tarihci, yazar


1952 yılında Tokat'ta doğdu. İlk ve orta tahsilini memleketinde tamamladı. İstanbul Ataturk Eğitim Enstitusu, Turk Dili ve Edebiyatı bolumunu bitirdi. Yeni İstanbul, Tercuman, Hurriyet, Gunaydın gazetelerinde ceşitli gorevlerde bulundu. Bir sure muhtelif okullarda Turkce ve Edebiyat oğretmenliği yaptı.Biyoğrafi araştırmaları ve ceşitli makaleleri Meşale, İnanc, Milli Kultur, Turk Edebiyatı, Kultur Dunyası gibi dergilerde yayınladı. Tarih ve Duşunce dergisinin yazı işleri mudurluğunu yaptı. Bu dergide neşrettiği "Kırkambar" ve "Ayaklı Kutuphaneler" başlığı altındaki yazılarıyla dikkat cekti.

Yazarın, Osmanlı Tarihi, Şark Klasikleri ve biyografi sahasındaki calışmaları halen devam etmektedir.

ESERLERİ

Osmanıl Zaferleri, Osmanlı Kumandanları, Koprululer, Banu Cihan, Tutiname,Sunusiler, İlim ve İrade, İbrahum Aleyhisselam, Amal-ı Hayal gibi bazı eserleri Osmanlı aslından latin harflerine aktardı.

Cınaraltı Kitap Sohbetleri
Dursun Gurlek
Timaş 2005

Felakatimizin kaynağı kultur yokluğu. Hayatı anlamadan gecip gidiyoruz. OLgunlaşmak, kalabin daha hassas, kanın daha sıcak. zekanın daha işlek, ruhun daha huzurlu olması demek. Harami mağaralarının kapılarını değil, hukumdar hazinelerinin kapılarını acan buyu, kitap!...' Gozlerinin ışığı tukenene kadar gozunu kitaptan ayrımayan Ustad Cemil Meric boyle soyluyor kitap hakkında...

Bir başka kitap aşığı da 'Benim sevgilim kitap ve kalemdir. Geride kalanların hepsi mihnet. endişe ve gamdır.' diyerek muhabbetini dile getiriyor.

Matbaanın bulunmadığı ve kitapların buyuk zorluklar icinde coğaltıldığı cağlarda kitabın. ilmin ve ilim adamının gorduğu itibar aranır hale gelmişse; kitaplar coğaldıkca. matbaalar arttıkca okuma oranı duşunuyorsa; ve artık 'medeniyet' sahnesinde bize bir rol verilmiyorsa. kitaba yeniden donmenin vakti gelmiştir.

Dursun Gurlek. medeniyet tarihimizdeki yolculuğu esnasında derlediği kultur hazinesini bir bardak demli cay eşliğinde paylaşmak uzere sizi Cınaraltı'na davet ediyor.

Cınaraltı; Ali Emiri'den Ahmet Mithad Efendi'ye; Sultan Reşat'dan Cemil Meric'e; İbni Sina'dan Necip Asım Yazıksız'a; Hasan Sabbah'dan Babanzade Naim'e uzanan geniş bir tarihsel kesitte. kitap ve kitap kulturu uzerine ilgi cekici. hayret uyandırıcı. bazen de yuzunuzde buruk bir tebessum oluştururan kısa anektodlardan oluşan. rahat ve zevkle okunan bir eser.


Maziye Bir Bakıver
Dursun Gurlek
Timaş 2005

Kultur tarihcilerimizden Dursun Gurlek, "Maziye Bir Bakıver" diyerek, gecmiş zaman bağlarından ve bahcelerinden zengin bir demet sunuyor. DersaÂdet'in cumbalı evlerinde, eski İstanbul hanımlarının yaptıkları "pencere sohbetleri"ni, ahşap evlerin cephelerinde yer alan "Ya Hafız!" levhalarının ne anlama geldiğini, bir zamanlar Ayasofya'nın etrafını saran farelerin nasıl urkutulduğunu, Sultan İkinci Abdulhamid'in Beylerbeyi Sarayı'nda Enver Paşa'ya soylediği ibretÂmiz sozleri, Fatih'teki Şekerci Hanı'nı mesken hale getiren şeker insanların; şairlerin, yazarların hallerini, Galata Mevlevîhanesi'nde icra edilen sema torenlerini ve hatıralarda kalması gereken daha pek cok tabloyu gozlerinizin onune seriyor.

