri meleklerden ondulu kapmıştır. Melekten Adem’e secde etmeleri ondan ileri olmalarındandır. Deri daima ice secde eder.
A kocakarı, sen Allah mumunu ufluyorsun ama hem sen yanıyorsun, hem başın, ey ağzı kokmuş. Bir kopeğin ağzından deniz pislenir mi? Guneş uflemekle soner mi?
Eğer gorunuşe gore hukum veriyorsan bu aydınlıktan daha aydın, daha gorunur ne var? Soyle. Zahirden olanların hepsi, bu zuhurun karşısında noksanın, kusurun en ilerisidir. Kim Allah mumunu uflerse o mum sonmez, ufleyenin ağzı yanar. Senin gibi bir cok yarasalar ruya gorurler ama bu alem, guneşten yetim kalır mı?
Ruh denizlerinde oyle kuvvetli dalgalar olur ki Nuh tufanından yuzlerce defa ustundur. Fakat Kenan’ın gozunde kıl bitmiştir de o yuzden Nuh’u da bırakmıştır, gemiyi de. Dağa tırmanmaya kalkışmıştır. Fakat derhal yarım bir dalga, dağı da aşağılıkların dibine atmıştır, Kenan’ı da. Ay, nurunu sacar kopek havlar durur. Hic kopek ayı kendisine ortak edebilir mi? Ay ışığı ile geceleyin yol alanlar, kopek havlaması ile yollarından kalırlar mı? Cuzu, kulle doğru ok gibi gider. Kokuşuk kocakarının ardına duşer mi hic?
Şeriatın canı da ariftir, takvanın canı da. Marifet, gecmiş zamanlardaki zahitliğin mahsuludur. Zahitlik, ekmeye calışmaktır. Marifet de o ekilenin bitmesidir.
Şu halde calışmak ve inanmak, bedene benzer. Bu ekmenin canı da biten mahsuldur ve onu devşirmektir. Doğruluğu emretmek de odur, doğruluk da o. Bu gunumuzun de padişahıdır, yarınımızın da. Deri, daima latif ice kuldur.
Şeyh “Ben Allahım” dedi ama ileri gitti, butun korlerin boğazını sıktı. Kulun varlığı Allah varlığında yok olunca ne kalır? Bir duşun a cıfıt.
Gozun varsa ac da bak. LÂ dedikten sonra artık ne kalır? O goğe aya tukuren dudağın, boğazın, ağzın kesilseydi keşke. Şuphe yok ki o tukuruk, goğe cıkmaz, doner, senin suratına gelir.
“Ebuleheb’in ruhuna kıyamete kadar “Elleri kurusun” bedduası geldiği gibi o tukuruk de kıyamete kadar Allahdan, senin sıratından gelir. Davulu var, bayrağı var, ulkesi var. Boyle bir padişaha hazır sofraya oturur diyen kopektir. Gokler onu ayına kuldur. Doğu da ondan ekmek dilemektir, batı da.
Fermanında “Sen olmasaydın gokleri yaratmazdım” hadisi yazılı olan zat, bir zattır ki herkes, onun nimetlerine, onun rızk taksimine muhtactır. O olmasaydı gokyuzu olmazdı, donmezdi, nurlanmazdı, meleklere yurt kesilmezdi. O olmasaydı denizler olmaz, denizlerdeki heybet vucut bulmaz, balıklar ve padişahlara layık inciler meydana gelmezdi.
O olmasaydı yeryuzu olmaz, yeryuzunun icinde defineler, dışında yaseminler yaratılmazdı. Rızklarda onun rızkını yemektedir. Meyveler de onun yağmuruna karşı dudakları kupkuru bir haldedir.
Kendine gel de, bu işteki duğum, tersine duğumlenmiştir. Sana sadaka verene sen sadaka ver. Ey yoksul zengine zekat ver. Butun altınlar butun ipekli kumaşlar, yokluktadır yoksuldadır. Senin gibi bir kotu, o makbul ruha eş olmuş, Nuh’un nikahındaki katil gibi adeta. Bu yurda mensup olmasaydın şimdi seni paramparca ederdim. O Nuh’u senden halÂs ederdim, ben de kısasa uğrar, şeyhin yolunda olmek şerefiyle yucelirdim.
