Davet
Dini Bilgiler0 Mesaj
●28 Görüntüleme
-
12-09-2019, 21:57:26
Ey gonullerin hayatı Husameddin, nice zamandır altıncı cildin yazılmasını meyledip durmaktasın. Husami-name, senin gibi bilgisi cok bir erin cekişiyle dunyayı donup dolaşmada. Ey manevi er, Mesnevinin son cildi olan altıncı cildi de sana armağan sunmaktayım.
Bu altı ciltle cihete nur sac da cevresini dolanmayan dolansın. Aşkın beşle altıyla işi yoktur. Onun maksadı, ancak sevgilinin kendisini cekmesidir. Belki bundan sonra bir izin gelir de soylenmesi lazım olan sırlar soylenir.
Bu ince ve gizli kinayelerden daha acık, daha anlayışlı bir tarzda anlatılır. Sır, ancak sırrı bilenle eşittir. Sır, onu inkar eden kişinin kulağına soylenmez. Fakat Allahdan davet etme emri gelince artık halkın kabul edip etmemesiyle ne işimiz var?
Nuh, tam dokuz yuz yıl kavmini davet edip durdu. Her an da kavminin inkarı arttı. Fakat soylemeden vazgecti mi? Hic sukut mağarasına cekilmeye kalkıştı mı?
Kopeklerin havlaması ile kervan, hic yolundan kalır mı? Ay ışığı olan gecede dolunay, kopeklerin havlaması ile yuruyuşunu ağırlaştırır mı, dedi. Ay, ışığını sacar, kopek de havlar durur. Herkes, yaradılışına gore bir hizmette bulunur. Takdir herkese bir hizmet vermiş, herkesi bir işe layık gorup iptilaya salmıştır.
Ay der ki: Kopek, o pis sesini bırakmıyorsa ben ayım, gidişimi nasıl bırakırım ki? Sirke, sirkeliğini artırdıkca şekerin artması gerek. Kahır, sirkedir, lutuf da bala benzer. Sirkengubinin temeli bu ikisidir. Bal, sirkeden az oldu mu sirkengubin iyi olmaz.
Nuh’un kavmi de, ona sirke dokup duruyorlardı, fakat Allah'ın lutuf ve ihsan denizi ona daha fazla şeker dokmekteydi. Onun şekerine comertlik denizinden yardım edilmekte idi de o yuzden alem halkının sirkesinden fazlaydı onun şekeri.
Tek bir kişi ama bine bedel... Kimdir o? Allah velisi. Hatta o yuce Allah kulu, yuzlerce zamanın tek eridir. Denize bir yol bulmuş olan kupun onunde ırmaklar bile diz coker. Hele şu deniz yok mu? Butun denizler, bu ormekleri, bu sozleri duyunca ulu bir ad, kucucuk, ehemmiyetsiz bir ada eş oldu diye utanclarından ağızları acılaşır.
Bu dunyanın o dunya ile birleşmesinden bu dunya, utanır, ortadan kalkar. Bu soz dardır, derecesi pek aşağıdır. Yoksa bayağı bir şeyin hasın hası ile ne munasebeti var? Kuzgun, bağında kuzgunca bağırır. Fakat bulbul, bunu duyup sesini azaltır mı? Bu “Allah dilediğini yapar” pazarında her ikisi icin de ayrı alıcı var.
Dikenliğin gıdası ateştir; sarhoş dimağının gıdası da gul kokusu. Bir leş, bizce kotudur, pistir ama domuzla kopeğe şekerdir helvadır. Pisler, şu pisliklerini yapa dursunlar, sular da pisleri arıtmaya savaşır. Yılanlar zehir sacar, acılar bizi perişan eder ama, bal arıları dağlarda, kovanlarda, ağaclarda baldan şeker ambarları doldurur. Zehirler tesirlerini yapıp dururlar ama panzehirler de hemen o tesirleri gideriverir.