Karınca Huzura Varınca
Dursun Gurlek
Timaş 2005

Cınaraltı Kitap Sohbetleri’nin yazarı Dursun Gurlek’ten tarihe, kulture ve medeniyete dair ibret verici bilgi ve olayların anlatıldığı surukleyici ve etkileyici bir kitap.

Cınaraltı Kitap Sohbetleri’nde kitap kulturune ait, bilinmeyen pek cok ayrıntıyı gun yuzune cıkaran Dursun Gurlek, yeni kitabında tarihin yaprakları arasında gozden kacmış. unutulmuş veya unutturulmuş pek cok ilgi cekici anekdotu sayfalarına taşıyor. Kitabın sayfaları arasında gezinirken, okuduklarınız karşısında Turk ve İslam tarihine ait bir cok detayı oğrenme fırsatı bulacaksınız.

Karınca Huzura Varınca/Kultur Sohbetleri; muhteşem bir kultur ve medeniyet tarihinden, hassas bir araştırmacının titiz gozlemiyle secilerek derlendi.



HAKKINDA YAZILANLAR

Cınaraltı Sohbetleri
Vakit 15 Ağustos 2002
- Sayın Gurlek sohbetimize “Cınaraltı Sohbetleri’yle başlamak istiyorum. Yakın zamanda “Cınaraltı Kitap Sohbetleri” ismiyle bir kitabınız yayınlandı. Cınaraltı Sohbetleri neydi?

- Cınaraltı Sohbetlerinin evveliyatını gozler onune sermek icin 1940’lı 50’li yıllara gitmeliyiz. O tarihlerde Cınaraltı Sohbetlerinin adı Kulluk’tu. Kulluk Beyazıt Camii’nin yola bakan kısmındaki kapısının yanında şairlerin, yazarların, tarihcilerin, edebiyatcıların devam ettiği bir kahvehane idi. Kulluk’u diğer kahvehanelerden farklı kılan mudavimleriydi. - Kulluk’un mudavimleri arasında kimler vardı? - Prof. Dr. Ali Nihat Tarlan, Prof. Dr. Mukremin Halil Yinanc, Ali Emin Callı, Ahmet Hamdi Tanpınar, İbnulemin Mahmut Kemal İnal, Neyzen Tevfik, Necip Fazıl Kısakurek ve daha pek cok meşhur şair ve yazar Kulluk denilen bu kahvehaneye gelir; şiir, edebiyat ve tarih sohbetleri yaparlardı. Tabi bir de onları surekli olarak dinlemeye gelen meraklı universite oğrencileri gelirdi. Buna bir nevi acık akademi diyebiliriz. Turkiye’nin yakın tarihinde Kulluk’un buyuk bir yeri var. O bildiğimiz cınarın altında şiir, tarih ve edebiyat sohbetleri yapılırdı. Bunun adına “yaz ikindileri” de derlermiş malum, yaz ikindileri uzun olur. Buradaki sohbetlerden pek cok kişi istifade edermiş.