Fakat zamanın padişahlar padişahının evinde bu ceşit kustahlıkta bulunamam. Yuru, dua et ki bu yurdun kopeğisin. Yoksa şimdi yapacağımı yapardım sana.
Ondan sonra derviş herkese sormakta, şeyhi her tarafta araştırmaktaydı. Birisi dedi ki: O kutup, odun getirmek uzere ormana gitti. O Zulfikar duşunceli ve ateşli derviş şeyhin havasına uyup ormanın yolunu tuttu. Şeytan, aklına ayı tozla orten bir gizli vesvese vermekteydi. Bu din şeyhi neden boyle bir kadını evinde tutuyor, onunla duşup kalkıyor?
Zıt, nasıl olur da zıddıyla beraber bulunur? Halkın imamı olan bir zat nerede, maymun nerede? Diyordu. Sonra yine ateş gibi donuyor, LÂ havle okuyor, ona itirazım kufurdur, kindir diyordu. Ben kim oluyorum ki Allahnın işlerine karışıyorum? Nefsimden neden boyle şupheler, kınamalar geliyor?
Derken nefsi yine saldırıyor, bu yuzden gonlunden kuyumcular potasından cıkar gibi duman tutuyordu. Şeytanla, diyordu, Cebrail’in ne munasebeti var ki onunla konuşsun, duşup kalksın, beraber yatsın uyusun. Azer, nasıl olur da Hilal’le gecinebilir? Yol kesen nasıl olur da kılavuzla beraber bulunur?
O bu duşuncedeyken unlu şeyh, bir aslana binmiş, cıkageldi. Kukremiş aslan odunu cekmekteydi. O kutlu zat da odunlarının ustune binmişti. Kamcısı bir yılandı. Yucelikle yılanı bir kamcı gibi eline almıştı. İyice bil ki, her şeyh, sarhoş aslanın ustune biner. O gorunur, bu gorunmez ama can gozunden gizli değildir. onların altında yuz binlerce aslan vardır, odun ceker durur. Gayp gozu, onu gorur.
Fakat adam olmayan da gorsun diye Allah, onları bir bir baş gozune de gosterir. O padişah, dervişi uzaktan gorup guldu. Sakın dedi, aldanma, şeytanı dinleme.
O ulu şeyh, gonlunun nuru ile dervişin icinden geceni bildi. O nur, ne guzel bir delildir. O hunerli zat, dervişin yola duşmesinden o ana kadar aklından gecenleri bir bir soyledi. Ondan sonra o guzel guzel cileyip şakıyan zat, kadını kınamsı hususunda da ağzını acıp, dedi ki: O tahammul nefis havasında değildir. bu zan senin nefsinin havasıdır, orada durma. Ben sabredip bu kadının yukunu cekmeseydim aslan, benim yukumu ceker miydi hic? Ben Allah yukunun altında kendinden gecmiş sarhoş ve kopurmuş bir deveyim. Onun buyruğunda yarı ham bile değilim ki halkın kınaması, yermesini duşuneyim.
Bizim geri kalanımızda onun buyruğudur, ileri gidenimizde. Canımız yuz ustu koşarak onu aramadadır. Bizim tekliğimiz, ciftliğimiz, hava ve hevesten değildir. canımız, muhre gibi Allah elindedir.
O ahmağın nazını da cekeriz, onun gibi yuzlercesinin nazını da. Bu, renk aşkından, koku sevdasından değildir. bu kaza ve kader, bizim dersimizin talebeleridir. Artık savaşımızın debdebesi nereye varır, bir duşun. Nereye mi varır? Yere bir yol olmayan bir yere. Işığı, gozleri alan Allah ayına ancak. O nur, butun vehimlerden ve tasavvurlardan uzak olan nurun nurunun nurunun nurudur!
Dedikoduyu senin icin aşağılattım. İbret al da kotu huylu arkadaşla arkadaş ol, uzlaş. “Sabır, sıkıntının anahtarıdır” sırrına ermek icin gulerek hoşlanarak onun derdini cek. Bu aşağılık kişilerin aşağılığını cekersen sunnetlerin nuruna ulaşırsın.
Peygamberler aşağılık adamların zahmetlerini cok cektiler. Bu ceşit yılanlardan nice ıstıraplara uğradılar. Yargılayan Allahnın muradı, hukmu, ta ezelden tecelli ve zuhur etmekti. Zıddı olmadıkca bir şey gorunemez. O misli olmayan padişahın zıddı yoktur.
