Hz. SULEYMAN'IN SALTANATI
Hz. Davud'un on dokuz oğlundan Suleyman aleyhisselĂ‚m on uc yaşında onun varisi olarak yerine gecti ve insanlar arasında hak ve adalet ile hukumler yerine getirmek hususunda peygamberlik ve hukumdarlık makamını tuttu. Allahu TeĂ‚lĂ‚'nın nimetlerini anlatıp teşhir ederek kendilerine verilen faziletli ilmi ve mucizeleri tasdik icin halkı davet etmek uzere:
— Ey insanlar! Bize kuş mantıki, kuş dili oğretildi, dedi.
Suleyman aleyhisselĂ‚m Allahu TeĂ‚lĂ‚'nın kendisine kuş mantıkî ve kuş dilini oğretmesini soylemekle peygamberliğini anlatmış oluyordu. Hukumdarlığını da ifade etmek icin şoyle dedi:
— Bize her şeyden verildi. Şuphesiz ki bu oğretilen ilimle verilen servet herhalde apacık bir ihsandır. Allahu TeĂ‚lĂ‚'nın hamd ve senaya lĂ‚yık o'an ve mu'min kullarından bir coğuna bile nasip olmamış bulunan o acık fazilet ve ihsanıdır ki, bunun şukrunu eda etmek icin Allah'ın kullarını bu nimetten istifadeye davet etmek bir vazife teşkil eder.
Allahu TeĂ‚lĂ‚, Suleyman aleyhisselĂ‚ma insan, cin ve kuşlardan kurulu ordular ihsan etmişti. Bunlar baştan sona zabt ve mertebelerine gore kumandanlarıyla sevk ve idare olunuyorlardı
Suleyman aleyhisselĂ‚m bu muhteşem ordusuyla bir gun yola cıkmıştı. Karınca Vadisi uzerine vardıkları zaman dişi bir karınca arkadaşlarına:
— «Ey karıncalar!, yerlerinize, yuvalarınıza cekilin, yoldan savulun; Suleyman ve askerleri sizi kırmasınlar. Bile bile bir karıncayı sebepsiz oldurmezler amma farkında olmazlar da kırar gecirirler. Onun icin yerlerinize cekilin de kendinizi kırdırmaya sebep olmayın.» Diyerek edep ve nezaket dĂ‚iresinde hakimane bir şekilde maiyyetini korudu ki burada ince bir karınca siyaseti vardır.
Fahruddîni Razî der ki: BĂ‚zı kitaplarda gorduğume gore karıncanın diğerlerine iceriye girmelerini emretmesi şunun icindir ki kavmi, Suleyman aleyhisselĂ‚mın saltanatını gorurler de Allahu TeĂ‚lĂ‚'nın kendilerine olan nimeti hakkında nankorluğe duşerler diye korktu. «Sakının sizi kırmasınlar» demekten muradı bu idi, yani kuvvei mĂ‚neviyyelerinin kırılması idi. Bu suretle bunda Dunya erbabı ile oturup kalkmanın mahzuruna bir tenbîh vardır.
Bunun uzerine Suleyman aleyhisselĂ‚m o karıncanın sozunden gulercesine tebessum etti. Karıncanın kavmi hakkındaki tedbir ve siyaseti ile kendi askeri hakkındaki guzel goruşu hoşuna gitti. Muhtemelen bir karıncanın bunları medih makamında şuursuzlukla mazur gormesi de
tuhafına geldi. Ve onun butun bu duygularını Allahu TeĂ‚lĂ‚'nın kendisine bildirmesinden de memnuniyetle pek duygulanarak şoyle dua etti:
— «Ey Rabbım!. Beni nefsime zabit kıl ki bana ve valideynime ihsan buyurduğun nimetine şukredeyim ve hoşnut olacağın iyi bir amel yapayım ve beni rahmetinle salih kulların icine dahil buyur.»
Suleyman aleyhisselĂ‚m bu duĂ‚sıyla Rabbından iki şey istedi. EvvelĂ‚ kendini nefsine bırakmayıp doğrudan doğruya idare ederek nefsine hĂ‚kim kılmasını istedi. Bunda da hususiyle iki maksat gozetti; birisi, kendine ve ana - babasına olan gecmiş nimetlere şukur, diğeri de gelecek icin rızaya uygun olacak şekilde iyi hizmetler yapmaya muvaffak olmak, ki bunun ikisi dunyada Ă‚hiret sevabının vesilesini talep, ikincisi de, salih kulların icinde rahmetine dahil buyur, diye Ă‚hiret sevabının kendisidir. Burada salihlikten murad, tam ve kĂ‚mil mĂ‚nĂ‚da bir salihliktir ki, hic bir gunĂ‚h lekesi olmayarak Rahman'ın rahmetine kavuşmaktır. Saltanat tecelliyatının harikalar koparıcı bir deminde Hz. Suleyman'ın bu duası ile ibraz ettiği kudsî ruh, fazilet hisselerinin başı olmak lĂ‚zım gelen devlet adamlarına cok yuksek ilhamlar verecek dersleri ihtiva eder.
Suleyman aleyhisselĂ‚m bu duasından sonra kuşları, ucar kuvvetleri teftiş etti. Devlet adamlığı, Devletin kuvvetlerini ve işlerini parcalarına varıncaya kadar tetkik etmeyi icab ettiriyordu. Bu teftişinde araştırmalarını bitirdikten sonra:
— «Ben niye Hudhud kuşunu gormuyorum? Yoksa kayıplara mı karıştı? Elbette ona şiddetli bir azap ederim veya boynunu keserim, yahut da bana her halde acık kuvvetli bir delil getirir.»
