....Şanlı Eshab'dan Abdullah bin Uneys radıyallahu anh, muşriklerden Halid bin Sufyan'ı oldurunce; Halid'in kabilesi Lıhyanoğulları, kan davası peşine duştuler ve bu ihtirasla kendilerine destek bulmak icin Adal ve Elkare kabilelerine gittiler. Lıhyanoğulları, bu iki kabileden birkac kişilik bir heyetin Medine'ye giderek Ebul Kasım'ın yani Sevgili Peygamberimizin huzuruna cıkmasını istiyorlardı.
...plan şuydu: Hey'et, KÂinatın Efendisi'nden şu istekte bulunacaktı:
-Ey Allah'ın Resûlu! Kabilemizde mu'minler vardır. Ancak onlar İslÂmiyeti bilmiyorlar. Bize eshabdan bir-kac kişi insan gonder ki Kur'an-ı Kerim ve fıkıh oğrenelim.
...muslumanlar, şuphe edebilir endişesi ile doğrudan kendileri Medine'ye vararak bu isteği dile getiremiyeceklerdi. Bu sebeple ve daha inandırıcı olsun; hic bir başka duşunce uyanmasın diye ustelik iki ayrı kabileden kişiler gitsinler istiyorlardı. Lıhyanoğulları diyordu ki:
-Bize gonderilecek muslumanlardan bazısını Halid bin Sufyan'a karşılık oldurur; diğerlerini ise Mekke'ye goturerek satarız. Boylece biz intikamımızı aldığımız gibi Kureyş de satın aldığı muslumanları Bedr'deki kayıplarına karşılık katledebilirler.
Lıhyanoğulları, gozleri parlayarak sozlerine devam ediyorlardı:
-Kureyşliler icin Bedr'de akrabalarını oldurenleri işkencelerle katletmekten daha zevkli hic birşey tasavvur edilemez.
Adal ve Elkare kabilelerinden Medine'ye gidecekler tesbit edildi.
Bunların başına kimin gecmesi sozkonusu olduğunda, icinde sinsi arzular buyuten Sufyan bin Halid, buyuk bir istekle buna talip oldu. Zira, Sufyan, kocası ile oğlunu Uhud'da kaybeden Talha ibni Ebi Talha'nın karısı Sulafe'nin bunları olduren Âsım bin Sabit'in başı icin yuz kızıl tuylu deve vereceğini vaadettiğini oğrenmişti.
Sufyan, Mekke'de bir yolunu bularak Sulafe ile goruşmuş ve vaadini bizzat kendisine doğrulatmıştı.
...artık ruyasında kızıl tuylu develer goren ve, yureği mal hırsı ile kavrulan Sufyan bin Halid, Adal ve Elkare'den secilen yedi sahtekÂrla beraber Peygamber aleyhisselÂma gittiler. Rollerini guzel ezberlemişlerdi ve iyi oynamaya hazırdılar. Cunku bu iman duşmanlarına da kızıl tuylu develerden pay verileceği kulaklarına fısıldanmıştı.
Bu sırada Buyuk Peygamber de muşriklerin Medine uzerine gelmek hususunda herhangi bir hazırlıkları olup olmadığını sorup-oğrenmek icin sahabilerden birkac kişiyi gizli haber alma elemanı olarak Mekke'ye gondermeyi duşunuyordu.
Medine'ye gelen muşrik davetcileri, doğrudan Âsım radıyallahu anh'ın babası Sabit'in evine misafir oldular. Hazreti Âsım'a gayet multefit davranarak O'nu yanlarında goturmeyi cok istediklerini soyluyorlar.
...daha sonra Sevgili Peygamberimiz'in sallallahu teÂl aleyhi ve sellem, yuksek huzuruna kabul edildiler. Davetciler, butun şeytani hunerlerini takınmışlardı. En inandırıcı halleri ile konuşuyorlardı:
-YÂ Resûlallah! Bizden cok kimse musluman oldu. Ancak ne Kur'an-ı Kerim okumayı biliyoruz; ne de şeriat'den haberimiz var. Bunları oğretecek insanlara muhtacız. Bu sebeple bize dinimizi oğretecek kimseler gondermeni istemek icin buraya kadar geldik.