Şu aleme baksan gorursun ki baştanbaşa savaştan ibarettir. Zerre, zerreyle adeta dinin kafirlerle savaşması gibi savaşır durur. Bir zerre sola doğru ucmaktadır, oburu sağa doğru gidip arayacağını aramada. Bir zerre yucelere cıkmada, oburu baş aşağı duşmede. Şoyle durur gibi gorunurler ama onların savaşını bu durgunluk aleminde gor. Onların fiili savaşları gizli savaşlarından ileri gelmededir. Bu aykırılığı gor de o aykırılığı anla.
Fakat guneşte mahvolan zerrenin savaşı, vasıftan hesaptan dışarıdır. Zerrenin kendiside, nefesi de mahvoldu mu artık onun savaşı, ancak guneşin savaşıdır. Onun kendiliğinden hareketi de kalmamıştır, duruşu da. Neden? “Biz Allah'a donenleriz” sırrından. Biz kendimizden gecip senin denizine donduk. Asıldan sut ictik, geliştik. Ey gulyabaniye aldanıp yolun fer-i lerine dalan, ey usulsuz kişi asıllardan az bahset.
Bizim savaşımızda hakikatte bizden değildir, sulhumuz da. Her halimiz Allah'ın iki parmağı arasındadır. Tabiat, iş ve soz bakımından cuzuler arasındaki savaş, pek korkunc bir savaştır. Fakat bu alem, şu savaşla durmadadır. Unsurlara bak da anla.
Dort unsur dort kuvvetli direttir. Dunyanın tavanı onlarla duz durmada. Her direk, oburunu kırar. Su direği ateş direğini yıkar. Halkın yapısı zıtlar ustune kurulmuş. Hasılı biz, zarar bakımından da savaştayız, fayda bakımından da. Ahvalin, birbirine aykırı. Tesir dolayısıyla her biri oburune zıt. Her an kendi yolumu vurup durmadayım, artık başkasına nasıl bir care bulabilirim?
Bana gelen hal askerlerinin dalgalarına bak; her biri, oburuyle savaşmada, her biri, oburune kin gutmede. Kendindeki şu muthiş savaşa bak. Başkalarının savaşı ile ne meşgul olup durursun? Meğer ki Allah, seni bu savaştan ceke de sulh aleminde bir tek renge boyanasın. O alem, ancak bakidir, mamurdur, başka turlu olmasına imkan yok. Cunku terkibi, zıt olan şeylerden değil.
Bu yok olma, bitme, zıttın zıddını yok etmesinden ileri gelir. Zıt olmadı mı ebedilikten başka bir şey olamaz. O eşsiz, orneksiz Allah, cennetten zıddı giderdi. Orada guneş de yoktur, zıddı olan zemheri de. Renklerin asılları, renksizliktir... Savaşların aslı barışlardır. Bu gamlarla dolu olan bucağın aslı, o alemdir. Her ayrılığın aslı, buluşmadır.
Hocam, neden biz bu ayrılılar icindeyiz? Neden birlik bu sayıları doğuruyor? Cunku biz fer’iz, bu birbirine zıt olan dort asıl, fer’ide kendi huyunu işliyor. Halbuki can cevheri, ayrılıkların otesinden. Onun huyu bu değil, onun huyu, ulu Allah'ın huyu. Savaşlara bak. O savaşlar, barışların asılları. Allah uğrunda savaşan Peygamber gibi hani. O, iki cihanda da ustundur. Bu ustunu dil anlatmaz ki.
Irmak suyunu tamamı ile icmenin imkanı yok. Yok ama susuzluğu giderecek kadar icmenin de imkanı yok. Mana denizine susamışsan Mesnevi adasından o denize bir ark ac. O arkı o derece ac ki her an Mesneviyi, ancak ve ancak mana denizi goresin.
Yel derenin uzerindeki saman coplerini temizledi mi su, tek renkliliğini meydana cıkarır. Sen Mesnevide ter-u taze mercan dallarını gor, can suyundan bitmiş meyveleri seyret. Soz, harften, sesten ve soluktan ayrıldı mı hepsini bırakır, deniz kesilir. Harfi soyleyen de, duyan da, hatta harfler de, bu ucu de sonunda can olur.
Ekmek veren, ekmek alan ve pak ekmek suretlerden kurtulur, toprak olur. Fakat manaları, yine birbirinden ayrı olarak ve daimi bir surette uc makamdadır. Suret toprak olur ama mana olmaz. Kim, olur derse de ki: Hayır buna imkan yok.