- Kitabınıza; “Kulluk Sohbetleri” yerine neden “Cınaraltı Sohbetleri” ismini verdiniz?
- Kulluk konusunu ayrı bir kitap olarak yazmak istiyorum. Onun icin boyle bir tercih yaptım. - Hem “Kulluk” hem de “Marmara” kahvehanelerinde yapılan sohbetlerin rağbet gormesinin sebebi neydi? - Edebi sohbetlerin, tarihi konuşmaların yapıldığı bu turlu mekanlarda ayrı bir lezzet vardı. Her turlu duşunceye mensup kişiler de buralara gelir ve fikirlerini beyan ederlerdi. İnsanların ortak bir noktada birleşmesine sebep olan onemli bir unsur vardı. O da: sanat, şiir, edebiyat ve tarihti. Kulluk 1950’li yılların sonuna kadar etkin bir şekilde devam etti. Ondan sonra 1960’lı yıllarda ise yine Beyazıt’taki Marmara Kahvehanesi’nde bu sohbetler surduruldu. - “Cınaraltı Sohbetleri”ni hatırlatmakla neyi amaclıyorsunuz? - İstanbul eski ve guzel kultur mahfillerini bugunku nesle tanıtmak istiyorum. Hayata dair bilgilerin okulların yanı sıra bir tur acık universite niteliğindeki universitelerden de oğrenilsin.Gencler vakitlerini boşa gecirmemelidirler. Osmanlıdan gunumuze intikal eden tarihi mekanların her manada canlandırılmasını arzu ediyorum. Bu tarihi mekanların her manada canlandırmanın en guzel yolu geleneğimizi orada diriltmektir. Tarihi kulturumuzde, ananemizde sohbetin cok onemli bir yeri var. Cunku sohbette her hangi bir menfaat soz konusu değildir.

- Bu gelenek sizce neden devam etmedi?
- Evvela bu mekanlara gelmek suretiyle etraflarına meraklılar halkası teşkil ettiren zatların buyuk bir bolumu Osmanlı’nın son doneminde yetişmiş ve adlarına “Ayaklı kutuphane” , “Hafıza şampiyonu” denilen kişilerdi. Bunlar dunyamızdan goctuler. Dolayısıyla bu insanların dar-ı bekaya intikal etmeleriyle birlikte bahse konu olan mekanlar oksuz ve yetim kaldılar. Yerlerini dolduracak kişiler yetişmediği, yetişenler de cok sınırlı kaldığı icin bu mekanlar tarihe karıştı. Mukremin Halil Yinanc hoca, Mahmut Kemal İnal, Osmanlı’nın son donemlerinde yetişmiş, Doğu’yu ve Batı’yı cok iyi bilen insanlar. Cumhuriyetin ilk yıllarını da iyi bilen ve gecmiş ile gelecek arasında kopru olmuş hakikaten dort başı mamur insanlardı. Bu zatları yeri kolay kolay doldurulamadı.

- Surekli olarak gecmişe vurgu yapıyorsunuz neden?
- Koku mazide olan atiyim de onun icin. Cok koklu bir cınarı oyle basit ruzgarlar deviremez. - Kitapları “yazma” ve “basma” eser olarak nicin ayırıyorsunuz? - Bilindiği gibi matbaa bize gec geldi. Bu tarihe kadar da kitapların buyuk bir bolumu elle yazılıyordu. Şu anda elle kitap yazmak cok zor ve adeta imkÂnsız bir hal aldı. “yazma” ve “basma” ayrımını ben yapmıyorum. Eski kitap satanlara sahaf deniliyor. Sahafın gercek manası yazma kitap satandır. Avrupalı musteşrikler bile yazma bir eser gorduklerinde cok heyecanlanıyor ve peşine duşuyorlar.

- Turkiye’de 200 binin uzerinde “yazma” eser olduğunu ifade ediliyor doğru mu bu?
- Evet... Osmanlı’nın kitaba, kulture ve esere verdiği değerin ifadesidir bu rakam. Bu ayrıca dunku medeniyetimizin ne kadar zengin olduğunu da anlatıyor. Turkiye’deki değişik kutuphanelerde yer alan cok değerli “yazma” eserler Osmanlı’da kulturel hayatın ne kadar renkli olduğunu acık bir tablo olarak onumuze koymaktadır. Beyazıt, Millet, İl ve İstanbul Universitesi kutuphanesinde bol miktarda değerli yazma eserler bulunmaktadır.

