Aşure gunu butun Halep’liler, Antakya kapısına gelirler, ta geceye kadar. Kadın erkek, buyuk bir kalabalık toplanır, Ehlibeyt’in yasını tutarlardı.
Bağırırlar, ağlarlar, feryat ederlerdi. Şia, Kerbela vakası icin yas tutarlardı. Ehlibeyt’in Yezit’ten, Şimir’den cektikleri zulumleri, onlar tarafından uğradıkları sınamaları sayıp dokerler, sesleri ses verir, feryatları, butun ovayı, colu doldururdu. Bir garip şair, aşure gunu colden geldi, o feryadı duydu. Şehri bırakıp o tarafa yurudu, feryadın sebebini araştırmaya koyuldu.
Merak etti, bu gam nedir bu yas kime tutuluyor diye soruşturmaya başladı. Herhalde bir ulu bey olmuş olmalı diyordu; boyle bir topluluk, kucuk iş değil. Ben garibim siz buralısınız adını lakaplarını soyleyin. Adı neydi ne iş gorurdu, nasıl adamdı? Bana bildirin de onun iyiliklerine ait bir mersiye soyleyeyim.
Bunu duyanların birisi dedi ki: Yahu sen deli misin? Yoksa Şia değilsin de Ehlibeyt duşmanı mısın? Aşure gununu, o gun şehit olan cana yas tutmanın yuzlerce yıl yaşamadan daha ustun olduğunu bilmiyor musun? Bu dert Muminin yanında değersiz olur mu hic? Kulağın aşkı kupenin değerincedir. Mumine gore o pak nurun yası, yuzlerce Nuh tufanından da meşhurdur.
Şair dedi ki: Doğru ama Yezit’in devri nerede? Bu yas buraya ne kadar gec gelmiş? Korler bile o kotulukleri gorduler, sağırların kulakları bile o hikayeleri duydu. Siz şimdiye kadar uyuyor muydunuz ki şimdi yas tutuyor, elbisenizi yırtıyorsunuz?
Ey uykuya dalanlar, kendinize ağlayın! Cunku bu ağır uyku, cok kotu bir olum. Allahya mensup ruh, zindandan kurtuldu. Neden elbisenizi yırtalım, nicin elimizi ısırıp duralım? Onlar din sultanlarıydı. Bağı kırdıkları zaman onlara sevinc cağıdır.
Devlet saymanına ucup gittiler; tomruğu zinciri cozup attılar. O gun devler gunudur, guzellik ve saltanat gunudur. Bir zerrecik anlasan, bilsen bunun boyle olduğunu tasdik edersin?
Bilmiyor anlamıyorsan yuru, kendine ağla. Cunku gocmeyi mahşeri inkar ediyorsun. Kendi harap dinine, harap gonlune ağla ki bu eski topraktan başka bir şey gormuyor. Goruyorsa neden yiğitleşmiyor, Allahya dayanmıyor; neden gozu tok değil?
Nerede yuzunde din şarabının verdiği nur? Denizi gorduysen hani comert elin, avucun? Irmağı goren suyu esirgemez; hele o denizi, o bulutu gormuşse.
Karınca o guzelim harmanları gormez de bir tanecik buğdayın ustune titrer. O taneyi hırsla, korkuyla ceker durur da onca yığını gormez. Harman sahibi de ey korluğunden hicbir şey gormeyen der; harmanlarımızdan ancak o bir tek taneyi gordun de ona canla başla sarıldın. Ey surette zerre olan, Zuhal yıldızını gor. Sen bir topal karıncasın, yuru Suleyman’a bak. Sen bu cisimden ibaret değilsin, gozden ibaretsin. Canı gorsen cisimden vazgecersin.
İnsan gozdur, ote yanı deriden, etten başka bir şer değil. Gozu, neyi gorurse değeri o kadardır insanın.
Bir kup boyuna deniz suyu ile doldurulsa koca bir dağı sele verir. Kupun canından denize bir yol acılırsa kup, ırmaktan ustun olur. Onun icin “Soyle” sozu denizin sozudur. Ahmed neyi soylerse hakikatte o soz hakikat denizinindir. Onun sozleri denizin incileridir. Cunku gonlu denizle birdir onun. Deniz daima kupumuze yardım edip durursa artık bir balıkta denizin bulunmasına şaşılır mı?
Duygu gozu şu gecip gidici suretlere duşmuş, donup kalmıştır. Sen, o sureti gecip gidici gorursun ama hakikatte gecip gitmez o. Bu ikilik şaşı gozun goruşudur. Yoksa evvel ahirdir, ahir de evvel.
Bu nereden bilinir? Oldukten sonra dirilmeden. Oldukten sonra dirilmeyi ara da bundan az bahset. Dirilme gununun gelmesine şart once olmektir. Cunku dirilme, olumden sonradır. Herkes yokluktan korkar, işte butun alem, bu yuzden yol sapıtmıştır. Halbuki yokluk, asıl sığınılacak yerdir.
Bilgiyi nerede arayalım? Bilgiyi terk etmede. Barışı nerede umalım? Barıştan vazgecmeden. Varlığı nerede arayalım? Varlığı terk etmede. Elmayı nereden umalım? Elden vazgecmeden!
Ey guzel yardımcı, yok goren gozu varlığı gorur bir hale getirmeye de kadirsin sen. Yokluktan meydana gelen goz, varlığı tamamı ile yom gordu. Fakat şu iki goz, değişti de nurlandı mı bu duzgun cihan mahşer olur. Bu hamlara anlamak haram oldu da onun icin bu hakikatler noksan gorundu.
Allah comerttir ama guzelim cennetin nimetleri cehennemliğe haramdır. O, ebedi ahde vefa edenlerden değildir, onun icin de cennet balı ağzına acı gelir. Muşteri olmayınca alış veriş etmeye eliniz oynar mı? Birisi gelir, mallara bakar, fakat bakmakla alıcı olmaz ki. O ahmak bakış ancak alay icindir.
Bu kaca? Şu kaca? Diye sorar, dolaşır. Fakat vakit gecirmek, icinden de gulup eğlenmek icin. Usancından gelir, senden kumaş ister. Fakat ne muşteridir ne de kumaş arar. Kumaşı yuz kere gorur, yuz kere geri verir. O nerede kumaş olcecek? Yel olcer poyraz bicer! Nerede muşterinin gelişi, alışverişi, nerede bir serserinin alayı, gonul eğleyişi? Cebinde bir habbe bile yoktur. Ancak gevezelik eder, yoksa nereden cuppe alacak? Alışveriş icin sermaye yoktur; artık onun cirkin suratı nedir, alayı, gevezeliği ne oluyor? Bu dunya pazarında sermaye altındır, orada da aşk ve iki ıslak goz.
Kim eli boş pazara giderse omru gecer, tamamı ile ham ve eli boş olarak geri doner. Kardeş neredeydin? Hicbir yerde. Ne pişirdin? Hicbir şey! Muşteri ol da elim oynasın gebe olan madenimden lal doğsun. Fakat muşteri gevşek ve soğuk bile olsa yine sen onu cağır. Cunku boyle emredilmiştir. Doğan kuşunu ucur ruh guvercinini tut. Davet yolunda Nuh’un yolunda yuru.
Allah icin hizmette bulun. Halkın kabul etmesiyle, ret etmesiyle ne işin var senin.




Alıntı;
Mesnevi'den Hikayeler


__________________