Peygamberler Peygamberi, hemen cevap vermediler...bu davet, gondermeyi duşundukleri istihbarat elemanları icin de iyi bir fırsat olabilir; giden mu'minler, değerli bilgilerle donebilirlerdi.
İlahî bir işaret de bekliyor olabilirlerdi. Bu sebeple yalancılar, daha bir kac gun Âsım bin Sabit'lerde misafir kaldılar. Mubarek sahabi, nereden bilsin ki ekmek yedirdiği bu insanlar, O'nun canına susamışlar. Nihayet Peygamberimizden izin cıktı. Bu iş icin eshabından on kişiyi vazifelendirdiler...bunların yedisi tanınmış simalardı: Âsım bin Sabit, Mursed bin Ebi Mursed, Habib bin Adi, Zeyd bin Desinne, Abdullah bin Tarık, Halid bin Ebu Bekr, Mus'ab bin Abdullah. Emirleri, Efendimiz'in kararları ile Âsım bin Sabit hazretleri oldu.
Savaş icin değil, ilim icin yola cıkan mu'minler, yanlarına sadece kılıclarıyla bir kac ok ve mızrak almışlardı...davetci kÂfirlerle birlikte yol alıyor ve fakat emniyet icin gunduz gizlenip gece gidiyorlardı. Cunku asil sahabiler, yanlarındakileri de musluman biliyorlardı.
Nihayet Nahide adlı yere varıldı. Hilebazlar, iclerinden birini muslumanlara farkettirmeden Sufyan bin Halid'e yolladılar. Merak ve heyecanla beklediği haberi alan Sufyan, hemen yanına yuzelli kişi alarak yola cıktı. Onlar gelirken malûm yolcular, bir sabah Reci Suyu başına kondular. Burada hurmayla azık yiyerek bir mikdar dinlendikten sonra yanıbaşlarındaki dağdan yukarı doğru cıktılar. Onların su başından ayrılmasından hemen sonra bir kadın coban, suya geldi ve yerde Medine hurması cekirdekleri gordu; korktu.
...yakınlarda Medinelilerin bulunduğunu anlamıştı. Muslumanlar, kendilerine bir baskın verebilirlerdi. Bu sebeple kavmini vaziyetten derhal haberdar etmek icin oradan ayrıldı. O, daha yoldayken Sufyan bin Halid kumandasındaki muşrikler de oraya yetiştiler...kadın, gorduklerini anlattı. KÂfirler, Reci suyu boyunca iz surerek Âsım bin Sabit ve arkadaşlarını buldular. Muslumanlar, bir davetcinin kuffar arasında olduğunu gorunce o Ân tuzağa duştuklerini anladılar.
...manzara vahimdi. Kendileri birer cıplak kılıcla bir kac ok ve mızrağa sahip on garip; duşmansa kalabalık ve butun imkÂnlara mÂlik gozu donmuş bir guruh. Mu'minler, yukarıda dağın tepeye yakın noktasında; muşriklerse aşağıda eteklerde dizilerek gergin bir şekilde beklemeye başladılar. Sahabilerle birlikte gelen kÂfirlerin tamamı karşı saflara gecmişlerdi. Her iki tarafta da kılıclar cekilmiş guneşte yanıp duruyordu. Âsım bin Sabit, kÂfirler de duyacak şekilde mu'min kardeşlerine hitap etti:
-Kardeşlerim! *****ye *****lik yakışır! Gunlerce ekmeğimizi yiyenler; kendilerine hizmet icin şu kadar meşakkate katlandığımız kimseler, bizi tuzağa duşurmuş bulunuyorlar. Sayıları bizden fazla, silahları cok. Ama biz de mucadeleyi elden bırakmayacağız. Aslında bu belki de hesapta olmayan bir Ânda şehidlik nimetine kavuşmamız demektir. Ben, sizlere haklarımı helal ettim; ey Resûlullah'ın dostları siz de haklarınızı bana helal ediniz.
Birden dağlar yankılandı:
-Helal ettik.
Mu'minler kendi aralarında da helÂlleştiler.
Tekrar Âsım radıyallahu anh konuştu:
-Şehidlikten nasibi olanlara şimdiden mubarek olsun; esir duşeceklere sabır diliyorum. Allah, sabredenlerle beraberdir.