- Kultur hazinesinin farkında değil miyiz?
- Elimizin altında bulunan kultur hazinelerinin kıymetini bilmiyoruz. Nelere sahip olduğumuzun farkında ve bilincinde olabilmek icin kutuphanelerin kapılarını aşındırmak gerekiyor. Avrupalı oryantalistler bizden daha cok Turkiye’deki kutuphanelerin kapılarını aşındırıyorlar. Ayrıca kutuphanelerimizde yer alan yazma eserlerin tetkiki ayrı bir uzmanlık alanı haline geldi. Cunku insanlarımız yazma eserleri okuyamaz hale geldiler. Yakın tarihimizde yazma eserleri en iyi tanıyan Sahaf Raif Yelkenci Beydi. Zannedersem 1972 yılında vefat etti. Zaten dukkanında yazma eserlerin dışında pek eser bulundurmazmış. Yazma eserler hakkında bilgi almak isteyen kişiler bu zata koşar ve tam anlamıyla bilgilenmiş olarak geri donerlerdi.

- Gunumuzde Osmanlıca bilen insan sayısı oldukca azaldı. Sahaflarımız da tek tek tarih oluyor. Bu yokoluş nasıl engellenebilir?
- Oncelikle hatadan donmek gerekiyor. Evvel Osmanlıca oğrenmek lazım ama bu da yeterli değil. Osmanlıca’nın yanı sıra dini ilimleri, Arapca ve Farsca’yı bilmek, İslÂm tarihini oğrenmek gerekiyor. Eskilerin “Tercume-i Hal” yenilerin “biyografi” buyuk ve kulturlu insanların hayatları hakkında bilgi edinmek şart. Mesela bir Evliya Celebi, İmam-ı Azam hakkında Avrupa’da yazılan kitapların sayısı Turkiye’de yazılanlardan daha cok. Yakın tarihimizde yaşamış alimlerin hayatı ile ilgili kitap bulmakta zorluk cekiliyor.

- Sadece sahafları gezer oradan mı kitap satın alırsınız, Yoksa modern kitap evlerini de ziyaret eder misiniz?
- Sahafların yanı sıra yeni kitapevlerini de dolaşırım ancak şu farkla: Safahları uc saat dolaşırsam yeni yayınları satan kitapcılarda en fazla 10 dakika dururum. - Kitaplarla ne zaman tanıştınız? - Kitaplarla tanışmam cok eskilere dayanıyor. Ortaokul sıralarında bu belirgin bir şekilde nuksetti. Okul sıralarında bile ders kitaplarından cok şiir, hikaye, roman turu kitaplar okudum.

- Bir eserin kıymetli olup olmadığını nasıl anlarsınız, cok satan bir kitap kaliteli midir?
- Bir eserin cok satması onun cok değerli ve kaliteli olduğunu ortaya koymaz. Az satan bir kitabın da değersiz olduğu soylenemez. Bir kitabın cok satmasını biraz saman alevine benzetiyorum. - Bir insan hem calışarak maişet sorunlarını cozecek hem de manevi gıdasını alabilmek icin cok okumak istiyorsa, bu hususta neler oneriyorsunuz? - Hic kimseye ‘işi gucu bırakın kutuphanelere akın edin’ demiyorum. Tabi ki insanlar hem calışarak mali sorunlarını hal etmek hem de okuyarak bilgi birikimlerini artırmak zorundalar. Ancak buna herkes kendi ozel durumunu goz onunde bulundurarak en guzel şekilde cozum bulur.



HAKKINDA YAZILANLAR

Yavuz Bulent BÂkiler yazdı, Dursun Gurlek’in kitabı: Sohbet Tadında
Turkiye 22 Temmuz 2012

