
gazeteci, yazar, televizyon sunucusu
Ahmet Hakan Coşkun
1967 yılında Yozgat'ta doğdu. Cocukluğu, babasının memuriyeti sebebiyle Ağrı, Amasya, Canakkale ve Balıkesir'de gecti. Bir sure Uludağ Universitesi İlahiyat Fakultesi'nde okudu. 1993-1994 yıllarında muhabir olarak TGRT'de calıştı. 'Yankı' haber programını yapan ekip icindeydi. Kanal 7 kurulurken, kadroya dahil oldu. Bir sure muhabir olarak calıştı. 1995-2003 arasında Kanal 7 Televizyonu Haber Mudurluğu'nu ve ana haber spikerliğini uslendi. Kanal 7'de İskele Sancak programını yaptı ve bazı bolumlerini kitaplaştırdı.
İlk yazarlık seruvenine Yeni Şafak'ta başladı. Daha sonra Sabah'ta calıştı. Şu anda Hurriyet'te yazıyor. Ayrıca, CNNTurk'de Tarafsız Bolge programını yonetiyor.
ESERLERİ:
* Ahmet Kabaklı
Neden Milliyetcilik?
Ahmet Hakan
Birey Y.
İstanbul 2001
"Cok taviz verdik. Devlet cok kucultuldu. Adilik cok aldı yurudu. Bir devir yaşadık ki son birkac sene icerisinde. Hakikaten affedin, bu lafı ben soyluyorum. "Turk olmaktan utandım,
utandığım zamanlar oldu."
(Arka Kapak)
* Mehmet Eymur
Ceteler, Mafya ve Siyaset
Ahmet Hakan
Birey Y.
İstanbul 2001
"Sıkışmışlardı. Biraz o sıkışıklığın neticesi, zamanında verilen luzumsuz sozler, bir mafya liderine verilen luzumsuz sozler; onları sonradan o mucadelede de ortada bıraktı. Hem kendilerine yaramadı hem de son derece ağır bir sucla hukumetten ayrılmalarına sebep oldu."
(Arka Kapak)
HAKKINDA YAZILANLAR
"Televizyondan iğreniyorum"
MURAT MENTEŞ
Gercek Hayat
Sayı 24
Evet, sayın seyirciler! Turkiye’nin en canayakın haber programcısı Ahmet Hakan Coşkun’la derin mevzulara girdik ve Ahmet Hakan sarsıcı acıklamalarda bulundu. Gerilim-macera turunde roportajlardan hoşlananlar, bu sıkı muhabbeti kacırmayın...
Sizden bahsedelim, televizyon oncesi cağlarınızdan.
Yozgatlı'yım. Doğum yerim Yozgat, fakat babam muftu yani memur olduğu icin, Anadolu'nun ceşitli şehirlerinde dolaştık. Ağrı, Amasya, Canakkale, Balıkesir gibi illerde gecti cocukluğum. Lisedeyken, Mavera dergisine aboneydim. Kitaplara, ozellikle edebiyata cok meraklıydım. Uludağ Universitesi İlahiyat Fakultesi'nde bir sure okudum. Sonra, İstanbul'a geldim bir sure de burada okudum. Universitedeyken hikayeler yazardım; birkacı Yedi İklim dergisinde yayınlanmıştı. Hep İslamî cevreler icinde yer aldım. Edebiyatla uğraşanlar siyaseti kucumserler; ben de kucumserdim ama yine de siyasete ilgisiz kalmazdım. Boyle yani...
Sonra?
1993-94 yıllarında muhabir olarak TGRT'de calışıyordum. 'Yankı' isimli bir haber programı yapıyorduk. Kanal 7 diye bir televizyon kurulacağı soyleniyordu. Mustafa Celik'le temas kurdum ve kadroya dahil oldum. Bir sure muhabir olarak calıştım. O sıra bir haber muduru boşluğu doğdu ve "Sen yapar mısın" dediler bana. Gecici olarak razı oldum. Sonra bu iş uzerime kaldı.
Anchorman’liğe nasıl gectiniz?