Bir avuc yiğidin olum karşısındaki bu soğukkanlı tavırlarından bir Ân hayrete duşerek oylece onlara bakakalan islÂm duşmanları, nihÂyet toparlandılar. Sufyan bin Halid aşağıdan bağırdı:
-YÂ Âsım! Teslim olun! Bize karşı gelmeye yeltenmeyin! Boyle bir şey hayatınıza malolur!
-Allah'ın verdiği canı kimse alamaz!
-YÂ Âsım! Bize Âsi olursanız size acımayız.
-Biz size değil, Allah'a Âsi olmaktan korkarız. Siz kendi cehennemlik halinize acıyın.
-YÂ Âsım gelin teslim olun!
-Biz mu'miniz. Bir mu'min hainlerin merhametine sığınmaz.
-YÂ Âsım! Bize gelirseniz hic birinize dokunmayacağız. Buna soz veriyoruz. Maksadımız sizi oldurmek değil. Size karşılık Mekkelilerden bazı menfaatler koparmak istiyoruz. Hepsi bu kadar.
-Hayır yalan soyluyorsunuz. Biz kÂfirlere inanmayız. Hem nicin sizin menfaatlerinize Âlet olalım?
Bunu diyen sahabi, aşağıdaki kÂfirlere şimşek gibi bir ok fırlattı. İlk taarruz muslumanlardan gelmişti. Zira en iyi mudafaa taarruzdur. Ve mu'minler duşunuyordu ki "biz olmeden oldureceğimiz kadar kÂfir oldurelim. Onların noksanlığı muslumanlar icin kazanc olur."
Âsım bin Sabit, ok atarken bir taraftan da olumun hak, bu dunyanın gecici ve kaderde olanın karşımıza cıkacağına dair şiirler soyluyordu.
Hazreti Âsım, okları buyuk bir ustalıkla duşmana savuruyor ve her ok isabet kaydediyordu. Bu arada diğer muslumanlar da aynı gayrette ok atıyorlardı...nerede yuzelli kişiden gelen ok sayısı, nerede on mucahidin fırlattığı oklar? Kuffara can kaybı verdiriyor ama kendileri de şehid oluyorlardı. Âsım bin Sabit radıyallahu anh, ok tirkeşindeki yedi okun hepsini tukettikten ve mızrağı kırıldıktan sonra kılıcını eline aldı ve yanık bir yurekle dua etti:
-Allahım! Ben, senin dinini ta ilk zamandan beri mudafaa ettim; sen de benim cesedimi duşmandan mahafaza eyle.
Zira kahraman sahabi, Talha ibni Ebi Talha'nın karısı Sulafe'nin kendisi icin beslediği zalim niyeti; yani başını getirene yuz deve vermeyi vaadettiğini ve kafatasında şarap icmeye ahdettiğini işitmişti.
İki ayağından oklanan Âsım bin Sabit, şehid oldu. Bir cok yaralar almıştı... O'nun şehid olmasıyla muşriklerin Âsım hazretlerine doğru koşturmaları bir oldu...ancak, mubarek şehidin yanına varmışlardı ki tahmin edilmedik bir şeyle karşılaştılar. Binlerce arı, Âsım radıyallahu teÂl anh'ın cesedinin etrafını sarmış cevresinde ucuşup duruyorlardı. Arılar şehidin başını keserek Sulafe'ye goturmek icin yaklaşmak isteyenlere arılar, oyle şiddetle hucum ettiler ki her defasında kacıp uzaklaşmak zorunda kaldılar... Sonunda "gece olsun o zaman kafasını keseriz" dediler. Gece karanlığında arı olmayacağına kani idiler. Bu esnada carpışma devam ediyordu. Muslumanlar, Hazreti Âsım'dan başka altı şehid daha vermişlerdi. Geriye sadece uc mumin kalmıştı. Bu uc yiğit insan da yaralar icinde ve bitkindi.
Sufyan bin Halid yine seslendi:
-Size eman veriyoruz. Dokunmayacak ve zarar da yapmayacağız. Teslim olun.
-Sozunuz kat'i mi?
-Evet kat'i soz veriyoruz.
Habib bin Adi, Abdullah bin Tarık, Zeyd bin Desinne aşağı indiler.
...ancak yalan soyleyen hainler hemen uzerlerine saldırarak bu sahabileri kirişlerle bağladılar.