Ruh aleminde gah suretten kacarak, gah surete burunerek ucu de beklerler. Suretlere gidin diye emir gelir, giderler. Yine onun emri ile suretlerden ayrılırlar. Hasılı “Halk da onundur, emir de” sırrını bil. Halk, surettir, emir de o surete binen can. binek de padişahın buyruğundadır, binen de, cisim kapıdadır, can huzurda. Su testiye dolmak istedi mi padişah, can askerine binin diye emreder. Sonra yine canları yucelere cekmek diledi mi padişah nakiplerinden ses gelir: İnin! Bundan ote soz inceldi. Ateşi azalt, odunu cok atma. Atma da kucucuk comlek kaynamasın. Anlayış comlekleri pek kucuk ve pek yufka.
Noksandan munezzeh Allah, bir elmalık meydana getirmede, onları ağaclara, yapraklara benzeyen harfler icinde gizlemede. Bu ses, harf ve dedikodu ağaclığı arasında elmadan ancak bir koku alınabilir. Bari sen de bu kokuyu sende aklına iyice cek, bu kokuyu iyice al da seni kulağından tutup asla kadar gotursun. Nezle olmamaya, koku almaya bak. Halkın yelinden, nefesinden bedenini ort. Onların havaları, kış ruzgarlarından da soğuktur. Ortun, burun de burnuna girmesin. Onlar cansız donmuş kişilerdir. Nefesleri, karlı dağlardan gelir. Fakat yeryuzu bu karlı kefene burundu mu durma, hemen Husameddin’in guneş kılıcını vur. Derhal doğudan Allah kılıcını cek, o doğuyla bu tapıyı ısıt.
Guneş, karı hancerledi mi dağlardan ovalardan seller yurur. Cunku o, ne doğudadır, ne batıda. Gece gunduz muneccimle savaşır durur. Neden der, benden başka ve yol gostermeyen yıldızları bayağılık ve korluk yuzunden kıble edindin? Kuran’da o emim erin “Ben hataları sevmem” sozu hoşuna gitmedi. Ayın onune gectin, beline eleğim sağmadan kulluk kemerini bağladın da o yuzden ayın ikiye bolunuşunden incindin.
“Guneş durulur” ayetini inkar edersin. Cunku sence guneş en yuce bir mertebedir. Havanın değişmesini yıldızların tesirinden bilirsin de “And olsun yıldıza, indiği zaman” ayetinden hoşlanmazsın.
Ay, ekmekten de tesirli değil ya. Nice ekmek vardır ki adamın can damarını koparır. Zuhre sudan daha tesirli değildir ya. Nice su vardır ki bedeni harap eder. Fakat onun sevgisi senin canındadır da onun icin dostun oğudu bir kulağından girer, bir kulağından cıkar. Fakat bil ki senin oğudunde bize tesir etmez, bizim oğudumuz de sana.
Meğer ki goklerin anahtarları elinde olan sevgiliden sana hususi bir anahtar ihsan edile. Bu soz, yıldıza benzer, aya benzer. Fakat Allah buyruğu olmaksızın tesir etmez. Bu cihetsiz yıldız, yalnız vahiy arayan kulaklara tesir eder. Cihetten cihetsizlik alemine gelin de sizi kurdu paralamasın der.
Onun yıldızlar sacan pırıltısı karşısında şu dunya guneşi, bir yarasaya benzer. Yedi mavi gok, onun kulluğundadır. Bir cavuşa benzeyen ay, onun derdiyle yanmada erimededir. Zuhre bir şey soracak oldu mu el atar, muşteri can nakdini eline alıp huzurunda durur.
Zuhal onun elini opme havasındadır ama kendisini bu devlete layık gormez. Merih onun yuzunden elini ayağını incitmiş, Utarit onun vasfından yuzlerce kalem kırmıştır. Butun bu yıldızlar, muneccimle, ey canı bırakıp rengi secen. Can odur,bizse hep rengiz, sayılar ve yazılarız. Onun duşunce yıldızı, butun yıldızların canıdır diye savaşmaktadır.
