Peygamber, kafirlerle savaşmak, abes şeyleri gidermek icin bir ordu gonderiyordu. Huzeyl kabilesinden bir genci secti, orduya emir etti. Askerin aslı kumandandır... kumandansız kavim, başsız bedene benzer! Şu oluşun, solup gidişin, hep başbuğu terk etmendendir. Usanctan, nekeslikten, benlikten baş cekmede, kendini başbuğ saymadasın!
Tıpkı yukten kacan katır gibi... o da başını alır, dağları boylar! Sahibi, a sersem... her tarafta eşek avlamak uzere sinmiş bir kurt var... şimdi gozumden kayboldun mu her yandan kuvvetli bir kurt cıkagelir. Kemiklerini şeker gibi ezer, ufalar... artık bir daha diriliği goremezsin bile!
Hadi kurdu bir tarafa bırak... odsuz kalırsın ya! Ateş, odun olmadı mı soner gider. Kendine gel de sahipliğimden kacma, yukun ağırlığından cekinme... senin canın benim diye ardına duşer, koşar durur! Sen de bir katırsın... cunku nefsin ustun. A kendisine tapan, hukum ustunundur.
Fakat ululuk ıssı Allah, sana eşek demedi at dedi... Arap, arap atına “Taal” der. Cefakar nefis katırlarını bakmak, yola getirmek icin Mustafa, Hakk’ın imrahorudur. Kerem ve ihsan cekişiyle “Kul tealev” dedi... “Gelin de sizi riyazatla terbiye edeyim dedi, azgın ve serkeş atları alıştırır, yola getiririm ben.
Nefisleri azgınlıktan gecinceye dek bu katırlardan ne tekmeler yedim. Nerede azgınları yumuşatan bir er varsa onların tekmelerinden kurtulmasına bir care yoktur! Hasılı belaların coğu peygamberlere gelir. Cunku ham kişileri yola getirmek, zaten bir beladır. Siz, kaidesiz, nizamsız gitmektesiniz; sozume uyun da rahvan gidin... bu suretle de uysal bir hale gelin,padişahın bineceği bir at olun!
Allah dedi ki: “onlara gelin de, ey terbiyeye alışkın olmayan katırlar, gelin de! Fakat gelmezlerse gamlanma... o iki temkinsiz icin kinlenme! Bazılarının kulakları bu, gelin sozune karşı sağırdır... her hayvanın ayrı ahırı vardır. Bazıları bu sesten urker, kacarlar...her atın ahırı ayrıdır.
Bazılarının de bu hikayelerden canı sıkılır...cunku her kuşun kafesi başkadır. Melekler bile bir cinsten değildirler; bu yuzden goklerde saf saf dururlar. Cocuklar, gerci bir mektebe giderler, giderler ama ders bakımından her biri, oburunden ustundur.
Doğuya mensup olanın da duyguları var, batıya mensup olanın da... fakat gormek goze kısmet olmuştur, mesnet ona verilmiştir. Yuz binlerce kulak saf saf duzulse yine de hepsi aydın bir goze muhtactır. Sonra kulakların da can sesini, Allah haberlerini, Peygamber buyruklarını duymada bir mesnedi var
Yuz binlerce goze ses duyma kabiliyeti verilmemiştir; hicbir gozun ses duymadan haberi yoktur. Boylece her duyguyu birer birer say... her biri, oburunun işini goremez! Beş tane dış, beş tane de ic duygusu... hepsi on tane duygu, ayakta saf kurmuştur. Din safından baş ceken giden, gider, en son safa katılır!
Sen, gulun sozunu terk etme... soyleye dur! Bu soz pek buyuk bir kimyadır. Bir bakır senin sozunden nefret eder, kacmaya kalkışırsa yine sen kimyayı ondan esirgeme! Buyucu nefesi şimdi, bu soze uymadıysa sozun, belki sonunda ona tesir eder, bir fayda verir.
Oğul, gelin de gelin... sizi Allah esenlik yurduna cağırmada! Hocam, benliği bırak, başbuğ olma sevdasından vazgec! Bir başbuğ ara, ona uy... başbuğ olmaya pek ozenme!
Peygamber, Allah yardımına nail olan askerine Huzeyl kabilesinden olan o genci başbuğ yapınca, bir herzevekil, hasedinden dayanamadı... itiraza bunu kabul edemeyiz bayrağını kaldırmaya kalkıştı. Halka bak hele... bunlar karanlık alemindendir...gecici bir matah icin nasıl gecici bir hale duşer, nasıl itiraza kalkışırlar! Ululuk yuzunden hepsi dağınıklığa duşmuşler, canlarını vermişler, olu bir hale gelmişlerdir. Fakat savaşta, diridir onlar!
Şaşılacak şey şu: Zindanın anahtarı, bu ceşit adamın elindedir de yine kendisi zindanda mahpustur! O genc tepeden tırnağa kadar pisliğe batmıştır... fakat akarsu, eteğine dokunup akmaktadır!Dilediği ile daima yan yanadır da yine de bir dayanacak, huzur bulacak kişinin yanına varabilsem diye ne sabrı vardır, ne kararı!
Nur gizlidir... arayıp sormak, gizliliğine şahit. Fakat gonul, sacma sozlerden kurtuluş dilemez ki! Fakat dunya zindanında bir kurtuluş yeri olmasaydı gonul ne sıkılırdı, ne de halas olmayı araştırır, isterdi! Sıkılıp uzulmen, seni bir memur gibi “ Hadi ey sapık, ey yolsuz... bir doğru yol ara” diye cekip cekiştirmededir...
Doğru yol vardır... fakat pusuda gizlidir. Bulmak icin durmadan, dinlenmeden delicesine aramak gerek; boyle arayan bulur! Dağınıklık, pusuda topluluğu arar... sen hemen bu isteyende istenenin yuzunu gor! Bağdaki cansız mahsulat, koklerinden surmuş, yetişmiştir... onlara diriliği vereni anla!
Hic mujde verecek biri olmasaydı bu zindandakilerin gozleri, hep kapıya dikilir, kalır mıydı?
Irmak olmasaydı yuz binlerce ırmağa batıp ıslanan olur muydu? Yanını yere koyup yatamıyor, rahatsız oluyorsun... bil ki evde bir yatağın, yorganın var! Karar edilecek bir yer olmadıkca karasız kişi olmaz...sersemliği gideren bir şey bulunmasa sersemlik bulunmaz!
O adam dedi ki: “Hayır hayır ey Allah elcisi. Askere ihtiyar birisini başbuğ yap!
Ey Allah elcisi, genc, aslan oğlu aslan bile olsa askere , ihtiyardan başkası kumandan olmasın! Zaten sen soyledin...şahidim senin sozun: Kendisine uyulacak kişi pir olmalıdır, pir! Ey Allah elcisi, şu askere bak! Ondan daha yaşlı daha ileri bunca kişi var! Bu ağactaki şu sarı yaprağa bakma da onun olgun elmalarını devşir!
Onun sarı yaprakları nasıl olur da bomboş olur... zaten yaprağının sararması, olgunluk ve kemal alametidir. Yuzun sararması, sacın sakalın ağarması, olgun aklı mujdeler! Yeni surmuş, yeni yeşermiş yapraklarsa meyvenin hamlığına delalet eder. Azıksızlık azığı her şeyden vazgeciş, ariflik nişanesidir.
Altının sarılığı, sarrafın yuzunu kızartır,benzine kan getirir. Gul yuzlu, sakallı, bıyığı yeni terlemiş genc, henuz mektepte okuma, yazma oğrenmededir. Yazısı, yazısının harfleri eğri buğrudur... gurbuz olsa bile delikanlıdır, aklı azdır onun! İhtiyarın ayağı, hızlı adım atmasa da aklının iki kanadı vardır, yucelerde ucar!
Ornek istiyorsan Cafer’e bak! Allah, ona elinin, ayağının yerine iki kanat verdi! Altını bırak... bu soz ortuludur, gonlum civa gibi ıstıraplara duştu! İcimizden guzel sozlu, guzel sesli yuzlerce sukut, elini ağzına komada, yeter artık demede!