Kadı Beyzavî'nin naklettiği şekilde rivayet olunuyor ki, Suleyman aleyhisselĂ‚m Beyti Makdis'in binasını tamamlayınca hac icin hazırlanıp Harem-i Şerife gitti. Burada dilediği kadar kaldıktan sonra Yemen'e doğru yola cıktı. Sabahleyin Mekke'den cıkıp oğleyin San'aya vardı. Buranın arazisi hoşuna gitti ve oraya konakladı, fakat, su bulamadı. Hudhud ise keşifcisi idi. Suyu iyi bulurdu.. Bunun uzerine araştırdı bulamadı. Cunku Suleyman aleyhisselĂ‚m indiği sırada o havada bir devir yapmış diğer bir Hudhud'un durduğunu gormuş yanına inmişti, ikisi anlaşmışlar, bunun uzerine onun anlattığını gormek uzere beraber ucmuş daha sonra ikindiden sonra gelip anlatmıştı. Beyzavî bunu naklettikten sonra:
— «Allahu TeĂ‚lĂ‚'nın taaccup edilecek kudretinde ve has kullarına bahşettiği hususiyetlerde belki bundan daha buyuk şeyler vardır, Onları tanıyanlar tasdik edip hurmet duyarlar, imĂ‚n sĂ‚nından olmayan inkarcılar da bıkar ederler» diye bir ihtar yapmıştır.
Burada kuşun bir posta veya keşif teyyaresi gibi duşunulmesi de mumkundur. Tayyareyi goren zamanımız inkarcılarının bunları inkĂ‚r etmesi ise busbutun manasızdır.
Derken bekledi, cok gecmeden Hudhud geldi ve mazeretini beyan eden acık ve kat'î bir delil ile gelerek:
— «Ben senin henuz varamadığın yere vardım, dolaştım, keşiflerde bulundum. Sence tamam olmayan bilgileri etraflıca kavradım. Sana Sebe'den ehemmiyetli, yakîn bir haber getirdim. Ben orada bir kadın buldum ki onlara hukumdarlık ediyor. Kendisine her şeyden verilmiş ve azametli bir tahtı var. Ben o kadını ve kavmini Allah'a değil, Guneş'e secde eder olarak buldum. Şeytan onlara amellerini yaldızlamış, bu suretle Allah'a secde etmemeleri icin kendilerini yoldan sapıtmış da doğru gidemiyorlar. O Allah ki Goklerde ve Yerlerde gizliyi cıkarır ve neyi saklıyorlar, neyi acıklıyorlarsa bilir. Allah'tan başka ilĂ‚h yok ancak O, O buyuk Arş'ın sahibi O, dedi.
Hudhud'un anlattığı bu kadının ismi Belkıs binti Şerahîl veya Belkıs binti Hed'hĂ‚d ibni Şerahbil olarak bildirilmekte ve 20 sene hukumdarlık ettiği kaydedilmektedir.
Hudhud'un ifa ettiği hizmetin zevkiyle neşeli bir şekilde «senin varmadığın yerlere vardım» diye soze başlamasında Suleyman aleyhisselĂ‚ma Allahu TeĂ‚lĂ‚ tarafından bir ikaz cilvesi vardır. «Ehemmiyetli, yakîn bir haber getirdim» demesinde, Devlet kapısına arz olunacak haberlerin iyi tahkik olunarak şupheden salim olmasının luzumuna işaret vardır. Belkıs'ın servet ve saltanatını azametle vasfetmesi de Hz. Suleyman'ı heyecana getirmek icindir.
Fakat dikkate şayandır ki Suleyman aleyhisselĂ‚m Hudhud'un diğer anlattıklarına hic ehemmiyet vermiyor ancak b kadının ve kavminin Allah'ı bırakıp Guneş'e taptıklarını anlatınca, o vakit:
— Bakalım, doğru musun yoksa yalancılardan mısın? dedi. Boylece Hudhud'un «yakîn bir haber» teminatını kĂ‚fi gormedi, haberi vahid ile amel etmedi. Zira bir taraftan başkasının hukuku taalluk ediyordu, aynı zamanda Hudhud kaybolmuş olmak itibariyle tohmet altında bulunuyordu. Bu bakımdan tahkik ile amel etmek; gerekiyordu. Bunun icin şu emri verdi:
— Şu mektubumu gotur de onlara bırak, sonra don kendilerinden de bak neye varacaklar;
Burada Hudhud bir posta hizmetinde kullanılmış oluyor. Fakat bunda bir guvercinin mektup goturmesinden fazla bir şey var. Cunku bıraktıktan sonra cekilip netice hakkında bir tecessus yapması da emrolunuyor. Hudhud bu emri ifa etti. Onun icin Belkıs:
— «Ey milletin ayanı, ileri gelenleri, dedi. Bana bakın: Bir mektup bırakıldı bana; cok muhim, Suleyman'dan ve şoyle: «Bismillahir-rahmanirrahîm. Doğrusu bana karşı kafa tutmayın da muslim olarak gelin bana.» Ey milletin eşrafı, ey heyet, bana bir fetva verin. Bu işimde, vereceğim emir hakkında sizler bana şahit olmadıkca, siz hazır olmadıkca ben hic bir iş yapmış değilim. Şimdiye kadar Devlet işlerinden hic birinde diktatorluk yapmadım, sizin reylerinizi almadan hic birini kendiliğimden icra mevldine koymadım, her ne emir verdimse sizlerin huzurlarınızda ve reylerinizi alarak verdim. Onun icin bu mektup işinde sizin fetvanızla kuvvet almak istiyorum.» »«Sîzler şehadet etmedikce» denilmesinden bunların muhim işleri muşavere icin huzurunda toplanması mutad olan bir heyet olduğu anlaşılıyor. Bunların her biri on bin kişiyi temsil etmek uzere uc yuz on iki kişi olduğu da rivayet edilmiştir.
Bu heyete irad olunan bu noktada şimdiye kadar hukumet emrinde diktatorluk yapılmamış olması Ovulmek ve reylerinin esas tutulmuş olduğu beyan olunmak suretiyle cemile gosterilerek meşveretin ehemmiyeti tesbit edilmiştir ki, bunun zahirî bir parlĂ‚mento idaresi emir ve kumandaya mudahale derecesine varmayan meşru bir meşveret ve fetva verme mahiyetinden ileri gitmediği icin mufessirler burada yalnız istişarenin ehemmiyetinden bahsetmişlerdir.
Bu heyet Belkıs'a şoyle dediler:
— Biz kuvvet sahipleriyiz ve şiddetli bir harp ehliyiz.
