yazar, eleştirmen


21 Ağustos 1898 tarihinde İstanbul Beylerbeyi’nde doğdu. İlkokuldan sonra dort yıl kadar Galatasaray Sultanisi’ne gitti. Edebiyat Fakultesi’nde (1922) okudu. Fransızca'yı kendi kendine oğrenmiştir. 1921 yılında Nişantaşı Lisesi’nde Fransızca oğretmenliğine başladı. 1925-1926 arası Ticaret Vekaleti’nde calıştı. Bu gorevi bir yana bırakılırsa hep Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı olarak İstanbul, Adana ve Ankara’da calıştı. Bu gorevleri 31 Mayıs 1945 tarihine kadar surdu. Sonra Cunhurbaşkanlığı Mutercimliği’ne gecerek emekliye ayrılıncaya kadar (7 Şubat 1951) bu gorevde calıştı. 17 Mayıs 1957 tarihinde oldu.



Edebiyat Calışmaları

Edebiyat dunyasında ilkin Dergah dergisinde yayımladığı şiirleri (1921-22, 6 şiir), makale ve tiyatro eleştirileriyle gorunen Atac, Cumhuriyet devrinde, yalnız deneme, eleştiri yazdı ve ceviriler yaptı. Yeni Şiir’in, başta Cumhuriyet devri şairleri, genc sanatcıların tanınmasında onculuk etti. Turkce’ nin ozleşmesi, arınması icin yılmadan savaştı, bu uğurda yazdığı yazılarda hicbir yabancı soz kullanmadığı oldu, kendine ozgu, devrik cumleleri coğunlukta; yeni bir dil ve anlatım bicimi yarattı, genc yazarların coğu onun etkisinde kaldılar. Kabul edilmiş değerleri yeniden ele alarak tartışmalara yol acması onun arayıcı olumlu yonlerinden biri oldu.

ESERLERİ:
Yunan, Latin, Fransız, Rus klasik ve cağdaş yazarlarından elliye yakın cevirisi cıkmış olan Atac’ ın deneme ve eleştirileri (ancak 1940’ dan sonra yazdıklarının bir kısmı) şu kitaplarda toplandı: Gunlerin Getirdiği (1946), Karalama Defteri (1952), Sozden Soze (1952), Ararken (1954), Diyelim (1954), Soz Arasında (1957), Okuruma Mektuplar (1958), Gunce (1960), Prospero ile Caliban (1961).Atac’ın butun eserleri, Varlık Yayınları arasında topluca yayımlandı, bu dizide yedi kitabını derleyen beş cilt cıktı (1967-1971). Turk Dil Kurumu da 1972’ de Gunce’lerinin iki cildini yayımladı: İlk ciltte 1953-55, ikinci ciltte 1956-57 yıllarında yazdığı gunceler derlendi. Butun eserleri yeniden Yapı Kredi Yayınları’ nda basılıyor.



HAKKINDA YAZILANLAR

Yazarı ceşitli yonlerden inceleyen, dil uzerine soyleşilerini derleyen, ayrıca Nurullah Atac bibliyografyası veren bir monograf, Atac (1962), TDK tarafından yayımlandı, gene Turk Dil Kurumu, 1963’ te Atac’ ın Sozcukleri, 1964’ te yazarın soyleşilerini toplayan Soyleşiler, 1980’ de dergilerde adlarında daha uc kitap cıkardı. Metin And’ ın Atac Tiyatro’ da (1963) adlı eseri, yazarı tiyatro eleştirmenliği yonunden inceler. Bu konuda diğer iki eser, Asım Bezirci’ nin yazarın eleştiri anlayışını inceleyen, eleştiri uzerine yazılarını derleyen Nurullah Atac (1968) kitabıyla, Mehmet Salihlioğlu’ nun Atac’ la Gelen (1968) adlı incelemesidir. Yazarın kızı Meral Tolluoğlu babasıyla ilgili anılarını Babam Nurullah Atac (1980) adlı kitapta topladı.Nurullah Atac’ ın olumunden sonra kızı, babasının yazılarının geliriyle karşılanmak; her yıl Mayıs ayı icinde, bir onceki yılın en iyi eleştiri ve deneme yazılarına verilmek uzere, 500 lira tutarında, bir Atac Armağanı kurdu (1958). Bu armağan, 1959’ da Mehmet Fuat’a, 1960’ da Sabahattin Eyuboğlu’ na verildi, ondan sonra kaldırıldı.