Sukut denizdir, soylemek ırmağa benzer... deniz seni aramada, sen ırmağı arama! Denizin işaretlerinden baş cevirme... sozu bitir doğrusunu Allah daha iyi bilir! O edepsiz, Peygamberin huzurunda o soğuk dudaklarından sozler cıkarmada, boylece soylenip durmadaydı.
O bihaber, soz fırsatını bulmuştu, boyuna soylenip duruyordu...zaten haber de goruşe gore sacma sapan bir şeydir! Bu haberler, hep goruş yerine gecer, goruş olmayınca habere ehemmiyet verilir...goz onunde olandan haber verilmez; goz onunde olmayandan haber verilir!
Birisi goruş makamına vardı mı artık bu haberlerin onca hicbir değeri yoktur. Sevgiliye ulaştın, onunla duşup kalkmaya başladın mı kılavuzları affet artık! Cocukluktan gecip adam olan kişiye mektup da soğuk gelir, kılavuzluk eden kadın da! Mektubu okusa bile bilmeyenlere oğretmek icin okur...soz soylerse bile anlatmak icin soyler!
Gozluler onunde haberden bahsetmek hatadır...cunku bu bahis bizim gafil olduğumuza noksanlığımıza delalet eder. Gozlunun onunde susmak, sana fayda verir. “Kuran okunurken susun, dinleyin” emri, bu yuzden gelmiştir. Can gozu acık olan kamil, sana soyle derse guzelce, edeplice soyle, sozu uzatma! Uzat diye emrederse yine emre uy, utanarak soyle!
Nitekim şimdi ben de bu guzelim Mesnevi’yi yazarken oyle yapıyorum ey Hak Ziyası Husamettin! Akıllı davranıp kısa kesmeye kalkıştım mı,o, beni yuz ceşit vesileyle soyletmeye kalkışır. A ululuk ıssı Allah’nın ışığı Husamettin, goruyorsun mademki; sozden ne istersin ki? Bu herhalde fazla iştahtan olacak... hani şair de “Bana hep şarap sun, hem de işte bu, şaraptır”da demiştir ya!
Şu anda onun kadehi, senin ağzında... fakat kulak da kulağın nasibini ver, diyor! Ey kulak, senin nasibin hararetlenip kızarmaktır... işte hararet, işte sarhoşluk! Fakat kulak, ben bundan daha fazlasını istiyorum, harisim ben demekte!
Şeker huylu Mustafa’nın huzurunda o Arap, sozu haddinden aşırınca, O “Vecnecmi” padişahı, “Abese” sultanı, o soğuk nefesiyle “ Sozun kafi artık” diye dudağını ısırdı. Soylemesin diye elini ağzına koydu... gizlileri bilen kişinin yanında nice bir soyleyip duracaksın?
Kuru fışkıyı gozu acık erin onune goturmuş, bunu misk yerine satın al diyorsun! Deve pisliğini burnunun altına koyuyor, bir de oh oh diyorsun a beyni kokmuş kişi! A akılsız şaşı! Kotu kumaşın revac bulsun diye bir de oh ohtur tutturmuşsun!Bu suretle bu tertemiz burnu aldatmak, o goklerin gul bahcelerinde yayılan eri kandırmak istiyorsun!
Onun yumuşaklığı, kendisini ahmak gostermede ama senin de kendini bir parcacık bilmen lazım! Bu gece de tencerenin ağzı acık kaldıysa kedinin de utanması icap eder! O ışığı guzel arif kendisini uyuyor gostermede ama adamakıllı uyanıktır... sakın sarığını aşırmaya kalkışma!
A pis inatcı, bu Şeytan masalını Mustafa’nın huzurunda nice bir soyleyeceksin? Bunların yuz binlerce hilmi vardır...bir tek hilmleri bile yuzlerce dağa bedeldir! Hilmleri, uyanık adamı bile aptal eder... yuz binlerce gozu olan zeka sahibini şaşırtır, yolunu kaybettirir, sapığa dondurur! Hilmleri, guzel ve latif bir şarap gibi tatlı ta beynin ust yanına gider, butun bedene yayılır!
O sert şaraptan sarhoş olana bak! Sarhoş Ferzin gibi eğri buğru gitmeye başladı!o adamın cabuk alan şarabın tesiriyle genc, bir ihtiyar gibi yol ustunde duşup kalmada!
Hele şu “Bela” kupunun şarabı yok mu... oyle sarhoşluğu bir gecelik şarap değil bu! Ashabı kehf, o şarabı ictiler de tam uc yuz dokuz yıl akıllarını kaybettiler, ne mezeye el sundular, ne bir yere kıpırdadılar! Mısır kadınları bu şaraptan bir kadehcik ictiler de ellerini şahrem kesip doğradılar! Buyuculer de Musa’nın sarhoşluğuna duştuler...darağacını sevgili sandılar! Cafer-i Tayyar, o şaraptan sarhoş oldu da elini, ayağını feda etti!
Peygamber hadsiz sarhoşluğundan o aptala bir ışık vurmuş, onu neşelendirmiş, sarhoş etmişti. Neşesinden cok konuşmaya başladı. Sarhoş, ebedi bırakır, baş aşağı duşer! Fakat her yerde kendinden gecen, kotuluk etmez... şarap zaten edepsiz olanı edepsiz eder. Şarap icen akıllıysa daha ziyade akıllı olur... kotu huylu ise busbutun berbat bir hale gelir. Fakat insanların coğu kotu ve ahlaksız olduğundan şarabı herkese haram ettiler.
Hukum ustundur halkın coğu da kotudur; bu yuzden kılıcı yol kesicilerin elinden aldılar. Peygamber dedi ki: Ey işin dış yuzunu goren, sen onu genc ve hunersiz gorme. Nice kara sakallı ihtiyarlar vardır... nice de gonulleri, zift gibi kapkara ak sakallılar. Onun aklını defalarca denedim... o genc işlerde ihtiyarlık etti.
İhtiyar, akıl ihtiyarıdır oğlum... sacın, sakalın ağarmasıyla adam, adam olmaz. İblis’ten daha ihtiyar kim var? Fakat değil mi ki aklı yok, hicbir şeye yaramaz. Birisi cocuktur ama İsa nefesli, gururdan, nefesten arınmış olursa ona nasıl cocuk diyebilirsin?
Sac ağarması, ancak gozu bağlı ne kısa goruşlu kişiye gore pişkinlik alametidir. O mukallit, alamet olarak delilden başka bir şey bilmediği icin daima buna yol arar. Onun icin bir işe girişeceksen o pire danış dedi. Cunku o, taklit perdesinden cıkmış kurtulmuştur da ne varsa her şeyi Allah nuru ile gorur. Onun pak nuru delilsiz, beyansız deriyi yırtar, ici meydana cıkarır.
Yalnız dışı gorene gore kalp nedir, gecer altın ne? Hurma sepetinde ne var? O bilir. Nice altınları, hasetci hırsızların elinden kurtulsun diye dumanla karartmışlardır. Nice bakırlar vardır ki aklı kıt olanlara satsınlar diye onları altın suyuna batırmışlar, altın yaldızla yaldızlamışlardır.
Biz butun ulkelerin ic yuzunu gorenleriz... gonlu goruruz, dış yuzune bakmayız biz! Zahirin etrafında donup dolaşan kadılar, zahiri gorunuşe gore hukmederler.
Birisi şahadet getirdi, imanını gosteren bir şey yaptı mı bunlar, derhal o adamın mumin olduğuna hukmederler. Bu suretle de nice munafıklar, zahire sığınmışlar... boylece de yuzlerce iman sahibinin kanını gizlice dokmuşlerdir.
Calış cabala da akıl ve din piri ol... bu suretle aklı kul gibi ic alemini gor. O guzelim akıl, yokluktan yuz gosterince Allah ona bir elbisedir giydirdi, binlerce de ad taktı. Bu guzel adların en aşağısı işte şu: O, hic kimseye muhtac değildir. Akıl bir kere yuz gosterse, suretini şu aleme izhar etse gunduz bile, onun nuruna karşı kapkaranlık kalırdı. Ahmaklık da mesela, meydana cıkıverse gecenin karanlığı, onun yanında apaydın kalır. Cunku o, geceden daha karanlıktır, daha karadır. Fakat ne fayda? Kotu yarasa karanlıların satın alır.
