Ehli Beyti seven bir hadis alimi, Abbasi halifesi Mansur’un zamanında yaşamıştı. Onun adı Suleyman idi, fakat A’meş diye meşhurdu. Abbasi halifesi, Suleyman’ın Ehli Beyt hakkında hadis naklettiğini biliyordu, bir gun gece vaktinde halife adamını gonderip Suleyman’ı huzuruna cağırtır.

Elci Suleyman’ın kapısına gelir ve halifenin onu huzuruna cağırdığını bildirir. Suleyman kendi kendine dedi ki: “Hayırdır, bu vakitte beni niye cağırıyor acaba. Muhakkak Ali bin Ebi Talib Aleyhisselam’ın faziletleri hakkında benden hadisler soracak, onlardan haberdar edersem de beni oldurecektir.”


(Buradan itibaren Suleyman’ın dilinden haberi anlatıyorum) Suleyman şoyle anlatmaya devam etti:

Sonra temizlendim, kefenimi giydim, gereken kokuyu surundum ve vasiyetimi yazdım. Bunun uzerine halifenin huzuruna varmak icin yola cıktım. Huzuruna vardığımda halifenin yanında Amru bin Ubeyd’i gordum, bunun uzerine Allaha şukredip Amru’nun orada bulunmasını bana bir yardım olarak gordum.

Halife bana dedi ki: “Ey Suleyman, bana yaklaş.” Ben de halifenin yanına yaklaştığımda, Amru’ya, beni ne icin cağırttığını sormak istediğimde, uzerime surmuş olduğum kafur kokusu odaya yayıldı.

Bunun uzerine halife bana dedi ki: “Ey Suleyman, senden cıkan bu kokunun ne olduğunu bana doğru olarak anlatmazsan seni muhakkak oldururum.” Ben dedim ki: “Ey halife hazretleri, elcini gecenin ortasında yanıma yolladığında, ben kendi kendime dedim ki : Muhakkak halife hazretleri, Ali’nin faziletleri hakkında bana hadis sormak icin beni istiyor, doğruyu anlatsam halife beni oldurecek diye duşunduğum icin vasiyetimi yazdım, kefenimi giydim ve uzerime guzel kokular surunup, huzurunuza geldim.”

Ben bunu anlatınca halife oturdu ve dedi ki: L havle vel kuvvete ill billÂhil Aliyyul Azîm (Guc ve kuvvet ancak Yuce ve Buyuk olan Allah’tan gelir). Sonra bana dedi ki: “Ey Suleyman, benim adımın ne olduğunu biliyor musun?” Ben dedim ki: “Ey Halife hazretleri, evet biliyorum.” Halife bir daha sordu: “Benim adım, nesebim nedir?” Ben dedim ki: “Adın, nesebin, Uzun Abdullah, Muhammed’in oğlu, Ali’nin oğlu, Abdullah’ın oğlu, Abbas’ın oğlu, Abdulmuttalib’in oğlu.” Bunun uzerine halife bana dedi ki: “Evet, doğruyu soyledin, Allah ve Resulullah (saa)’a yakınlığımın hakkı icin, butun alimlerden şimdiye kadar Ali hakkında kac fazilet naklettiysen bana bildir.”

Ben dedim ki: “On bin hadis Ali’nin fazileti hakkında şimdiye kadar nakletmişim.” Halife dedi ki: “Ey Suleyman Ali Aleyhisselam hakkında sana iki hadis anlatsam, senin şimdiye kadar tum alimlerden naklettiğin hadisleri eritirdi. Eğer sana anlatacağım hadisleri Alevilere (Ehl-i Beyt yandaşlarına) anlatmayacağına dair yemin edersen sana anlatacağım.” Ben dedim ki: “Yemin etmem, ama bu hadisleri onlardan hic kimseye anlatmayacağım.” Bunun uzerine halife bana anlatacağı iki hadisi ne zaman ve nerede benden once anlattığını kendi hayatıyla bana anlatmaya başladı ve dedi ki:


Ben zamanında (Abbasilerden once) Ben-i Mervan hakimiyetinden kacıyordum, boylece şehir şehir gezip, Ali (as)’ye olan sevgimden dolayı oradaki insanlardan yardım goruyordum. Halk, benim Ali (as)’ye olan sevgimden ve onlara anlattığım faziletlerinden dolayı bana yatacak bir yer, yiyecek ve bana ikramda bulunup beni her zaman uğurlamaktaydılar.

Boylece hep dolaşıp Şam şehrine varmıştım. Şam ehli her sabahladıklarında Ali Aleyhisselam’ı mescitlerinde lanet ederlerdi. Zira Şam halkı, Harici ve Muaviye’nin adamlarından oluşmaktaydı.(1) Ben yanından gectiğim bir mescide girdim, icimde onların hakkında ne bulunuyorsa vardı. Oğlen namazını kıldım, imam selamladıktan sonra namazını bitirip duvara yaslandı.