Abdullah bin Tarık, ofkeyle bağırdı:
-Hani eman vermiştiniz! Nerede sozunuz? Yalancı sahtekÂrlar! Bizi hic bir yere goturemezsiniz!!!
Muşriklerle onlara direnen Hazreti Abdullah arasında şiddetli bir cekişme başladı...bu sırada Mekke'ye yakın Merr-uz Zahran'a gelmişlerdi. Nasıl yaptıysa Abdullah radıyallahu anh ellerini kurtararak serbest kaldı. Serbest kaldığı Ân duşmana kılıcla hamle yaptıysa da aynı anda uzerine atılan yağmur gibi taşlarla o da şahadet şerbetini icti.
KÂfirler, diğer iki musluman ve mazlum esir Habib bin Adi ve Zeyd bin Desinne'yi onlerine katarak ite kaka gittiler.
O akşam şiddetli bir yağmur yağdı ve cıkan seller bir cok şey gibi Âsım bin Sabit hazretlerinin mubarek cesedini de alıp goturdu.
Yağmura rağmen gece vuruşmanın cereyan ettiği tepeye gelen kÂfirler, Âsım bin Sabit'in olusunu bulamayarak, ah-tuhlerle geri donduler. Yuce Allah, Âsım bin Sabit'in duasını kabul ederek cesedinin zalimlerin eline gecmesine izin vermemişti.
Cunku:
Âsım bin Sabit radıyallahu teÂl anh, Sevgili Peygamberimizin eshabındandı. Efendimiz, O'nu Abdullah bin Cahş ile kardeş yapmıştı. Peygamberimizin okcularındandı. Bedr'de muslumanların savaş şekli O'nun teklif ettiği gibi cereyan etmişti. Şanlı Bedr'den başka Uhud'da da bulunmuş ve bu muthiş mucadelede Resûlullah'ın etrafında pervane olmuş sayılı kahramanlardan ve O'nun sadık dostlarındandı.
Lıhyanoğulları, Habib bin Adî ve Zeyd bin Desinne'yi Mekke'ye goturerek sattılar:
Habib radıyallahu anh'ı, Huceyr bin Ebi İhab, Bedr'de muslumanlar tarafından oldurulen kardeşi Haris yerine oldurulmek uzere seksen miskal altın karşılığı; Zeyd radıyallahu anh'ı da Safvan bin Umeyye yine Bedr'de oldurulen Umeyye bin Halef'e karşılık oldurulmek uzere elli deveye satın aldılar.
Huceyr, esirini kolesi Maviye'nin evine, Safvan bin Umeyye ise kendi kolesi Nıstas'ın evine hapsetti. İki mubarek sahabinin ici yanıyordu... Bir taraftan aldatılıp oyuna getirilmek, bir taraftan arkadaşlarını şehid vermek, hur insanlarken duşmana esir olmak, kole gibi alınıp satılmak, aile hasreti ve hepsinden daha ağırı Resûlullah ayrılığı...ama bu kadar zorluklara rağmen onlar yine de sabırla dayanıyor ve her şeyi yuce Allah'dan bilerek şukrediyorlar.
Nitekim Maviye anlatır:
-Habib benim evimde zincirlere bağlıydı. Birgun yanına gittiğimde elinde gayet iri taneli bir uzum salkımı gordum. Halbuki ne uzum mevsimiydi, ne de cevrede veya evimde uzum vardı. Hatta uzum mevsimi olsa bile Arabistan'da o irilikte uzum yetişmezdi.
Belli ki mubarek esir, cennet nimetleri ile mukafaatlandırılıyordu. Belki de bu hadiseye şahid olmak Maviye adlı hizmetci kadının daha sonra musluman olmasına sebep oldu.
Maviye, Habib hazretlerine bir ihtiyacı olup olmadığını sordu:
-Ya Habib bir ihtiyacın var mı? Yiyecek, icecek veya başka bir şey?
-Bana putlar adına kesilmiş et getirme! Bir de beni idam tarihini oğrendiğinde haber verirsen memnun olurum.