«Biz» diyenler şahıslarını değil, mektuba muhatap "olan topluluğun, yani Devletlerinin kuvvetini kasdederek teslim olmamak icin harbetmek lĂ‚zım geleceğini duşunerek kuvvetimiz vardır, şiddetli harp edebiliriz diyorlar, / bununla beraber harbetmeyiz demiyorlar; ve emre mudahaleyi uygun gormuyorlar da harp olmaksızın bir care bulunabildiği takdirde memnun olacaklarını andırır bir şekilde selĂ‚hiyeti teslim ve siyasî edebe riayet ile sozu şoyle bitiriyorlar:
— Bununla beraber emir sana aiddir. Bak şimdi ne emrediyorsun? Harp mi yaparsın, yoksa sulha care mi bulursun? Bunun uzerine Belkıs dedi ki:
— Muhakkak ki hukumdar kısmı bir memlekete harp yoluyla girdikleri vakit onu bozar perişan ederler. Azîz olan ahalisini zelîl kılarlar. Kati, esaret, haps ve yoketme vesaire gibi ceşitli zillet ve felĂ‚kete mĂ‚ruz kılarlar. Boyle de yaparlar mı yaparlar. «Bana kafa tutmayın» diyen Suleyman da boyle yapar. Bu itibarla harpten mumkun olduğu Kadar sakınmak ve memleketi istilĂ‚ya sebebiyet vermemek icabeder. Ve her halde ben onlara bir hediye ile elci gondereceğim de bakacağım; gonderilenler ne ile donecekler? Yani bu şekilile onların huylarını yoklayacağım da ona gore hareket edeceğim. Bakalım mal ile savulabilecek kimseler mi?
Bu karar uzerine gonderilen elci Suleyman aleyhisselĂ‚ma vardı. Fakat o bu hediyeyi kabul etmeyerek şu suretle reddetti:
— Mal ile bana imdad mı ediyorsunuz? Allah'ın bana verdiği size verdiğinden daha iyi. Hayır siz hediyenize guveniyorsunuz. Don onlara, vallahi karşı gelemiyecekleri ordularla varırım da oradan kendilerini zinetler icinde hor, hakir oldukları halde cıkarırım.
Elciler Belkıs'e varıp Suleyman ale'yhisselĂ‚mın dediğini anlattıklarında «bilmiş olunuz ki, vallahi bu sade bir hukumdar değil, biz buna takat getiremeyiz» demiş ve tekrar bir elci gonderip «milletin beyleriyle huzuruna geliyorum, emrini ve davet ettiğin dinini gormek arzusundayım» diyerek beraberinde buyuk bir toplulukla hareket etmiş ve tahtını koşklerinin en sağlam ve muhafazalı yerine koydurup kapıları kilitleyerek ehemmiyetli şekilde emniyet altına aldırmış idi.
Suleyman aleyhisselĂ‚m onların hediyelerine guvendiklerini bilmişti. Bunun uzerine hediyelerini tehditli bir şekilde iade edince tekrar geleceklerini de bildiğinden gelir gelmez imĂ‚nlarına vesile olacak bir harika gostermek istedi ve yanındaki askerlerinin kumandanlarına şoyle dedi: — Ey heyet! O kadının tahtını kendileri bana muslim olarak gelmezden evvel hanginiz getirir?
Cinlerden şer ve kotulukte ileri gitmiş, tuttuğunu devirir, kuvvetli, becerikli, ele avuca girmez bir ifrit:
— Ben o tahtı makamından kalkmadan evvel sana getiririm. Muhakkak ben bu işi yapmaya karşı her hĂ‚lde kuvvetliyim, eminim; hem kolay getiririm hem de hic bir hiyanet etmem, değiştirip bozmadan hic bir şeyi kaybetmeksizin getiririm, diye te'kidlerle teminatta bulundu.
«Makamından kalkmadan evvel» diyor ki, Suleyman aleyhisselĂ‚m'ın makamında her gun sabahtan oğleye kadar oturduğu rivayet edilmektedir.
Nezdinde kitaptan bir ilim bulunan bir zat ise:
— Ben o tahtı sen gozunu kırpmadan evvel getiririm, dedi. Boyle derdemez de Belkıs'ın tahtını yanında durur vaziyette goren Hz. Suleyman şoyle dedi:
— Bu Rabbımın mutad cereyan eden sunnetinden değil, fazıl ve ihsanındandır. Bu beni imtihan icin ki, şukur mu edeceğim, yoksa nankorluk mu? Her kim şukrederse sırf kendi lehine eder, her kim de nankorlukte bulunursa şuphe yok ki Rabbım ganîdir, kerem sahibidir.
Nezdinde kitaptan bir ilim bulunan bu zatın Hızır aleyhisselĂ‚m, Suleyman aleyhisselĂ‚mın kendisi ve alimlerin ekserisine gore veziri Asaf ibni Berhıya'dır ki Sıddik olup dua edilince icabet olunan ismi Ă‚zami bilirdi. Hz. Suleyman'ın bir mucizesi olmak uzere veziri boyle bir keramet gostermiştir. Şuphesiz ashabından boyle bir kerametin zahir olması kendisinin daha cok yuksekliğine delĂ‚let eder. Ve bu ilim ona verilen ilimden olduğunu anlatır. Bu taht, Hz. Suleyman'ın San'ada bulunduğu rivayetine gore uc gunluk mesafeden getirilmiş oluyor. Zira San'a ile Sebe' arası bu kadar zamanda katediliyordu. O sırada San'adan donup Şam arzında bulunduğu rivayetine gore ise iki aylık mesafeden getirilmiş olmaktadır. Bu kadar mesafeden bir taht goz kırpıncaya kadar nasıl gelir? Şuphe yok ki bu alelade vak'alardan değil bir keramet ve mucize olmak uzere soz konusudur. Âsaf'ın bunu soylemesi ile getirmesi bir olmuştur. Yani soyleyinceye kadar getirmişti. Cunku ilmini biliyordu. Bir saniyede binlerce kilometre sur'at, zamanımız fen efkĂ‚rının duşuncesine alışmış olduğu meselelerdendir. Muhim olan nokta ancak bu hareketi yapmak icin tatbik olunacak kuvveti bilmekten ibarettir. Bir sĂ‚kiada, bir cereyanda, bir telgrafta gorulen bu sur'at bir kutlede de gorulebilir. Yalandan tesir icra ettiğini gorduğumuz iradenin bir telsiz gibi uzakta da Ă‚mil olduğunu gosteren misĂ‚ller de yok de'ğildir. Bu cazibe ile cisimlerin fezada ucuştuğu, bir irade ile uzuvların bedende oynadığı gibi bir irade ile afaktaki bir cismin mekĂ‚n atlaması da Kitap'ta Levhi Mahfuz'da sabit plan ilimdendir.