Mescidin icinde bulunan halk namazlarını bitirdikten sonra hepsi ses cıkarmadan, imama ihtiramen yerine oturdular. Biz bu haldeyken mescidin icine iki oğlan gecerler, bunları goren imam dedi ki: “Selam sizlere ve adlarınız onların adlarından olanlara de selam olsun. Allaha yemin olsun ki, sizlerin adlarını Hasan ve Huseyin verdim ki, Muhammed ve Âli Muhammed (Ehl-i Beyt)’e olan sevgimdendir.”

Ben bu haberden cok sevincli olarak ayağa kalkıp, o zamanlarda gencliğimde hic kimseden korkum olmadığından, şeyhin (imamın) yanına yaklaştım ve ona dedim ki: “İster misin, sana bir hadis anlatıp gozlerini sevindireyim?” Şeyh bana dedi ki: “Eğer gozumu sevindirirsen, ben de senin gozunu sevindiririm.”

Ben şoyle hadise başladım: “Babam, dedemden, o da babasından, o da Resulullah (saa)’tan...” Ben buraya varınca şeyh bana dedi ki: “Senin baban ve deden kimlerdir? “ Bunun uzerine benden hadis ravilerinin kim olduklarını oğrenmek istediğini anladım ve ona kendimi tanıttım : “Ben Muhammed’in oğlu Abdullah’ın oğlu Abbas.”

Sonra hadise başladım: Abbas, Resulullah sallallahu aleyhi ve Âlihi ve sellem ile beraber idi. O anda Fatıma Resulullah (saa)’ın yanına geldi ve ağlıyordu. Bunu goren Resulullah (saa) ona: “Seni ağlatan nedi ey Fatıma?” Diye sordu. Fatıma dedi ki: “Ey baba, Hasan ve Huseyin evden erken cıkıp gun gectiği halde hÂlen eve donmediler. Ali (as) ise beş gundur bahceyi sulamak ile meşguldur, ben de onları senin menzilinde aradım fakat hicbir eserini bulamadım.” O anda Ebu Bekir, Resulullah (saa)’ın sağında oturuyordu. Resulullah (saa) ona şoyle buyurdu: “Ey Ebu Bekir, kalk, bana gozlerimin nurlarını bul.” Sonra yanındakilere şoyle buyurdu: “Ey Omer, ey Selman, ey Ebu Zer, ey falan, ey filan hemen onları bulun...”

Boylece o zaman ashabtan tam yetmiş kişi Resulullah (saa)’ın yanına gelip onları bulamadan geri donduler. Bu durumdan cok uzulen Resulullah (saa) mescidin kapısında durup şoyle buyurdu: “Ya Rabbi, Halil’in İbrahim ve Safiyyin Adem’in hakkı icin, gozlerimin nuru ve bilgimin semeresi olan Hasan ve Huseyin’i nerede olurlarsa onları koru ve sağ salim geri gonder.” Hemen o anda Cebrail inip şoyle buyurdu: “Ey Resulullah, Allah sana selam okur ve sana buyurur ki: Endişe edip uzulme, iki oğlan dunya ve ahirette faziletlidirler ve kendileri (ruhları) cennettedirler. Onların uzerine, ayakta ve yatakta olsalar bir melek gorevlendirmişim, onları korur.”

Bunun uzerine Resulullah (saa) cok sevinip, Cebrail sağında ve muslumanlar etrafında olmak uzere Hasan ve Huseyin’in bulunduğu yere vardılar. Resulullah (saa) onları korumakla gorevlendirilmiş meleğe selam verdi ve dizleri ustune coktu ve baktı ki, Hasan ve Huseyin’i boynundan sarmış ve ikisi uyumaktadırlar. Onları koruyan melek ise bir kanadını altlarına germiş ve kanadını ise ustlerine germiş, ikisinin ustune de yunden bir aba serilmişti.

Peygamber onlara dokunmak istediğinde ikisi uykularından uyandılar, bunun uzerine Resulullah (saa) Hasan’ı ve Cebrail de Huseyin’i taşıdı. Resulullah (saa), sağında olan Hasan’ı ve solunda olan Huseyin’i opup onlara şoyle buyurdu: “Her kim sizleri severse Resulullah’ı sevmiştir ve her kim sizleri buğz ederse Resulullah’ı buğz etmiştir.”

Ebu Bekir dedi ki: “Ey Resulullah, birini bana ver ki, birini ben taşıyayım.” Resulullah (saa) buyurdu ki: “En guzel binici onlar ve en guzel taşıyanlar bunları taşıyanlardır.” Sonra Omer de Ebu Bekir’in soylediğini soyleyince Resulullah (saa) da ona aynı cevabı verir, sonra mescide varırlar. Resulullah (saa) şoyle buyurdu: “Allah, bu gun oğullarımı şereflendirdiği gibi ben de onları şereflendirmek istiyorum. Ey Bilal, halkı yanıma cağır.” Bilal halkı cağırıp, hepsi toplandığında Resulullah (saa) onlara şoyle buyurdu: “Peygamberinizden şimdi soyleyeceklerimi aklınızda tutup sonra Resulullah şoyle buyurdu, deyin. Ey insanlar, bu gun en hayırlı dede ve nineye sahip olanları size tanıtayım mı?”