Duşunce de nerede? O makam, tamamıyla pak nurdur. Ey duşuncelere kapılan, bu duşunce lafı senin icin soylenmiştir. Her yıldızın yucelerde bir evi vardır ama bizim yıldızımız hicbir eve sığmaz. Yeri, yurdu yakan şey, nasıl olur da mekana sığar? Haddi olmayan nur, nasıl olur da hadde girer? Fakat sevdalı ve bir zayıf kişi anlasın diye bir ornek verir, bir suretle tasvir ederler.
O şey, ornektir, onun misli değil. Bu orneği de donmuş kalmış akıl, bunu anlasın diye getirirler. Akıl keskindir ama ayağı gevşektir. Cunku gonlu yıkıktır, bedeni sağlam. Bu ceşit aklı olanların akılları, neye takılırsa sımsıkı takılır ama şehveti bırakmayı hic mi hic duşunmezler. Dava zamanı goğusleri doğruya benzer, fakat takva zamanı sabırları, adeta bir şimşektir.
Her biri hunerlerle kendini gosterir, alim gecinir. Fakat vefa vaktinde alem gibi vefasızdır. Kendini gorme zamanında cihana sığmaz, fakat ekmek gibi boğazda mide de kaybolur gider. Fakat yine de butun bu vasıflar iyidir... İyilik aradı mı insanda kotu şey kalmaz ki.
Meni benliğinde kaldıkca kokuşur, pis olur. Fakat cana ulaştı mı aydınlık alemini bulur. Cansız şey nebatata yuz tuttu mu, baht ağacından hayat biter. Canlıya yuz tutan nebat, Hızır gibi abıhayat kaynağından icer. Can da canana yuz tutarsa pılısını pırtısını sonsuz omur iklimine ceker goturur.
Bir gun bilgisiz bir adam, vaaz eden birine sordu: Mimberde senden daha yuce soz soyleyen, senden daha guzel vaaz eden bir adam bile yok. Sana bir sorum var, ey akıllı er, bu mecliste sualime cevap ver. Bir kale burcunun ustune bir kuş otursa başı mı daha ustundur, kuyruğu mu?
Vaaz eden dedi ki: Yuzu şehre, kuyruğu koyeyse yuzu, bil ki kuyruğundan ustundur. Yok... Eğer kuyruğu şehre, yuzu koyeyse o kuyruğa toprak ol, yuzunden yuz cevir. Kanadı olan kuş yuvasına kadar ucup gider. İnsanlar, insanların kanadı da himmettir.
Bir aşık, hayra, şerre bulanabilir. Sen onun hayrına şerrine bakma, himmetine bak. Doğan, isterse beyaz ve eşsiz olsun; fare avladıktan sonra bayağıdır. Fakat baykuşun meyli, padişaha olsa doğan sayılır, kulahına bakma. İnsan, bir hamur teknesi boyuncadır ama gok yuzunden de ustundur, esirden de. Hic bu gokyuzu “Biz onu ululadık” sozunu duydu mu? Kim duydu bu sozu? Dertlere duşmuş Ademoğlu.
Hic kimse, guzelliğini, aklını, sozlerini, isteklerini yeryuzune gosterdi, bildirdi mi? Hic yuzunun guzelliğini, reyindeki isabeti gokyuzune gostermeye, soylemeye kalkıştı mı? Oğlum, hicbir gumuş bedenli dilber, hamam duvarlarına cizilmiş resimlere kendisini gosterir, onların karşısında cilvelenir mi? O huri gibi guzel resimler şoyle dursun kalkar yarı kor bir kocakarıya karşı cilvelenirsin. O kocakarı da olan ve resimlerde olamayan nedir ki seni o resimlerden tutup ceker? Sen soylemezsin ama ben soyleyeyim: Akıldır, duygudur, anlayıştır, tedbirdir, candır. Kocakarı da insanla kaynaşan can var. Halbuki hamamdaki resimlerde ruh yok. Hamam duvarındaki resim, bir harekete gelseydi derhal seni kocakarıdan cekerdi.