Tahtın gelmesinden sonra Suleyman aleyhisselĂ‚m maiyyetine şu emri verdi:
— O kadın icin tahtını yabancılaştırın, o değilden gosterin. Bakalım doğruyu bulacak mı? Kendi tahtı olduğunu bilecek, vaziyeti kavrayacak, hakikati anlayacak mı? Yoksa yola gelmezlerden mi olacak?
Tahtının getirilmiş olması hayret verici bir tasarrufla mulk ve saltanatının elinden alınmış olduğuna delĂ‚let eder. Boyle muthiş bir anda o tahtın, onun tahtı değilmiş gibi gosterilmesinde ve değişiklikler yapılmasında buyuk bir nezaket ibraz edilmiş ve bununla Belkıs'ın istidadı uzerinde, bir tecrube yapılmak istenmiştir.
Belkıs, Suleyman aleyhisselĂ‚mın huzuruna geldiği zaman:
— Boyle mi senin tahtın, denildi.
Bu senin tahtın, denilmedi, o değilmiş gibi gosterildi.
Sebe' melikesi Belkıs:
— Sanki o, o bununla beraber bize bundan evvel ilim verildi. Bu mucizeden once Hudhud'un mektup getirmesi gibi muşahade ve diğer duyduklarımız ile Allahu TeĂ‚lĂ‚'nın kudretine ve senin peygamberliğinin doğruluğuna ilmimiz hĂ‚sıl oldu. Ve musluman olduk, inandık teslim olduk, dedi.
Hic şaşırmadan vaziyeti olduğu gibi kavrayarak idarei kelĂ‚m etti. oyle de evvel niye gelmemişti? Daha evvel Allahu TeĂ‚lĂ‚'dan başka taptığı şeyler, dunya saltanatı kendisini alıkoymuştu. Cunku kĂ‚fir bir kavimden idi.
Kendisine koşke girmesi soylendiği zaman koşkun etrafını gorunce bir deniz sandı ve inciklerinden Bunun uzerine Suleyman aleyhisselĂ‚m:
— O sırcalardan doşenmiş cilĂ‚lı, parlak bir meydandır. Bir sırca saray ve icinden meydanına kadar buyuk bir havuz yapılıp su salınmış, icine balık vesair deniz hayvanları konulup uzeri şeffaf cam ile doşenmiştir.
O zaman Belkıs şoyle dedi:
— Ey Rabbım!. Şuphe yok ki ben onceden nefsine zulmetmişim, boş şeylere tapmışım. Şimdi Suleyman'ın yanında islĂ‚m'a erdim, Ă‚lemlerin Rabbı Allah'a teslim oldum.
Mufessirlerin ekserine gore Suleyman aleyhisselĂ‚m Belkıs'ı zevceliğe kabul etmiş ve mulkunde bırakmıştır.
Ataları Sebe ibni Yeşcub ibni Ya'rub ibni Kahta'nın namıyla anılan Sebe kavmi onceleri Guneşe taparlarken, melikeleri Belkıs idaresinde Hz. Suleyman'a itaat ederek memleketlerini kurtardıktan başka hayli yukselmişlerdi. Merkezleri ve meskenleri Yemen'de Me'rib şehri idi.
Vaktiyle bunların iskĂ‚n ettikleri yerde bir ibret vĂ‚ki olmuştu. Şoyle ki; sağ ve soldan iki Cennet, iki taraflı bağlar ve bostanlar hal lisanı ile diyorlardı ki:
— Rabbınızın rızkından yiyin de O'na şukredin. Bu nimetlerinin kıymetini bilerek ona gore ibadette bulunun. Cunku beldeniz bir belde, tayyibe, gayet hoş bir belde. Rabbınız mağfireti cok bir rab. Onun icin şukrunu bilin de iyi hizmetler edin.
Fakat buna Sebe'liler itiraz ettiler. On uc peygamberleri kendilerini hakka davet ettikleri halde şukurden kacındılar, hizmetine bakmadılar. Bu hareketlerinin bir cezası olarak da Allahu TeĂ‚lĂ‚ uzerlerine Arim deresinin ve seddinin selini salıverdi.
Bu Arim şeddi oyle ihtişamlı idi ki, ilk olarak Sebe ibni Yeşcuti tarafından yapılmış ve ona yetmiş kadar cay akıtılmış, uzak vadilerin selleri icerisine cevrilmişti. Daha sonra Yemen kabilelerinin babası olan Hmıyer tamirler yapmış, Lokmanı Ekber ibni Ad taşlarını kalay ve demirle percinlemiş, Zulkarneyn inşaalarda bulunmuş, Belkıs da iki dağ arasını taş ve zift ile kapatarak menbĂ‚ ve yağmur sularını biriktirmiş, sulama ameliyesi icin luzumu kadar arklar bırakmıştı. Seddin sahası beşbin metrekare olduğu rivayet edilmektedir.
Arîm selinden sonra Sebe kavminin o iki Cennetleri, iki taraflı bağ ve bostanları buruk yemişli, acı ılgınhk, kekremsi sidirlik halinde iki harap Cennete cevrildi. Allahu TeĂ‚lĂ‚ bunu onlara nimete nankorluklerinden dolayı belĂ‚ kılmıştı. Cunku o, hep oyle cok nankor olanları cezalandırır.