Habib, haram aylar boyunca hapiste kaldı. Maviye, idam tarihini oğrenince bunu esire haber verdi. Bu Ânı şoyle anlatır:
-Olduruleceği gunu haber verdiğimde zannettim ki O, turlu taşkınlıklar yapacak. Tam aksine halinde hic bir değişiklik olmadı. Haber, kendisiyle değil de bir başkası ile alÂkalıymış gibi soğukkanlıydı.
Maviye devam ediyor:
-Olum hazırlığı icin bazı ricaları oldu. Onları kucuk cocuğumla gonderdim. Ancak oğlumu gonderdikten sonra korkuya kapıldım. Cunku cocukla esirin isteği uzre bir de ustura yollamıştım. Bir Ân icin "Esir, ya cocuğu ustura ile oldururse" diye bir endişeye kapıldım ve hemen korkuyla O'nun hucresine koştum.
Habib hazretleri vaziyeti anlamıştı:
-Biz sebepsiz yere insan oldurmeyiz. Bu haramdır, dedi ve gulerek ilave etti, hem benim oldurulmemi siz mi istiyorsunuz ki?
Zeyd bin Desinne ise zincirler icinde olduğu halde geceleri teheccud namazı kılıyor, gunduzleri oruc tutuyordu.
Zeyd radıyallahu anh'ın butun gıdası sutten ibaret. Ne et; ne de etli bir şey yiyor. Kitapsız kÂfirlerin kestiği hayvan leş olmakta...leş yemekse yasak; caiz değil.
Haram ayların ucuncusu Ramazan-ı Şerif'ten sonra her iki sahabi de hucrelerinden alınarak Mekke hareminin/yasak bolge dışında ve şehre iki fersah uzaklıkta olan Ten'im'e getirildiler. İki cilekeş mucahid, yolda birbirlerine sabır ve tevekkul tavsiye ediyorlar. İki darağacı daha evvelden kurulmuş ve etrafları akrabaları muslumanlarla savaşırken oldurulmuş kırk mızraklı gencle kadın, coluk-cocuk ve halktan bircok meraklılar tarafından doldurulmuştu.
Ayrıca Kureyş meşhurları İkrime bin Ebi Cehil, Sa'd bin Abdullah, Ahnes bin Şerik, Ubeyde bin Hakim, Umeyye bin Ebi Utbe ve Hadramioğulları da oradaydılar.
Habib bir darağacının dibine Zeyd otekine goturuldu.
......
Habib Hazretleri sehbaya cıkartılmadan evvel iki rek'at namaz kıldı.
İdam mahkûmlarının asılmadan once iki rek'at namaz kılma adetlerinin başlangıcı Habib radıyallahu anh'ın işte bu namazıdır. Hazreti Habib namazdan sonra Rabbine el acarak derinden derine dua etti. Ayağa kalktığında da mu'min olduğuna ve tek hak yolun da islÂmiyet olduğuna dair şiirler okudu ve yureği kavrula kavrula Kureyş'e beddualar etti... Kureyşliler başlarına yıldırım duşmuşe donduler. Muşrikler, buyuk mazlumu daha fazla konuşturmayarak idam sehbasına cıkardılar. Ve once mÂnevi işkenceye başladılar:
-YÂ Habib işte oluyorsun. Gel İslÂmiyetten don canını bağışlayalım!
-İslÂmdan cıkmış Habibe can ne lÂzım olur ki! Vallahi şu dunyanın butun zenginliklerini ayaklarımın dibine serseniz ben dinimden asla vazgecmem!
Muşrikler, bu defa O'nu Peygamberine karşı kışkırtmaya niyetlendiler.
-Ama sen burada hayatını verirken Peygamberin evinde rahat ve huzur icinde yaşıyor. Madem ki dininizin sahibi O, senin yerinde Peygamberin olması lazım gelmez miydi?
-Sizler bakan ama gormeyen insanlarsınız. O'nu tanıyabilseydiniz şimdi ne şu cinayeti işler ne de boyle konuşurdunuz!
-Biz cinayet işlemiyoruz.
-Siz cinayet işliyorsunuz. Hem en adi cinsinden. Nedir şu kalabalık? Burada bir cana mı kıyılıyor; yoksa cambaz mı oynuyor?
Muşrikler yine sordular?
-YÂ Habib son kere ihtar ediyoruz! Musluman olmadığını soyle. Aksi takdirde Lat ve Uzza uzerine and olsun ki seni oldureceğiz. Cunku siz de Bedr'de bizim yiğitlerimizi oldurdunuz.