HAKKINDA YAZILANLAR

Nurullah Atac’ın maceraları
Beşir Ayvazoğlu
Zaman 2 Ocak 2014

Benim icin yılbaşı gecesinin diğer gecelerden hicbir farkı yok; her zaman ne yapıyorsam onu yaparım, yani calışırım. Dun gece, Nurullah Atac’ın Gunce’lerine 31 Aralık ve 1 Ocak gunlerinde neler yazdığını merak edip baktım; o da benim gibi ne giden yıla ağıt yazmış, ne gelen yıla guzelleme...

Paylaş Tweetle Paylaş Gonder Yazdır A A İsmini gecen haftaki yazımda da bir vesileyle andığım Atac’ın kitapları birkac aydır masamda; 1940’ların, 1950’lerin edebiyat ortamı hakkında onu okumadan soz soylemek zordur. Guzel bir haber: Şerife Cağın, bu ilgi cekici adamın şiire dair yazılarını toplayıp kitaplaştırdı. DergÂh Yayınları’nın altı yuz kusur sayfalık buyuk boy bir kitap olarak yayımladığı Şiir Daima Şiir, doğrusu lezzetli bir kitap. Şerife Cağın’ın aynı yayınevinde bir de Bir Şiir Eleştirmeni Olarak Nurullah Atac adlı kitabı var.

Dunya goruşune, dil ve kultur anlayışına yuzde yuz karşı olduğum hÂlde seviyorum Atac’ı. Kendini şiire adamışlığı, doğru bildiğini hic cekinmeden soylemesi, hatır gonul dinlememesi hoşuma gidiyor. Eski şiirimizi iyi bilir, hatta kekemeliğine rağmen cok iyi inşad ederdi. Aslında Turkcesi de harikadır. Tilcikler uydurup “dorut”lu, “asığ”lı, “koşuk”lu devrik cumeleler kurmaya başlamadan onceki yazılarını ve tercumelerini okuyunuz, bana hak vereceksiniz. Şerife Cağın’ın hazırladığı kitapta, onun iki donemini bir arada gormek, dilindeki değişmeyi adım adım takip etmek mumkun.

Atac gibi adamların, onlar gibi duşunmesem de, sanat, edebiyat ve duşunce dunyasına renk, hareket ve heyecan kazandırdıklarına inanırım.

Duşuncelerinin bilinmesinden cekinmediği gibi, tezatlar icinde yaşamaktan da rahatsız değildi Atac; bir gun evine davet ettiği Asaf HÂlet Celebi’ye akşama kadar Allah’a inanıp inanmadığını, inanıyorsa nicin inandığını sorarak başının etini yemiş. Celebi, bunu Mustafa Baydar’a verdiği roportajda anlatır. Atac, o tarihte yeni cıkan Varan dergisinde kendisini Celebi’ye karşı savunan genc bir yazarın yazısı hakkında şu notları duşmuştur: “Bay Asaf HÂlet Celebi bir konuşmasında, benim inancsızlığımı bildirerek beni ‘mutaassıplara jurnal etmek’ istemiş. Boşuna uzmuş kendini Bay Halim Yağcıoğlu. Ben oyle şeylerden korkmam. Ben nelere inanıp nelere inanmadığımı soylerken ‘Bunu kimseler duymasın!’ demiyorum. Duşunce*lerimin bilinmesinden şimdiye dek cekinmedim, bundan sonra da cekineceğimi sanmıyorum.”