Can nedir? Hayırdan şerden haberdar olan, lutuf ve ihsana sevinen, zarardan yerinip ağlayan şey. Madem ki canın sırrı, mahiyeti, insana hayrı, şerri haber vermede... Şu halde hakikatten kimin daha ziyade haberi varsa o, daha canlıdır.
Ruhun tesiri, bilgi ve anlayıştır. Kimde bu bilgi ve anlayış, daha fazlaysa o, daha ziyade Allahlıktır. Fakat bu tabiat aleminin otesinde oyle haberler, oyle bilgiler vardır ki bu canlar, o meydan da cansız bir hale gelirler. Bunlardan haberdar olamayan can, Allah tapısına mazhar oldu... Canların canı ise Allah'a mazhar oldu.
Melekler de tamamı ile akıldan, candan ibarettiler. Fakat yeni bir can geldi. Adem yaratıldı mı onun karşısında beden haline geldiler. Kutluluktan o canı gorduler, ten gibi o ruha hizmetci kesildiler.
Şeytana gelince canla başla ondan baş cekti, canla birleşmedi, cunku olu bir uzuvdu. Canı olmadığı icin Adem’e feda olmadı... Kırık bir eldi cana itaat etmedi. Fakat o uzvu kırıldıysa cana bir noksan gelmedi ya. Canın elindedir bu onu yine yaratabilir. Başka bir sır daha var, fakat bunu duyacak kulak nerede? O şekeri yiyecek dudu kuşu hani?
Has dudulara pek bol, pek değerli şeker var ama aşağılık dudular, o taraftan goz yummuşlar. Yalnız sureti derviş olan, o zekatı, o arılığı nereden tadacak. O, manadır, faulun failat değil. İsa’nın eşeğinden şeker esirgenemez ama eşek, yaradılış bakımından otu beğenir. Şeker, eşeği neşelendirseydi onune kantarla şeker dokulurdu. “Onların ağızlarını muhurledik” ayetinin manasını bil. Yolcuya bu muhim bir şeydir. Bunu bil de belki peygamberlerin sonuncusunun yolu hurmetine ağızdan o kuvvetli muhur kaldırılır.
Peygamberlerden kalan muhurleri, Ahmed’in dini hurmetine kaldırdılar. Acılmamış kilitleri vardı; onlar, “İnna fettehna” eliyle acıldı. O, bu dunyada da şefaatcidir, o dunyada da, bu dunyada insanı dine goturur, o dunyada cennetlere. Bu dunyada “Sen onlara yol goster” der; o dunyada “Sen onlara ay gibi yuzunu goster” der.
Onun gizli aşikar işi, daima “Yarabbi sen kavmime doğru yolu goster, onlar bilmiyorlar” demektir. Onun nefesi ile iki kapı da acıktır. Duası, iki alemde de mustecap olur. Ona benzer ne gelmiştir, ne de gelecek. Bu yuzden son peygamber olmuştur. Sanatında son derece ileri gitmiş bir ustadı gorunce bu sanat, sende bitmiştir demez misin?
Ey peygamber, muhurleri kaldırmak, kapalı kapıları acmaktasın, hatemsin, bu iş, seninle ve sende bitmiştir. Can bağışlayanlar aleminde bir hatemsin sen. Hasılı muhurleri kaldırma ve kapıları acmada Muhammed’in işaretleri, tamamı ile acılıktır, acılık icinde acılıktır, acılık icinde acıklık. Onun canına, evladına gelişine ve zamanına yuz binlerce aferin. Onun devlet ve ikbal sahibi halifesinin oğulları, onun can ve gonul unsurundan doğmuşlardır.
İster Bağdat’tan olsunlar, ister Herat’tan, ister Rey’den. Su toprak karışıklığı olmaksızın onun soyudur onlar. Gul dalı nerede biterse bitsin guldur. Şarap, nerede kaynayıp kopururse kopursun şaraptır. Guneş isterse batıdan baş gostersin, yine guneştir, başka bir şey değil.
Allahm sen ortuculuğunle ort, ayıp gorenlere bunu gosterme, onları kor et. Allah, ben, eşi olmayan guneşle kotu huylu yarasanın gozunu bağlamışım dedi. Bakışı noksan yarasanın gozunden, o guneşin yıldızları da gizlidir.