-Ama biz boyle ***********ce tuzaklar kurarak oldurmedik. Musluman, dostuna da duşmanına da mertce davranır.
-Biz de mertiz.
-Bu nasıl mertlik ki yuzumu Kıbleye cevirmeme bile mani oluyorsunuz? Ey Yuce Allahım! Şayet yanında makbul biri isem bari yuzumu sen kıbleye cevir.
Muhteşem sahabi, bu sozlerden sonra kendini busbutun Allah'a verdi:
-Eyy herşeyi bilen ve her şeye gucu yeten Allahım! Şurada karşımda duşman simasından gayrı bir sima goremiyorum. Halimizi O'na bildirecek hic kimse yok. YÂ Rabbi! Sen Resûlunun risaletini bize tebliğ ettin; bizim de selamımızı ve başımıza gelenleri kendisine tebliğ et.
Bedr'de babası, kocası kardeşi olmuş kırk kişi, mızraklarla darağacındaki garip ve mazlum muslumana saldırdılar. Mızraklar, insafsızca inip kalkarken hazreti Habib'in yuzu kıbleye dondu. Sanki gorunmez eller, duşmana rağmen O'nu kıbleye cevirmişti. Mubarek sahabi, kan-revan icinde iken bile şukrunu dile getiriyor:
-Elhamdulillah ki Rabbim, yuzumu kendisi, Peygamberi ve mu'minler icin sectiği KÂbeye dondurdu.
Bir mızrak, aziz insanın goğsunden girip sırtından cıktı...bir kelime-i şahadet Ten'im ufuklarını cınlattı.
Safvan bin Umeyye'nin kolesi Tetaş idam ipini cekti...bir musluman ilk defa darağacında can veriyordu: Habib bin Adî radıyallahu teÂl anh.
Bu sırada Medine'de eshabıyla birlikte olan Sevgili Peygamberimiz'i bir Ân icin uyku benzeri bir hÂl kapladı; tıpkı vahiy geldiği zamanlardaki gibi. Başlarını kaldırdılar ve:
-Ve aleyhisselÂm, dediler.
Eshab merak edince buyurdular ki:
-Cebrail geldi; muşrikler, Habib bin Adî'yi oldurmuşler. Bana selÂmını ve olum haberini getirdi. Ben de "O'nun uzerine de olsun" diyerek selÂmını aldım.
Muşrikler, aziz şehid Habib bin Adî'nin cesedini oylece ipte asılı bırakarak dağılıp gittiler...
Haber, her tarafta işitilsin istiyorlardı. Boylece bu hareketle akıllarınca muşriklere cesaret; muslumanlara da gozdağı vereceklerdi.
Gunler gecmesine rağmen Hazreti Habib'in hÂl idam sehbasında sallanıp durduğu haberi Medine'ye gelince ince kalbli merhametli Peygamber, cok uzulduler ve eshabına buyurdular ki:
-Kim, Habib'in cesedini darağacından indirirse cennet onun nasibi olur.
Bu gayrı insani hareket, butun Peygamber dostlarını incitmişti. Bu bakımdan Efendimizin arzusu onları ferahlandıran bir emir oldu. Zubeyr bin Avvam ve Mikdat bin Esved, bu canavarlığa son verme işini uzerlerine aldılar. Ve gunduz saklanıp gece yurumek sureti ile Te'nim'e geldiler. Ne var ki zÂlimler, darağacının cevresine bekciler koymuşlardı. İki sahabi, geldikleri gunun gece yarısına kadar bir yerde gizlenerek bekcileri gozetlediler. Onların tahmin ettikleri gibi uykuya mağlup olmaları uzerine de mubarek cesedi sur'atle darağacından alarak atlarına yuklediler ve yine sur'atle oradan uzaklaştılar. Habib bin Adî, idamının uzerinden kırk gun gecmiş olmasına rağmen sanki yeni şehid edilmiş gibiydi. HÂl yaralarından gul kırmızısı bir kan sızıp duruyordu.
Sabah olduğunda kÂfirler, cesedin sehbadan alınmış olduğunu gorunce takipciler cıkardılar. Yıldırım gibi at koşturan kalabalık sayıdaki muşrik, ertesi gun oğleden sonra Zubeyr bin Avvam ile Mikdat bin Esved'e yetiştiler.
