İSMAİL BEY, DUYGU VE İBRET DOLU BU HİKÂYEYİ OKUYUNCA GOZYAŞLARINA HÂKİM OLAMAZ; HİKÂYENİN TESİRİYLE, KENDİSİNİ KARŞILAMAYA GELEN, FERİT BEY VE ARKADAŞLARINA: “BU GECE, KADİR GECESİ, DUL VE YETİMLERE YARDIM EDELİM. ONLARI SEVİNDİRELİM.” DİYE UYARIDA BULUNUR

Yağmura hasret kaldığımız kavurucu sıcakların başladığı gunlerde, Yağmur dergisinin 8. sayısı, Anadolu’dan Âşıklar diyarı Aşgabat’a ulaşmıştı. Okudukca icimi ferahlatan derginin sayfaları arasında kaybolmuş, benliğimi bulmuştum. Bir Musluman’ın izzetini ve vakarını anlatan, “Gulun Mujdesi” başlıklı hikÂyeyi okurken, duygu seline kapılmış, gozlerimden suzulen damlalar gonul yamaclarımı yeşertmişti. Bu mutluğumu oğrencilerimle paylaşmak istedim. Yağmur sınıfa, coraklaşan yureklere yağmıştı. Duygu bulutları kaplamıştı dort bir yanı. Sevincimi sıcak diyardaki, dostlarla birlikte yudumlamak istedim. Anadolu pınarına hasret sineleri serinletmek mulÂhazasıyla, universitemizin aylık yayın organı olan; “Bulten Pres” dergisine verdim. HikÂye dilden dile dolaşmış ve medhi Turkmen-Turk Liseleri Genel Muduru İsmail Bey’in kulağına kadar gitmişti. Yoğun işlerinden dolayı bir turlu okuyamamış, Atamurat’a giderken okumak icin dergiyi de almıştı. Ucaktan iner inmez bir koşede Ferit Bey’i beklerken, meşhur hikÂyeyi okumaya başlamıştı. HikÂyenin ozeti şoyleydi:

İstanbul’da oturan Rum asıllı Yorgo Nikolav, kekeme olan oğlu Peter’in tedavisi icin elinden gelen her şeyi yapar ama care bulamaz. Tek umudu oğlunun evlenmesidir. Uygun eş bulunur. Duğun yemekleri pişirilir ve gerekli hazırlıklar yapılır. O esnada evin kapısı tıklatılır. Kapıdaki, karşı komşuları Hatice Hanım’dır. Bir sene once trafik kazasında kocası olmuş ve iki cocuğu ile dul kalmıştır. Davetliler arasında onun adı yoktur. Ateş istemeye gelmiştir. Kendisine bir kurek dolusu ateş verirler. Bu arada misafirler de gelmeye başlamıştır. Fakat, Hatice Hanım yine gelmiş ve yine ateş istemiş, kendisine yine ateş verilmiştir. Butun davetliler geldikten sonra komşu kadın elindeki kureği ile cekine cekine tekrar ateş istemeye gelince, Yorgo, bu işte bir iş var deyip hadisenin sırrını anlamak icin peşinden, avlunun arka kapısından gizlice Hatice Hanım’ın evine doğru yurur, acık pencereden gelen seslerle irkilir. Ağlaşan cocuklar, aclıklarını ve dertlerini dile getirmekte, Hatice Hanım: “Artık bir daha gidemem. Ne yapayım beni anlamadılar. Biraz daha sabredin. Yarın Kurban Bayramı nasıl olsa Musluman komşularımız et getirirler.” demektedir. Yorgo, hemen eve donup hizmetciyi yanına alarak, yemeklerle dolu tepsiyle Hatice Hanım’ın evine gider: “Kusura bakmayın size davetiye verememişiz, şunları kabul edin.” der ve bir miktar da para verip; “Yarın sizin bayramınız. Cocuklara bir şeyler alırsınız.” der. Yorgo gittikten sonra bu dul kadın ve yetimler: “Allah’ım Sen de onu sevindir. Rabbim onun oğluna iyilikler ver.” diye icten bir dua ederler. O gece Yorgo bir ruya gorur. Kazanları kurduğu ocaklar gul bahcesine donmuştur. Onlara doğru yurur. O anda ak saclı, uzun boylu, ak yuzlu bir ihtiyar gullerin yanında belirir. Uzattığı beyaz gul, Yorgo’ya guler. Gulu aldığı an, Yorgo yıldızlara doğru ucar.