“Ben yeryuzunde bir halife yaratacağım” ayetindeki hikmet
Bunun icin padişahlığına ayna olmak uzere bir gonul sahibini halife edindi. Ona hadsiz, hesapsız arılığını ihsan etti, ondan sonra karanlıklardan da ona bir zıt verdi.
Ak ve kara iki bayrak dikti. Birisi Adem’di bunların oburu yol kesen İblis. O iki buyuk ordu arasında savaşlar oldu, geldi gecti.
İkinci devre Habil geldi, onun pak nurunun zıddı Kaabil oldu. Adalet ve zulumden ibaret olan bu iki bayrak, boylece devir devir, Nemrud’a kadar geldi dayandı.
O İbrahim’in zıddı ve duşmanı oldu. O iki ordu birbirine kin guttu, savaştı durdu. Savaşın uzamasından hoşlanmayınca ikisinin arasını ateş ayırdı. O iki taifenin muşkulu halledilsin diye ateşi, azabı hakem yaptı. Devir, devir zaman, zaman bu iki fırka, Firavunla esirgeyici Musa’nın zamanına kadar yıllarca savaştı. Savaş bitmedi tukenmedi. Bu iş, haddi aşıp usanc verince de Allah, denizi hakem yaptı; bakalım hangisi ondulu alacak dedi.
Mustafa’nın devrine, onun zuhuruna kadar bu boyle gitti. O zuhur edince Ebucehil’le o cefa askerinin başbuğuyla savaştı. Allah, Semud kavmi icin, bir haykırış hizmetkar tuttu, onların canlarını alıverdi. Ad kavmi icin tez kalkan ve hızlı giden bir hizmetkarı tuttu, yeli kullandı.
Karun’un halini de bildi, onu defetmek icin de yeryuzunu kullandı. Yer, halim olmakla beraber ona kinlendi, onu yuttu. Yerin halimliği adeta kahroldu da Karun’u da dibine kadar somurdu, hazinesini de. Bu bedenin direği lokmadır. Aclık kılıcına karşı ekmek, bir zırhtır. Oyle olduğu halde Allah, senin ekmeğine bir kahır mayası kodu mu o ekmek boğaz illeti gibi kursağında durur, boğazını sıkar, seni oldurur. Seni soğuktan koruyan şu elbiseye Allah, zemheri mizacını verir. Bu guzelim cuppe buz gibi soğuk olur, kar gibi ziyan verir.
Kurkten de kacarsın, ipekli elbisenden de. Ondan kacar zemheriye sığınırsın. Sen iki dağ tepesi değilsin,bir dağ tepesisin, yalın kat bir adamsın sen. Zelle azabından gafilsin.
Şehre, koye Allah emri geldi: Eve duvara, onlara golge verme, yağmura, guneşe mani olma dendi. Bu suretle o ummet peygamberlerinin yanına koştular. Ey ulu kişi dediler, coğumuz olduk. Artık arkasını tefsirden oku. O eli sopalı er, sopayı yılan yaptı. Aklın varsa bu nukte sana yeter. Gozun var ama anlayışın yok. Adeta donmuş bir kaynak, bir et parcası.
Bunun icindir ki duşunceleri meydana getiren, bezeyen Allah, ey kul, anlayışlı bir surette bak demektedir. Soğuk demiri dov demiyor, bunu istemiyor, fakat ey demir, hic olmazsa Davut’un yanında don dolaş.
Bedenin olmuş, İsrafil’in yanına koş. Gonlun donmuş, yuruyup giden guneşe git. Hayallerden oyle libaslara burundun ki neredeyse kotu zanlı sofestailere karışacaksın.
Sofestai’de zaten akıl yoktu. Bu yuzden duygudan da oldu, varlıktan da mahrum kaldı. Kendine gel, şimdi soz ciğnemek devri. Soylersen halka rezil rusva olursun.
İm’an ne demektir? Kaynaktan su akıtmak. Bedenden can gitti mi o cana “giden revan” derler. Canı beden bağından cozup kurtararak cayırlığa, cimenliğe salıveren hakim. Hayatla ruhu ayırt etmek icin ona bu iki lakabı taktı. Bunu fark edenin canına aferin. Bu suretle de Allah fermanına uyan, dilerse gulu diken, dikeni gul yapan kişideki ruhu anlattı.