Zubeyr radıyallahu anh, şehidin cesedini attan alıp yere koydu...duşman karşısında rahat hareket edebilmesi lazımdı. Fakat O'nun cesedi yere koyduğu Ân muthiş bir şey oldu. Herkesin gozu onunde cereyan eden hadise, gorenleri iliklerine kadar urpertti. Olan şuydu: Hazreti Zubeyr'in mubarek cesedi yere koyduğu Ân toprak, O'nu hemen icine aldı. Sanki yer hasretle yarılmış ve nicedir ozlediği şehidi kalbine gommuştu.
Zubeyr, kendisini ve arkadaşı Mikdat'ı Kureyş kÂfirlerine aile mensuplarını sayarak tanıttı ve:
-İsterseniz karşılıklı ok atalım, isterseniz herkes kendi yoluna gitsin, dedi.
O kalabalık insanlar, iki mucahide ilişmeden uzaklaşıp gittiler.
Habib bin Adî'den sonra Zeyd bin Desinne asılmıştı:
Bu sahabiye de benzeri azaplar yaşatılıyor:
-YÂ Zeyd bak işte arkadaşın oldu. BÂri sen aklını kullan. Sebepsiz yere canından olma!
-Ne istiyorsunuz?
-İslÂmdan don serbest bırakalım.
-İslÂmdan donmek; yani Allah'ı ve O'nun Âlemlere rahmet olarak gonderdiği Peygamberi inkÂr etmek! Oyle mi?
-Evet.
-Ey zÂlimler şunu bilin ki Zeyd'in bin canı olsa binini de Allah ve Resûlune feda eder. Sizden af ve serbestlik isteyen mi var?
Ebu Sufyan sordu:
-YÂ Zeyd şimdi senin yerinde Peygamberin olsun istemez miydin? Sen O'nun yoluna can verirken O, şimdi sevdikleri ile beraber..
-Siz ne anlayış fukarası insanlarsınız. Ben, O'nun ayağına diken batmasına bile tahammul edemem.
Ebu Sufyan, bile hakikati dile getirmek zorunda kaldı:
-Şu yaşıma geldim. Eshabının Muhammed'i sevdiği gibi kimsenin kimseyi sevdiğini gormedim.
O'nu da okladılar...vucudu oklardan delik deşik olan Zeyd bin Desinne'nin ipini de aynı cellat cekti.
Bedr ve Uhud harplerine katılma şerefine sahip ve Sevgili Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellemin Halid bin Ebi Bukeyr'le kardeş yaptığı şanlı sahabi de diğer şehidlerimiz gibi omur defterini dini uğruna canını vererek şerefle kapatmıştı; radıyallahu teÂl anh.
Lıhyanoğulları, kindar kadın Sulafe binti Sa'd'e gidip mukafaatlarını istediler:
-YÂ Sulafe, gozun aydın! Âsım bin Sabit'i oldurduk. Odulumuzu isteriz...
...ancak Sulafe, kindar olduğu kadar kurnazdı da. Cevabı ile katilleri şaşırttı:
-Ben, 'odulu Âsım'ın veya yakınlarımı katleden diğer kimselerden birinin başını getirirseniz vereceğim' demiştim.
-Şart mı. Oldurduk ya!
-Elbette şart. Cunku konuşmamız oyle.
-Ama ceset kayboldu.
-Kaybetmeseydiniz.
-Ne yapabilirdik?
-Siz daha iyibilirsiniz.
-Yani sen şimdi develeri vermiyecek misin?
-Nicin vereyim?
Lıhyanoğulları asabileştiler:
-Sen sozunden caymak icin bahane arayan bir yalancısın.
-Ben yalancı değilim; ama siz ahmaksınız. Defolun şuradan
[IMG]http://img246.**************/img246/2930/besmelekuran3pv.jpg[/IMG]
__________________
Bİr İdam MahkÛmunun İkİ Rek'at Namazi
Dini Bilgiler0 Mesaj
●23 Görüntüleme
- ReadBull.net
- Eğitim Forumları
- İslami Bilgiler
- Dini Bilgiler
- Bİr İdam MahkÛmunun İkİ Rek'at Namazi
-
12-09-2019, 23:38:33