İlk gunumdu… Heyecandan, uyku girmedi gozume. Birkac saatlik uyumadan sonra bile, kendimi dinc hissediyordum sabah kalktığımda. Kahvaltı hazırlarken, soylemek istediklerimi tekrarladım. Kendi kendime konuşurken, sesimin şimdiden titrediğini hissettim. Uzun zaman olmuştu, bu heyecanı hissetmeyişim.

“Sen yaparsın demişti.” Yaşca benden buyuk bir bayan. “Cocuklara imanî bilgiler vermek, gorunurde kolaydır. Ancak bu iş en zor olanıdır. Ve herkes yapamaz” dediğinde icimde kelebekler havalanmış, ellerim titremiş ve dudaklarımdan sessizce “inşallah” sozu dokuluvermişti.

Yol boyu duşunmuş, bu işin altından kalkamayacağımdan korkmuştum. Cocuk demek, yarının yetişkini demekti. Ve şimdi ekilecek tohumlar, yarın filizlenip, meyveye duracaktı. Bahcıvanlığa niyet ederken, iyi duşunmek gerekirdi. Zira her cicek, aynı şartlarda yetişmezdi. Cocuklar da oyle! Her biri ayrı evlerden, ayrı anne ve babanın eğitiminden cıkarak geleceklerdi karşıma. Ben onlara bu zor zamanda, karın altındaki kardelen olmayı teklif edecektim.

Bu kadar kurgudan sonra, kendimi toparlamam gerektiğini fark ettim. Cunku nasipten ote yol yoktu. Ve ben sadece bir vesileydim. Evden cıkarken, hÂl giriş cumlelerimi bulmaya calışıyordum. Zira ilk kelimenin buyusune inananlardanım. Yavaş yurumek ve ruhumu teskin etmek icin biraz erken cıkmıştım. Derslerimizi yapacağımız yere yaklaştığımda, nabzımın daha hızlı attığını fark ettim ve biraz soluklanmak icin durdum. Kapıda bir karaltı ilgimi cekti.

Merdivenlerde oturan minik bir kız… “Merhaba” dediğimde, başını kaldırıp gozlerime baktı tebessumle. Komur karası gozleri ve beline kadar uzanan kıvırcık kestane rengi sacları… Kalkarken, elleriyle siyah kadife eteğinin arkasını silkeledi ve “Merhaba” dedi urkek bir sesle. Ardımdan yavaş adımlarla iceriye suzuldu. HÂl hatır sormanın ardından tanıştık: Ucuncu sınıfa gidiyormuş ve okumayı cok seviyormuş. Yanakları al al olmuştu birkac sorumu cevaplarken. Dunyanın en guzel renkleri susluyordu yanaklarını şimdi… Allah’ım, masumiyet ne hoş bir seyirdi!

***

Sırasıyla gelen minik kızlarla damağımızda kalan birkac saatlik ders, cok kısa geliyor ve evimin yolunu tuttuğumda dilimde mutluluğun mayhoş tadı kalıyor. Derken hafta sonlarını iple cektiğimi fark ediyorum. Bana ışıl ışıl bakan gozler ve ne anlatacağımı duymak icin nefes alırken bile sessizce veren minikler… Hepsi kucuk; ama kendilerinden daha buyuk bazen kelimeleri. Anlatılan her konunun ardından her ceşit sorular… Gulmemek icin, kendimi tuttuğum cocukca hatıralar…

Her gun koşarken zamanın ardından, ilk gun karşılaştığımız kucuk kız hafızamın bir yerine yerleşip kalıyor. Sabahın en erken saatinde gelip kapıda bekliyor beni. Heyecan doluyor her gelişinde. Dinlediklerini hayretle ozumsuyor ve gozlerindeki o parıltı, beni coşturdukca coşturuyor.

Tanışmak istiyorum bu kucuk kızın annesiyle. “Bu aşkı nasıl verdiniz yavrunuza?” diye sormak istiyorum. “Bir gun olunca yavrularım, ben de bu yolu takip etmeliyim” diyorum icten ice. Karşılaşıyoruz bir ara hasbelkader. Ortulu olmayan bu bayan, bana kızının aşkını anlatıyor, yağmur yağınca iptal edilen kursa gidemediği icin ağlayışını… Eve gelir gelmez yapılan ezberlerini. Usulca soruyorum: “Kızınız nasıl bu kadar aşk ve şevkle geliyor?” Ellerimi tutuyor annesi: “Ben ona hamile iken dokuz ay boyunca evimin yakınındaki bir Kur’Ân kursuna gitmeye başladım ve Kur’Ân harfleriyle ilk defa tanıştıktan sonra, dokuz ayda oğrendim Kur’Ân’ı.” diyor.

Ve ekliyor: “Kızımın ısrarlarına dayanamayacağım; artık ben de sohbetlerinize katılmak istiyorum…” Adres sorgu sualinden sonra yalnız kalırken ben, duÂdaydı ellerim. Gozlerimse ıslak… Arşınladığım caddenin her adımında “Bu bir keramet ya İlÂhî” diyorum… Meğer cocuklar da anneleri terbiye edermiş. Hidayetin kimin vesilesiyle geleceği mechul…


(Hatırasını paylaşan arkadaşım Meryem Bulutlar Akcay’a teşekkurler…)

Saadet Bayri -
__________________