BİRİNCİ HİKÂYE

RÂbia-i Adeviyye Hazretleri bir gun muhabbetullahın fazlalaşması ile sahraya cıktığı zaman bir kimse ile karşılaşır. O kimse RÂbia'ya tama ile bakmaya başlayınca, RÂbia:

— Ey kişi, nicin nÂmahreme oyle bakarsın?

— Ey kadın senin muhabbetin canıma te'sir etti ve Âşık oldum Onun icin bakıyorum.

— Ey kişi, benim bir kız kardeşim vardır ve arkamdan geliyor. O daha guzeldir.

O kimse de kardeşini goreyim diye arkasına donunce, RÂbia, o kimsenin yuzune ansızın bir tokat indirerek:

— Be hey yalancı herif. Sana muhabbet davası etmek ne kadar uzak. Seni gorunce arif zannettim. Yanıma geldin Âşık zannettim. Şimdi ise tecrube ettim ve gordum ki, ne Âşık ve ne de arifsin. Aynı zamanda da muhabbet davasında yalancısın. Eğer muhabbet davasında sadık olsaydın, benden başkasına iltifat etmezdin, der ve muhabbete dÂir iki beyit okur.

Hakikaten delilsiz muhabbet edenlerin davaları bÂtıldır.



İKİNCİ HİKÂYE

Şeyh BÂyezid-i BestÂmî Hazretleri bir gun carşıda gezerken, iki avuclarını da yummuş guzel bir cariye gorur. Cariyeye avuclarını acmasını emir buyurunca, cariye «Efendimin izni olmadan acamam.» diyerek, efendisinden izin alır ve tekrar gelerek avuclarını acar. Avuclarından birisinde: «Bize muhabbet edeni biz muflis ederiz.» yazılı. Diğerinde ise: «Bizden yuz cevirene vesvese veririz.» yazılıdır.

Hz. BÂyezid bunları okuyunca bağırıp:

— Muhabbetullah dahi boyledir. Bir kimse Cenabı Hak'ka muhabbet etse, dunyada muflis, fakat Âhirette nice nimetlere nail olur, buyurmuşlardır.

Bunun icin asıl muhabbetin Cenabı Hak'ka olması lÂzımdır. Akıllı ve Âlim olanlar fÂniye muhabbet etmezler




UCUNCU HİKÂYE


Şeyh Ebû Omer Mazini Hazretleri bir gun, bir dağa cıktıkları zaman, gorduler ki, bir genc kışın en şiddetli soğuğunde ince bir gomlekle namaz kılıyor. Bir taraftan da uzerine kar yağmaktadır. Şeyh Hazretleri gencin yanına varıp:

— Ey genc, bu kar ve soğuğa nasıl tahammul ve sabrediyorsun?

— Ya Şeyh, bilmez misin ki, bir kimse Cenabı Hak'ka muhabbet eylese en şiddetli sıcak ve soğuklara tahammul eder, diye cevap verir.




DORDUNCU HİKÂYE

Nuh Bin Mansur isminde arif bir padişahın, zamanın teki denecek guzellikte bir oğlu varmış. Padişahın askerlerinden birisi de bu şehzadeye muhabbet ile Âşık olmuş. Bu iş o dereceye varmış ki, halk arasında yayılıp, padişahın kulağına kadar gelmiş.

Padişah bir gun şehzadeye, atına binip bir tarafta durmasını emreder ve O'nun Âşkını anlamak icin askerleri onunden gecirir. O bîcare Âşık olan asker gecerken benzi sararır ve rengi değişir. Padişah feraset nuru ile, Âşıkın o olduğunu anlar. Oğluna atından inerek, o askeri gucu yettiği kadar sıkmasını emreder. Şehzade de babasının emrini yerine getirince, dertli Âşık o anda ruhunu teslim eder.

Bunun uzerine padişah:

— Bu kişiyi alın ve ta'zim ile bizim kabristanımıza defnedin, diye emreder.

Bir kac gun sonra, padişaha arkadaşları, o kişiyi nicin kendi kabirlerine koydurduğunu sorarlar. Padişah:

— O kimseyi, muhabbet davasında sadık olup olmadığı hususunda imtihan ettik ve gorduk ki, sadıktır. Onun icin kendi kabrimize koydurduk. Bir kimse bize muhabbet ile helak olsa, o kimse bizdendir, diye buyurur.




BEŞİNCİ HİKÂYE

Bağdad şehrinde bir kimsenin gayet guzel bir mahbubesi olup, Mezkûr kimse o kadına son derece aşıkmış. Bir gun kadın, hamama gider ve hamamdan cıktıktan sonra Âşıkının yanına gelerek yuzunun pecesini indirir ve:

-— Benim yuzume bak ki, guzel suretimi hatırlarsın.