Biz haber metinlerini hazırlıyoruz ve spikere veriyoruz, o da cıkıp okuyor. Fakat bir turlu umduğumuz etkiyi uyandırmıyordu. Canlı yayın konukları alabilecek, canlı bağlantılar kurabilecek bir adam lazımdı bize. Aradık. Sonra bana "Bulamadık, onu da sen yap" dediler. Yapabilir miyim, yapamaz mıyım derken kendimi studyoda buldum. Zaruretten, şartlar gereği başladım bu işe yani. İlk donemlerde prompter cihazımız bile yoktu. Ben haberleri ezberleyerek ya da irticalen sunuyordum. Cok teklediğim oluyordu... Medyada o donemde desenformasyon, manipulasyon artmıştı ve o haberlere bir karşılık verilmeliydi. Haberleri saat 21.00'da sunuyorduk. Butun haberler bittikten sonra bambaşka, farklı bir ses olmalıydı. Oldu da. Sağcı, solcu, İslamcı... ayırmadan herkesle konuşuyor, her turlu konuya cesaretle giriyorduk; buyuk bir ilgi uyandırdı ve bu boylece surup gitti...
‘Bizim camia’nın elemanlarını yetersiz saydığınız soyleniyor bu doğru mu?
Tam da oyle aslında, evet. Bu cok ust perdeden bir bakış gibi gorunebilir, ama oyle değil. Ben, kendimi bir entelektuel saymıyorum. Fakat televizyon haberciliğiyle uğraşan bir adam olarak, soru sorduğumda, karşımda bu soruların cevabını verebilecek, insanlar gormuyorum maalesef.
Biraz acıklar mısınız?
Turkiye'deki İslamî entelektuel faaliyetlerin, 28 Şubat'la birlikte daha da geri cekildiğini, teslim olduğunu ya da sapmaya uğradığını farkediyoruz. Butun bunlar beni buyuk bir karamsarlığa sevkediyor. İslamcıyım, yazarım diye ortaya cıkanların coğu, topluma doğru durust mesaj veremiyorlar. Televizyon acısından duşunulduğunde de, bir insana bir soru sorulur ve o sorunun dort başı mamur uc cumlelik bir cevabı vardır; ne zaman bir İslamcıyla konuşmaya kalksak o dort başı mamur cevap yerine uzuuun bir bildiri dinliyoruz. Hepsi mi boyle? Hayır. Mutlaka cok iyi isimler de var. Fakat genel bir boşluk soz konusu. Ben bundan yakınıyorum.
1996'da Hakan Albayrak'a Kanal 7'nin, otogardaki kıraathaneden Etiler'deki malikaneye kadar ilgiyle izlendiğini soylemiştiniz. Şimdi Ingmar Bergman ve Orson Welles gitti Jhackie Chan ve yanan motosikletler geldi. Yayın politikasındaki bu kayma neden?
28 Şubat denen mudahaleden sonra İslamcılar arasında ‘uc tarz- ı siyaset’ ortaya cıktı. Birincisi tam bir dejenerasyon ve teslimiyet; bir diğeri mantığı bir kenara fırlatmış tam bir hırcınlık tavrı; kimisi de kendisine cekiduzen verdi. Şimdi bunların hangisinde bir doğru yaklaşım var? Bu yeterince tartışılmadı. Şu savruluş doneminde Kanal 7 aslında tamamen ekonomik nedenlere dayalı bir değişim yaşadı. Burası bir kurum, 500 kişi her ay maaş bekliyor. Televizyonculuk acayip masraflı, buyuk harcamalarla yuruyen bir iş. Bağımsızlığını koruyabilmesi icin kendi ayakları ustunde durması; bunun icin de reklam alması gerekiyor. Turkiye'deki reklam duzeni, size ustun nitelikli yapımları yayınlama imkanı vermiyor. Ya bu kurumun kapısına kilit vuracaksınız, ya bu duzene teslim olacaksınız, ya da arada birşeyler yapacaksınız. Cunku AGB verilerine bakılıyor ve AGB verilerinde esaslı filmler sıfırken berikiler cok buyuk reyting alıyor.
Herkes boyle duşunmuyor fakat?