Ruyasını kimseye anlatmaz. Aradan yirmi gun gecer. Yorgo’nun evine Kayseri’den Hacı Ahmet Efendi gelir ve başından gecenleri şoyle anlatır: “Bu sene Hac’da idim. Bayramdan bir gun once Arafat’taki vakfe duasından sonra yorgunluğun ve sıcağın tesiriyle uyumuşum. Ruyamda Peygamberimiz Hz. Muhammed AleyhisselÂmı gordum.

Bana sizin adınızı ve adresinizi verdi. Sonra ‘Git ona benden selam soyle.’ dedi. Bu selamın bir manası olmalı. Sen o gunlerde Allah’ın rızasını kazanacak ne gibi bir hayır işledin?”
Yorgo bunları dinledikten sonra, oğlunun kekemeliğinin iyileşmesine sebep olan esas sırrı da kavrar, kelime-i şahÂdet getirerek, Hz. Muhammed aleyhisselÂmın peygamberliğini kalben tasdik, dil ile ikrar eder.

İsmail Bey, duygu ve ibret dolu bu hikÂyeyi okuyunca gozyaşlarına hÂkim olamaz; hikÂyenin tesiriyle, kendisini karşılamaya gelen, Ferit Bey ve arkadaşlarına: “Bu gece, Kadir Gecesi; dul ve yetimlere yardım edelim. Onları sevindirelim.” diye uyarıda bulunur.

Ferit Bey, işin ciddiyetine vÂkıf olmadığı icin, gulen bir cehreyle:
- Hayırdır hocam şimdi yetim de nereden cıktı? İlla da bir yetim arıyorsan bizim hepimiz, anadan babadan, memleketten ayrı yetimleriz. Vereceğinizi bize verin, bizim gibi garibanları sevindirin deyince, İsmail Bey, ısrarını surdurur ve:
- Siz işin gırgırındasınız. HÂl bana bir yetim bulmadınız.
- Tamam hocam, mesele anlaşıldı. Size bu akşam bir yetim buluruz.
O akşam iftar oncesi bir velinin evine gitmek uzere yola cıkarlar.
Yolda İsmail Bey, ısrarını surdurur:
- Bana yetim bulun. Yetimleri bu gecenin hatırına sevindirelim!
Bu ısrar uzerine şoforleri Akmurat Ağa:
- Koyde yetim var, ama cağırmamız bir saati alır. Evleri bir hayli uzakta. Ben hemen işe koyulayım. Siz burada bekleyin. İftarınızı yapın, der
Tam bir saat gecer.
İki dul kadın, ellerinden sıkıca tuttukları yetim cocukları ile gelir. Once birlikte yemek yenir, cay icilir. Masum yavrular konuşma yerine, annelerinin muşfik kollarına sokulmayı tercih ederler.
Yardım etmek icin elini cebine atan İsmail Bey:
- EyvÂh! Paraları okulda unutmuşuz. İşe bak! Neyse bunda da vardır bir hayır.