Ey Allah ışığı Husameddin, ey ruh cilası, ey doğru yolu gosteren padişah gel! Mesneviyi yayılmış bir mera haline getir, orneklerinin suretlerine can ver! Can ver de butun harfleri akıl ve can olsun, can cennetine ucup gitsin. Zaten onlar, senin sayende can aleminden gelip harf tuzağına tutuldular, mahpus oldular.
Omrun alemde Hızır gibi uzasın, canlara can katsın, duşkunlerin ellerini tutsun, daimi olsun. İlyas ve Hızır gibi dunyalar durdukca dur da yeryuzu, lutfunla gokyuzu haline gelsin. Kotu gozlulerin şatafatı, nazarı olmasaydı lutfunun yuzde birini soylerdim. Fakat nefesi zehirli kem gozlerden ben ne can uzen zahımlar yedim. Onun icin senin halini, ancak başkalarının hallerini anarak remiz ve kinayeyle soylerim.
Bu bahanede, gonlune ait bir hiledir ki gonlun ayakları, o yuzden, toprağa kakılmış kalmıştır. Yuzlerce gonul ve can yaratıcı Allah'a aşık olmuştur da onlara ya kem goz mani olmuştur ya kotu kulak.
Bunların bir tanesi de peygamberin amcası. Arapların kınaması, ona pek korkunc gorundu.
Arap kendi cocuğuna uydu da guvenilir dininden dondu derlerse ne derim, dedi. Peygamber amca dedi, bir kere şahadet getir de senin icin Allah'a şefaat edeyim.
Ebutalip, doğru ama duyulur, yayılır, herkes duyar. İki kişiyi aşan her sır yayılır, otuz iki dişten otuz iki orduya duyulur. Bu Arapların diline duşerim. Onların yanında bu yuzden hor hakir olurum dedi.
Fakat Allah'ın ezeli lutfu olsaydı Allah cekişiyle beraber bu kotu gonulluluk olur muydu hic?
Ey duşkunlere yardım eden Allah, medet! Medet bu iki taraflı dileklerden. Ben, gonlun hilesinden, duzeninden oyle perişan bir hale geldim ki feryada bile kudretim kalmadı.
Ben kim oluyorum? Gokyuzu bile yuzlerce işiyle gucu ile, iktidarı ile, yuzlerce debdebe ve tantanası ile beraber bu pusudan, bu dileğe uyma yuzunden feryada geldi.
Ey kerem sahibi, ey hilim sahibi, bu iki taraflı dilekten sen bana aman ver. Ey kerem sahibi, doğru yolun bir taraflı cekişi, iki yol arasında tereddude duşmekten hayırlıdır.
Bu iki yoldan da maksat sensin ama bu ikilikten adama adeta can cekişmesi gelir. Bu iki yolla da sana gelmeye azmedilir ama savaş, asla neşe meclisine benzemez dedi.
Bunu, Kuran’daki “Goklerle yeryuzu Allah emanetini kabul etmekten korktular, cekindiler” ayetini oku da Allahdan duy. Bu ikilikte kalış, caba şu mu iyidir, hayırlıdır, yoksa bu mu diye tereddude duşuş, gonulde bir savaş gibidir. Tereddutte de butun kudretleriyle korku ve umit birbirine saldırır.
Ey yuce Allah, once bendeki bu cekiliş ve yukseliş geliş senden meydana geldi, yoksa bu deniz, sakindi Yarabbi. Bana bu tereddudu, o makamdan verdin, kereminle yine beni tereddutsuz bir hale getir.
Medet ey feryada yetişen Allahm, sen beni dertlere muptela etmektesin. Senin verdiğin dertlerle erler bile kadılara doner. Bu derde uğratış niceye dek, yapma Yarabbi. Bana bir yol bağışla, on yol verme bana.