İnananlar, o zararlı yelin elinden kacmışlar, hepsi bir daire icine sığınmışlardı. Yel, adeta tufandı, onun lutfu da gemi. Onun bu ceşit nice gemileri var, nice tufanları.
Allah, bir padişahı gemi yapar. Hırsı ile kendisini saflara vurur. Maksadı halkın emin olması değildir, ulke zapt etmektir. Değirmen beygiri koşar, doner durur. Maksadı da dayak yemeden kurtulmaktadır. Su cekmekten yahut susamdan şırlagan yağı cıkarmaktan haberi bile yoktur.
Okuz, arabayı cekmek eşyayı goturmek icin değil, dayak korkusundan yurur, yeler. Fakat Allah, ona oyle bir acı korkusu vermiştir de o yuzden işler de gorulur gider. Her kazanc sahibi de bunun gibi alemi ıslah icin değil, kendisi icin calışır. Her biri derdine bir melhem arar. Derken bir alem de bu yuzden duzene girer. Allah korkuyu bu aleme direk yapmıştır. Herkes can korkusu ile bir işe sarılmıştır.
Allahya hamd olsun ki boyle bir korkuyu mimar etmiş, onunla yer yuzunu duzene koymuştur. Bunların hepside iyiden, kotuden korkarlar. Fakat hicbir kimse yoktur ki kendi kendisinden korksun. Şu halde hakikatte herkese hakim olan birsidir ve o, duygularla duyulmaz ama cok yakındır insana. O, bir gizli yerde duyulur ama bu evin duyguları ile duyulmaz. Allahnın anlaşılacağı, duyulacağı duygu değildir, o duygu, başka bir duygudur.
Hayvan duygusu, o suretleri gorseydi okuzle eşek de vaktin Beyazıd’ı olurdu. Bedeni, ruha mazhar eden, gemiyi Nuh’a burak yapan, dilerse ey nur arayan, gemiyi değiştirir, tufan haline getirir.
Ey yoksul, her an sana bir tufandır, bir gemidir. Seni gama neşeye ulaştırır durur. Gemiyle denizi gormuyorsan butun cuzilerindeki şu titreyişi, şu kaynaşmayı gor. Gozler, korkunun aslını gormediğinden ceşit ceşit hayallerden korkar insan.
Sarhoş bir herif, korun birine bir yumruk indirir. Kor sanır ki kendisini deve tepti. Cunku o sırada deve sesini duymuştur. Korun aynası kulaktır, goz değil. Derken yine hayır, bu bir taş olacak. Belki şu cınlayıp duran kubbeden geldi der. Bu da değil, o da değil, oburu de değil. Bunları o korkuyu yaratan gosterir. Korku ve titreyiş, mutlaka başkasındandır. Hicbir kimse kendisinden korkar mı? O filozofcuk, korkuya vehim der. O, bu dersi eğri anlamıştır.
Hakikati olmayan vehim olur mu hic? Hic gonul doğru olmayan bir yere akar mı? Yalancı, doğru olmasa bir yalan kıvırabilir mi? İki alemde de bir yalan doğrudan meydana gelir. Doğrunun revacına, parlaklığına bakar da yalancı o umitle yalan soyler.
Ey yalancı, bu yalanın da doğru yuzunden gecmede. Nimete şukret de doğruyu inkar etme. Filozofluk taslayandan mı soyleyeyim, onun sevdasından mı bahsedeyim? Yoksa Allahnın gemilerini denizlerini mi anlatayım?
Hadi onun gemilerinden bahsedeyim. Cunku o bahis, gonle oğut verir. Kulden bahsedeyim. Cunku cuz, kullun icindedir. Her vesileyi Nuh ve kaptan bil, bu halkın sohbetini de tufan say. Aslandan ve erkek ejderhadan az kac da aşinalarından, akrabalarından daha fazla sakın. Onlar seninle buluşup omrunu ziyan ederler. Onları anma, gayb aleminden elde ettiğin mahsulu bitirir.
Susuz eşek gibi her birinin hayali, beden kabından duşunce şerbetini emer, somurur. O kovucuların hayali, abıhayattan elde ettiğin ciğ tanesini emiverir. Daldan suyun cekilmesine alamet, o dalın kupkuru kalması, oynamamasıdır.