Yavaş, yavaş gunduzun ışığına alış... yoksa yarasa gibi nura kavuşmaz, kalakalırsın! Yarasa nerede bir gucluk, bir muşkul varsa orasını sever... nerede bir devletlinin ışığı yanıyorsa oraya duşman kesilir. Bilgisi gorgusu daha fazla gorunsun diye gonlu daima muşkuller arar. O her muşkulle seni oyalar... kendi kotu tabiatına karşı gaflete daldırır.
Akıllı ona derler ki elinde meşalesi vardır... kafilenin onunde gider, onlara kılavuzluk eder. o onde giden kendi nuruna uymuş, onun ardına duşmuştur... o kendinden gecmiş bir halde yola duşup giden, kendisine tabidir.
O kendisine inanmıştır... sizde onun canının yayıldığı nura. O nur alemince inanın. Yarım akıllıda kendisine bir akıllıyı goz etmiş, goz diye bu akıllıyı bilmiş tanımıştır.
Korun kendisini yedene sarılması gibi ona el atmıştır... bu suretle onunla goz sahibi olmuş,cevikleşmiş ululaşmıştır.
Bir arpa ağırlığınca bile aklı olmayan eşeğe gelince: Hem aklı yoktur, hem akıllıyı terk etmiştir. Az,cok... bir yol da bilmez. Fakat yine de bir kılavuzun ardına duşmekten sıkılır, arlanıp utanır. Upuzun, ucsuz bucaksız collerde gah topallayıp meyus olarak, gah koşup yortarak gider durur.
Bir kandil yoktur ki onunde tutsun, onunu gorsun... hatta yarım bir ışık bile bulamaz ki ondan bir nur dilensin. Aklı yoktur ki dirilikten dem vursun, yarım aklı bile yoktur ki olsun, kendisini olu bilsin. O akıllıya karşı tam bir olu hale gelsin de kendisini aşağılık yerden dama yuceltsin!
Tam aklın yoksa kendini olu hale getir... sozu diri bir akıllıya sığın. Boyle olmayan adam diri değildir ki İsa’ya hemdem olsun... olu değildir ki İsa’nın oluleri dirilten nefesine mazhar olsun. Kor canı her yana adım atar, sıcrar durur ama bir turlu kurtulamaz.
A inatcı, bu, icinde uc buyuk balık bulunan golcuğun hikayesine benzer. “Kelile” de okumuşsundur ama o kabuktan ibarettir, bu anlatışımızsa canın ta icidir.
Birkac balıkcı, o golcuğun yanından gectiler, o balıkları gorduler. Derhal koşup ağ getirmeye gittiler. Balılar bunu anladılar... iclerinden akıllı olan yola duştu; hic de gidilmesi istenmeyen o guc yola yurudu. Bunlarla danışmayayım dedi turlu, turlu fikirlerde bulunur, azmimi gevşetirler. Yurtlarının sevgisine kapılırlar; tembellikleri, bilgisizlikleri bana da sirayet eder.
Danışmak icin bir iyi ve diri kişi lazım ki seni de diriltsin, fakat nerede oyle bir diri?
Ey yolcu yolcuyla danış, kadınla değil... cunku kadının reyi seni topal eder. Vatan sevgisinden dem vurma; durma,yuru... vatan oradadır, burada değil canım efendim! Vatan istiyorsan ırmağın o tarafına gec... bu doğru hadisi eğri ve yanlış okuma!
Hadiste aptes alınırken yıkanan her uzuv icin ayrı dua rivayet edilmiştir. Burnunu yıkar, burnuna su cekerken gani Allahdan cennet kokusu iste. İste de bu koku, seni cennete ceksin gotursun... gul kokusu gul bahcesinin delilidir.
Aptes bozduktan sonra yıkanırken de okunacak virt edilecek dua şudur: Yarabbi sen beni bu pislikten arıt. Benim elin buraya yetişti, burasını yıkadı... elim canımı yıkamada gevşek.
Adam olmayanların canları, ihsanınla adam olmuştur... canlara erişen, senin lutuf ve kerem elindir. Ben aşağılık bir kişiyim... buna kudretim yetişti. Ey kerem sahibi Allah, arıtmaya kudretim olmayan ic pisliğimi de sen temizle! Rabbim ben pislikten derimi yıkadım, arıttım... icimi de hadiselerden sen yıka, arıt!
Birisi aptes bozduktan sonra temizlerken “Yarabbi, beni cennet kokusu ile eş et” diye dua etti. Birisi duyup dedi ki: “Guzel dua ettin ama deliği kaybetmişsin! Bu dua, apteste burna su verilirken okunacak dua... sen burun duasını oturak yerini yıkarken okuyordun!”
Hur kişi cennet kokusunu burnundan duyar... hic oturak yerinden cennet kokusu gelir mi?
Ey aptal kişilere karşı alcaklık gosterip de padişahlara karşı ululanan, o ululuk, aşağılık adamlara karşı olursa guzeldir, iyidir... fakat kendine gel, tersine hareket etme; bu, senin yolunu bağlar!
Gul, burun icin bitti,yetişti... a hoyrat adam koku almak burnun işidir. Ey yiğit, gul kokusu burun icindir... bu aşağıdaki delik, o kokunun yeri değildir. hic buradan sana cennet kokusu gelir mi? Sana koku lazımsa yerinden ara!
Bunun gibi “Vatanı sevmek imandandır” hadisi de doğru ama hocam, once iyice vatanı tanı!
O akıllı balık dedi ki: Bir yol bulayım da gonlumu şunlarla danışmadan, şunların reyine uymadan cekip cevireyim. kendine gel şimdi danışma zamanı değil; yola duş... Ali gibi kuyuya ah et. O ahın mahremi pek azdır... geceleri git, hem de bekci gibi gizlice yuru. Bu golcukten denize doğru git... denizi ara, şu girdabı bırak.
Goğsunu ayak yaptı da yola duştu... cekingen balık, o tehlikeli yerden ta nur denizini kadar yurudu, denize ulaştı. Ardına kopek duşen ceylan, hayatından bir damar bile kalsa koşar ya... işte o da onun gibi koşmaktaydı. Artık kopek varken tavşan uykusuna dalmak hatadır... zaten korkan adamın gozune uyku girer mi?
O balık gitti deniz yolunu tuttu... pek uzun olan o yola duştu. Bir hayli zahmetler cekti, fakat sonun da emniyet ve afiyet makamına yetişti. Kendisini ucsuz bucaksız, hicbir yandan kıyısı gorunmez denize attı.
Derken balıkcılar ağ getirdiler... yarı akıllının neşesi bozuldu, ağzının tadı kactı. Dedi ki: Fırsatı teptim, nasıl oldu da o yol gosterene arkadaş olmadım? O ansızın gitti... gitti ama benim de hararetle ardına duşmem gerekti. Fakat gecene acınmak hatadır... gitti mi gitti gider! Gayrı onu anmanın hicbir faydası yoktur.
Birisi hileyle tuzağına bir kuş duşurdu. Kuş, ona dedi ki: Ey ulu hoca. Sen bircok okuzler, koyunlar yedin... bircok develer kurban ettin. Dunyada onlarla bile doymadın... benimle de doymazsın sen! Beni bırak da sana uc oğut vereyim... bak bakalım aptal mıyım, akıllı mıyım? Birinci oğudu elimdeyken vereyim, ikincisini samanla karışık balcıktan yapılma damının ustunde. Ucuncusunu de ağacın ustunde veririm... bu uc oğutle bahtın iyileşir.
Elindeyken vereceğim oğut şu: Olmayacak soze kim soylerse soylesin inanma. Bu ulu oğudu elindeyken verip azat oldu, duvarın ustune konup, dedi ki: Gecmiş gitmiş şeye gam yeme... fırsatını kaybettin mi uzulme artık! Sonra “Şu kucucuk bedenimde on dirhem ağırlığında paha bicilmez bir inci var. Seni de oğullarını da devlete eriştirdi... o inci senin hakkındı... fakat kısmetin değilmiş, kacırdın... oyle bir inci dunyada bulunmaz” dedi.