Bazıları diyorlar ki, bize bundan soz etmeyin. E bundan soz etmeyeceksek neden soz edeceğiz? Bu cok onemli, yaşamsal bir şey, bunu es gecemeyiz. Ayrıca, Kanal 7'nin haber ve genel yayın politikasında hicbir değişiklik olmadı. Şimdi bir ters ornek var: TGRT. Adamlar yayın politikalarını % 100 değiştirmiş durumdalar; tam bir dejenerasyon icerisindeler, butun iddialarından vazgecmişler. Bizde kucucuk bir değişiklik olunca "Haaa TGRT'leşiyorsunuz" gibi bir olumsuz sıfatla nitelendiriliyor.
Bu da sizi kızdırıyor?
Kızdırıyor tabii, cunku oyle değil. Biz nasıl 1995 yılında başortusu sorununu en onemli sorun kabul ediyorsak, bugun de aynı şekilde; değişen bir şey yok. İzleyici bundan yeterince memnun olmayabiliyor evet. Ana haber bulteni butunuyle başortusu sorununa ayrılsa, hicbir şikayeti olmayacak, yani 'Boyle bir haber bulteni olabilir mi?' demeyecek.
Bu yuzden de Bergman ve Welles'i terkedip Dolph Lundgren ve Michael Dudikof'un aksiyon filmlerini gosteriyorsunuz, oyle mi?
Ne yapılabilir? Yani yapılabilecek bir şey yok, Turkiye'de boyle.
‘Maalesef’ diyor musunuz peki?
Kuşkusuz. Yani ben izlemiyorum o filmleri, fakat insanlar izliyor.
Kanal 7'nin başlangıcta sanki populer unsurları hesap dışı bırakan ve belli bir capa ulaşıldığında...
Cap map yok. Ortada bir televizyon kanalı var ve bu televizyonun aylık masraf cizelgesi var: Realite bu. Capı ne olursa olsun uyduya her ay belli bir para odemeniz gerekiyor. İster, Orson Welles filmi gosterin ister Bruce Lee filmi oynatın aynı şey, değişmiyor. Sanatsal yoğunluk, personel maaşlarını etkilemiyor.
1996'da Kanal 7'nin entel bir kanal olduğunu, soylemiştiniz. Entellikten biraz taviz verildi anlaşılan.
Evet, bu soylediklerim ona işaret ediyor.
Size donelim. Cok populer ve unlu birisiniz, sizi herkes tanıyor...
Kanal 7'de calışmaya başladığım donemdeki duşunsel cabalarımla, yaşam tarzımla bugunkuler arasında derin bir fark yok. Tabii ki kucuk farklar herkesin hayatında olur, 7 yıl onemli bir sure.
Kravat takmak gibi mi?
Yoo, ben yine gunduzleri spor giyiniyorum, haberleri sunarken kravat takıyorum. Şu anda kravatlıyım fakat bu istisnaidir. Bizler televizyona cıkıyoruz ve insanlara gezegende, memlekette olup bitenleri anlatıyoruz. Sonuc itibariyle ciddi bir iş yapıyoruz, fakat Turkiye'deki televizyon duzeni gereği, bunu yapan kişi, oturaklı bir adam olması gerekirken artistik bir tipe donuşmuş durumda. Yani haberleri sunan vatandaş, artistik numaralar yapıyor, program bitince "Hayatı paylaşmak icin" filan gibi gosterişli laflar ediyor; "Her nerede yaşanıyor ve yaşatılıyorsan" gibi garip, tuhaf şeyler soyluyor. Yani bir şov adamı gibi davranıyor.
Fakat siz de teatral bir edayla "Evet sayın seyirciler!..." diyorsunuz.
Benim yaptığım tamamen sunduğum habere yonelik bir vurgudur. Haberi izlenir kılmak adına, kendime değil, sunduğum habere yaptığım vurgudur. Bir gerilim yarattığımın farkındayım; bunu ozellikle yapıyorum. Haber sunarken, mesela şu anda sizinle konuştuğum gibi konuşmam beklenemez. Bir sunuş yapıyorum ve ilgiyi cekmek zorundayım. Fakat ilgiyi habere cekiyorum. Bunda bir problem yok; herkes haberine ilgi toplasın.