Arkadaşlar, kim de para var?
Atamurat’ta oğretmenlik yapan ve aynı apartmanın dairelerini paylaşan Ferit, Mustafa ve Erdal Bey, ağız birliği yapmışcasına:
- Bizde var, hocam.
- Haydi, ne duruyorsunuz cıkarın o zaman?
- Buyurun hocam.
- Allah kabul etsin arkadaşlar.
İsmail Bey, nur yuzlu iki masumu yanına cağırır. Hane sakinleriyle birlikte dua etmeye başlar: “Rabbim bu masum yavruların hurmetine bizleri affet. Başımıza gelecek her turlu kaza ve belÂlardan muhafaza eyle! Gunahlarımızı leyle-i kadir hurmetine bağışla! Affetmek senin şanındandır. Ne olur bu gece bizleri ve kardeşlerimizi affet…”
Dakikalarca suren duadan sonra eller yuzlere surulur ve az once toplanan sadakalar* iki masumun ellerine tutuşturulur. İki yavru: “Verdiğiniz sadakalarınız kabul olsun! Allah sizi korusun!” diye sevinclerini bildirir ve annelerine sarılırlar.
Liseye donduklerinde saat 21:30’dur. Geceyi hakkıyla ihya edebilmek icin herkes bir koşeye cekilir.
Uykusu gelen oğretmenlerden biri:
- Hocam, vakit bir hayli ilerledi, evlere gitsek olmaz mı ? Hem yarın da dersimiz var.
- Hayır, bugun saat bire kadar beraberiz. Kimseye izin yok! Ben her zaman gelmiyorum, Kadir gecesi de oyle. Birlikte değerlendirelim.
Saatler 11:55’i gosterirken, oğretmenlerden biri:
- Mesnevi’de atÂ, kaza ve kader namında uc kanunu vardır. AtÂ, kaza kanununu, kaza da kaderi bozar deniliyor. Bu meseleyi izah eder misiniz?
- Mesela bir şey hakkında verilen karar, kader demektir. O kararın infazı, kaza demektir. O kararın iptaliyle hukmu kazadan affetmek, at demektir. Evet yumuşak bir otun damarları katı taşı deldiği gibi, at da kaza kanununun katiyetini deler. Kaza da ok gibi kader kararlarını deler. Demek, atÂnın kazaya nispeti, kazanın kadere nispeti gibidir. Bu hakikate vÂkıf olan Ârif: “Ya ilÂhi! Hasenatım senin atÂndandır. Seyyiatım da senin kazandandır. Eğer atÂn olmasa idi, helÂk olurdum.” buyurur.
İsmail Bey kazayı acıklamaya devam eder: “Kişinin başına gelecek olan belalar, vermiş olduğu sadakayla geri doner.” dediği anda muthiş bir patlama sesi duyulur.

Hemen yurt mudurune doner:
- Hocam git, kazan dairesine bir bakıver! Ne oldu, nedir bu ses? Galiba, kazan dairesinde bir patlama oldu.
Kısa bir sessizlik…
Aceleyle iceriye giren yurt muduru:
- Hocam az once haber aldık. İkamet ettiğimiz apartmanda gaz patlaması olmuş, kazan dairesinde bir şey yok!
Cok gecmeden olayın vahameti anlaşılır. Doğal gaz sıkışmasından meydana gelen patlamada, icinde oğretmenlerin de kaldığı apartmanın ikinci bloğu icindekilerle beraber kÂğıt gibi yere yapışmıştır.

Hadisenin gercekleştiği yere gittiklerinde harabe hÂlinde bir bina ile karşılaşırlar. Mustafa Bey gorduklerini daha sonra şoyle anlatır arkadaşlarına: “Yardım sesleri, goklere yukseliyor, yurekleri dağlıyordu. Bircok insan olmuş. Herkes yakınlarını, cocuklarını ve eşlerini aramaya koyulmuştu. Manzara mahşeri andırıyordu. Enkaza girelim dediğimiz anda; sivil savunma ekibi bizlere mÂni oldu. Onlar iceriye girdiklerinde, yukarıda asılı kalan beton blok, gurultuyle uzerlerine kapandı. Rabbim bizleri ikinci defa korudu. Eşyalarımız enkaz altında kaldı. Molozların arasında arkadaşın yeni aldığı maaşı, cuzdanı ile beraber bulundu. Yanan eşyaları karıştırırken, devamlı okuduğum ve başucumdan bir an olsun ayırmadığım Kur’Ân-ı Kerim’i buldum. Hicbir yerinde ne yanık izi ne de bir yırtılma emaresi vardı.”

O mubarek Leyle-i Kadir’de oğretmenler okulda toplanıp geceyi ihya ederken, hanımlar ve cocuklar da apartmanın birinci bloğunun birinci katında, bin aydan daha hayırlı olan mubarek geceyi değerlendirmiş lerdi. Allah rızası icin sadaka veren uc kişinin yaşadığı bu daireler enkaz altında kalsa da aileleri burunları dahi kanamadan kurtulmuşlardı . ALINTI#


__________________