Her uzuv taze dala benzer. Ne yana cekersen eğilir. Dilersen ondan sepet, hatta cember bile yaparsın. Fakat suyu cekildi mi, kokunden su almaz oldu, kurudu mu dilediğin gibi bukulmez.
Kuran’dan “Namaza kalksalar da uşenerek kalkarlar” ayetini okusana. Dal kokunden meme emmiyor ki. Bu alamet, taş gibidir. Kısa keseyim de yoksulu, definesini onun hallerini soyleyeyim. Her fidanı yakan ateşi gordun ya. Hayali yakan can ateşini de seyret. Candan boyle bir ateş yalımlandı mı ne hayale aman vardır ne hakikate.
O, her aslanın, her tilkinin duşmanıdır. “her şey helak olur, ancak onun hakikati bakidir.” Onun hakikatine var, varlığından vazgec. “Bismi” deki elif gibi kelimede kaybol. O elif, Bismi’de gizlenmiştir. O, hem Bismi’de vardır, hem yoktur. Boyle ulanmak icin hazfedildi mi kelimede yok olur. O, ulanma icindir, be harfiyle sin harfi, onunla birbirine ulanmıştır. Fakat be harfiyle sin harfinin ulanması, elifin bulanmasına razı olmaz.
Bu ulanmada, bu buluşmada bir harf bile sığmazsa artık sozu kısa kesmem lazım benim. Bir harf bile sin’le be’yi ayırıyor. Burada susmak, ne luzumlu bir şey. Elif, varlığından yok olmuştur ama o harfi olmaksızın da be’yle sin, elifi soyler durur.
“Sen atmadın attığın vakit o attı” ayeti Peygamberin varlığı olmadan inmiştir. Peygamber de kendi varlığından gecmiş, susmuş, Allah diliyle soylemeye koyulmuştur da ondan sonra “Allah dedi” demiştir. İlac, ilac olarak kaldıkca tesirsizdir. Fakat icildi, yendi de varlığından gecti mi tesir eder.
Ormanlar kalem olsa, denizler murekkep olsa yine Mesnevinin biteceğini umma. Toprak oldukca ve kerpic dokucu, toprağı karıp dort sopadan meydana gelen kalıba doktukce bu kitabın şiiri de uzar gider.
Hatta toprak kalmasa, yapılan kerpic kurusa yine onun denizi coşar, kopurur... Kopuklerden toprak duzer. Orman kalmasa, ağaclar tukense ormanlık, bu sefer denizin icinden biter, baş gosterir. Onun icin sıkıntıları gideren o zat, “Bizim denizimizden zuhur eden sozleri rivayet edin. Bu hususta size bir teklif yoktur” dedi.
Denizden don, yuzunu karaya ko. Oyundan oyuncaktan bahset, cocuğa bu daha iyi. Cocukluğunda oyunla oynarsa da yavaş yavaş akıl denizine aşina olur, o denize dalar yuzer. Cocuk, oyunla akıllanır, oynaya oynaya aklı başına gelir onun. Oyun, gorunuşte akla uymaz ama iş boyledir işte. Deli cocuk, oyun oynar mı? Cuzu lazım ki kulle donsun.
İşte o yoksulun hayali, riyasız olarak gel, gel demekle beni aciz bıraktı. Onun sesini sen duymazsın ama ben duyarım. Cunku gizlilik aleminde onun sırdaşıyım ben.
Onu define arıyor sanma. Define kendisi. Dost, manada dosttan başka bir şey olabilir mi? Her lahza o, kendisine secde etmede. Yuzunu gormek icin onune bir ayna koymuş secde ediyor. Aynada hakikati bir habbecik gorseydi ondan bir hayalden başka bir şey kalmazdı.
Hayalleri de yok olurdu, kendisi de. Bilgisi, bilgisizlikte mahvolmak olurdu. Bizim bilgisizliğimizden başka bir bilgi, şuphe yok ki benim diye baş gosterirdi.
Adem’e secde edin diye ses gelip durmada. Adem’seniz bir an olsun kendinizi gorun. Bu ses meleklerin gozunden şaşılığı giderdi de yeryuzu, onlarca lacivert gokyuzunun aynı oldu.
