Kızım, bana; "Anneciğim en sevdiğin kız ismi nedir?" diye sorunca, "Belkıs" dedim.
"-Belkıs da ne demek, hic duymamıştım!" deyince Kur'Ân-ı Kerim'de bahsedilen Sebe' melîkesi (kralicesi) Belkıs'ı anlatmaya başladım. Bu Kur'Ân Kıssası, zamanın mal-mulk sevdası icinde unutulup giden gercek saltanatın, yani "kulluk serveti"nin bilinmesi icin Âhir zaman Belkıslarına ithaftır.

* * *

Zaman; emrine ruzgÂrların, evcil ve yabÂnî hayvanların, insan, cin ve kuşların verildiği, peygamberlik ve hukumdarlık lutfunun yanında, dunya saltanatının ayaklarının altına serildiği, kalbi ilim ve şukur ile dolu, "Bizi, mu'min kullarının coğundan ustun kılan AllÂh'a hamdolsun." diye niyaz eden Hazret-i Suleyman -aleyhisselÂm-'ın devriydi.

Saltanatı o kadar buyuktu ki, orduları dillere destandı. Ordusu uc kısımdan oluşurdu. Birinci grup cinlerdi, ikinci grup insanlar, ucuncu grup ise kuşlardan ibaretti. Hayvanların ve kuşların dilini bilen Suleyman -aleyhisselÂm- cinleri gizli işlerde, insanları ulke savunmasında, kuşları da haberleşme, yol bulma ve su bulunan yerlerin tesbitinde kullanırdı.

RivÂyet olunur ki, Suleyman -aleyhisselÂm- hacca gitmiş, ulkesine donerken colde erkÂnıyla birlikte konaklamıştı. Su bulması icin Hudhud kuşunu vazifelendirmek istemiş, ama onu bulamamıştı. Kendisinden izin almadan ortadan kaybolan Hudhud'un hemen bulunmasını emretti. Kısa bir muddet sonra Hudhud gelince:

"-Ey Hudhud, eğer gecerli bir mazeret ortaya koyamazsan, sana ağır bir ceza vereceğim!.." dedi.

Bunun uzerine Hudhud:

"-Sen ilim ve hikmet sahibi bir peygamberken bak, sana bilmediğin bir bilgi getirdim. Yemen'de Sebe' ulkesinden geliyorum. Orada kralicenin yonetimindeki halk, zenginliğin verdiği şımarıkla şeytana uymuşlar ve guneşe tapıyorlar." dedi. "Ayrıca bu kralicenin muhteşem bir tahtı da var." diye ekledi.

Hazret-i Suleyman -aleyhisselÂm- Hudhud'un bu sozleri karşısında, once kendi acziyetini hissetti. Kendisine nice saltanat, ilim ve kudret verilmiş olsa da, kendisinin de Âciz kaldığı hususlar vardı. İşte kucucuk bir kuş, kendisinin hic haberi olmayan şeyleri soyluyordu.

Hudhud'e ceza vermekten vazgecti, ancak onun soylediklerinin doğruluğunu da test etmek istiyordu.

"-Cağdaşım olan bu kraliceye bir mektup yazacağım; bu mektubu, onun tahtına bırak ve uzaktan onları izle ve bana olup bitenler hakkında haber getir!.." dedi.

Belkıs, goz kamaştıran bir arap guzeli idi. İnci ile suslenmiş zarif elbisesini, zumrutten tacı ile tamamlamış, etrafına ışık sacarak tahtına yaklaştı. Tahtının uzerinde bir mektup vardı. Şaşırdı, o mektubun oraya bırakıldığını kimse gormemişti. Mektubu okumaya başladı:

"Bu mektup Suleyman'dandır ve Rahman ve Rahîm olan AllÂh'ın adıyla başlar;

Ey melîke; duyduğuma gore, AllÂh'ı bırakıp şeytanın yoluna boyun eğmiş ve guneşe tapar olmuşsunuz. Bir tek olan AllÂh'a îmÂn edin! Doğrusu, bana baş kaldırmayın; teslimiyet gostererek bana gelin..."