Sırtı yaralı arık bir deveyim; sırtımda bir semere benzeyen ihtiyar yuzunden sırtım yaralandı. Arkamdaki bu mahfe, gah ağır gelip beni bu yana cekmede, gah obur tarafa yayılıp beni o yana suruklemede. Bu uygunsuz yuku sırtımdan al da iyi kişilerin bahcelerini goreyim. Uyanık olarak değil de Ashabı Kehf gibi uykuda olarak comertlik bahcesinde yayılayım.
Sağıma, soluma yatıp uyuyayım, fakat ancak top gibi ihtiyarsız olarak yuvarlanayım. Ey din Allahsı, sağıma da donersem senin dondurmenle doneyim, soluma da donersem senin dondurmenle. Yuz binlerce yıllardır havadaki zerreler gibi ihtiyarsızdım. O zaman ve o hali unuttum ama uykuda bu alemden gocup gitmem, bana o alemden bir armağan.
Uyku zamanı bu dort unsur carmıhından kurtulur, şu daracık yurttan can yaylasına sıcrar, cıkarım. Uyku dadısından o gecmiş gunlerin sutunu icerim ey bir şeye ihtiyacı olmayan ve herkes kendisine muhtac olan Allah.
Butun alem, kendi ihtiyarından, kendi varlığından sarhoşluk alemine kacmaktadır. Bu suretle herkes, şarap, calgı gibi şeylere duşer de kendi aklından bir an olsun kurtulmaya calışır.
Herkes bilir ki bu varlık tuzaktır. İnsanın kendi ihtiyarı ile bir şeyi duşunmesi, bir şeyi anması cehennemdir adeta.
Onun icin herkes varlığından, kendiliğinden gecme alemine, yahut sarhoşluğa kacar, yahut da bir işe koyulup kendini unutur. Fakat yine bu alemden kendini ceker, varlık alemine gelirsin. Cunku o kendini unutma alemine Allah fermanı olmadan gitmiştik.
Ne cin, zaman kaydının hapsinden kurtulabilir, ne insan. Yuce goklere cıkmak anacak doğru yolu bulma kudretiyle olabilir.
İnsan doğru yolu ancak Allahdan cekinen kulun ruhunu, goklerden şeytanları kovan şahaplardan koruyan kuvvetle bulabilir. Yok olmadıkca hic kimseye ululuk tapısına varmaya yol yoktur. Goklere yucelme nedir? şu yokluk. Aşıların yolu da yokluktur, dini de. Aşk yolunda yalvarma bakımından postekiyle carık, Eyaz’a mihrap olmuştur. Gerci onu padişah severdi. İci de guzeldi, dışı da. Fakat kendisi de kibirsiz riyasız, kinsiz bir hale gelmişti. Yuzu, padişahın guzelliğine bir anda kesilmişti. Varlığından uzaklaştığı icin işinin sonu da Mahmut oldu.
Eyaz kibir korkusundan cekinirdi de onun icin temkini, pek kuvvetli bir hale gelmişti. O tertemiz bir hale gelmişti. Kibrin nefsin boynunu vurmuştu. Ya o duzenleri halka bir şey oğretmek icin yapıyor, yahut korkuda uzak bir hikmet yuzunden boyle bir harekette bulunuyordu. Yahut varlık, yokluk ruzgarları ile esip gelen bir bağ olduğundan bir gun carığını gormeyi istiyor, bu suretle de yokluk definesinin ustune kurulan yapının kapısını acmak, o zevk yaşayışının yelini bulmak diliyordu. Bu kaynağın malı, mulku, atlası, cabuk yuruyup giden cana bir zincirdir.
Buna kapılan, şu altın zinciri gordu de kapıldı, ruhu bir delik icinde kaldı, ovalara cıkamadı. Gorunuşu cennet ama hakikatte bir cehennem. Ustu gullu nakışlarla bezenmiş bir zehirli yılan. İnanan kişiye cehennem zarar vermez ama ortadan gecmek daha iyidir ya. Cehennem ona bir zeval vermez-. Vermez ama herhalde cennet, onun icin daha hoştur ya.
Ey noksan kişiler, şu gul yuzlulerden sakının. Onlarla konuşmaya kalktınız, duşup kalkmaya başladınız mı anlarsınız ki onlar cehennemdir.
Alıntı ;
Mesnevi'den Hikayeler
__________________