— Ey kadın, hikmeti nedir ki, yuzunu gosteriyorsun. Bugun bende aşkına sabır kalmadı.

— Bugun hamamdan cıktığım zaman bir aynaya baktım ve kendimi seyrettim. Gordum ki, hic bana benzer guzellikte bir guzel kimse yoktur. Yuzumu senden başka kimseye gostermeye razı olmadığım icin doğruca sana geldim.

— Ey kadın, bundan sonra ben sana bakmam.

— Nicin bakmıyorsun?

— Şimdiye kadar, sana olan muhabbetim, sana benden başka kimsenin bakmaması şartı ile idi. Şimdi ise sen, sana nazar etmişsin. Onun icin sana muhabbetim kalmadı. Zira bu muhabbette kimseyi ortak istemem.

İşte muhabbetullah da boyledir. Hic bir ortak kabul edilmez




ALTINCI HİKÂYE


Bir kimse, yine bir kadının arkasından Ona tama ederek giderken, kadın sorar:

— Nicin arkamdan geliyorsun?

— Seni seviyorum, onun icin arkandan geliyorum.

— Yuzumu gorsen ne yapardın? diyerek yuzunden pecesini indirince, o kimse bir de bakar ki, gozler gormemiş derecede guzeldir. O dertli kimsenin aşkı daha da artarak, kalbine bir ateş duşer. Kadın nihayet varıp evine girer. Âşıkı da evinin onunde oturup hayrete duşerek, acaba hayal mi goruyorum diye duşunceye dalar. Kadın evi uzerine cıkıp:

— Ya kişi, orada ne oturuyorsun. Var işine git. Yoksa akrabalarım seni gorurse helak ederler.

— Ey zamanın guzel kadını, eğer sen beni istemeseydin reddeder ve guzel cemÂlini gostermezdin. Ben de aşkın ateşine duşmezdim.

— Ey yiğit, herkes kendisini ancak Âşıkına gostermek ister. Sen şimdi git biraz aşk ateşi ile yanarak seyran eyle, der.



YEDİNCİ HİKÂYE


Ârif-i Billah evliyaullahtan birisi: «Ya Rabbi! Bu fakir, hakir ve zayıf kulunu, yaratıp vucut libasını giydirerek, alcak dunyaya gondermekteki hikmetin nedir?» diye tazarru ve niyaz ettiği zaman, kendisine hitaben:

— Ey kulum! Seni yaratmaktan muradım, ancak kalbinde olan muhabbet icindir, diye hitab-ı izzet olunmuştur.

Kur'an-ı Azîmuşşan'da ki «Yuhibbuhum ve yuhibbûnehû, ilah» Âyet-i kerimesi buna işarettir. Yani Cenabı Hak kullarını sever ve kendisini de kullarına sevdirir.




SEKİZİNCİ HİKÂYE


Meşayihten birisi, Nişabur şehrinde, eczane onunde dururken orada bir yuk misk gorur ve onu seyretmeye başlar. O esnada dukkÂnın icinde gayet guzel yuzlu bir genc gorerek «Biraz da Allah'ın sanatına temaşa edelim,» diye o gence bakar. Ve genc şeyhin cok hoşuna gider. Biraz sonra orada mevcud bulunan bir mescide girip:

— Ya Rabbi! O genc kuluna bende son derece bir muhabbet hasıl oldu. O kulunu kendi rızayı şerifin icin bin hatm-i şerif okumaya satın aldım. Bana muyesser eyle, diye tazaıruda bulunur. Tekrar bir abdest alarak hatme başlar. Aylarca okuduktan sonra nihayet tamamlar. Bir de bakar ki, o eczacı oğlunu getirerek:

— Ya Şeyh, bu evladımı sana verdim, hizmetinizde olsun, der. Fakat şeyh kabul etmek istamez. Eczacı ise son derece İsrar eder. Bunun uzerine eczacıya neden bu kadar İsrar ettiğini sorar. Eczacı da şoyle anlatır:

— Biraz evvel dukkÂnımda beni bir uyku bastırdı. Ve ruyamda taraf-ı izzetten: «oğlunu elinden tutup filan mesciddeki şeyhe teslim et. Zira o şeyh oğlunu bin hatm-i şerife bizden satın aldı. Biz de O'na verdik.» diye bir nida geldi.

Nihayet şeyh de kabul eder. O genc senelerce şeyhin hizmetinde bulunur.