Allahdan başka tapacak yoktur dedi, tapacak yalnız Allahdır demekle ondan başka varlık yoktur demiş oldu ve birlik acıldı. O dostun, o doğru yolu bulmuş sevgilinin kulağımızı cekme zamanı geldi.
Kulağımızı tutup ceşmeye goturerek ağzını burada, bu suyla yıka, halktan gizlediğin şeyleri soyleme demesinin tan vakti. Fakat soylesen de o meydana cıkmaz ki. Yalnız sen acmayı kastetmekle suclu olursun, o kadar.
Fakat ben, onların etrafında donup duruyorum işte. Bunu soyleyen de benim dinleyen de. Yoksulun ve definenin suretini soyle. Bunlar, eziyet cekenlerdir, o eziyeti anlat bakalım.
Rahmet ceşmesi, onlara haram oldu. Oldurucu zehri kadeh kadeh iciyorlar. Eteklerine toprak doldurmuşlar, şu kaynakları doldurmaya geliyorlar. Denizden yardım goren bu kaynak, şu iyi kotu bir avuc toprağın calışıp cabalaması ile dolar mı hic?
Fakat sizi bıraktım, size karşı kurudum, ebediyen de akmayacağım der. Halk, iştah bakımından ters tabiatlıdır. Oyleleri vardır ki suyu bırakır, icmez de toprak yer. Halk peygamberlerin tabiatlarına zıttır, tutar ejderhaya dayanır. Goze muhur vurmasını, gozu kapatmasını bildin, fakat neden goz yumdun, bunu da bildin mi?
Gozu yumdun da onun yerine şu gozlerini neye actın? Bir bir, bil ki kapadığın gozun yerine gelen kotu gozlerdir onlar. Fakat inayet guneşi parlayıp doğmuş, umidini kesenlere lutfetmiştir. Rahmetiyle gorulmemiş bir tavla oyununa girişir. Kufrun ta kendisini tovbe haline kor.
O comert Allah halkın bu bahtsızlığını gorup iki yuz tane sevgi cemberi akıtmıştır. O, koncaya dikenden sermaye verir, dikenden gonca bitirir. Yılan boynuzu ile yılanı susler, bezer. Gece karanlığından gunduzu cıkarır. Yoksulun elinden zenginlik izhar eder. Halil’e kumu un yapar, Davut’a dağı enis kılar.
O karanlık bulutların altındaki dağ, olanca vahşetiyle beraber ağız acar, zir ve bem perdelerinden cenk calar. Ey halktan nefret eden Davut, kalk. Onları terk ettin, yerine bizi dinle, beraber calalım der.
O derviş dedi ki: Ey sırları bilen, bu define icin omrumu ziyan ettim. Hırs şeytanı, acele ettirdi, bana. Ne yavaşlığım kaldı, ne tedbirim, ne ihtiyatım. Tencereden bir lokma bile yemedim. Yalnız avucum siyahlandı, ağzım yandı. Bunu iyice bilmiyorum, bari bu duğumu bağlayana muracaat ederek cozeyim demedim.
Allahnın sozunu Allahnın sozu ile tefsire kalkış. Kendine gel de zannına uyup hezeyan etme a pek yuzlu! Duğumu kim bağladıysa o cozer. Bu nukteleri, bu sırları, yine soyleyen acar. Sana o ceşit soz, kolay anlaşılır gibi gelir ama Allah remizleri kolay anlaşılır mı hic?
Adam yarabbi dedi, bu işten tovbe ettim. Kapıyı sen kapadın, yine sen ac! Duada da bir hunerim yokmuş, yine başımı hırkaya cekiyor, sana yalvarıyorum. Huner nerede, ben neredeyim, doğru bir gonul nerede? Bunların hepside senin aksin, hepsi de sensin. Her gece ruyada bir tedbire girişmede, bir fikre duşmedeyim. Suda gark olan gemiye dondum. Ne ben kalıyorum, ne hunerim kalıyor. Beden de bir leş gibi bihaber olarak bir tarafa duşuyor.
O yuce padişah, seher cağına kadar her gece “evet, Rabbiniz değil miyim?” diye sormada. “Evet” diye cevap vermede. Nerede “Evet, Rabbimizsiniz” diyen? Hepsini de uyku seli aldı goturdu. Yahut da bir timsah, hepsini paraladı, yedi.