Adam gebe kadın doğururken nasıl feryat ederse oyle bağırmaya başladı. Kuş dedi ki: Sana gecmiş şeye gam etme diye nasihat etmedim mi, mademki gecip gitti, neden gam yersin? Ya oğudumu anlamadın, yahut da sağırsın sen. Sonra bir de sana sapıklığa duşme olmayacak soze sakın inanma demedim mi? Bu ikinci oğudum değil miydi? Ben, kendim uc dirhem gelmem aslanım... icinde on dirhemlik inci nasıl bulunur?
Adam, bu soz uzerine kendine geldi, hadi dedi... o ucuncu guzel oğudu de ver bakalım.
Kuş dedi ki: Evet. Allah icin o ikisini iyi tuttun da ucuncusunu sana bedava soyleyeceğim ha! Uykuya dalmış bilgisiz kişiye oğut vermek, corak yere tohum sacmaktır. Aptallık ve bilgisizlik yırtığı yama kabul etmez... ey oğutcu, ona hikmet tohumunu pek sacma.
Obur balık, o bela cağında aklının golgesinden ayrı duştu de dedi ki: O, denize vardı, gamdan azat oldu... ben oyle bir iyi arkadaştan ayrıldım.
Fakat artık onu duşunmeyeyim de kendi kendime bir care bulayım... şimdi kendimi olu gostereyim ben... suyun ustune cıkıp karnımı yukarıya, sırtı mı aşağıya verip kendimi Salı vereyim... su, nereye gotururse gideyim. Yuzen kişi gibi değil de adeta bir saman copu gibi su ustunde surukleneyim. Kendimi oluye benzetip suya bırakayım... olumden once olmek, azaptan kurtuluştur.
Ey yiğit olumden once olmek emniyettir... bize Mustafa boyle buyurdu. Dedi ki: Size olum, sınamalarla gelmeden hepiniz olun. Balık, guya oldu, karnını yukarıya cevirdi... su, onu gah yukarıya cıkarıyor, gah aşağıya alıyordu.
Balıkcıların her biri eyvah dediler... en iyi balık oldu... hepsi de pek kederlendi. Balık onların eyvah demelerinden sevindi... bu oyunla kılıctan kurtuldum galibi dedi. Balıkcının biri onu yakaladı... tuh yazıklar olsun deyip fırlattı, torağa attı. Balık cırpına cırpına gizlice suya fırladı gitti. Obur ahmak, ıstıraplar icinde kalakaldı. O ahmak sıcrayıp kilimini kurtarmak icin sağa sola cırpındı durdu.
Fakat avcılar ağı attılar... ağın icinde kaldı; ahmaklık onu ateşe attı. Ateş ustunde tava icinde ahmaklıkla eş oldu. Ateşin hararetiyle kızıp kaynadıkca akıl ona “sana hic korkutucu bir zat gelmedi mi?” diyordu.
O da, o işkencenin, o belanın icinde kafirlerin canları gibi “Evet, geldi” demekteydi. Sonra da eğer bu sefer, şu boynumu kıran mihnetten kurtulursam, denizden başka yerde yurt tutmam... bir golcukte oturmam artık.
Ucsuz bucaksız bir su ararım da emin olayım... ebediyen emniyet ve sıhhat icinde omur sureyim diyordu.
Akıl, ona diyordu k: Ahmaklık, seninle değil mi? Ahmaklıkla ahde vefa edilmez. Ahitlerde vefa etmek, akılla olur... sense aklın yok a eşek değerli. Akıl, ahdini hatırlar... akıl, unutkanlık perdesini yırtar. Aklın olmadı mı unutkanlık, sana hakim olur... sana duşmanlık eder, tedbirini bozar.
Aşağılık pervane, aklının azlığından kendini ateşe vurur... ateş, ateşin yakıcılığı, ateşin sesi, aklına bile gelmez. Fakat kanadı yandı mı tovbe eder ama hırsı ve unutkanlığı yine onu ateşe atar. Bir şeyi kavramak, anlamak, hıfzetmek ve hatırlamak, aklın işidir... akıl bunların derecesini yuceltir.
İnci olmayınca parlaklığı nasıl olur da bulunur? Hatırlatan olmayınca adam, o işten nasıl kacınır? Bu vakitsiz istek de sahibinin akılsızlığındandır. Cunku ahmaklığın nasıl bir huyu vardır? Goremez ki!
O, nedamet zahmetinin sonucudur... define gibi aydın olan aklıdan gelmez. Zahmet gecti mi o nedamet de yok olur gider... o tovbe ve nedamet, toprak değerinde bile değildir. o nedamet, gam ve elem karanlığı yuzunden yukunu bağladı... fakat gunduz geldi mi gecenin sozunu mahveder.
O gam karanlığı gitti de hoşluk vakti geldi mi gonulden de onun neticesi, o derdin doğurduğu nedamet gecip gider.
O adam, tovbe eder ama akıl piri ona “Tekrar dunyaya dondurulseler yine yapma denen şeylere bulaşırlar. Onları yaparlar” diye bağırıp durur.
Ey yiğit, akıl, şehvetin zıddıdır... şehveti dokuyan akla akıl deme. Şehvete mağlup olana vehim de... vehim, halis akıllar altınının kalpıdır. Vehimle akıl, mihenk olmadıkca meydana cıkmaz. Her ikisini de hemen mihenge vur. Bu mihenk de KURANDIR. Peygamberlerin halidir... mihenk kalpa gel der. Gel de benim yuzumden ne hale girdiğini gor... cunku sen benim ne inişimin ehlisin ne cıkışımın.
Aklı bir testere ikiye bicse o ateşteki altın gibi yine gulumser. Vehim, alemleri yakan Firavundur; akıl, canları parlatan aydınlatan Musa’nındır. Musa, yokluk yoluna gitti... Firavun, ona dedi ki: Sen kimsin? Musa, ben akılım... ululuk ıssı Allahnın elcisiyim... Allahnın ulu burhanıyım, azgınlıktan insana emniyet veren kişiyim ben.
Firavun dedi ki: Sus, huyluyu bırak da sen bana eski adını soyle. Musa dedi ki: Benim nispetim, Allahnın şu toprak yurdunadır... asıl adım da onun kullarının en aşağısı. Ben o Allahnın kulunun oğluyum... onun cariyesiyle kulundan doğmuşum. Asıl mensup olduğum topraktır; su ve balcıktır... Allah suya toprağa canla gonul vermiştir.
Bu toprak bedeninim donup gideceği yer de yine toraktır... senin gideceğin yer de topraktır a mağrur. Bizim de butun serkeşlerin de aslı topraktır. Hepimiz topraktanız... buna da yuz turlu nişane var. Bedenine toraktan yardım gelmededir... boynun toraktan biten gıdalarla duzelip kalınlaşmadadır.
Can gitti mi beden o korkunc, mezar da toprak olur gider. Sen de, biz de, sana benzeyenlerde hep toprak olurlar... senin mevkiin rutben de kalmaz.
Firavun dedi ki: Bundan, bu soydan başka bir adın daha var senin... sana ne ad daha ala yaraşır. Firavunun kulu kullarının kulu... bedeni, canı, once onun nimetleriyle beslenip yetişen kul. Asi, azgın ve pek zalim kul... kotu işi yuzunden yurttan kacan kul. Kanlı katil, gaddar,hak bilmez kul... artık sen bu sıfatlara bak da var kıyas et nesin?
Gariplikte hor, yoksul, cıplak bir kul, oyle bir kul ki ne bizim hakkımızı tanır,ne bize şukreder.
Musa şoyle cevap verdi: Haşa... o padişaha, padişahlıkta kimse şerik olamaz. Mulk ve devlette tektir, eşi yok. Kullarına ondan başka başbuğ yoktur.
Halkına ondan başka kimse sahip değildir. helake duşmuş kişiden başka kimse ona şeriklik davasına kalkışamaz. Beni nakşeden, bana bu sureti veren odur; nakkaşım odur benim... başkası bu davaya kalkışırsa zalimdir. Sen benim kaşımı bile yaratmaya kadir değilsin... boyleyken Nasıl olur da beni yarattığını soyleyebilirsin?