Allahu TeĂ‚lĂ‚ Sebe kavmine, mubarek kılıp bereketlendirdiği Şam beldeleri ile sırt sırta bitişik bir vaziyette koyler ihsan etmiş ve o beldelerde gidiş ve gelişleri muayyen olcu uzere tertip ve tanzimde bulunmuştu. O koylerin her biri yolcular icin birer istasyon ve birer konaklık halinde idi; birinden cıkan kişi azık taşımadan, acıkta yatmadan ve tehlike gormeden diğerine gidebiliyordu. oyle ki o acık koyler icinde gecelerce ve gunduzlerce emniyet ve asayiş icinde gidip gelmek imkĂ‚nı her zaman mevcuttu, oyle intizamlı, oyle emniyetliydi. Ciddî bir suvari iki aydan fazla bu mĂ‚mûrelik icinde giderdi ve dort aylık mesafeden ahali yekdiğerinden ateş alıp verirlerdi. Boylece yalnız Sebe değil, Yemen'den Şam'a kadar Arabistan'ın butun vaziyeti bu şekilde bir mĂ‚mûrelik icindeydi ki cok dikkate şayandır.
İşte bu nimete karşı da Sebe'liler nankorluk yaparak:
— Ey Rabbımız, bizim bu seferlerimizin mesafesini uzaklaştır, dediler.
İsrail oğullarının hayır olan yuceyi, aşağı nesneye değişmek istedikleri gibi bunlar da o mĂ‚mûriyetten bîzarhk gosterdiler, onların aralarından kalkarak aralarına uzun mesafelerin, sahraların girmesini istediler. Zira belĂ‚larını aradılar. Halis muminlerden ibaret bir bolukten başkası Şeytana uydular, onun ardınca suruklendiler. Allahu TeĂ‚lĂ‚ da kendilerini efsĂ‚nelere, masallara cevirdi ve didik didik darmadağınık etti; Gassan Şam'a katıldı, Emmar Yesrib'e, Cuzam TihĂ‚me'ye, Ezd Umman'a vesaire...
Şuphesiz ki Sebe'lilerin bu kıssasında cok şukredecek her cok sabırlı icin elbette alacak delĂ‚letler vardır. Cok şukredici olmak icin cok sabırlı olmak lĂ‚zımdır, işte boyle cok sabırlı olup cok da nimetlere ermek ve cok şukredici olmak şĂ‚nından olan kimseler icin burada muhim ibretler bulunmaktadır. Heva ve heveslerini zabtedip zahmetlere, meşakkatlere tahammul ederek vazife ve ibadetlerine calışan sabırlı kimseler memleketlerini Allah'ın yardımıyla Cennet gibi imĂ‚r eder, nimetlere eserler. Allah'ın pek az olan şukredici kullarından olmak isteyenler de o nimetlerle azmayıp yine sabır ve sebat ile şukrune başlayarak sabır ehli cihadı icinde bulunurlar..
Hz. Suleyman Beyt'ul Makdis'i yaptırdığı sırada cağırdığı san'atkĂ‚rlar icinde sanat hilelerine vakıf bir takım Şeytanların kurdukları bir ihtilĂ‚l yuzunden bir muddet nufuzunu yitirmiş yahud tahtından ayrı duşmuş; bu suretle tahtında ya kendisi kuvvetsiz bir cesed hĂ‚linde hukumsuz kalmış, yahud tahtı da işgal olunup ona kırk gun kadar heykel gibi birisi oturtulmuştu. Mason tarihlerinde mason cemiyetlerinin Suleyman aleyhisselĂ‚m aleyhine yapılan bu ihtilĂ‚l hareketlerini esas kabul ettikleri ve reisinin hatırasına hurmet ettikleri soylenmektedir.
Suleyman aleyhisselĂ‚mın mulkunde fitne cıkıp hukumetini kaybettiği zaman insan ve cin şeytanları pek azıtmış, dinsizlikte ileri gitmişti. Bu fitneyi cıkaranlar icinde bir takım hilekĂ‚r san'atkĂ‚rlar da vardı, işte tamamen duşman ve vahiy menbĂ‚ından uzak olan bu şeytanlar, olan ve olacak hadiseler hakkında kulak hırsızlığı ile bir takım bilgiler edinirler ve bunun birine yuzlerce yalan ve uydurmalar karıştırarak gizli gizli neşriyatta bulunurlardı. Buna vasıta olmak icin de kĂ‚hinleri secerler ve onlara telkinler yaparlardı. Bazı haberleri doğru cıktıkca kĂ‚hinler bunlara guvenir, bunun yanında binlerce uydurmalar \ da yayarlardı. Derken bu kĂ‚hinler bunları topladılar, cin cağırmak ve gonul sinirlemek hakkında turlu turlu sihir ve efsun kitapları yazdılar. Bu arada gecmiş ve gelecek şeyler hakkında haberlere benzer efsĂ‚neler, masallar, romanlar, yalanlar, dolanlar neşrettiler. Tarihî hĂ‚dise ve hakikatler tahrif olunarak insanların fikirlerini aldatacak yanlış ve eğri yollara sevkedecek hurafeler neşrolunur ve bunlar arasına bĂ‚zı ilmî, hikmetli şeyler karıştırılarak suistimal edilirdi. Bu suretle «cinler gaybi biliyor» diye şayi olmuş ve bu şeytanların uydurma ve duzmeleri yuzunden fitne cıkmış, Suleyman aleyhisselĂ‚mın hukumeti bir muddet icin elinden gitmişti;
Bu fitne olduktan sonra Suleyman aleyhisselĂ‚m tevbe ile Allahu TeĂ‚lĂ‚'ya sığınıp tekrar tahtına dondu ve şoyle dua etti:
— Ya Rab!. Bana mağfiret buyur, her ne kusur ve hatĂ‚ sĂ‚dır oldu ise afv ve kereminle ort. Ve bana oyle bir mulk bağışla ki benden kimseye gerekmesin, benim halime munĂ‚sip, bana mahsus bir mucize olsun, oyle anlı şanlı bir mulk ver ki ben ona nail olup oldukten sonra «Dunya mulkunun vefası olsaydı Suleyman'a olurdu» denilsin de kimsenin Dunya mulkune hırs ve rağbeti uygun olmasın.