Fakat insanlar, durun, onemli bir şey anlatıyor diyor tamam da, bunu coşkuyla aktaran kişiyi de busbutun kenara itemezler ki. Kim coşuyor? Ahmet Hakan Coşkun!
Ben işte buna karşıyım. Bu karışıklığa yol acıyor. A kişisi, B kişisi kendisine vurgu yaptığı, ilgiyi kendisine topladığı icin, benim yaptıklarım da oyle algılanıyor olabilir. Fakat bu cok tuhaf bir şey. Biz artist değiliz, şarkıcı, bilmem ne değiliz. Biz topluma haber veren insanlarız. Unluluk meselesine gelince. Ben unumu test edebileceğim yerlere gitmiyorum. Mecburen veya doğal olarak birileriyle goruşuyor, rastlaşıyor, buluşuyoruz. O vakit genel bir beğeniyle karşılaştığımı soyleyebilirim fakat bazen imza filan istiyorlar, bunu da cok yadırgıyorum.
İmza atmıyor musunuz?
Atmıyorum.
‘Sivil, Dayanılmaz Bir Yurek' adlı bir kitabınız var. Yeni kitaplar yazmayı duşunuyor musunuz?
Ben aslında o yazıları kitaplaştırmayı duşunmuyordum fakat yayıncı Mahmut Balcı'nın muteşebbis ruhuna uzun sure direndikten sonra evet dedim. Yazmak ayrı bir konsantrasyon gerektiriyor, televizyon haberciliği ayrı. İkisi arasında denge kurmak zor. İskele Sancak'ta yaptığımız onemli konuşmaları kitaplaştırmayı planlıyoruz. Mehmet Eymur, Orhan Gencebay, Yaşar Nuri Ozturk gibi kişilerle yaptığımız soyleşileri derleyip toplayacağız.
Onun dışında, mesela hikaye yazmaya devam etmeyecek misiniz?
Mevcut hikayelerim kitaplaşacak durumda değil. Yeni hikayeler de yazamıyorum. Artık sadece okuyabiliyorum.
Severek yaptığınız işlerden, okuduğunuz kitaplardan, seyrettiğiniz filmlerden soz edelim. Belki de Ahmet Hakan evinde iguana besliyordur da haberimiz yoktur ha?
Hayır, iguana beslemiyorum. Son derece sıradan bir ev hayatım var. Edebi eserler, guncel kitaplar ve yakın tarih/anı kitapları okuyorum. Son zamanlarda, hacca gittim ve hacca giderken Martin Lings'in o guzel kitabı ‘Hz. Muhammed’in Hayatı’nı ve Muhammed Esed'in Mekke'ye Giden Yol'unu okudum. Amin Maoluf'un butun romanlarını okudum. Gun Zileli'nin Yarılma adlı kitabını; Mehmet Cetingulec’in Rahşan adlı kitabını, Cuneyt Arcayurek'in Etekli Demokrasi'sini okudum. Tanpınar, Oğuz Atay ve Dostoyevski done done okuduğum yazarlar. Şairlerden Sezai Karakoc, Cemal Sureya, İsmet Ozel, Turgut Uyar, Asaf Halet Celebi... Son gunlerde sinemaya sık gidebildim. Vizontele'yi, Komser Şekspir'i seyrettim.
Beğendiniz mi?
Komser Şekspir'i beğenmedim. Cok kotu bir filmdi; cok dar, kucuk beyinli bir adamın elinden cıktığı izlenimini bırakıyordu. Vizontele'yi de pek tutmadım. Evde DVD filmleri izliyorum. Frank Kapra filmlerini cok severek izledim. Yenilerden, Tarantino'nun filmlerini beğeniyorum.
Haccetmek icin mi hacca gittiniz yoksa işle ilgili bir durum mu vardı?