Sabah cağı, karanlıklar kınından parlak kılıcını cekip de, doğu guneşi, geceyi durunce bu timsah da yediklerini kusar. Yunus gibi o timsahın midesinden kurtulur, koku ve renk alemine yayılırız. Halk, Yunus gibi Allahı tesbih etti, o karanlıklar aleminde o yuzden rahat kaldı. Her biri seher vakti, gece balığının karnından cıkınca der ki: Yarabbi, ey kerem sahibi, o korkunc geceye rahmet definesini gommuş, ona bunca tat vermişsin.
O ustu pul pul, yol yol olan ve bir timsaha benzeyen gece, gozlerimizi, kulaklarımızı kuvvetlendiriyor, bedenimiz rahatlaşıyor. Bundan boyle senin gibi birisi, bizimle beraber olduktan sonra bize korkunc gorunen şeylerden kacmayız.
Musa, onu ateş gordu ama nurdu. Biz geceyi bir zenci gibi gorduk, halbuki o huridir. Bundan boyle denizi, cercopun ortmemesi icin senden bir goz isteyelim. Buyuklerin gozleri acıldı da ellerini cırpmaya, oynamaya başladılar. Ama bu elle, bu ayakla değil. Halkın gozunu, ancak sebepler bağlar. Sebepten korkup titreyen, eshaptan değildir. fakat bizim eshabımız; hakikat ehlidir. Allah, onlara kapı acmış, onları odanın baş koşesine gecirmiştir. Allah eline nispetle mustahak olan da Allah azatlısıdır, bağdan kurtulmuştur, mustahak olmayan da. Yokluk alemindeyken hak mı kazanmıştık da bu cana ulaştık, bu bilgiyi elde ettik? Ey ağyarı yar eden, ey dikene gul libası ihsan eyleyen! Toprağımızı ikinci defa olarak yine suz de hicbir şey olmayanı yine bir şey haline getir! Bu duayı da once sen emrettin, yoksa bir toprak parcasında sana dua etmeye kudret mi olurdu?
Ey hikmetine hayran olduğumun Allahsı, mademki dua etmemizi emrettin, bu emrettiğin duayı sen kabul et. Geceleyin anlayış ve duygular gemisi kırılır. Ne bir umit kalır, ne korku, ne yeis. Allahm beni rahmet denizine daldırır, bakalım, ne hunerle doldurup geri gonderecek?
Birisini ululuk nuru ile doldurur, oburunu vehimlerle, hayallerle. Kendimde bir rey, bir tedbir olsaydı her yaptığım, her giriştiğim iş, kendi hukmunce olurdu. Geceleyin aklım, benim buyruğum olmadan gitmezdi. Kuşlarım, tuzağımda dururdu. Can duraklarını bilir, uykumda da, uyanıkken de, sınandığım zaman da onları anlardım. Bu işleri bağlayıp cozmek elimde değil, değil de yine de bu ululanmam, bu kendimi beğenmem nedir? Gorduğumu gormemiş sandım da yine dua zembilini kaldırdım.
Ey kerem sahibi, elif gibi hicbir şeyim yok... Mimin gozunden daha dar bir gonlum var ancak. Bu elif, bu mim, varlığımızın anasıdır. Anamız olan mimin eli dardır, elifse ondan daha yoksul! Elifin bir şeyi yok demek gaflettir, mim gibi gonlu daralmış bir hale gelmek akıl alametidir. Kendimden gectiğim zaman hicim. Fakat aklım başıma geldi mi ıstıraplara duşer, kıvranır dururum.
Artık boyle bir hice bir şey yukleme. Boyle kıvrandıran şeye devlet adını takma. Zaten beni iyileştirecek bir şeyim yok. Bu yuzlerce derde de vehimden uğradım. Hicbir şeyim yok, o haldeyim işte. Bana lutfet. Zahmetler cektim, rahatlaştır beni, rahatımı arttır benim. Goz yaşlarıma gark oldum, uryan bir halde durmadayım. Senin kapını gorecek goz yok bende. Gozsuz kuluna rahmet et de gozyaşları, şu yazıda bir yeşillik, bir ot bitirsin. Gozyaşım kalmazsa gozyaşı ihsan et. Peygamberin yaş dokucu gozleri gibi hani. O bile bunca devletiyle, bunca ululuğuyla, bunca ileri oluşuyla beraber Allah kereminden gozyaşı istedi.
