Hazreti Peygamberimiz İslÂmı tebliğle emrolunduğu zaman, bircok. padişahlara, sultanlara, şahlara mektup yazıp îmana davet ediyor, elciler gonderip fikirlerini soruyordu. O zaman bircok hukumdarlar, bu mektuba musbet cevap verip Peygamber Efendimize hediyeler gondererek memnuniyetlerini izhar ederlerken, bircokları da ya gelen elciyi olduruyor, yahut bircok eza ve cefa ettikten sonra elindeki mektubu yırtarak elciyi eli boş gerisin geriye gonderiyordu. Bunlardan İran Şahı Peygamber Efendimizin mubarek mektubunu yırttığı gibi gelen elciyi de oldurtmuştu. Fakat Cenab-ı Allah da onun cezasını bizzat kendi oğlu vasıtası ile verdi. Oğlu babasını tahtından indirdikten sonra onun cesedini o parcalanan mektup gibi parca parca ettirdi. Kendisine mektup gonderilen Rum Hukumdarı Herakliyus ve Mısır Hukumdarı Mukavkis ise gelen mektuba karşılık hediyeler gondermişler, fakat İslÂmiyeti kabul edemeyeceklerini bildirmişlerdi;

Bunlardan kendisine mektup gonderilen Arap kabile Reislerinden Habbab isminde birisi daha vardı ki, kendisine mektup getiren elciyi hayli hırpaladıktan sonra serbest bıraktı. Onunde duran mektubu da eline bile almak tenezzulunde bulunmadan adamlarına:

— Kaldırın, şunu onumden, atın. Vir yere!, diye emir verdi.

Mektubu derhal sultanın onunden aldılar, fakat yırtıp atmadılar. Diğer evrakla beraber onu da sarayın hazinesinde bir sandığa koydular.

Bu kustah, kendini bilmez sultanın, Habbab isminde bir de oğlu vardı. Daha yaşı genc babasının yerine sultan olmaya hazırlanan, ne isterse kendisinden esirgenmeyen, sarayın tek oğlu idi. Birgun sarayın hazinesine girdi. Orada evrakı karıştırırken, sandık icine saklanmış olan mektubu gordu. Buyuk bir dikkatle alıp, tekrar okudu. Fakat hayret! Okudukca icinde bir ateş hissediyor, tekrar okuyor:

— Bu mektubu buraya neye koymuşlar acaba?... Ne guzel bir mektup bu. Hem Allah elcisi olduğunu bildiriyor, kendi dinine davet ediyor, hem de, dinine girmek isteyenlerden hic bir şey talep etmediğini bildiriyor... Ne guzel sozler bunlar. Demek bizim tek yaratıcımız var, O'nun da yer yuzunde bir elcisi var!... diye soyleniyordu kendi kendine.

Cunku Mektub-u Şerifte:

— Ey hukumdar! Kendini insanlara Allah olarak taptırma! Senin ve butun kÂinatın yaratıcısı olan Allah'a îman et ki, dunya ve ahirette kurtuluşa erişesin. O tapındığınız putlar ve siz cehennemin ateşi olmaktan kurtulun, diye yazılı idi.

Henuz genc yaşta olan Habbab, mektupta ta'rif edildiği uzere orada îman ederek:

— Eşhedu enla ilahe illallah ve eşhedu enne Muhammeden abduhû ve resuluhu, diyerek şehadet getirdi.

Mektubu okuyup îman ettikten sonra, bu halinden babasına bahsetmek istedi ise de, babası onu konuşturmuyor, hemen sozunu keserek:

— Oğlum sakın ona aldanma! Sen zevk-u sefana bak, sen benim yerime gececek, bu milletin reisi olacaksın. Oyle ne idiği belli olmayan birisine inanırsan kendine yazık edersin, diyerek kendince nasihat ediyordu. '

Fakat Habbab'ın kafasına girmiyordu boyle sozler, o bir kere inanmıştı Allah'a ve O'nun Resulune... Oğlunun dÂvasından donmediğini goren babası, ona bizzat kendisi ceza vermek istedi. Ayakları altına alarak, oldurmeye kasdedercesine dovmeye başladı. Oyle cok dovuyordu ki, elinden vezirleri zor aldılar. Bu kadar yaptığı eziyet yetmiyormuş gibi, bir de cellÂtlarına emrederek:

— Buna ne işkence yapılmak mumkunse yapın, îmanından donmez, bizim, yolumuzu kabul etmezse de en sonunda kellesini kesin, diye emretti.