Melike Belkıs, hemen 310 kişiden oluşan danışma kurulunu toplayıp onlara mektubu okudu. Hudhud, sarayın penceresinden onları dikkatle izliyordu. Melîke, etrafındaki avÂnesine:

"-Beyler, ulular! Bu işimde bana bir fikir veriniz! Bilirsiniz, size danışmadan hicbir şeyi kesip atmam. Goruşleriniz benim icin kıymetlidir." dedi.

Once savunma kumandanı soz aldı:

"-Ey melîkem!.. Bizler guclu-kuvvetli kimseleriz; ordularımız zorlu savaş erbabıdır. Savaşabiliriz, ama son kararı melîkemiz bilir!.." dedi.

Diğerleri de buna yakın beyÂnÂt verince cok akıllı ve firÂset ehli olan Kralice Belkıs, son sozu aldı ve şoyle dedi:

"-Hukumdarlar bir memlekete girdiler mi orayı perişan ederler, altını ustune getirirler. Başlar ayak takımı olur; esir duşer rusvay olur. Herhalde bu kadar saltanat ve gucle Kral Suleyman da bize gÂlip gelmiş olsa boyle yapar!.. Ben şimdi elcilerimle ona hediyeler gondereceğim bakalım bana ne haberler getirecekler." dedi.

Hudhud, hemen havalandı ve Hazret-i Suleyman -aleyhisselÂm-'ın yanına vardı. Olanları tek tek anlattı. Belkıs'ın elcileri de cok gecmeden Kudus'e, kıymetli hediyelerle geldiler. Kendilerince cok kıymetli olan bu hediyeler, Hazret-i Suleyman'ın saltanatı yanında bir testi su gibi kalmıştı. Elciler, Hazret-i Suleyman'ı ve sahip olduğu saltanatı gozleriyle muşÃ‚hede etme imkÂnı buldular. Vahşi hayvanlar, Hazret-i Suleyman'ın dizinin dibinde kedi gibi yatıyorlar, kuşların biri girip Hazret-i Suleyman'ın kulağına bir şeyler fısıldıyor, o gidiyor, başka biri haber getiriyordu. Eliyle ruzgÂrı Âdeta evirip ceviren Suleymen -aleyhisselÂm-, elcilere:

"-Siz bana mal ile yardım etmek mi istiyorsunuz?" diye sordu. "AllÂh'ın bana verdikleri, size verdiğinden daha hayırlı ve coktur. Buna rağmen siz hediyelerinizle boburlenirsiz ha..." dedi. Ardından hiddetle:

"-Melîkenize varın ve deyin ki «İyi bilsinler ki, kendilerine asla karşı koyamayacakları ordularla gelirim. AllÂh'a îman etmeyen o kimseleri, hor ve hakîr olarak oradan cıkarırız!..»" dedi.

Korku ile saraydan uzaklaşan elciler, gidip gorduklerini ve duyduklarını kraliceleri Belkıs'a anlattılar. Belkıs, sarayının ileri gelenleri ile Suleyman -aleyhisselÂm-'ı ziyaret etmek isteğini bildirdi. Onun peygamberliğini ve dinini tetkik etmek icin yola cıkmaya karar verip hazırlıklarına başladı. Ama gozu gibi baktığı ihtişamlı tahtını, bu yolculuğa cıkmadan once emniyet altına almak istedi ve onu hazine dairesine saklattı. Ust uste uc kapıyı kilitletip başlarına onlarca nobetci koyduktan sonra huzurla Kudus'e doğru yola cıktı.