Asıl o gaddar, o azgın sensin ki Allahya şerik olmak davasına duşmuşsun. Ben bir kotu kişiyi oldurduysem ne nefsime uyduğumdan oldurdum, ne de eğlence icin. Ben bir yumruk indirdim o da derhal oluverdi... zaten canı yoktu can verdi geberdi gitti.
Ben bir kopek oldurdum... fakat sen peygamber oğullarını, yuz binlerce sucsuz, ziyansız cocukları oldurdun ya! Onları oldurdun; hepsinin kanı senin boynundadır... bakalım hele, bu kan icmeden başına neler gelecek?
Yakup soyunu oldurdun... maksadın da hep beni oldurmekti, bunu umuyor, bunu istiyordun sen! Allah, seni kor etti de beni secti... nefsinin pişirip kotardığı hile, baş aşağı geldi.
Firavun dedi ki: Bunları bırak hele... şuphesiz benim hakkım, tuz ekmek hakkı buydu ha. Beni halkın onunde rezil rusvay edesin... aydın gunu gonlume karartasın... sen de olan hakkıma karşılık yapacağın bumu senin?
Musa, kıyamet gununun horluğu daha guctur... hayırda, şerde bana riayet etmezsen kıyamette halin bundan beter olur. Bir pirenin acısına tahammulun yok; yılanın acısına nasıl tahammul edeceksin? Gorunuşte senin işini yıkıyorum ama bir dikeni gul bahcesi haline getiriyorum dedi.
Birisi geldi yeri bellemeye, surmeye başladı. Aptalın biri dayanamayıp feryat etti. Dedi ki: Bu yeri neden yıkıyorsun... neden yarıyor dağıtıyorsun?
Adam dedi ki: A ahmak, yuru git... benimle uğraşma! Sen, yapılmayı yıkılmada bil. Bu yer, boyle cirkin ve yıkık bir hale gelmedikce nasıl olur da gul bahcesi, buğday tarlası haline gelir. Duzeni alt ust olmadıkca nasıl olur da bostanlık, ekinlik olur; mahsul ve meyve yetiştirir? Yarayı neşterle deşmedikce iyileşir onulur mu hic? Ahlatın, ilacla yıkanmadıkca hastalığın nasıl gecer, nasıl şifa bulursun?
Terzi kumaşı paramparca eder... bir kimse cıkıp da o sanatını bilen terziye, bu canım atlası neden bu hale getirdin... neden kestin; ben kesik kumaşı ne yapayım der mi?
Her eski yapıyı yaparlar, yenilerlerken eski yapıyı yıkmazlar mı? Marangoz, demirci ve kasap da bunun gibi yıkıp yakıp harap etmezler mi? O halileyi, belileyi dovmek, onları adeta telef etmek, bedenin yapılmasıdır. Buğdayı değirmende ezmeseydin ondan ekmek yapabilir miydi?
A balık, yediğim tuz ekmek, seni ağından kurtarmak icin beni boyle uğraştırıyorsun ya! Musa’nın oğudunu kabul edersen sonu kotu olan boyle bir oltadan kurtulursun! Kendini hayli zamandır heva ve hevese kul, kole ettin... yeter artık! Kucucuk bir kurdu ejderha haline getirdin. Ben de senin ejderhana karşı ejderha getirttim... onunla anbean seni ıslah etmek niyetindeyim. Onun nefesi, bunun nefesiyle tutulsun... ejderham, o ejderhayı mahvetsin!
Eğer razı olursan iki yılandan da kurtulursun... yok, razı olmazsan o ejderha, canını kokunden siler supurur, seni mahveder!
Firavun dedi ki: Pek usta bir buyucusun... bu ulkeye bir ikiliktir saldın. Gonlu bir olan halkı iki boluğe ayırdın... oyledir; buyuculuk, dağa, taşa bile tesir eder... onları bile yarar, yıkar.
Musa şoyle cevap verdi: Ben, Allah emirlerine gark olmuşum... hic Allah adı ile buyuculuk gorulmuş şey midir?
Buyuculuğun temeli gaflettir, kafirliktir... halbuki Musa’nın canı, din meşalesidir. A cirkin, ben buyuculere benzer miyim? Nefesine Mesih bile haset etmededir benim.
A cenabet, benim nerem buyuculere benzer? Kitaplar, canımda nurlanır, ışıklanır. Fakat sen heva ve heves kanadı ile uctuğun icin benim hakkımda şupheye duşuyorsun. Kim hilebazlarla canavarların işini işlerse elbette kerem sahipleri hakkında şuphelenir.
Sen, bir alemin cuzusun... ne olursan ol, mutlaka o alemin kulunu kendi sıfatlarında gorursun sen, azgın herif!dondun de başın dondu mu gozune ev de donuyor gorunur. Gemiye binersin; gemi hareket etti mi deniz kıyısını yuruyor gorursun! Bir savaştan, bir cekişten canın daralırsa butun dunyayı dar gorurusun!
Dostların dilediği gibi hoşluğa erersen, gonlun hoş olursa bu alem, sana gul bahcesi gorunur.
Nice kişiler, ta Hint ulkesine, Herat şehrine dek vardılar da oralarda alış verişten başka bir şey bulamadılar! Niceler, Turkistan’a, Cin’e vardılar da oralarda hileden, tuzaktan başka bir şey gormediler!
Sefere giden renkten, kokudan başka bir şey goremezse soyle ona: Butun iklimleri dolaşsın; hep bunu gorur. Okuz Bağdat’a geliverir... bir ucundan obur ucuna kadar şehri dolaşır... butun o yaşayıştan, o guzelliklerden, o lezzetlerden ancak ve ancak sokaklardaki karpuz kabuğunu gorur! Okuzun yahut eşeğin seyrine layık olan şey, sokaklara atılan samanlarla yolarda biten otlardır!
Tabiat mıhına kurumuş et gibi asılı kalan kişinin canı, sebeplere bağlanmıştı... bundan otesini goremez. Ey baş koşede oturan ulu kişi, sebeplerin kalktığı ova, Allahnın geniş yeryuzudur. Orada can, her an suret değiştirir... her an yeniden yeniye ve apacık bir alem gorur.
Fakat bir sıfata kapılmış, o sıfatla donup kalmış kişiye, cennette, cennet ırmaklarının kıyısında, olsa orası yine kotu ve cirkin gorunur!
Cihanı gorme cerceven anlayışıncadır... pak kişilerin sence perde ardında olması, onları gormemen, pis duygundandır. Bir zaman duygunu goruş suyuyla yıka... sofilerin camaşır yıkamaları budur, boyledir... bunu boyle bil. Sen temizlendin mi perde yırtılır... pak kişilerin canları sana gorunmeye başlar.
Butun alem nurla, suretlerle dolsa o guzellikten ancak goz haberdar olur. Gozunu yumar da bir guzelin zulfunu, yuzunu gormek icin kulağını acarsan, kulak der ki: Ben sureti goremem... ancak suret, bir ses verirse o sesi duyarım. Bilirim, bilirim ama kendime ait olan şeyleri bilirim... bana ait şey de harften, sesten başka bir şey değildir. kendine gel, hadi ey burun... şu guzeli gor, desen imkanı yoktur.
Sana der ki: Mis, yahut gulsuyu olursa koklarım... benim işim budur, bilgim bu kadardır. Ben o baldırı gumuşe benzeyen guzeli nasıl gorurum? Aklını başını devşir de yapamayacağım şeyi teklif etme bana! Eğri duyguda eğriden başka bir şey goremez... onun onune ister eğri getir, ister doğru. Hocam şaşı goz bil ki tek goremez.
Sen de Firavunsun... tepeden tırnağa kadar hile ve riyadan ibaretsin... onun beni kendinden farklı gormemektesin. A eğri goruşlu, sen bana kendi gozunle bakma, benim gozumle bak da biri, iki gorme! Bana, bir an olsun benim gozumle bak da varlıktan ote bir meydan gor. Darlıktan da kurtul, addan, şohretten de... aşk icinden aşk gor vesselam. Bil ki beden cercevesinden kurtuldun mu kulağın da goz olur, burnun da.