DOKUZUNCU HİKÂYE

Aşk ve sevda ile herkesce meşhur olan Mecnûn, Leyl ismindeki amcasının kızını sevmektedir. Bir gun Mecnûn'un babası LeylÂ'nın pederine:

— Ey birader, nicin muhtereme kızın LeylÂ'yı, oğlum Mecnûn'a nikÂh etmezsin?

— Kardeşim, senin evladın benim evladım demektir. Kızımı vermememin sebebi; Mecnûn'a şefkat ve merhametimden dolayıdır. Zira, Mecnûn LeylÂ'nın duşkunu olup, onları birbirine alıp-vermek olumlerine sebep olur. Ve bu husus bizleri de cok uzer. Eğer bu sozumun doğru olup olmadığını anlamak istersen, şoylece tecrube edebiliriz: Ben LeylÂ'ya amcanın oğlu seni gormek istiyor, filan yerde dur, diye emir ve tembih edeyim. Sen de Mecnûn'a yine filan yerde durup LeylÂ'ya bakmasını tembihle. Bakalım neler goreceğiz, der. Bu fikri Mecnûn'un babası da munasib gorerek, keyfiyeti oğluna soyler.

Nihayet Mecnûn, tembih olunan yerde beklemeye başlar. Leyl da arab Âdeti uzere uzun ve ince bir elbise giyip, o yerden gecmek uzere yurur. Mecnûn'un aşkı son haddini bulmuştur. Tam onunden gecmekte iken, dertli ve aşkından sadık olan Mecnûn, değil LeylÂ'yı gormek O'nun eteğinin tozunu gorur gormez hemen yere duşup kendinden gecer.

Babaları da bu hali gorunce birbirlerini tasdik ederek, işte hakiki aşk boyle olur derler.

Bir muddet sonra Mecnûn kendine gelince, ne olduğunu sorarlar. O da:

— LeylÂ'nın eteğinin tozunu gorunce, dayanamayarak kendimden gectim. Kendisini gormeye nasıl dayanayım, diye cevap verir.



ONUNCU HİKÂYE


Hz. Musa AleyhisselÂm, bir gun Tur'a giderken, bir kimseye rastlar. O kimse:

— Ya Musa, Cenabı Hak'ka niyaz et. Bana amcamın kızını nikÂh ve tezvic etsin, der.

Bir muddet gittikten sonra ikinci bir kimseye tesaduf eder. O kimse de:

— Ya Musa, benim icin iltica eyle. Cok fakir bir haldeyim. Ehl-i iyalim de vardır. Bana bir miktar dunyalık ihsan buyursun.

Yine biraz gittikten sonra, ucuncu olarak cıplak bir kimseye tesaduf eder. O kimse ise:

— Ya Musa, benim icin, o cok cok ihsan eden Cenabı Hak'ka dua eyle. Bana bir-iki akce kıymetinde bir eski elbise ihsan buyursun ki, onunla setr-i avret edeyim.

Hz. Musa AleyhisselÂm munacÂt mahalline giderek, mukaleme esnasında o uc kişinin ilticalarını Cenabı Hak'ka arzeder. Taraf-ı izzetten:

— Ya Musa! Evvelce gorduğun kimseye amcasının kızını takdir ettim, O'nu nikÂh etsin. İkinci kimseye de soyle, filan yerde bir hazine var. Alsın ve ihtiyacına kullansın. Ucuncu kimseye de soyle ki, O'na dunyada zerrece bir şey vermem, diye buyurulmuştur. Hz. Musa AleyhisselÂm:

— Ya Rabbi, sır ve hikmeti sana malûmdur. Hic bir nebî ve mukarreb melek bilmez, o cıplak ve cok muhtac olan kimseye, zerre kadar bir şey vermemendeki hikmetin nedir? diye sual edince. Cenabı Hak:

— Ya Musa! Her kuluma, dunya ve Âhirette birer nasib takdir ettim. O cıplak kimseye de hisse olarak benim muhabbetim duştu. O'na soyle eğer benim muhabbetimi, dunyaya değişirse, O'na o derece dunyalık verilim ki, saymaya bile gucu yetmez, buyurur.

Nihayet Musa AleyhisselÂm donup gelerek, o kimselere, emr-i ilÂhiyi tebliğ edince, o cıplak kimse, hemen şoyle tazarru ve duada bulunur:

— Ya Rabbi, eğer benim etimi, bıcakla parca parca etseler, yine de senin muhabbetini benden gideremezler. Bana, dunyadan daha alcak bir şey yoktur



__________________