Artık benim gibi eli boş bir kase yalayıcı, nasıl olur da kanlı gozyaşlarını iplik gibi salmaz? Oyle bir goz bile gozyaşına meftun olduktan sonra benim goz yaşlarım, yuzlerce ırmak olmalı.
Onun goz yaşlarının bir katrası, benim iki yuz ırmağımdan yeğdir. Cunku o bir katrayla insanlar da kurtuldu, cinler de. O cennet bahcesi bile yağmur isteyince corak ve cirkin toprak nasıl istemez? Kardeş, elini duadan ayırma. Kabul edilmiş, edilmemiş, bununla ne işin var senin? Ekmek bile bu goz yaşına mani olursa elini ekmekten yumak gerek. Kendine ceki duzen ver, cevikleş, yan yakıl da ekmeğini goz yaşlarınla pişir.
O boyle dua edip dururken Allahdan ilham geldi, bu muşkuller acıldı.
Dendi ki: Hatif sana yaya bir ok koy, at dedi, yayın zıhını adamakıllı cek demedi ki.
Yayı iyice ta kulağına kadar cek demedi, bir ok koy,atıver dedi. Sen, ukalalığından yayı cekmeye okculuk hunerini gostermeye kalkıştın. Bu katı yayı bırak da yuru, alelade yaya bir ok koy, fazla gitmesine savaşma. Duştuğu yeri kaz, defineyi orada bulmaya calış, altınları elde et.
Allah, şah damarından yakındır insana. Halbuki sen ok gibi olan duşunceni uzaklara atmadasın. Ey yayı kurup oku atan! Av yakında, sen uzağa duşmuşsun. Kim daha uzağa ok atarsa daha uzaktadır. Boyle bir defineden daha uzağa duşer o.
Filozof kendisini duşunceyle oldurdu. Koş de ona, zaten defineye arkasını cevirmiştir o. Koş de. Ne kadar fazla koşarsa gonlunun muradından o kadar uzaklaşır.
Padişah, “Bizim icin savaşanlar” dedi, bizden uzaklaşmaya calışanlar demedi a kararsız adam! Kenan gibi hani. O da Nuh’dan arlandı da o koca dağın tepesine cımaya kalkıştı. Kurtulmak icin dağa ne kadar koştu, tırmandıysa kurtuluştan o kadar uzaklaştı.
Her sabah, daha katı bir yayla daha uzağa ok atıp define arayan bu yoksul gibi. Daha katı olan her yayı, eline aldıkca defineden o derece mahrum olmaktaydı. Bu atalar sozu, alemde soylenir durur: Şeytanın canı azapta gerek. Cunku bilgisiz kişi hocadan utanır, kalkar, gidip yeni bir dukkan acar.
Ustana danışmadan actığın o dukkan, bil ki kokmuş bir dukkandır, akreplerle, yılanlarla doludur o suretten ibaret adam. Cabuk yık bu dukkanı da yeşilliğe, gul fidanlarına, icilecek suların bulunduğu yere don.
Kibrinden, işin ic yuzunu bilmediğinden guya kendisini kurtaracak dağı kurtuluş gemisi yapmaya kalkışan Kenan’a benzemez. O define arayana da okculuğu hicap oldu. Halbuki isteği hazırdı, koynundaydı. Nice bilgi, nice zeka, nice zeka, nice anlayış vardır ki yolcuya bir gulyabani, bir harami kesilir.
Cennetliklerin coğu ahmaktır. Bu suretle de filozofun şerrinden kurtulur onlar. Kendini faziletten de uryan bir hale getir, sacma şeylerden de... Boylece rahmet, her an sana insin dursun. Anlayışlı olmak; sınıklığın, niyazın zıddıdır. Anlayışlı olmayı bırak, ahmaklıkla uzlaşmaya bak. Anlayışı hırs ve tamah tuzağı bil. Temiz kişinin şeytan gibi akıllı olmakla ne işi var?
Aklı, fikri ileri olanlar, bir sanatla kanaat ederler. Fakat o kadar ileri anlayışlı olmayanlar sanatı gorur, sanatkarı bulurlar. Ana kucucuk yavrusunu gunduzun kucağına alır, ona el ayak olur, onu her şeyden korur.






Alıntı;
Mesnevi'den Hikayeler

__________________