Hintliler karanlık bir ahıra bir fil getirip halka gostermek istediler. Hayvanı gormek icin o kapkaranlık yere bir hayli adam toplandı. Fakat ahır o kadar karanlıktı ki gozle gormenin imkanı yoktu. O goz gozu gormeyecek kadar karanlık yerde file ellerini surmeye başladılar. Birisin eline kulağı gecti, “ Fil bir oluğa benzer” dedi.
Başka birisinin eline ayağı gecmişti, dedi ki: “Fil bir direğe benzer.” Bir başkası da sırtını ellemişti. “ Fil bir taht gibidir” dedi. Herkes neresini elledi, nasıl sandıysa fili ona gore anlatmaya koyuldu. Onların sozleri, goruşleri yuzunden birbirine aykırı oldu. Birisi dal dedi, oburu elif. Herkesin elinde bir mum olsaydı sozlerindeki aykırılık kalmazdı.
Duygu gozu ancak avuca, ancak kopuğe benzer, avuc butun fili birden elleyemez ki! Denizi goren goz başka, kopuğu goren goz başka. Kopuğu bırak da denizin gozuyle bak sen. Kopukler, gece gunduz denizden meydana gelir, onları deniz harekete getirir. Fakat sen ne şaşılacak şey, kopuğu goruyorsun da denizi gormuyorsun.
Biz, gemilere benziyoruz. Aydın denizin icindeyiz de gozlerimiz gormuyor, birbirimize carpıp duruyoruz. Ey ten gemisine binmiş, uykuya dalmış adam, denizi gordun ama asıl denizin denizine bak. Denizin de bir denizi var, onu surup duruyor. Ruhun da bir ruhu var. onu istediği tarafa ceker cevirir? Guneş butun varlık ekinini suladığı vakit Musa neredeydi, İsa nerede? Allah bu yaya kiriş taktığı zaman Adem neredeydi. Havva nerede? Bu soz de noksandır, bu sozun de bir neticesi yoktur. Noksan olmayan soz o tarafa, hakikat alemine ait olan sozdur.
Fakat sana soylense ayağın surcer, soylenmese hicbir şey anlamazsın, vah sana! Bir misalle soylense hemencecik o misale yapışır, o sureti hakikat sanırsın a yiğidim! Ot gibi ayağın yere bağlı hakikatte erişemezde bir yelle başını sallar durursun. Ayağın yok ki bir yerden bir yere gidebilesin.
Yahut calışıp cabalayıp ayağını bu balcıktan. Hayatını terk etmekse senin icin pek muşkul bir şey! Fakat ey yoksul adam, Hak’tan hayat bulursan topraktan mustağni olur, bu balcığı o vakit terk edersin. Sut emen cocuk dadıdan vazgecti mi yemek yemeğe başlar, artık onu bırakır gider.
Sen, topraktan biten taneler gibi yerin sutune bağlanmış, ona alışmışsın. Kalplerin gıdasına alış da bu sutten kesilmeye bak! Ey hicapsız nurları kabul etmeye istidadı olmayan kişi, hic olmazsa harflerde gizlenmiş bir nur olan hikmet sozlerini duy, onları ye! Boyle, boyle o hicapsız nuru da kabul etmeye istidat kazanır, gizili nuru da hicapsız olarak gorursun.
Bu suretle yıldız gibi felekte seyreder, hatta felekten haric keyfiyetsiz seferlere duşersin! Yokluktan varlığa geldin ya kendine gel, geldin ama nasıl geldin? Sarhoşca hic kendinden haberin yok. Geldiğin yollar aklında bile kalmadı. Fakat biz yine sana bir remiz soyleyecek, bir şey hatırlatacağız. Bu aklı terk et de hakiki akla ulaş.
Bu kulağı tıka da hakiki kulak kesil! Hayır, hayır soyleyeceğim cunku henuz hamsın sen. Daha ilkbahardasın, Temmuzu gormedin bile! Ey ulular, bu cihan bir ağaca benzer; biz de bu alemdeki yarı ham, yarı olmuş meyveler gibiyiz. Ham meyveler, daha iyice yapışmıştır, ardan kolay, kolay kopmazlar.