Bu sırada Suleyman -aleyhisselÂm- da onu karşılamak icin hazırlıklara başlamıştı. Onu, daha ilk bakışta teslim alıp boyun eğdirmek icin cok kıymet verdiği tahtını, Kudus'e, ondan once getirtmeyi duşundu. Etrafında bulunan vezirlere, cinlerin ileri gelenlerinde ilim ve hikmet ehli insanlara donerek:

"-Kim Melîke Belkıs gelmeden evvel, bana onun Yemen'deki tahtını getirebilir." Diye sordu. Emrindeki cinlerin başı:

"-Ben sen tahtından kalmadan evvel, onu senin huzuruna getirebilirim." dedi.

Kendisine Allah tarafından ilim ve hikmet verilmiş Vezir Asaf bin Berhiya da:

"-Ben "tarfetu'l-ayn", yani goz acıp kapayıncaya kadar onu buraya getiririm." dedi. Ve daha sozu bitmeden Belkıs'ın tahtını, Suleyman -aleyhisselÂm-'ın huzuruna getirdi.

Bu ilÂhî lutuf buyukluğu karşısında Hazret-i Suleyman, buyuk bir tevÂzu ve hiclik icinde:

"-Bu..." dedi, "şukur mu edeceğim yoksa nankorluk mu edeceğim diye beni sınamak icin Rabbimin gosterdiği lutfundandır. Şukreden ancak kendisi icin şukretmiş olur, nankorluk eden de ancak kendisi icin... Nankorluk edene gelince, o bilsin ki, Rabbim mustağnîdir ve cok kerem sahibidir." dedi.

Tahtın getirildiği mesafe, bir aylık yurume mesafesi idi.

Daha sonra vezir ve yaverlerine donerek:

"-Bu tahtı, ilk anda tanınmayacak şekle sokun; bakalım kralice kendi tahtını tanıyabilecek mi?" dedi.

Melîke Belkıs, uzun bir yolculuğun ardından Hazret-i Suleyman'ın sarayına yaklaşınca sarayın şa'şasından Âdeta buyulendi. Suleyman -aleyhisselÂm- onu sarayına dÂvet edince biraz duraksadı. Adımını atacağı yerde sular akıyor, rengÂrenk balıklar suyun berraklığından acıkca goruluyordu. Islanmasın diye eteğinin uclarını topladı, ipek şalvarının pacalarındaki elmaslar parlıyordu. Ayağını attı ve cok şaşırdı; ayağı suya batmamış, Âdeta suyun uzerinde yurur gibiydi... Şaşkınlıkla Suleyman -aleyhisselÂm-'a bakınca, O:

"-Suyun ustunde billur camdan yapılmış şeffaf bir zemin var. Eteğini toplamana luzum yok!.." dedi.

Billur koşkun icine giren Melîke Belkıs, hayretler icinde bu saltanatı incelerken gozu bir tahta takıldı. Hazret-i Suleyman da onun tahtı fark etmesini istiyordu.

"-Bu senin tahtına benziyor mu?" diye sordu.

Belkıs, tahtını ozel olarak yaptırmış, yola cıkmadan once guvenli bir şekilde korunması icin binbir tedbir almıştı. Yine de bu kadar benzerliğe şaşırdı ve:

"-Sanki o!.." diyebildi.

Suleyman -aleyhisselÂm- gorduğu tahtın, onunki olduğunu soyleyince, Belkıs artık acziyetini itiraf etti ve:

"-Rabbim, ben gercekten kendime zulmetmişim. Artık Suleyman ile beraber Âlemlerin rabbi olan AllÂh'a teslim oldum." dedi.

Yanındakiler de onunla birlikte îman ettiler. Bir rivayete gore Hazret-i Suleyman -aleyhisselÂm'-ın evlilik teklifini de kabul Belkıs, dunya saltanatını, Âhiret saltanatına cevirme akıl ve firÂsetini gostermiş oldu.
Halime Demireşik
Şebnem Dergisi, 90. Sayı
__________________