Birkac gunden beri elimde DURSUN GURLEK’in SOHBET TADINDA isimli kitabı var. Kubbealtı Vakfı tarafından ikinci baskısı yapılan kitap 248 sahife. Dursun Gurlek 23 ayrı konuyu, bir sohbet sıcaklığıyla ele alıp anlatıyor. Ama ne kadar sıcak, samimi, guzel bir uslupla konuları dile getiriyor. Diyebilirim ki şu son aylarda, buyuk bir zevkle ve dikkatle okuduğum kitapların başında. GURLEK’in SOHBET TADINDA isimli kitabı yer alıyor. O kadar ki, kitapta, bir bolumu okurken, ikinci bolumu merak ettiğim veya ikinci bolumu bitirmeden ucuncu sohbete can atmaya başladığım cok oldu. Yani her bolum veya her konu, kendisinden sonra gelecek bolumu Âdeta iple cektiriyor. Bana gore, bunun cok onemli iki sebebi var: Evvela Dursun Gurlek, bizim kultur dunyamızın konularından bazılarını secerek sohbete koyuluyor. Sonra ele aldığı konuları canlı, sade, guzel bir Turkce ile anlatmaya calışıyor. Bu cok mu onemli diyeceksiniz? Onemli kelimesinin kuvvetinden bin kere daha onemli! Yunus Emre, ne kadar doğru soylemiş:
“Soz ola kese savaşı/Soz ola bitire başı.
Soz ola ağulu aşı/Bal ile yağ ede bir soz.”
Dursun Gurlek, yazılarında, sohbetlerinde, sozun, yani kelimelerin hasını, doğrusunu, guzelini seciyor. Gecenlerde bir docentimizin bir yazısını okuyordum “Ne nedenle olursa olsun” ifadesi birden yuzumu buruşturdu.“Ne sebeple olursa olsun” yerine “Ne nedenle...” carpıklığı, cirkinliği basitliği Turkce zevkimi altust etti. Bir başka yerde “Yazımı sonlandırayım” cumlesini okuyunca dergiyi elimden bıraktım. Bir ilkokul oğrencisi bile, boyle cin carpmış bir cumle soylememeli, yazmamalı. “Yazımı bitireyim, yazımı tamamlayayım, yazıma son vereyim, yazıma nokta koyayım, yazacaklarım bu kadar...” gibi dosdoğru ifadeler varken “Yazımı sonlandırayım” ne kadar yanlış, kaba cirkin bir Turkce ucubesidir.

SOHBET TADINDA kitabının son bolumu, AYASOFYA CAMİİ’nin cilesine ayrılmış. AYASOFYA konusunu ozetleyerek buraya alıyorum:
“Birinci Dunya Savaşı yıllarında, İstanbul’a Fransız ve İngiliz askerleri doluşunca, gozlerini Ayasofya Camii’ne de diktiler. Binbaşı Tevfik Bey komutasındaki bir taburumuz Ayasofya’ya yerleşti. Fakat işgal kuvvetleri istediler ki Turk taburu yerini derhal bir Fransız taburuna terk etsin. Bu munasebetle Binbaşı Tevfik Beye resmen başvurdular. Tevfik Bey caminin giriş kapısına iki ağır makinalı tufek koydurdu. Mehmetcikler Fransız askerlerini Ayasofya’ya sokmadılar. Fransız kumandanı, Binbaşı Tevfik Beye sordu:
-Siz asker değil misiniz? Tahliye emri almadınız mı?
-Evet! Ben bir askerim. Sağ olduğum muddetce sizi bu kapıdan gecirmeyeceğim. Burası benim mabedimdir. Zorla girmeye calışırsanız, işte size ilk cevabı verecek olan ağır makinalılar burada bekliyor. Bunlar da yeterli olmazsa, cÂminin dort koşesine yeteri kadar tahrip kalıbı yerleştirdim. İceri girmek icin ısrar ederseniz, bilmiş olun ki, bu koca mÂbet, uzerinize cokecektir. Ve siz bu mabede asla giremeyeceksiniz! İsterseniz deneyin!”
Fransız taburu, Binbaşı Tevfik Beyin bu kararlı tutumu karşısında geri cekilmek mecburiyetinde kaldı. Peki sonra ne oldu? Cumhuriyetimizin ilÂnından sonra, bizim Bakanlar Kurulumuz, Buyuk ve Kucuk Ayasofya Camilerinin muze hÂline getirilmesine karar verdi. Kucuk Ayasofya Camii’nin cok guzel minaresi, bir gece icinde yıktırıldı. Buyuk Ayasofya Camii’nin 4 minaresini de yıkmak istediler ama İbrahim Hakkı Konyalı’nın raporu uzerine bundan vazgectiler. Nicin vazgectiler? Onun gerekcesini de bir SOHBET TADINDA kitabı alıp okuyarak siz oğrenin lutfen!
__________________