Bu duĂ‚sıyla daha ziyĂ‚de Dunya mulku değil, Âhiret mulkunu talep eden Suleyman AleyhisselĂ‚mın bu isteğiyle Allahu TeĂ‚lĂ‚ onun emrine ruzgĂ‚rı verdi. O ruzgĂ‚r ona bağlı idi ki bir memur gibi onun emriyle tam itaat icerisinde istediği yere akardı. Suleyman aleyhisselĂ‚mın emrindeki bu ruzgĂ‚rın butun şu ruzgĂ‚rlar olmayıp hususî bir ruzgĂ‚r olduğu ifade edilmiştir. Cunku diğer ruzgĂ‚rlar ihtiyac vakitlerinde umumun menfaati icindir. Yani IIz. Suleyman isterse butun Ă‚lemin ruzgĂ‚rını tutabilirdi demek değil, havada bir cereyanına tasarruf ctlcbilir ve onunla dilediği yere gidebilirdi. O bir ruzgĂ‚r idi ki sabah gidişi bir ay, akşam donuşu de bir aydı, Şer'an bir gunluk yol altı saat olduğuna gore otuz kilometre itibar edilirse gidişi dokuz yuz kilometre, gelişi de dokuz yuz kilometre olarak bin sekiz yuz kilometre mesafe kateder. Burada dunya mulkunun bir ruzgĂ‚r gibi gelip gecici olduğuna da bir telmih vardır:
Seyretti heva uzre denir tahtı Suleyman Ol saltanatın yeller eser şimdi yerinde
Allahu TeĂ‚lĂ‚, fitnenin menşei olan Şeytanları da Suleyman aleyhisselĂ‚mın emrine verdi. Bu Şeytanlar bir takım sanat dehalarına sahip olup uc mertebeye ayrılıyordu. Birinci kısmı her turlu yapıcılık, bina yapma san'atının her ceşidini bilen mimar, usta ve kalfalardı, ikinci kısmı deniz diplerine dalmakta mahir,olan dalgıclardı. Ucuncu kısmı ise diğer san'atlara vakıf olan insan ve cin şeytanlarını icine almaktaydı. Bunlar şer ve fesadlarına meydan verilmeyecek şekilde birbirlerine zincirlerle catılı şekilde sıkı bir kayıt ve zabt altına alınmışlardı.
Hz. Suleyman'ın emrine bizim izah edemeyeceğimiz gizli mahlûklar olan Cinlerden de verilmişti. Bu cinler san'at sırlarını bilen san'atkĂ‚rlardı ki Suleyman aleyhisselĂ‚m ne isterse yaparlardı. Cunku azıcık bir sapma ile yanacak vaziyette ateş kenarında şiddetli bir tazyik icinde calışıyorlardı. Bunlar Hz. Suleyman'a mihraplar, mescidler, ceşitli nakışlar, canak şeklinde havuzlar ve gerek topraktan, gerek diğer madenden yerinden kalkmaz, ağır ve sabit comlekler, tencereler ve kazan gibi yemek pişen kaplar yaparlardı.
Allahu TeĂ‚lĂ‚ bunlardan başka Suleyman aleyhisselĂ‚ma ilĂ‚hî bir ihsan olan bir san'at ilmiyle erimiş bakır madenini sel gibi akıttı ki bunun Yemen'de vaki olduğu rivayet edilmiştir.
Allahu TeĂ‚lĂ‚ bu ihsan ve saltanatlarını kendisine bağışladıktan sonra Suleyman aleyhisselĂ‚ma şoyle buyurdu:
— Bunlar bizim, bahşişimiz, vergimizdir. Artik diledigine kerem et, ihsan et, dilediginden de men et ya Suleyman. Hesap yok. Zira tasarruf sana verilmiştir. Hesabi olmayan bir bahşiştir bu. Dunyada boyle olmakla beraber, şu da muhakkak ki ona huzuru izzetimizde şuphesiz bir yakinlik ve cennette guzel bir merci ve makam vardir.
Suleyman aleyhisselĂ‚m emrine verilen bu Şeytanlar ve Cinleri Beyt'ul Makdis'in inşaasinda caliştiriyor ve onlara bu mukaddes mabedi yaptiriyordu. Allahu TeĂ‚lĂ‚ da, omru tamam olduğu icin bu peygamberinin olumune hukum verdi. O Cinlere ve Şeytanlara Hz. Suleyman'in olumunu sezdiren olmadi. Bir yıl kadar asasina dayali olarak kaldi. Ancak bir guve bocegi yere dayandigi asasini yiyordu. Bu bocegin degnegini yemesi sebebiyle Suleyman aleyhisselĂ‚m yere yıkıldığı zaman anlaşıldı ki, Cinler eğer gaybı bilir olsalardi o zilletli azab icinde bekleyip durmazlardi, înşaasına memur olup da bir yilda zahmetle tamamladikları Beyt'ul Makdis'i yapmazlardı.
Suleyman aleyhisselĂ‚m mulkunde fitne cikaran Şeytanlar ve Cinleri Allahu TeĂ‚lĂ‚'nın yardimiyla mağlûp edip hepsini zapt altında emrine aldıktan sonra, onların meydana getirdiği sihir kitaplarını toplatmış ve tahtının altında bir mahzene gommuştu. Vefatından bir muddet sonra hakikate Ă‚şinĂ‚ olan alimler de kalmayınca Şeytanlardan insan suretinde birisi cıkıp: - Ey insanlar!, bilmiş olunuz ki Davud oglu Suleyman peygamber degil bir sihirbazdı; cinleri şeytanları ve ruzgĂ‚rları hep sihir ile buyulerdi. O neye erdi ise sihir ilmi ile erdi. İnanmazsanız sarayını arayınız, sakladığı kitaplarını bulursunuz, diye ilĂ‚n etti ve bu kitapların gomulu olduğu yeri gosterdi.
