Halep'te derisi yuzulerek oldurtulen (1417) unlu sufi Nesimi "Gercek hadîs imiş bu ki hûbun vefası yoh" der. Buyuk soz!.. Cok buyuk soz!..

Burada gecen "hadîs" kelimesinin lugattaki anlamı "doğru, gercek" demektir. Bu doğruluk sebebiyle Hz. Peygamber Muhammed Mustafa'nın ummetine bir tavır bicen soz ve hareketlerine hadis denmiştir. Yani hadis, kişideki insaniyetin gereğini ortaya cıkarmak, o cevheri gorunur kılmak bakımından doğruluk ve hakikatin aynası kabul edilir[1]. "Hûb" kelimesi edebiyat ve tasavvuf terminolojisinde "iyiliğe de sahip olan guzel (sevgili)"yi karşılar. Buna gore dizeyi gunumuz diline aşağı yukarı şoyle cevirebiliriz: "Hûbun (iyi ve guzel sevgilinin) vefası yoktur. İşte size en gercek (yani dunya yaratıldığından bu yana değişmeyen, her daim doğruluğu ispat edile gelen) haber." Şair burada sanki iyi ile vefalılığı birbiriyle celişiyormuş gibi gosteriyorsa da gercek oyle değildir. Cunku vefalı olmak iyilerin kÂrıdır. Kaldı ki vefa kelimesinin sufi yansımalarına baktığımızda şairin burada bir celişkiden ziyade seven ile sevilen arasındaki bir ilişkinin gereğine vurgu yaptığını goruruz. Vefa, her ne kadar sozlukte "bağlılık, sadakat" demek ise de sufilere gore "Ruhu gaflet uykusundan uyandırarak hakikatli Sevgili'ye yonlendirmek; zihni dunya dağdağası (masiva) ile meşgul etmemek" şeklinde tanımlanır. Cunku ancak ruh gafletten uyanır, akıl da dunya ilgisinden sıyrılırsa gonul Sevgili'ye yonelir, her şey Sevgili'ye gore duzenlenmeye, hayat Sevgili merkezli yaşanmaya başlar. Bu bakımdan vefa, ruhun durustluk icinde bulunması, ezelde verilen soze sadakatle bağlı kalmak, "Ben sizin Rabb'iniz değil miyim?" sorusuna karşı "Evet!" dediğimizi hic unutmamak demektir. Verdiği sozde durmayan insana vefalı denemeyeceğine gore Sevgili karşısında sozunu tutmayan bir Âşıka hic denemez. O halde "vefa", seven icin yaratılmış bir kavramdır. Ahde vefa, misaka bağlılık elbette sevenin boynuna borctur. Bunun mefhum-ı muhalifinden anlaşılan odur ki iyi ve guzel olan sevgilinin vefa gibi bir sorumluluğu bulunmamaktadır. Yani sevgiliden, Âşıklarına iyilikte bulunmak, yardım etmek, hallerini denetlemek gibi tavırlar beklenemeyeceği gibi hatta onlara gulumsemek, yuzlerine bir kerecik olsun bakmak (bir anlık tecelli) gibi haller de asla beklenemez. Cunku sevgili nazda, seven niyazda daim olmalıdır. Bunun icindir ki sevgilinin ayrılık, hicran, hasret gibi cefaları Âşıklar icin birer vefa sayılmalıdır. Cunku sevgili, sevenini muhatap alıp cefa ettiğine gore ona bir kimlik vermiş, onu Âşıkları arasında saymış demektir. Gerisi Âşıkın kendini aşk yolunda ne kadar yetiştirebileceği, ne derece kemal kesp edeceği, bu ayrılık ve elemler ile ne kadar pişebileceğiyle alakalı bir yolculuktan ibarettir. Yani sevgili Âşıkına hasret cektirerek gercekte onun hamlıktan kurtulmasına, kemale ermesine zemin hazırlamaktadır. Âşık bunun farkında olmaz da ayrılıktan, hicrandan şikÂyete başlarsa hamlık galebe calmış demektir ki sufiler arasında boylelerinin aşka yeteneği yok sayılır. Cunku sevgilinin Âşıkını (velev ki hicran ve firkate salmak biciminde olsun) muhatap almasından daha buyuk vefa olabilir mi? Ote yandan her sevgili aynı değildir ve sevgilinin vefadÂr olanı elbette tercih edilir. Arada sırada da olsa Âşıkına merhaba diyen, bir goz ucuyla da olsa ona bakıvererek gonlunu şad eden bir sevgili hakikat adına vefa gosteren himmet, lutuf ve kerem sahibi yuce bir sevgili demektir. Bir sultanın, kullarına arada sırada yuzunu gostermesi gibi. O kullar ki her biri sultana yakın olmak, ona karşı vefalarını gostermek icin yarış halindedirler. Nitekim Mutlak Sevgili olan Allah Taala, Kur'an-ı Kerim'de "Bana verdiğiniz ahde vefa edin ki size verdiğim ahde vefa edeyim (Bakara, 40)" buyurur. Bu durumda Âşıka duşen şey, tıpkı Fuzulî gibi duşunup "YÂr kılmazsa bana cevr u cefadan gayrı / Ben ona eylemezem sevgi vefadan gayrı" demekten gayrı ne olabilir ki?!... Mademki insanın KÂlû-BelÂ'da verdiği soz Âşıkı Sevgili'ye, kulu da Sultan'a bağlayan bir misaktır, o halde Âşıklık ile kulluk aynı kategoride değerlendirilmek gerekir. Bu durumda Âşıkın Sevgili'sine verdiği soz ile kulun Rabb'e verdiği soz arasında fark yoktur. İkisi de ahittir ve ikisinde de ahde vefa gerekir. Yalnızca vefanın yolları farklıdır. Mesela avam icin vefanın adı "ibadet"tir. Aydınlar icin vefadan kasıt "ubudiyet"tir (hakiki kulluk, aşırı bağlılık). Havas icin ise vefanın adı "ubûdet" (Sevgili icin kendinden vazgecmek) olmuştur. Bu kelimelerin hepsi abd (kul) kelimesinden turemiştir. Bu da bize, hangi derecede olursa olsun, kulluğun (Âşıklık) vefadan ibaret olduğunu anlatır. Vefa gosterilecek Sevgili ister Mutlak Guzel (Husn-i Mutlak) olan Allah, ister O'nun guzelliğinden zerre miktarını odunc taşıdığı icin guzelleşen beşer olsun, fark etmez. Ahde vefa esastır!..

[1] Bir sozun hadis olabilmesi icin insana bir doğru yol gostermesi, doğrulukta ornek olması, doğru olana yonlendirmesi gerekir. Soz gelimi Efendimiz bir gun "Bana bir tas su verin!" demiş olsun. Bu soz, icinde bir doğruluk ve insanın yaratılışındaki insaniyete yonelik bir yaptırım icermediği icin hadis kitaplarında yer almaz. Ama eğer Efendimiz "Bana bir bardak suyu şoyle verin (msl. Besmeleyle, nazikce vb.)" demiş olsaydı bu soz hadis olarak kayda girerdi. Cunku ummetine su verişte bir tavır bicmektedir.
İskender Pala



__________________