Bu da benim başlangıcımdı. Goruyordum, duyuyordum, ve hissediyordum. Ustumde saf ipekten yapılmış bir ihram vardı. Bende artık onlardan biriydim. Artık Muslumandım ve yuce yaradan Allah’ın (cc) yolundaydım. Ne kadarda yanlış yaşamışım. Keşke bende Musluman doğsaymışım, ama gec kalmamıştım. Onumde Kabe, arkamda Arabistan toprakları. Resulumuzun (sav) bastığı topraklar, Mamutun yıkamadığı topraklar ve ebabil kuşlarının Ebreheyi helak ettiği yerdi burası. Her şey burada başlamıştı, bende burada başlıyorum.

Artık neye inanacağımı bulma zamanım gelmişti. Annem ve babam tam birer Hristiyan’dı. Her Pazar kiliseye gidip ibadet ederlerdi. “Niye her Pazar..?”, sorusunu sorduğum anda sustururlardı. Benim inanacağım din boyle olmamalıydı, ben farklıydım. Bir cok hayırlı gun kutlarlardı. Ama İncil de yazılan hicbir kurala uymazlardı. Ben buna inanamazdım, benim kaderimde cok farklı bir din vardı, emindim.

Uzağında uzağındaydım ben. Onlardan biri değildim, asla olmamıştım. Ben bir ateisttim, ve hic bir şeye inanmıyordum. Din konusunu cok araştırmıştım, ama artık dinimi secme sırası gelmişti. Her din hakkında derin derin sonuclar elde etmek icin kolları sıvamıştım, artık benim sıramdı.

İlk oncelikle velilerimin dinini, yani Hristiyanlığı araştırmaya karar vermiştim. Bir kac Hristiyan arkadaşımla bir kiliseyi ziyarete gitmiştik. Onluk tarzı bir şey giyip hepsi birden şarki soylemeye başladılar. Dediklerinden hic bir şey anlamıyordum, ama guzel sesleri vardı. Sanırım dinleri Hristiyanlıkla ilgili bir parcaydı bu, ama bundan hic bir şey anlayamazdım. Bundan dolayı daha iyi bir araştırma icin bir papazla konuşmaya gittim. Bir kac soru sordum, sorduğum sorulara kendi mantığıyla cevap veriyordu. İncil’i eline alıp da cevap burada diyemiyorlardı. Bu kesinlikle benim kararım olamazdı. Benim sececeğim din boyle olmamalıydı.

İkinci adım olarak Hinduizm dinini araştırmaya karar vererek bir tapınağı ziyarete gittim. Bir cok tanrıları vardı, en garibi ise değişik kılıklarının olmasıydı. Tanrılarının birinde bir fil kafası vardı. Bu tanrının adi ne diye sorduğumda “Ganesh” cevabini aldım. “Niye fil kafası?”, dediğimde bir cok değişik cevap almıştım, fakat bu da beni inandıramamıştı. Sorduğum soruya bin değil bir cevap olması gerekiyordu, bunu bulana kadar kararlıydım kimse durduramazdı beni.

Aylardan Aralık’tı ve gerektiğinden cok soğuk bir geceydi. Din araştırmalarıma devam etmek uzere dışarıdaydım ve bir Budist tapınağını ziyarete gittim. Gecenin oniksinde tapınağı temizleyen insanlara karşılaştım. Bu insanlar cok aktifti, ve tanrılarının yerlerini temiz tutuyorlardı. Kendimi bu dine cok yakın gormuştum fakat sadece guzel ve aktif bir yaşam bicimi olduğunun farkına varmıştım.

Aynı gece eve doğru giderken, kucuk kucuk cocukların kafalarında birer carşaf parcalarıyla koştuğunu gordum. Her birinin elinde birer kol cantası tarzında bir şey vardı. Ve o kol cantalarını govdelerinden yuksek tuttuğunu gordum. O cantaların icinde ne olduğunu cok merak etmiştim, koşan en son cocuğu durdurup cantasında ne olduğunu ve neden govdesinden yuksek tuttuğunu sordum. Cocuk cevap vermedi ve koşmaya devam etti. Cocukları takip etmek uzere arkalarından koşmaya başladım.

Ne yapacaklardı bu cocuklar sabahın beşinde? Bunlar nasıl ailelerdi, nasıl cocuklarına izin verirlerdi? Ben bu soruları kendime sorarak cocukları hızla takip etmeye devam ediyordum. Aralarından biri, ‘Hadi daha cabuk, sabah namazına gec kalıyoruz”, dedi ve hepsi birden hızlarını arttırdı. Sabah namazının ne olduğunu bilmeden koşmaya devam ediyordum. Koştukca icimde bir heyecan artıyordu. Neden boyle bir heyecan yaşıyordum? Ne oluyordu bana?