Cunku ham meyve koşke, saraya layık değildir ki. Fakat oldu da tatlılaştı, dudağı ısırır bir hale geldi mi artık dallara iyi yapışmaz hemen duşuverir. O baht ve ikbal yuzunden adamın ağzı tatlılaştı mı insana butun cihan mulku soğuk gelir. Bir şeye sımsıkı yapışmak, bir şeyde taassup gostermek hamlıktır.
Sen ana karnında cocuk halindeyken işin gucun ancak kan icmeden ibarettir. Soylenecek bir şey daha kaldı ama onu ben soylemeyeceğim, sana onu Ruhulkudus bensiz soylesin. Hayır, hayır ruhulkudus değil, sen kendin kendi kulağına soylersin. Orada hakikatte ne ben varım ne benden ne başkası, sen de bensin zaten canım efendim.
Bu ruyaya benzer. Uykuya daldın mı kendinden gecer, fakat yine kendinden kendine gelmiş olursun. Kendini duyar, dinler de senden başka gizli bir adam ruyada sana soz soyluyor sanırsın. A guzelim yoldaşım, sen alelade tek bir adam değilsin ki. Sen bir alemsin, sen bir derin denizsin.
O senin muazzam varlığın yok mu. O belki dokuz yuz kattır. O, dibi kıyısı bulunmayan bir denizdir. Yuzlerce alem, o denize dalar gark olup gider. Zaten burası ne uyanıklık yeri, ne uyku yeri. Buradan bahsetme. Allah, doğrusunu daha iyi bilir. Bahsetme de asıl bu alemden bahse muktedir olanlardan dile gelmez, soze sığmaz bahisler işit! Bahsetme de o guneşten kitaba yazılmaz, hitaba girmez sozler duy! Bahsetme de sana bu alemden ruhun bahsetsin. Nuh’un gemisinde yuzgeclik bahsini bırak! Bu bahse girersen Kenan’a benzersin. Bana duşman olan Nuh’un gemisini istemem diye o da yuzmeye girişmişti.
Nuh ona “ Hey, gel babanın gemisine gir de behey aşağılık oğul, tufana gark olma” demişti. O “ Hayır, ben yuzme oğrendim. Senin mumundan başka bir mum yaktım” diye cevap verdi. Nuh “Kendine gel, buna bela tufanının dalgası derler. Bu gun yuzme bilenin eli, ayağı bir işe yaramaz” dedi.
Fakat Kenan dedi ki: “ yok, yok ben yuce dağa cıkarım. O dağ beni her turlu beladan kurtarır” Nuh, “ Aklını başına topla, şimdi dağ, bir saman copu mesabesindedir. Allah, kendi dostundan başkasına aman vermez” dediyse de Kenan, ben ne vakit senin oğudunu dinledim ki benim de sana uyanlardan olmama tamah ettim.
Senin sozun bana hic hoş gelmedi ki ben iki alemde de senden uzaktım” dedi. Nuh, “Yapma yavrum, bugun, naz gunu değildir. Allah’nın ne işi var, ne benzeri! Şimdiye kadar inat etmedin ama bu zaman nazik bir zaman. Bu kapıdan kimin nazı gecer ki? O ezelde “ Doğmadı da , doğurmadı da” hakikatine mazhardır.
Allah’nın ne babası var, ne oğlu, ne amcası! Oğulların nazını nereden cekecek, babaların niyazını nereden duyacak?” Ey ihtiyar, ben doğmadım, bana az nazlan, ey genc, ben baba değilim, oyle pek salınma! Ben koca değilim, şehvetimde yok. Hanım nazı bırak. Bu hususta kulluktan, ihtiyactan, zaruretten başka hicbir şeyin itibarı yok” demekte.
Dedi ama Kenan “ baba, yıllardır bu sozleri soylemektesin, yine de soyluyorum. Cahil misin ne ? bu sozleri herkese ne kadar soyledin de nice soğuk cevaplar aldın, kotu sozler duydun. Bu soğuk sozlerin kulağıma girmedi, şimdi mi girecek? Artık ben bilgi sahibiyim, buyudum” diye cevap verdi.
Nuh, “ A yavrum, bir kerecik olsun babanın oğudunu tutsan ne olur?” dedi. O, boyle guzel, guzel nasihatlar ediyor, Kenan’da bu ceşit ağır sozlerle karşılık veriyordu. Ne babası, Kenan’a oğut vermeden usandı, ne o kotu oğlun kulağına babasının bir sozu girdi! Onlar boyle konuşup dururlarken bir cevik dalgadır geldi.