O tatlı dilli padişah doğru soylemiştir: Ariflerin her kılı goz kesilir. Goz evvelce goz değildi... o, rahimde bir et parcasından ibaretti. Yağ parcası gormeye sebep olmaz oğlum... oyle olsaydı hic kimse ruyada gorulen şeyleri goremezdi. Mesela şeytan ve peri de gorur... fakat ikisinin gozunde yağ parcasına benzer bir şey yoktur.
Nurun yağla ne munasebeti var? Fakat yaratıcı sevgi ihsan edici Allah bu munasebeti bağışlamıştır işte! İnsan topraktan yaratılmıştır fakat toprağa benzemez ki... cinlerin ateşle bir munasebeti yoktur; fakat onlar da ateşten yaratılmışlardır. Perinin aslı ateştir; fakat dikkat edersen ateşe hic benzemez.
Kuş, havadan yaratılmış olmakla beraber havaya nereden benzer? Allah, munasebeti olmayan şeylere munasebet verdi.
Bu fer’lerin asıllarıyla munasebeti vardır... Allah onlara bu munasebeti vermiştir; fakat bu munasebete akıl ermez, keyfiyeti bilinmez! İnsan hicbir değeri olmayan topraktan meydana gelmiştir... fakat bu oğlun,babası ile ne munasebeti var?
Bir munasebeti varsa bile akıldan gizlidir, keyfiyetine akıl ermez; akıl nereden bu munasebeti izleyecek bulacak? Yele goz vermemiş olsaydı Ad kavmini nasıl fark ederdi? Mumini nasıl olur da duşmandan ayırt eder... şarabı, nasıl olur da testiden fark ederdi?
Nemrut’un yaktığı ateşe goz olmasaydı Halil’e nasıl olur da, kendisini zahmetlere sokup saygı gosterirdi? Nil’in gozu olmasaydı, gormeseydi, Kıpti ile İsrail oğullarını nasıl ayırt edebilirdi? Dağda taşta goruş yoktu da nasıl Davut’a yar oldu? Bu yeryuzunun can gozu yoktu da Karun’u neden oyle somurup yuttu? Hannane direğinin gonul gozu olmasaydı o tek kişinin, o eşsiz erin ayrılığını gorur muydu? Kırık taşlar, gormeselerdi avuc icinde nasıl şahadet ederlerdi?
A akıl, sen kanatlarını ac da “İza zulziletil arzu zilzaleha” suresini oku! Kıyamet gunu bu yeryuzu, gormeseydi iyiye kotuye nasıl şahadet ederdi ki? Halbuki halini, kendisinde olan haberleri soyleyecek... yeryuzu bize sırlarını acacak. Beni senin gibi bir padişaha gondermesi de bir delildir... gonderen bilir ki. Boyle bir illete boyle bir ilac lazım bu ilac, o umulmaz yarayı kolayca iyileştirecek elbet. Bundan once ruyalar gormuştum... Allahnın beni secip gondereceğini anlamıştım. Ben elime asayı ve nuru alacak, senin gibi bir kustahın boynuzunu kıracaktım. Bunun icin kıyamet gununun sahibi olan Allah sana ceşit ceşit ruyalar gosteriyordu.
Bunlar senin kotu icine, azgınlığına layık ruyalardı. Bunların sana, senin haline tam uygun olduğunu bildirmek diliyordu. Allah, sana bunları gosteriyordu ki onun hikmet sahibi ve her şeyden haberdar, aynı zamanda derman kabul etmez dertlerin dermanını ihsan eder bir Allah olduğunu bilesin.
Fakat sen bu ruyaları tevile kalkıştın... kor ve sağır kesildin, bunlar; ağır uykudan meydana gelen hayaller dedin. Doktorlarla muneccimler de kendilerinde olan nur pırıltısı ile tabirini gorduler, fakat tamahlarından hakikati soylemediler. Kederlenmek, devletine bir gussa gelmek, senin devletinden, padişahlığından uzaktır. Ya ceşitli gıdalardan, yahut yemekten insan, hep boyle ruyalar gorur dediler. Cunku gorduler ki sen oğut istemiyorsun, kaba ve hoyratsın, kan icicisin... yok, yoksul huylu değilsin!
Padişahlar, bir iş icin kan dokerler ama merhametleri kızgınlılarından ustundur. Padişahın Allah huyuyla huylanması gerektir. Allahnın gazabın arıktır. Şeytan gibi gazabının ustun olması gerekmez, oyle olursa hile yuzunden luzum yokken kan doker!
Namussuzların hilmi gibi halim olması da doğru değildir... cunku karısı da ****** olur cariyesi de! Halbuki sen, gonlunu şeytan evi haline getirdin... kinini, kendine kıble yaptın. Keskin boynuzların nice ciğerleri deldi... işte şu asam, senin kustah boynuzunu kırdı!
Cisme mensup askerler, ruhanilerin kalelerine saldırırlar. O taraftan tertemiz birisi gelmesin diye gayb derbendine hucum ederler. Gaziler, savaşa pek gitmediler mi kafirler, yurur saldırılar. Gayb gazileri, hilimlerinden sana saldırmazlar kotu gidişli. Gayb derbentlerine saldırdın... gayb erlerinin bu tarafa gelmemesini diledin!
Ata bellerine, ana rahimlerine pence attın... kotulukle yolu kesmek istedin! Ululuk ıssı Allahnın soy sop yetişmesi icin actığı ana yolu sen nasıl kapatabilirsin? A inatcı, sen derbentleri tuttun ama korluğune rağmen, yine bir er cıktı işte.
İşte o cıkan er benim... senin maksadını yıkıp yakarım; Allahnın adı ile senin adını sanını yok ederim! Sen var, derbentleri iyice tuta dur... ne vakte dek sakalına bıyığına gulup duracaksın? Kader bıyığını sakalını birer birer yolar... nihayet kadere karşı cekinmenin fayda vermediğini anlarsın. Senin bıyığın sakalın mı daha kuvvetlidir, Ad’ın bıyığı sakalı mı? Onların nefesinden şehirler titrer dururdu.
Sen mi daha inatcısın Semud mu? Varlık alemine onlar gibisi gelmedi gitti. Bunlardan yuz tanesini daha soylesem fayda yok; sen sağırsın... duyarın da duymazlıktan gelirsin!
Soylediğim sozden tovbe ettim; tam senin ilacını yaptım. Bu ilacı senin ham sakalına korum da pişer, yahut da yanar... sen de ebedi olarak yaralı kalırsın. Bu suretle de bilirsin ki Allah, her şeyi bilir... her şeye, ona layık olan ilacı verir ey duşman. Ne vakit bir eğrilik ettin, ne zaman bir kotulukte bulundun da onun ardından derhal layığını gormedin?
Ne zaman gokyuzune bir nefes bir dua gonderdin de ardınca ona benzer bir iyilik gelmedi? Dikkat etsen, uyanık olsan her an, yaptığın işin cevabını gorursun!
Dikkat ederde ipe sarılırsan senin icin kıyametin gelmesine hacet yok. Remiz ve işareti goren kişiye acık soz soylemeye ihtiyac var mı? Bu bela sana aptallığından gelir... nukteleri remizleri anlamazsın!
Gonul kotuluk yuzunden karardı da kapkara oldu mu artık anla... burada sersemleşmenin luzumu yok! Yoksa o karalık, sana bir ok olur... sersemliğinin cezası sana erişir! Ok gelmezse lutuf ve kerem yuzunden gelmez; o kotuluk gorulmediğinden değil.
Kendine gel de eğer sana gonul gerekse dikkat et... cunku her işin ardından senin icin bir şey meydana gelir. Himmetin bundan fazla olursa dikkatle işin, daha yucelir.
Sen de gorunuşte kapkara bir demire benzersin ama kendini cilala, cilala! Bu suretle de gonlun, suretlerle dolu bir ayna kesilsin; ona her cihetten gumuş bedenli bir guzel aksetsin! Demir gerci karadır nursuzdur... fakat cilalamak ondaki karalığı giderir. Demir cilalanır, yuzunu guzelleştirir... bu suretle suretler onda gorunebilir. Topraktan yaratılan beden kabadır, karadır ama cila kabul eder, onu cilala. Cilala da onda gayb şekilleri yuz gostersin... huri ve melek akisleri gorunsun!