Bunun uzerine orayı actılar ve hakikaten bir cok kitap cıkardılar. Bunlar sihir ve efsĂ‚ne kitaplarıydı. Bu vaziyet karşısında «Suleyman sihirbazmış, hukumetini sihir ile idare edermiş» diye şayi oldu. Diğer bazı mufessirlerin rivayetine gore bu kitaplar Hz. Suleyman'ın vefatindan sonra yazılıp gomulmuş ve bir takımlarının uzerine veziri Asaf İbru Berhiya'nin eseri gibi sahte unvanlar konulmuş, ayni hile ile neşredilmiştir.
Zaten Mısır'dan beri Israil oğulları arasında sihir ve hokkabazlık meşhûl değildi. Fakat bu defa başka bir renk almış; bir taraftan siyasî ve ictimaî entrikalarla Suleyman aleyhisselĂ‚mın devleti aleyhinde takip edilmig, diğer taraftan onun dunyayı sihirleyen ilmi diye onun nĂ‚mına iftira ile itibar kazandırılmak istenilmiştir. Sonradan İsrail oğulları Suleyman aleyhisselĂ‚ma bir Peygamber değil, sihirbaz bir hukumdar nazarı ile bakarlarmış. Ve bunun icin İsrail oğulları hususiyle hukumetlerini kaybettikten sonra milletler arasında gizli yollarla bu kabil neşriyatı revacta tutmaktan ve huner şeklinde sihirbazlık etmekten geri kalmıyorlardı. Ne zaman ki Hatemul enbiya olan Peygamber Efendimiz geldi ve Tevrat'ı soz konusu etti. O zaman donup bununla mucadeleye başladılar. «Peygamberlik yolu ile buna karşı koyamayacağız, biz ne yapsak Cibril ona haber veriyor» dediler ve Cibril aleyhisselĂ‚ma duşman oldular. Tevrat'ı da busbutun arkalarına atarak sihir ve uydurma yoluna saptılar. Bu şeytanî eserlere uyarak «Suleyman, Muhammed'in dediği gibi Peygamber değildi, sihirbaz bir hukumdardı, sihirlerini mucize gibi gosterirdi» diye iftira ettiler. Bunların iddialarına gore Hz. Suleyman'ın -hĂ‚şĂ‚- kĂ‚fir olması lĂ‚zım geliyordu. Cunku sinirin bu derecesi kufur olduğunda şuphe yoktur. Halbuki Suleyman aleyhisselĂ‚m kĂ‚fir değildi. LĂ‚kin otta sihirbaz diyen şeytanlar kufre daldılar ki insanlara sihir oğretiyorlardı, halkı kandırıp sapıtıyorlar ve bunu talim ediyorlardı.
Bu insan ve cin şeytanları sırf kendi uydurmaları olan sihri bir de eski bir medeniyetin beşiği bulunan Babil şehrinde Harut ve Marut ismindeki iki meleğe indirilenleri insanlara, o zamanki İsrail Oğullarına Babillilere ilham yoluyla Allah tarafından bir imtihan ve tecrube olarak oğrettikleri yaratılış sırlarından bazı garip harikalar, hakikatte sihir değildi, fakat şer ve fesad ehli elinde sihir icin kullanılarak kufre oğretiyorlar ve boyle yapmakla kĂ‚fir oluyorlardı. Halbuki Harut ve Marut bunu insanlara oğretecekleri zaman «bizim belleteceğimiz şeyler fitneye yonelticidir ve sihir yapılarak kotuye kullanılması kufurdur. Sakın bunları oyle oğrenip ve yapıp da kufre girme» demedikce ve bu yolda nasihat etmedikce onları bir kimseye belletmezler, gelişi guzel herkese talim etmezler, suistimalden, kufurden ve sihirden men'ederlerdi. Boylece bazı sırları oğrenen Babil ahalisi bunların şerre de elverişli olduğunu ve suistimalinin kufur olacağını oğrenmişlerdi. O halde bu iki meleke indirilen ve Babil halkına ilham yoluyla oğretilen bu şeyler aslında sihir değildi. LĂ‚kin sihir halinde kullanılabilir ve boyle kullanılması apacık kufur olurdu. Aslında her ilim muhterem ve buyukluğu nisbetinde ilmî haysiyetle hayra ve şerre musaiddir. İlim ne kadar ince ve yuksek olursa şer ve fitne ihtimali de o olcude buyuk olur. Bundan dolayıdır ki hakkın alĂ‚meti olan hakikî dini, doğru yolu isbat ve kuvvetlendirmek icin Allahu TeĂ‚lĂ‚ tarafından ihsan olunan mucizeler, kerametler, ve sair ilimler, hikmetler, feriler bahane kabul edilerek Ă‚lemde ne kadar melanetler ve kufurler yayılmıştır ki bunların hepsi haram ve kufur olan sihir cumlesine dahildir. Bu ise ilmin aslındaki ilmî haysiyeti değil, amelî haysiyetidir, ilim guzel kullanılırsa zehirlerden ilĂ‚clar yapılır, kotuye kullanıldığı takdirde ilĂ‚clardan zehirler husule getirilir. HattĂ‚ bunun icin şeriat alimlerinin ekseri şunu istidlal ve istinbat etmişlerdir: Zatînde şer'an haram olan hic bir ilim yoktur. HattĂ‚ şerrinden korunmak icin sihri bilmek bile haram değildir. Ancak yapmak haramdır ve kufurdur. Oğreniminin de bu haysiyetle kayıtlı bulunması, gerekir. HĂ‚sılı sihrin mahiyeti asıl amelî haysiyetlidedir ve sihir bir amelî ilimdir. Bir, şer ve hile sanatıdır. Ve bu amel baza hakikat ilimlerine kayıtlı olabilir ve onların suistimali ile sihir yapılır; meselĂ‚, elektrik bahsi bugun muhim bir ilim ve elektrikcilik muhim bir san'attır. Bunun kotuye kullanılmasından ve şer yollarında tatbik edilmesinden de bir cok sihirler yapılması mumkundur. LĂ‚kin bunun boyle olmasından, elektrik ilminin aslında bir, sihir olması lĂ‚zım gelmez, işte Babil'de Harut ve Marut ilhamiyle oğretilen şeyler de buna benzer bir hĂ‚disedir. Bunun icin bu oğretilenler esasında melekî bir kıymette oldukları halde tatbik cihetiyle sihre musait olmuştur. Demek ki sihir sırf şeytanî bir şeydir ve başlıca iki kısımdır. Birisi Şeytanların sırf kendilerinden uydurdukları duzmelerdir. Diğeri de Babil'deki gibi esasında melekî olan bazı ilimler garip san'atların kotuye kullanılmasından hĂ‚sıl olmaktadır.