Haccetmek icin elbette. Artık hacıyım yani. Hacc cok etkileyici tabii. Kabe'yi ilk gorduğumde cok etkilendim. Cok muthiş bir şey, yaşamak lazım yani anlatarak o tabloyu insanların onune koyamayız. Mekke, dunyanın en eski şehirlerinden biri, 'Şehirlerin Anası'. Hz. Adem'le Hz. Havva'nın orada buluştukları soylenir. Hz. İbrahim'in inşa ettiği Kabe orada, insanlık tarihinin en eski mimarisi, Allah'ın Evi. Boyle bir şehre giriyorsunuz ve fakat sanki 20 yıllık bir şehre girer gibi oluyorsunuz. Cunku tarih yok. O cok uzdu beni doğrusu. Yani, Bu olumsuzluğa rağmen, yine de etkilenmemek mumkun değil.
Hacc, bir nevi milat gibi. Sizin icin de haccdan once, haccdan sonra gibi bir farklılık oldu mu?
Ben haccın bir bir milat olduğunu kabul etmiyorum. O cok geleneksel ve yanlış bir anlayış.
Oyle mi?
Tabii ki. Cunku insanlar haccdan once turlu ceşitli gunahlar işliyorlar, hacca gidiyorlar ve sonra bir daha gunah işlemiyorlar. Guzel bir adet bu. Tamam bir itirazım yok. Fakat ben oyle bakmıyorum. Hacc bir ibadet. İnsan haccdan once zaten normal hayatını yaşıyor, gunahlardan sakınıyor haccdan sonra da benzer şekilde hayatını yaşıyor. Haccdan sonra gunah işlenmeyecek diye bir kural yok. Haccdan once gunah işlenebilir diye bir kural da yok.
Fakat mezkur sosyolojik telakki bağlayıcılık taşır, herhalde.
Benim acımdan değil. Beni kimse bu anlamda bağlayamaz.
Kafama gore takılırım mı diyorsunuz?
Hayır, yani haccdan once de kafama gore takılmıyordum, haccdan sonra da takılmayacağım.
Bekar olduğunuz icin amcalar teyzeler size bakıp bu adamdan guzel damat cıkar diyorlar. Potansiyel bir damatsınız.
Ben bu tur şeyleri hissetmiyorum. Biz normal, sıradan hayatımızı yaşıyoruz.
Fakat haber programına cıkarken, bir nevi kız istemeye giderken giyilecek kıyafetlerle cıkıyorsunuz.
Hayır. Niye oyle duşunuyorsunuz ki yani cok sacma.
Sacma tabii ki de...
Ben belli kuralları olan bir insanım. Mesleğimiz icabı bazı goruşmeler yapıyoruz ve yaşam tarzımızı belli olcude etkiliyor bu iş, takdir edersiniz ki. Dolayısıyla bazıları cıkıp biraz da saptırarak ve abartarak, "Bu adam gevşek bir adam" filan diyor. Nereden biliyorsun kardeşim, benim gevşek bir adam olup olmadığımı? Herşeyden once boyle bir dedikodu, ayıptır, gunahtır ve ayrıca haramdır. Ben hicbir zaman cıkıp da "Ey insanlar ben mukemmel bir Musluman’ım, bana benzesenize" demedim. Dedim mi? Bazen laik cepheden de "Bunlar bir de Musluman guya, bir de Muslumanlık propagandası yapıyorlar" gibi laflar ediliyor. Yok kardeşim, biz oyle bir şey yapmıyoruz. Zaten televizyon haberlerinde boyle bir propaganda yapılamaz; Musluman olun, namaz kılın, hacca gidin gibi... Diyelim ki ben iş icabı kafeteryada bir kadınla oturup konuşuyorum. Bu şimdi gunah mı, haram mı? Goruşmeyecek miyim? Siz mesela goruşmuyor musunuz, gidip bir kadınla roportaj yaparken?..
Ben goruşmuyorum, ayrı konu... Galiba bu durumlar sizin mesleğinizin zorlukları?
Hayır. Bu daha ziyade bizim camiamızın dar bir kesiminin İslam adı altında cehalet, kultursuzluk ve dedikodu uretmelerinden kaynaklanıyor.
Gectiğimiz haftalarda, aktuel dergisi icin manken Deniz Akkaya'yla roportaj yaptınız?