Allah bil ki sana bir akıl cilası vermiştir... onunla gonul yaprağı arınır, aydınlanır. A binamaz, cilalanmayı bırakmışsın da heva ve hevesinin iki elini de acmışsın. Heva ve heves kapandı mı eli acılır. Gayb aynası olan demirde butun suretler gorunur. İcini kararttın, paslattın, işte “Yeryuzunde fesada calışırlar” ayetinin manası budur.
Şimdiye kadar boyle hareket ettin durdun artık boyle harekette bulunma... suyu kararttın, daha ziyade karartma. Bulandırma da bu su durulsun... o suyun icinde ay ve yıldızları tavaf eder gor. Cunku insan ırmak suyuna benzer... bulandı mı artık onun dibini goremezsin. Irmağın dibi incilerle, mercanlarla dopdolu... sakın bulandırma o saf ve durudur.
İnsanların canı havaya benzer... tozla karıştı mı gokyuzunde perde olur, gokyuzunu gostermez. Guneşin gorunmesine mani olur... fakat tozu gitti mi saf ve parlak bir hale gelir. Canın kapkara olmakla beraber Allah, kurtuluş yolunu bulasın diye sana ruyalar gostermiştir.
Allah, sonunda olacak şeyleri kudretiyle kapkara demirde gosterdi. Bu suretle senin daha az kotuluk etmeni diledi... fakat sen, hep bunları gorduğun halde daha beter oluyordun! Sana ruyada kotu şeyler gosterdi... onlardan urktun, halbuki o kotu şeyler senin suretindi. Hani aynaya bakınca yuzunu cirkin gorup aynayı pisleyen Zenci gibi!
Tukurmuş de sen cirkinsin, layığın ancak bu demiş, aynada cirkinliğim, senin cirkinliğin a kor ve aşağılık adam! Bu pisliği de kendi cirkin yuzune bulaştırdın, bana değil... cunku ben apaydınım demiş!
Sen gah elbiseni yanmış gordun; gah ağzın tutulmuş, gozun kor olmuş gordun. Gah bir canavar kanına kastetti... gah yırtıcı bir hayvan, başını ısırdı! Kendini gah lağıma baş aşağı duşuruyorsun gordun... gah kanlı sellerde gark olmuşsun gordun. Bazen ruyada bu tertemiz gokyuzunde sana “kotusun, kotusun, kotu” diye ses geldi... bazen dağlardan apacık “hadi git be sen de ashabı şimaldensin” sesini duydun! Bazen her cansız şeyden “Firavun, ebediyen cehenneme duştu gitti” sedasını işittin!
Bundan beter ruyalar da gordun... fakat utancından soyleyemiyorsun ki ters tabiatın busbutun tersleşmesin, kızmayasın.
Ey oğut kabul etmeyen azıcığını soyluyorum sana... bu azıcığı duy da bil ki ben biliyorum. Gorduğun ruyaları ve başına gelecek işleri duşunmemek icin kendini olu ve kor ettin. Ne vakte dek kacacaksın? İşte hileler duzen anlayışın korluğu, onune geldi cattı.
Kendine gel, bundan boyle cekin artık... cunku Allah keremiyle tovbe kapısı acıktır. Tovbenin batı tarafında bir kapısı vardır, kıyamete kadar acıktır, o kapıdan yuz cevirme! Cennetin Allah rahmetiyle sekiz tane kapısı var... oğul, o sekiz kapıdan birisi de tovbe kapısıdır.
Oburlerinin hepsi de bazen acılır, bazen kapanır... fakat tovbe kapısı hep acıktır. Bunu ganimet bil... kapı acık, hasetcinin korluğune rağmen derhal pılını pırtını oraya cek.
Kendine gel de benden bir oğut kabul et, karşılık olarak dort şey al! Firavun, o bir oğut, hangi oğut? O tek oğudu bana birazcık anlat dedi.
Musa dedi ki: O tek oğut şu: Apacık şoyle deki Allah tektir, ondan başka tapacak yoktur. Goklerin yıldızların... insanlarla şeytanların cin ve perilerin, kuşların yuce yaratıcısıdır. Denizin, ovanın, dağın, colun yaratıcısı o dur... ulkesinin sınırı yoktur, kendisinin benzeri yoktur. Firavun ey Musa dedi... buna karşılık bana vereceğin o dort şey nedir? onları da soyle. O guzel vaadin lutfiyle kafirliğin carmıhı gevşesin. Belki bir ganimet olarak elde edeceğim o hoş vaatler yuzunden yuz batmanlık kufur kilidim acılır... belki bal ırmağının tesiri ile bedenimdeki kin zehri ballaşır.
Yahut o tertemiz sut ırmağının aksiyle esir aklım bir an olsun beslenir. Yahut o şarap ırmaklarının aksiyle sarhoş olur da Allah emrinin zevkinden bir koku alırım. Yahut ırmakların letafetinden corak ve yıkık bedenim tazelenir. Corak bedenimden bir yeşillik meydana gelir... dikenliklerim cennet-i Me’va kesilir. Belki cennetin ve dort ırmağın aksiyle can, Allah, yardımına mazhar olur da sevgiliyi aramaya koyulur. Nitekim cehennemin aksiyle de ateş kesilmişim. Hak kahrı ile karışmışım.
Cehennem yılanının aksiyle yılana donmuşum... cennet ehline zehirler yağdırma da, onları dalayıp durmadayım. Gah cehennemdeki kaynar suyun kaynamasının, kopurmesinin tesiri ile zulum suyum, halkı curutur eritir.
Ben zemherinin aksiyle zemheri olmuşum... yahut da cehennemin aksiyle cehenneme benzemişim. Şimdi yoksul ve mazlumlara cehennemim... vay onu zebun bulursam.
Musa dedi ki: O dordun birincisi, bedenin ebedi olarak sıhhatte kalır. Tıp bilgisinde soylenen illetler, ey akıllı er, bedeninden uzaklaşır. İkincisi, omrun uzun olur... ecel, omrunden cekinir! İyi bir omur surdukten sonra alemden, muradına erişmeden gitmezsin. Hatta sut emer cocuğun sut istemesi gibi eceli istesin... fakat seni esir eden bir zahmet, bir dert yuzunden değil.
Olumu arasın ama bir eziyete uğrayıp aciz kaldığından değil de evin harabesinde defineyi gorduğunden. Bunun uzerine kazmayı eline alır da hic duşunmeksizin evi yıkmaya başlarsın. Cunku evi, definenin perdesi gorursun... bilir anlarsın ki bu bir tek tane, yuzlerce harmana mani olmaktadır. Artık bir taneyi ateşe atarsın, erlik sıfatı ile sıfatlanır, er olursun.
Ey bir yaprak uğruna bağdan olan... sen yaprağa kapılıp kalan ve bu yuzden uzumden olan kurda benziyorsun. Fakat Allahnın lutfu ve keremi, bu kurdu uyandırırsa bilgisizlik ejderhası seni yer, siler supurur.
Kurt meyvelerle, ağaclarla dolu bir bağ kesilir... işte bahtı, talihi iyi olanlar, boyle bir değişikliğe nail olurlar.
Evi yık... bu Yemen akiği ile yuz binlerce ev yapılır. Hazine ev altındadır, ev yıkılmadıkca ele gecmesine care yok... evi yıkmaktan urkme, durma! Cunku bu hazinenin ele gececek bir parası ile zahmetsiz, meşakkatsiz binlerce ev yapılabilir.
Nihayet bu ev zaten viran olacak... altındaki hazine de apacık ortaya cıkacak. Fakat o vakit hazine senin olmaz... cunku o ele gecen ganimet, ruhun evi yıkma ucretidir. “İnsan ancak calıştığını kazanır.” O işten hicbir ucrete sahip olamayınca, artık, eyvahlar olsun... boyle bir ay bulut altındaymış da gormedim.
İyilik edip bana soylenen sozleri tutmadım... artık hazine gitti, elim bomboş diye elini ısırır, hayıflanır durursun. Mesela; sen ucretle bir ev kiralarsın... fakat o evi satın alsan bile senin değildir ki! Bu evde iş işleyesin diye kira muddeti, eceline kadardır. Dukkanda eskicilik yamacılık edersin... fakat bu dukkanının altında iki maden gomuludur. Bu dukkan kiralıktır cabuk ol, kazmayı al da dibini kaz! Birdenbire kazma madene rastlasın da dukkandan da kurtul, yamacılıktan da. Yamacılık dediğin nedir? su icmek yemek yemek... bu yamalarla kohne hırkanı yamar durursun!