CellÂdlar alıp goturduler... Oyle işkenceye tÂbi tuttular ki, dille ta'rifi mumkun değil. Uc-dort gun kızgın collerde su cektirdiler, bir lokma ekmek bile vermiyorlar, ancak bir miktar tuzlu yiyecek veriyorlar, bir damla su icirmiyorlardı:

— Ya dininden donersin, yahut bu işkencelerden sonra senin kelleni keseceğiz, diyorlardı, ama ona hicbirşey te'sir etmiyor: «La ilahe illallah» diyor başka bir şey demiyordu.

Uc dort gun suren işkenceden sonra, hÂl dÂvasından donmediğini gorunce, artık idamına karar verdiler. Fakat idamı ile gorevlendirilen cellÂda oyle bir uyku gelmişti ki, ne yaptı ise uykudan kurtulamadı. Habbab ise kalın zincirlerle bağlanmıştı. O anda olmasa bile; yarın mutlaka idam edilecekti. Gunlerce ac-susuz bu kadar işkenceye tÂbi tutulan, her tarafı kan revan icinde kalan Habbab Hazretleri Allah'tan başka yardım isteyecek kimse bulamıyordu. Ellerini Allah'a acarak şoyle yalvardı:

— Ya Rabbi! Halim sana ma'lum, ben sana inandığım, senin Resulun Hazreti Muhammed'e inandığım icin bu ezaya tÂbi tutuluyorum. Beni bu belÂdan ancak sen kurtarırsın. Oleceğime değil, KÂinatın Nur-u Habibin Muhammed Mustafa'yı gormeden bu Âlemden gideceğim icin huzunluyum. Beni, ismine Âşık olduğum Resulune, bir an once kavuştur da, ondan sonra ne olursa olsun, Ya Rabbi!, diye yalvarmaya başladı.

Onun, bu hulûsu kalb ile yalvarışı; arş-ı ÂlÂyı titretmişti. Cenab-ı Allah, hemen Cebrail AleyhisselÂmı gondererek, dileğinin yerine getirilmesini temin etmesini emretti. Cebrail AleyhisselÂm, geldi.. Habbab'in bağlı olduğu zincir sanki curumuş bez parcaları gibi dağılmaya başladı. Zincirden kurtulan Hazreti Habbab, hicbir şey duşunmeden olduğu haliyle Medine tarafına koşmaya başladı. Oyle gidiyordu ki, sanki ruzgÂr esiyordu. Yetmiş konaklık mesafeyi bir gecede aldı.

Yırtılmış elbiseleri, kan camur icinde kalmış vucudu ile Medine'ye erişti. Fakat nasıl bulacaktı mahbubunu? Medine'nin sokaklarından birinde ağlayarak gezerken Amr bin As (r.a.) Hazretlerini gordu. Amr Hazretleri:

— EvlÂdım nedir senin bu hÂlin? Sen Âşık olmuş birisine benziyorsun. Derdini bana anlat ki, acsan sana yemek getireyim, cok perişan bir haldesin. Gunlerdir yemek yememiş bir halin var, deyince, genc delikanlı:

— Hayır, benim arzuladığım ne yemektir, ne de başka bir dunya malı, diye cevap verince, anladı mubarek; onun Peygamberimize ve O'nun yoluna Âşık olduğunu...

— Ben Hazreti Muhammed'e îman etmiş bir muslumamm, sırrını bana soyle kardeşim. Kimseye soylemeyeceğime dair soz veriyorum, deyince Habbab Hazretleri eline sarılarak:

— Beni Hazret-i Muhammed'e gotur, dedi.

Tam bu esnada Cenab-ı Allah (C.C.) Cebraili gondererek Peygamberimize haber vermiş, uzaklardan bir misafirinin geldiğini ve karşılamasını ta'lim buyurmuştu. Hazreti Peygamberimiz, orada bulunan eshabiyle beraber, Medine sokaklarından huzuruna gelmekte olan Hazreti Habbab'ı karşıladı. Ona sadakatından dolayı iltifatlar etti:

— Hoş geldiniz fedakÂr oğlum Habbab!, diyerek kucakladı, bağrına bastı. "

Hazreti Habbab, artık bir sahabî olmuştu. Başından gecenleri Server-i KÂinat Efendimize anlattı ve babasının mulkunde esir muamelesi gorurken, işkenceye tÂbi tutulurken Peygamberimize karşı olan aşkını ifade eden şiirini tekrar Resûlullah'a okumaktan kendini alamadı.
__________________