Kenan’ın başından aştı, onu boğup goturuverdi. Nuh “ Ey sabırlı padişahım, eşeğin oldu, yuku mu sel goturdu. Bana nice defalar, sana mensup olanlar tufandan kurtulacaklar diye vaitlerde bulundun. Ben de safım, senin vaitlerine kandım, umitlendim iyi ama neden sel kilimini aldı, goturdu?” dedi.
Allah dedi ki: “O senin ehlinden, yakınlarından değil. Kendin de gormedin mi? sen aksın o mavi dişine kurt girdi mi cıkartmaktan başka hicbir caresi yoktur. Cıkarmalı ki vucudun, onun yuzunden elemlere duşmesin, o senin oğlundu ama sen onu terk et, benim bir şeyim değil de.”
Nuh dedi ki: “ Yarabbi, senden başka kimsem yok. Sana teslim olan ağyar sayılmaz. Sana karşı ne haldeyim, ihlasım nasıl? Zaten biliyorsun. Cayırlıklar, cimenlikler, nasıl yağmura muhtacsa, nasıl yağmurdan yeşerir, yetişirse ben de sana oyle muhtacım, onlar gibi senden yetişmekteyim; hatta ihtiyacım onlardan yirmi kat fazla, yoksul seninle diridir. Seninle neşelenir; vasıtasız hailsiz senden gıdalanır, ben de boyleyim işte. Ey kemal sahibi Allah ne seninleyim, ne senden ayrı, seninle keyfiyetsiz, sebepsiz, illetsiz bir haldeyim. Biz, balıklarız, hayat denizi sensin, en iyi sıfatlı Allah, senin lutfunla diriyiz.
Sen duşunceye de sığmazsın, sebeple de izah edilemezsin, bu tufandan once de her macerada soz soylediğim sendin, tufandan sonra da soz soyleyeceğim sensin. Ben seninle konuşuyorum, ey yepyeni sozler bağışlayan ve eski sozlere sahip olan Rabbim, onlarla değil. Aşk gece gunduz gah cadır yerlerinde kalan cercope, gah harabelere hitap eder.
Zahiren cadır yerlerinde kalan supruntulere, cercope yuz tutar, onlara hitap eder ama kimi ovuyor, kimi? Şukrolsun tufan gonderdin de o supruntuleri o yapı bakiyelerini ortadan kaldırdın. Cunku onlar kotu ve aşağılık binalardı, kotu ve aşağılık yığınlardı. Bize ne sesleniyorlar, ne sesimize karşılık veriyorlardı!
Ben oyle yapılar isterim ki onlara hitap edince dağ gibi sesime ses versinler. De adını i,ki kere duyayım. Ben canımı can olan, ruhuma istirahat veren adına aşığım. Her Peygamber,senin adını iki kere duysun diye dağı sever. O alcak ve taşlık dağ, farenin, yurdu olmaya layıktır, bizim yurdumuz değil.
Ben soyleyeyim de bana yar olmasın, sozlerim cevapsız kalsın, sesime ses bile vermesin ha! Oyle dağı yerle yeksan etmek, insana hemden olmadığından onu ayaklar altına atıp ezmek daha iyi!” Allah “ Ey Nuh eğer istiyorsan butun boğulanları yeniden ve tekrar dirilteyim, yeryuzune getireyim.
Senin hatırını bir Kenan icin kırmam ben. Fakat seni ahvalden haberdar ediyorum” dedi. Nuh, “ Hayır, hayır eğer beni gark etmek istesen yine hukmune razıyım. Her an beni gark et. Hoşlanırım bundan, hukmun cana benzer, canla başla razıyım. Hic kimseciğe bakmam, baksam bile o bakış bahanedir, gorduğum sensin.
Şukur zamanında da senin yaptığın işe, sana aşkım, sabır zamanında da, kafir gibi hic seni yarattığına aşık olur muyum? Allah hukmune aşık olan nurlanır, yarattığına aşık olansa kafir olur” diye cevap verdi.








Alıntı;
Mesnevi'den Hikayeler

__________________