Bu beden hırkası daima yırtılır... sen de bu yemekle icmekle onu yamarsın. Ey talihi yaver padişah soyundan gelen, kendine gel de yamacılıktan utan. Bu dukkanın dibini bir parcacık kaz da o iki maden başını yuceltsin.
Bu kiralık evin muddeti bitmeden kendine gel... yoksa bu muddet biter, sende ondan bir fayda elde edemezsin! Sonra dukkan sahibi seni dukkandan cıkarır; bu dukkanı da hazineyi elde etmek icin yıkar. Sen gah hasretle başına vurursun; gah ham sakalını yolar durursun.
Yazıklar olsun; bu dukkan benimdi... kor muydum ki buradan bir fayda elde etmedim. Yazılar olsun, bu bizimdi... yel goturdu! Biz kullara da ebediyen hasretlere duşup eyvahlar olsun demek kaldı dersin!
Ben evde bir sus, bir nakış gordum de o evin sevgisiyle kararsız bir hale geldim. Gizli hazineden haberim bile olmadı... yoksa kazma, elimde cicek demeti kesilirdi. Ah, o zaman kazmanın hakkını verseydim şimdi gamdan kurtulmuş olurdum! Gozumu nakşa, takmış, cocuklar gibi aşk oyunlarına dalıp kalmıştım.
O muradına erişmiş hakim, sen bir cocuksun... ev de nakışlarla, suretlerle dolu diyerek ne de doğru, ne de guzel soylemiştir.
“İlahimane” de vasiyetlerde bulunmuş, tozu dumana ver, varlığının kokunu kazı demiştir. Firavun ey Musa dedi; kafi... gonlum, ıstıraptan eridi gitti... artık ucuncu vaadini soyle!
Musa dedi ki; ucuncusu şu: Devletin iki kat artar, iki alemin de duşmanından arınmış devlet ve saltanatına nail olursun. Şimdiki devlet ve ikbalinden daha fazla devlete, ikbale ve ulkelere sahip olursun... şimdiki devletin savaş icindedir, o devlet sulh ve huzur icinde.
Savaş aleminde sana boyle bir devlet ve ulke ihsan eden, bir gor de bak... sulhta ulkene nasıl bir sofra kurar. Keremiyle cefa zamanında onları veren, vefa zamanında seni nasıl gorup gozetir, arayıp yoklar... bir bak da gor.
Firavun ey Musa, dorduncusu nedir? cabuk soyle... cunku sabrım yetti, hırsım arttı dedi.
Musa dedi ki: Daima genc kalırsın... daima sacın, sakalın katran gibi siyah, yuzun erguvan gibi kırmızı olur.
Bizce rengin, kokunun değeri yoktur... fakat sen aşağılıksın, onun icin aşağı alemden konuşuyorum. Renkle, kokuyla, mevki ile oğunmek, cocukları sevindirir, aldatır. İşim cocuğa duştu... gayrı cocukların ağzını kullanmam lazım!
Mektebe git de sana kuş alayım, yahut kuru uzum, ceviz ve fıstık getireyim diyeyim! Sen beden gencliğinden başka bir şey bilmiyorsun ya, al işte bu gencliği... a eşek, nah sana arpa. Yuzun hic buruşmaz porsumez... kutlu gencliğin hep bu halde kalır. Ona ne ihtiyarlık buruşması gelir... ne de selviye benzeyen boyun iki kat olur. Ne sendeki gencliğin kuvveti azalır, ne dişlerin ağırır, sallanır.
Kadınların erkeklerden nefretine sebep olan gevşekliği kadına yaklaşmamak derdini gormezsin. Genclik cağının parlaklığı seni oyle bir acar, neşelendirir ki Ukaşe’nin mujdesi de Peygamberi oyle acmış, oyle neşelendirmişti işte.
Ahır zaman Peygamberi Ahmet Rebuyulevvel ayında goctu... bunda hic itilaf yoktur. Gonlu, bu goc zamanını haber alınca can ve gonulden o vakte aşık oldu. Safer gelince, bu ay bitince sefer edeceğim diye neşelendi. Her gece bu buluşmanın iştiyaki ile sabahlara kadar “Ey yucelerden yuce arkadaş” der dururdu. “Bana kim safer ayı cıktı diye mujde verirse... kim safer gitti, Rebiyyulevvel geldi diye beni muştularsa ben de onu cennetle muştular, ona şefaatci olurum” dedi.
Ukaşe gelip mujde dedi... safer cıktı gitti. Peygamber de “Ey ulu aslan, cennet senindir” buyurdu. Başka biri de gelip safer cıktı dedi... Peygamber dedi ki: O mujdeyi Ukaşe aldı. Erler, goruyorsun ya, alemden gocmeden neşeleniyorlar... şu cocuklarsa alemde kalmalarına seviniyorlar. İyi suyun tadını tatmayan kor kuşa, acı su, kevser gorunur.
Musa da senin saf ikbaline bir dert erişmez diye bu tarzda kerametler sayıp dokmekteydi. Firavun, pek guzel... iyi soyledin ama bir de iyi bir dostla goruşeyim, danışayım dedi.
Firavun, bu sozu Asiye’ye actı. Asiye dedi ki: A gonlu kararmış, bu vaatlere can ver. Bu sozlerde ne buyuk inayetler var. Ey iyi huylu padişah, durma hemen bunları elde et. Ekim zamanı geldi... hem de ne faydalı ekim ya! Bu sozleri soyledi ve iştiyakinden ağlamaya başladı. Yerinden sıcradı, ne mutlu sana dedi... a kelceğiz, guneş başına tac oldu. Kelin ayıbını kulah orter... hele o kulah guneş ve ay olursa ne mutlu!
Daha o mecliste bunu duyunca neden evet... yuzlerce hamt olsun demedin? Bu soz, guneşin kulağına değseydi buna nail olmak umidiyle baş aşağı yere inerdi. Hic bildin mi, ne vaattir bu, ne lutuftur? Hak İblisi arayıp soruyor adeta. O kerem sahibi, seni boyle bir lutfa, boyle bir ihsana cağırdı da nasıl tahammul ettin? Şaşılacak şey. Nasıl yureğini eritmedi bu? Eritseydi iki cihandan da nasip alırdın. Adamın yureği Allah icin erirse şehitler gibi iki alemde de lutfa, ihsana mazhar olur.
Gafillik de hikmettir, bu kor oluşun da bir hikmeti var... var ama neden bu dereceye kadar olsun? Sermayenin cabucak elden ucmaması icin gafillik, hem hikmettir, hem nimet. Fakat umulmaz bir yara haline gelmemeli... aklın ve canın zehri olmamalı, adama eziyet vermemeli. Kim boyle bir alışverişi edebilir? Bir gulle gul bahcesini satın alıyorsun! Bir taneye karşılık yuzlerce ağaclık... bir habbeye karşılık yuzlerce maden.
Kim her şeyi Allah icin yapar, Allahya karşı ihlas sahibi olursa” demek, o taneyi vermektir. Bu suretle de “Allah da onun olur, her dilediğini verir” sozunun hakikati elde edilir. Cunku bu arık ve kararsız varlık, o ebedi Allahnın zevalsiz varlığından var olmuştur. Fani varlık, kendisini ona verdi mi baki olur, asla olmez. Yelden, topraktan korkan ve bu ikisi yuzunden helak olan katra gibi.
Katra, aslı olan denize kavuştu mu guneşin hararetinden de kurtulur, yelden, topraktan da. Zahiri, denizde yok olur ama zatı yok olmaz, ebedileşir,iyileşir. Kendine gel ey katra da pişman olmaksızın varlığını ver... ver de bir katraya karşılık ucsuz bucaksız denizi bul. Kendine gel ey katra da bu ş
Peygamber Takdiri
Dini Bilgiler0 Mesaj
●25 Görüntüleme
-
12-09-2019, 21:57:05