Bu kucuk cocuklar guzel desenli devasa bir tapınağa girdiler. Bende arkalarından girmek istedim, ama oradaki dolgun sakallı bir adam beni durdurup ayakkabılarımı cıkarmamı soyledi. “Ayakkabılarım burada kaybolabilir, cok fazla ayakkabı var”, dedim ve su cevabi aldım. “Buraya Allah’ın adını vererek gelen hic kimse hırsızlığa başvurmaz, emin olun..”. Nasıl bu kadar emin olabiliyorsun’’, diye sordum ve bir kitap cıkardı. Ustunde cok guzel desenleri olan, ve cok kalın olan bir kitaptı bu. Kitabi acıp iki uc satır bir şeyler okudu. Başlamadan once, “Yuce yaradan Allah’ın adıyla” dedi ve bitirdikten sonra ise “Kuşkusuz ki Allah doğruyu soyledi dedi”. Diğer tapınak liderlerine sorduğum her soruyu bu adama da sordum, ve butun cevapları fazlasıyla o kitaptan okudu. Şaşkınlıkla adama baka kaldım, ve bana “Bu Kuran’dır, biz Muslumanların kitabıdır” dedi. Kuran’ın İngilizce versiyonunu istedim, ve bana beklememi soyledi. İceriye girdi ve Arapca bir şeyler soylemeye başladı. Yuzlerce insan bir Cuma sabahı bunun icin mi toplanmıştı? Kuşkusuz bu Arapca sozler huzur veriyordu.

O adama ne demem gerektiğini kucuk cocuklardan birine sordum, ve bana “Ona İmam de” diyerek gulmeye başladı. “Onca insanın yaptığı şey ne peki?”, diye sordum ve bana “Bu namazdır, biz hepimiz her gun burada toplanırız ve namazlarımızı kılarız”, Her Cuma’da, Cuma namazı kılarız diye cevap verdi. “Niye Cuma gunu?” diye sordum. “Cuma gunu cunku Allah (cc) o gun atamız Hazreti Ademi yaratmıştır, aynı bir Cuma gunu yeryuzune indirmiştir, ve aynı bir Cuma gunu canını almıştır. Kıyamet gunu bir Cuma gunu kopacaktır, ve Cuma gununun en son fazileti ise dilek kapılarının acık olmasıdır”, diye cevap verdi. Butun sorularımın cevabını Kuran kitabından okudu, ve dinledikce bir huzur kaptı icimi.

İmam, namazın onderliğini bitirdikten sonra yanıma geldi ve bana Kuran’ın İngilizce mealini verdi. Ona cok teşekkur ettim ve numarasını aldım. Eve gider gitmez kitabı okumaya başladım. Okudukca okudum, oğrendikce oğrendim. Uyumak icin yatağıma uzandım, ve kitabı baş ucumda bıraktım. Ruyamda bir cift el gordum, bana “tut, gel haydi” diyordu. Hemen uyandım ve Kuran’ı okumaya devam ettim, okudukca okudum ve sonunda kararımı vermeye başladım.

Kuran’ı bir kac hafta icinde bitirdikten sonra, aynanın karşısına gectim ve “Subhanallah!”, dedim. Ne anlama geldiğini bilmiyordum, ama ruyamda hep o cumleyi sayıklıyordum. Banyoya girdim ve bir duş alarak temizlendim. Kuran’ı Kerim’i govdemin ustunde tutarak Cami’ye doğru koyuldum. Cok kararlıydım, ben artık bir Musluman olacaktım.

Camii kapısının onune varır varmaz beni goren imam hemen beni yanına cağırdı ve “Ne oldu, kardeşim?” diye sordu. Bende Musluman olmaya karar verdiğimi ona ilettim. “Elhamdulillah!”, deyip beni kucaklamaya başladı. Yuzlerce insanın onunde, sabah namazından sonra beni en one oturttu ve Kelime-i Şehadet getirtti. Cok korkuyordum, ta ki Kelime-i Şehadet’i yerine getirene kadar. Kelimeleri soyledikce sanki başımda biri soğuk su musluğunu acıyordu. Cok rahatlamıştım, ve o an dunyanın en cok kardeş sahibi olan adamıydım.

Peki şimdi nerde miyim?

Şukurler olsun Allah’a, artık bende bir Hac yolcusuydum. Artık Uzağın Uzağında değil, en yakınındaydım.

ALINTI#

__________________