Zeki cocuk derse başladı, kısa zamanda Kur'Ân-ı Kerim'i oğrendi... Bir gun; hocasının onunde Kur'Ân okurken, bir ayetle karşılaştı. Ayet-i kelimeyi tek tek heceledi. Yureğine muthiş bir kurşun saplanıvermişti! O ayetin mÂnasını duşunmekle, o cocuğun yuzu kirec gibi bembeyaz kesildi ve bir titreme aldı... Okumaya devam edemedi. Derhal evin yolunu tuttu ve kapıyı caldı. Babası iceriden seslendi:

"Kim o?"

"Benim baba, cabuk ac!"


Babası kapıya koşup acınca, gorduğu manzara karşısında korktu; cocuğunun yuzu urkutucu derecede solmuştu ve yavrucağı titreyip durmaktaydı. Hemen kollarını acıp sardı onu:

"Oğlum! Ne oldu sana boyle? Nicin benzin bu kadar sararmış?"

Guc bela cevap verdi cocuk:

"Bugun derste Kur'Ân-ı Kerim'den bir ayet okudum. MÂnÂsını duşununce yureğim eriyor sandım ve bu hÂle geldim."

Babası, cocuğunu iceriye alıp bir yere oturttuktan sonra tarifsiz bir merakla sordu yavrusuna:

"Ey gozumun nuru oğlum! Seni bu kadar sarsan ayet hangisi acaba?!"

"Şu ayettir." dedi cocuk ve her bir harfini yureğinde duya duya okudu o ayeti:

"İnkÂrcılığınıza devam ederseniz, dehşetinden cocukları birden ak saclı ihtiyarlara cevirecek o gunden kendinizi nasıl koruyabilirsiniz?" (Muzzemmil, 17)

Ayet-i celileyi tekrar etmek, cocuğun canına yeni bir ateş duşurdu, o masum yavrunun takati hepten kesildi ve yatağa duştu. Bu ayetin heybetinden hasta oldu ve kısa zaman sonra da vefat etti. O masum cocuğu, babası goturup kabre koydu.

Baba Ebu Bekir Verrak Hazretleri sık sık o cocuğun kabrine gider, toprakları avuclar, ağlar ve şoyle derdi:

"Ey Ebu Bekir Verrak! Senin kucucuk oğlun Kur'Ân'dan bir ayet okudu, Allah (cc) korkusundan can verdi. Sen; Kur'Ân-ı Kerim'i hatmedip duruyorsun ve "omur guneşin" kabir kuyusuna ağdı da, Allah'tan hic onun gibi korkmazsın. Meğer senin gonlun ne katı bir gonulmuş, vah sana..!"

Bu onun nefis muhasebesiydi, ama sozun asıl muhatapları bizlerdik, butun inananlar... "İnandık"larını soyleyenler!.. O buyuk zÂt ki, boylesine mubarek bir evlat yetiştirmiş, mualla birisi. Peki ya her gun Hak'tan, hakikatten yana yuzlerce soz duyan, okuyan ama irkilmeyen, kendisini duzeltmeyen, en azından şoyle bir cekiduzen vermeyen bizler... Camide verilen bir vaaz esnasında; "Allah'ı anmaktan dolayı kalplerinizin haşyet duyacağı an henuz gelmedi mi?" sorusu karşısında, kalbi orada catlayıp yığılan gencin hÂlini de dinleyince... Hicabdan ote bir hÂl gelmiyor elden...

Ve sozun hitamı;

Cenab-ı Allah'ın, o an ve haberin hatırlatılması anlamında, "gelmedi mi?" diye sorduğu ve bizleri kendimize gelmeye cağırdığı ayetler:

"Her şeyi kaplayacak kıyametin haberi sana gelmedi mi?" (ĞÂşiye Sûresi, 1) "Daha once inkar edip de, inkarlarının karşılığını tadan kimselerin haberi size gelmedi mi? Onlara, can yakıcı azap vardır." (TeğÂbun Sûresi, 5) "İnananların gonullerinin Allah'ı anması ve O'ndan inen gerceğe icten bağlanması zamanı daha gelmedi mi? Onlar, daha once kendilerine KitÂb verilenler gibi olmasınlar; onların uzerinden uzun zaman gecti de kalbleri katılaştı; coğu, yoldan cıkmış kimselerdir." (Hadîd Sûresi, 16)
OMER ŞAMİL KAFKAS

__________________