Artık burada melekler sihir oğretirler mi diye bir sual ve cevap ile munakaşaya mahal yoktur. Melek sihir oğretmez, lĂ‚kin meleklerin hayır icin oğrettikleri hakikatler, kufur ehli ve şeytanlar elinde, şerde kullanılmak icin sihirde de kullanılabilir. Nitekim bunu Once Babil'liler yaptılar. Bunlar bu iki meleğin ilhamı ile keşfedip belledikleri Semavî ve Arzî, ruhanî ve cismĂ‚nî kuvvetleri ve bunların karıştırılmasından meydana gelen bazı muhim san'atları tabiat ve yıldızlara isnad ederek kufre girdiler. Bu sebeple Gıldanî sihri, tılsımat, kalfatriyat namıyla bir nevi şohret buldu. Sonra bir takım insan ve cin şeytanları da Suleyman aleyhisselĂ‚mın devletine karşı kısmen bunu ve kısmen de kendi uydurdukları duzmeleri takip ve tatbik etmişler ve bu suretle siyasi, ictimaî bir cok fesadlar cevirmişler ve hukumet ve devlet işleri icin bu sihirleri bir ilim diye yayıp itibar sağlamak yoluyla kufur icra etmişlerdi. O zamanın halkı olan İsrail oğulları bunları onlardan oğreniyorlardı ve milletler arasında bu yolu takip etmekten geri kalmıyorlardı. Nitekim Hatemul enbiya Efendimizin Peygamber olarak gonderilişi uzerine Kur'Ă‚n'ın icazı karşısında Allah'ın kitabı Tevrat'ı tamamen arkalarına atarak busbutun bu şeytanlara tĂ‚bi oldular.
Kitabullahı arkalarına atarak Suleyman aleyhisselĂ‚ma karşı o şeytanların takip ettikleri şeylere uyan (ehli kitap) Yehudî kavmi, bu kafir şeytanların oğrettiği bu iki nevi sihir kitaplarından koca ile karısının arasını ayıracak şeyler oğrenmişlerdi. Yani bunlar bu yol ile karı ile koca arasını bile ayırabilecek fesadlar ceviriyorlardı. Bunu yapabilecek olan kimselerin sihirlerle cemiyetlerde ne buyuk fitneler cıkarabileceğini kıyas ediniz. Karı ile kocasını ayıranlar, bu kadar kuvvetli bir ictimaî bağı kıranlar, bu cemiyetlere neler yapmazlar; komşular, hemşehriler arasında neler yapmazlar; milletin ferdlerini birbirine mi duşurmezler? Hukumet ile halkının arasını mı acmazlar? ihtilĂ‚ller mi cıkarmazlar? Goruluyor ki sihrin en buyuk tesiri ruhlar uzerindedir, fikirleri bozar, kalbleri celer, ahlĂ‚kı berbat, cemiyetleri perişan eder. Bu bakımdan sihrin aslı yoktur diye aldanmamalıdır ve boyle sihirbazlardan sakınmalıdır. Bununla beraber bunları yapanlar Allahu TeĂ‚lĂ‚'nın izni olmadıkca kimseye hic bir zarar yapamazlar. Hakikî tesir ne sihirde, ne sihirbazda, ne tabiatta, ne ruhta, ne gokte, ne yerde, ne şeytanda, ne de melektedir. Hakikî tesir sahibi ancak Allahu TeĂ‚lĂ‚'dır. Fayda ve zarar da ancak O'nun izniyle hĂ‚sıl olur. O halde her şeyden once Allah'dan korkmalı ve Allah'ın himayesine girmelidir. Ve bunlara karşı koymak icin de Allah'ın Kitabına sarılmalıdır. Allah'ın kitabını arkalarına atan bu sihirbazların her halde malûmdur ki Kitabullahı satıp da sihri alan bir kimsenin elbette Ă‚hirette hic bir nasibi yoktur. Bunun sonu apacık husrandır. Allahu TeĂ‚lĂ‚'nın celĂ‚li hakkı icin, bunların kendilerini sattıkları şey ne kotu şeydir amma bilir olsalardı. Gerci bunlar sihrin sonu ve sihirbazın Ă‚hiretten nasibi olmadığını ve sihre aldananın sonunun apacık husran olduğunu bilirler, fakat bir taraftan bu bilgileri ile amel etmedikleri icin hareketleri cahilanedir. Diğer taraftan ahiret nasipsizliğinin dehşetini bilmezler ve sihrin asıl zararı diğerlerinden ziyade yapanlara ait olacağını ve omurlerini nasıl cirkin bir şeyde gecirdiklerini bilmezler. Allahu TeĂ‚lĂ‚'nın rahmetinin genişliğine bakınız ki kendilerine yine şu merhametli nasihati inzal buyurmuştur:
— Bunlar butun bu kotulukler ile beraber îmĂ‚n edeler de Allah'dan korkarak bu fenalıklardan sakınsalardı, elbette Allah tarafından verilecek bir sevab butun o yaptıklarından ziyade haklarında hayır olurdu. Fakat bilir olsalardı.
(Neml, Bakara, SĂ‚d, AhzĂ‚b ve Sebe Sûreleri)
* * *
__________________
Hz. SULEYMAN'IN SALTANATI
Dini Bilgiler0 Mesaj
●27 Görüntüleme
- ReadBull.net
- Eđitim Forumlarý
- Ýslami Bilgiler
- Dini Bilgiler
- Hz. SULEYMAN'IN SALTANATI
-
12-09-2019, 23:37:17