Aktuel, 'Onur Konukları' diye bir koşe hazırlamış ve bir unluye bir başka unluyle roportaj yaptırıyorlar. Goruşmediğiniz biriyle konuşun dediler. Ben de Sezen Aksu'yla konuşayım demiştim. O olmayınca, bir manken onerdiler: Ebru Şallı. Onu da ben kabul etmedim. Daha sonra Deniz Akkaya'nın ne kadar kulturlu ve farklı olduğu soylendi. Eh ben de kabul ettim fakat acıkcası cok farklı olduğunu duşunmedim...
Sayın seyirciler, bugun Etiyopya'da 500 cocuk aclıktan oldu; gozaltında şu kadar genc kayboldu; Filistin'de insanlar sokakta kurşunlandı gibi yığınla urkunc, uzucu olayı insanlara yansıtıyorsunuz. Bu sizi nasıl etkiliyor?
Beni en etkileyen goruntu Filistin'de, babasının yanında İsrail askerlerince vurulan kucuk Muhammed'di. Gecen gun Makedonya'da baba oğulun yolda oldurulduğu goruntuler urperticiydi... Fakat, televizyonculukta zamanla insan biraz mesleki deformasyona uğruyor. Bu tur şeylere alışıyorsunuz, insanlığınızı kaybediyorsunuz. Hatt daha cok "Bu haber cok carpıcı"nın heyecanını duyuyorsunuz. Doğrusu biraz tuhaf bir durum tabii.
Ignacio Ramonet'nin Medyanın Zorbalığı adlı kitabında okumuştum; France 2 kanalında 23 haberlerini sunan Bruno Roger-Petit, sunduğu haber metinleri arkasına fırlatmış ve "Yarın akşam, sizinle alay eden bu dekor icinde yeniden buluşmak uzere" demiş. Sizin de bazen boyle bir isyancı bir hamle yapmak; mesela zırva bir futbol faciası olduğunda elinize bir futbol topu alıp "Alın kardeşim bunu ve ne yapacaksanız yapın" demek geliyor mu icinizden?
Cok iyi anlıyorum. Turkiye'deki televizyon haberciliği duzeni sizin kişisel olarak asla ciddiye almayacağınız, hatt budalaca bulduğunuz bircok konuyu ortaya koymanızı gerekiyor... Bunu yapacak kadar cesur değilim fakat o duyguyu yaşadığımı soyleyebilirim. İncir cekirdeğini doldurmayacak siyasi kavgalar vardır. O şuna bunu dedi, şu buna onu dedi; dun o şoyle demişti de bugun beriki patladı gibi şeyler beni cok rahatsız ediyor, cok komik buluyorum. Genel olarak haberlere yansıtmamaya calışıyorum. Gazetelerde surmanşet olmuş bir konuyu ille de yansıtmam gerekmiyorsa yansıtmıyorum. Ama gene de o genel cercevenin dışına cıkmak kolay değil.
Kanal 7'nin Ali Kırca'sı deniyor sizin icin, ne dersiniz?
Ben, Ali Kırca'nın haberciliğini beğenirim. Turkiye'de o kadar kaba saba manipulasyonlar yapılıyor ki televizyon haberlerinde, Ali Kırca, diğerleri icinde bu manipulasyonları daha incelikli yapan bir adam. En azından boyle bir 'medeni' tarafı var. Kırca'nın utanma duygusu olduğunu duşunuyorum. Bir de yıllardır bu işin icinde. Biz daha kısa pantolonla dolaşırken o TRT haber dairesi başkanıydı. İşin tekniğini iyi biliyor. Uslubunu iyi ayarlıyor. Dolayısıyla ona benzetilmekten cok da alınıyor değilim. Etkilenmiş miyimdir, bilmiyorum. Etkilenmiş de olabilirim. Ama her zaman şunu soyluyorum: Kendimi ona benzetmek icin ozel bir caba sarfetmiyorum.
atv'ye transfer edilmeniz gundeme geldi.
Hayır gelmedi, boyle bir şey yok.
Olsa gider misiniz?
Gitmem. Buyuk konuşuyorum, gitmem. Nicin gideyim ki atv'ye?
Para?