Ahmet Hamdi Tanpınar, aziz dostunun tezatlar icinde yaşadığını, yaratılışının buyuk fikir saplantılarına ve kuruntulara cok musait olduğunu soyler ki, doğrudur. Dil konusundaki fikirlerini beğenmediği icin bu can dostunu defterden silen Atac, bir rivayete gore “Kırtipil” lÂkabının mucidiydi. Meral Tolluoğlu, babasının son zamanlarda Tanpınar’ın adını bile duymak istemediğini, ondan soz edenlere “Ben Hamdi diye kimseyi tanımıyorum!” dediğini soyler. Aynı şekilde bir zamanlar şiirleri hakkında son derece ovucu yazılar yazdığı Yahya Kemal’i de artık sevmiyor, şiirlerini de beğenmiyordu. Meral Tolluoğlu, “Benim kanıma, sezişime gore babam Beyatlı’ya da, Tanpınar’a da yazı dilini eleştirdikleri icin darılmıştı.” dedikten sonra şoyle devam ediyor:

“Babam ikisine de hem cok kırgın, hem de dargındı. Bir zamanlar cok sevdiği bu iki insanın ne yuzunu gormek, ne de adını anmak istiyordu. Yanında birisi Tanpınar’dan acacak olsa babam ya duymazlıktan geliyor ya da ‘Hamdi artık Yahya Kemal’in ciş şişesini taşıyormuş’ diye gu*luyordu. Bunun ne demek olduğunu bir gun sor*dum. Meğer Yahya Kemal hastalanmış. İdrar tahlili yapılması gerekiyormuş. İdrar şişesini hastaneye Tanpınar goturmuş. Bunu da kimden duyduysa babam duymuş. İşte bu ne*denle ‘Hamdi, Yahya Kemal’in ciş şişesini taşıyormuş’ de*yip guluyormuş.”

Edebî değerlendirmelerinde genellikle buyuk isabet kaydeden Behcet Necatigil, Garip akımı, bu akımın mensuplarınca şiirin ayağa duşurulmesi ve Nurulah Atac’ın rolu hakkında şu hukmu vermiştir: “Orhan Veli ve kuşağı, şiiri gundelik hayatın gurultusunde ayağa duşurdu. ‘Umurumda mı dunya’ buna ornektir. Banal nuktelerle şiir yazılacağı sanısı uzun bir sure genc şair*lerin har*canmasına yol actı. Bunda suc yuzde seksen Atac’tadır.”

Atac’ın o kadar desteklediği Garipcilerle de zamanla arası acılmış, bilmediğimiz bir sebeple cok kızdığı Orhan Veli’yi şairlikten kapı dışarı etmişti. Hikmet İlaydın’ın bir yazısında, “Ankara’da kendisin*den duydum,” diyor, “Şaire ‘Şakuli Solucan’ diye ad yakıştırmış. Şeytanca bakışlarla guluyor, guluyor, oc almanın keyfini cıkarıyordu.”

Sadece Orhan Veli mi? Melih Cevdet ve Oktay Rifat’ın şiirlerini de beğenmemeye başlayınca araları acılmıştı. Bu iki şair, bir gun yolunu kestikleri Atac’ı “Sen nasıl bizim şiirlerimizi beğenmediğini soylersin?” diyerek tekmelemişler. Zavallının elindeki helvalar fırlayıp paltosuna yapışmış, şapkası yere duşmuş. Eve gittiğinde pantolonunda Anday’la Rifat’ın tekme izleri hÂl duruyormuş. Meral Tolluoğlu, buna rağmen babasının bir gun kalkıp Melih Cevdet’in evine gittiğini ve orada da dayak yediğini anlatıyor.

Gorulduğu gibi, bizim ulkemizde kavga eksik olmuyor. Ne edebiyatta, ne siyasette…

Eskiler ne demişler: “Bu da gecer yÂhû!”
__________________