Bunun muhasebesini hic yapmadım fakat yuksek meblağlar teklif edilse de kabul etmem. Cunku bu benim icin bir son olur. Bana verecekleri para, benim bir nevi emeklilik tazminatım gibi olur ve emekli olmaya da niyetli değilim henuz.
Mesleğinizi cok onemsiyor gibisiniz.
Gazetecilik mesleğinin kutsal bir meslek olduğunu filan asla duşunmedim. Tam tersine, hele bu televizyonculuk cok pis bir meslek, kotu, iğrenc bir meslek. Genel olarak televizyondan iğreniyorum. Şu bakımdan: Televizyon denen alet zararlı bir alet ve Turkiye'de ozellikle İslamî cevrelerde bu alete haddinden fazla onem atfediliyor. Ve bu aletten cok şey bekleniyor. Yani bir akşam haberleri bulteninde ortalığı karıştırmanız, insanlığın ihtida etmelerine imkan hazırlamanız, Muslumanları birleştirmeniz filan bekleniyor. Boylesi işlevler yukleniyor. Gecmişte de mesela "Ah 1 milyon satan gazetemiz olsa biz de ortalığı sarssak" filan denirdi. Boylesi yanılsamalar icindeydi insanlar. Ben şunu biliyorum: Televizyon bunların hicbirini sağlayacak bir alet değil, tam tersine dejenere edecek bir alet. Haberlerde de manipulasyon, saptırma ve kurgu yapılmadan, yalan soylemeden bu işi yapmanız imkansız. Diyeceksiniz ki, o halde sen niye bu işi yapıyorsun? Ben bu işi soz konusu zararlarını en aza indirgeyerek yapmaya calışıyorum.
Ehven-i Şer Prodakşın sunar gibi mi yani?
Bir anlamda evet. Tabii ki boyle. Cunku televizyonda kurgu imkanı var. Orayı kesip, burayı yapıştırarak bambaşka bir şey cıkarmak mumkun yani. Yapılmamış tv. roportajıyla odul alan var.
Yani?
Televizyon zararlı bir şeydir.
Bu kıyak muhabbet icin teşekkur ederim.
Ben de.
HABER
Ahmet Hakan'ın babası vefat etti
25 Ağustos 2013
HURRİYET Gazetesi Yazarı Ahmet Hakan Coşkun’un dun 73 yaşında kalp yetmezliğinden vefat eden Emekli Silivri Muftusu babası Hamdi Coşkun bugun toprağa verildi. Coşkun’un naaşı Silivri Piri Mehmet Paşa Camisi’nde oğle namazı sonrası kılınan cenaze namazının ardından Silivri Yeni Mezarlık’ta son yolculuğuna uğurlandı.
Ahmet Hakan Coşkun taziyeleri ilk olarak cami kulliyesinde bulunan cay ocağında, daha sonra cami bahcesinde kardeşleri Mahmut Fazıl ve Abdullah Coşkun ile birlikte kabul etti. Ahmet Hakan basın mensuplarına babasıyla ilgili bir acıklama yapmadı.
Cenaze namazında da gecen hafta CHP Genel Başkanı Kemal Kılıcdaroğlu’nun Irak seyahatinde birlikte yer aldığı CHP Genel Başkan Yardımcısı Erdoğan Toprak ile birlikte saf tuttu. Ahmet Hakan Coşkun, babasının naaşının konduğu cenaze arabasına binişi sırasında gozyaşlarına hakim olamadı.
Cenazeye Kılıcdaroğlu celenk gonderirken, CHP Genel Başkan Yardımcıları Gursel Tekin, Erdoğan Toprak Sezgin Tanrıkulu, Ak Parti Genel Başkan Yardımcısı Numan Kurtulmuş, CHP Milletvekili Suleyman Celebi, eski bakanlardan Algan Hacaloğlu, RTUK eski Başkanı Zahit Akman ile Hurriyet Dunyası’ndan, Hurriyet Gazetesi İcra Kurulu Başkan Yardımcısı Ahmet Dalman, Doğan Hızlan, Ertuğrul Ozkok, Yalcın Bayer ve Necdet Doğan katıldı. Coşkun’u, gazeteci Nuray Mert ve oyuncu Pelin Batu da yalnız bırakmadı.
__________________