Toplanan halk: “Evet, ey Resulullah” dediler. Resulullah (saa) buyurdu ki: “Onlar Hasan ve Huseyin’dir. Dedeleri Resulullah Muhammed, nineleri de Cennet kadınlarının efendisi Hadice bin Huveylid’dir. Ey insanlar, sizlere en hayırlı baba ve anneye sahip olanları gostereyim mi?” Halk: “Evet ey Resulullah” dedi. Resulullah (saa): “Onlar Hasan ve Huseyin’dir. Babaları Ali bin Ebi Talib (as) kendilerinden daha hayırlı, Allah’ı ve Peygamberini seven ve Allah’ın peygamberinin de onu sevdiği genctir. Kendisi de İslam’a yararı ve menakıbı olan zattır. Anneleri ise, Resulullah’ın kızı ve Cennet kadınlarının efendisidir.


Ey insanlar, sizlere en hayırlı amca ve halaya sahip olanları gostereyim mi?” Halk: “Evet, ey Resulullah” dedi. Resulullah (saa) buyurdu ki: “Onlar Hasan ve Huseyin’dir. Amcaları Cafer’dir ki, iki kanadıyla Cennet’te meleklerle ucar, halaları ise Ebi Talib’in kızı Umm Hani’dir. Ey insanlar, sizlere en hayırlı dayı ve teyzeye sahip olanları gostereyim mi?” Halk: “Evet ey Resulullah” dedi. Resulullah (saa) buyurdu ki: “Onlar Hasan ve Huseyin’dir. Dayıları Resulullah’ın oğlu Kasım’dır, teyzeleri ise Resulullah’ın kızı Zeynep’tir.

Ey insanlar, sizlere bildireyim ki, Hasan ve Huseyin’in dedesi, ninesi, babaları, anneleri, amcaları, halaları, dayıları, teyzeleri, kendileri ve Ali oğullarını sevenler de bizimle beraber Cennet’tedir. Her kim onları buğz ederse ateşin (Cehennemin) icinde olacaktır. Allah’ın katında onların kerametleri olduğundandır ki, Allah onların adlarını Şeber ve Şubeyr olarak verdi.”


Şam’daki mescidin imamı bu hadisi benden duyunca bana dedi ki: “Sen bu hadisi Ali (as) hakkında muktedir olduğun halde, durumun (giysilerin) hic de iyi değil.” Bunun uzerine bana iyi elbise verip, beni bir katırın ustune bindirdi ki, sonra o katırı yuz dinara satmıştım ve bana dedi ki: “Seni iki kardeşin yanına gondereceğim ki, ikisi bu şehirdedirler. Sana hayırları dokunur. Bu iki kardeşten biri toplumunun imamı idi, her sabahladığı gun Ali (as)’yi bin kere lanet ederdi ve her Cuma gunu ise Ali (as)’yi dort bin kere lanet ederdi.

Fakat bu gun, o adam Ali’yi sever, cunku Allah, onun nefsindekini değiştirdi ve soranlar icin onu bir işaret kıldı. Onun kardeşi ise anasından doğar doğmaz Ali’yi severdir, hadi sen onların yanına var.” Ey Suleyman, Allaha yemin olsun ki, şeyhin bana vermiş olduğu katıra bindim ve o gun cok acıkmıştım. Şeyh, mescitteki toplum ile beraber o iki kardeşin kapısına kadar benimle beraber geldiler. Şeyh bana dedi ki: “Cekinmeden iceri gec.” Ben kapıyı vurunca etrafımda olanların hepsi kactılar. Kapıyı esmer biri actı, beni ve katırı gorunce dedi ki: “Selamun aleykum, Allaha yemin olsun ki, falan şeyhin sana katırını vermesi, senin Allah’ı ve Resulunu sevdiğini gostermekten başka bir şey değildir. Eğer beni sevindirirsen, ben de seni sevindiririm.”

Ey Suleyman, Allah’a yemin olsun ki, şimdi duyacağın hadisi aynen o esmer adamla konuştum, dedim ki : Babam dedemden o da babasından, dedi ki: Resulullah (saa) ile evinde beraber otururken Fatıma (sa) Huseyin’i taşıyıp, ağladığı halde yanımıza geldi. Resulullah (saa) onu karşılayıp, Huseyin’i aldı ve ona buyurdu ki: “Seni ağlatan nedir, ey Fatıma?” Fatıma dedi ki: “Ey baba, Kureyş’in kadınları benim elimde olan mala bakıp dediler ki: Baban seni hicbir şeye sahip olmayan biriyle evlendirdi.” Bunun uzerine Resulullah (saa) şoyle buyurdu: “Dur, acele etme.

Senden mi bunları duyacaktım? Ben seni evlendirmeden once Allah seni, Arşın ustunde evlendirdi ve buna Cebrail, Mikail ve İsrafil şahid oldular. Şanı yuce olan Allah dunya ehline baktı ve aralarından babanı secip onu peygamber gonderdi. Sonra bir daha dunya ehline baktığında kocanı secip, seni onunla evlendirmemi bana vahyetti ve onu kendime vasi ve vezir edinmemi emretti.

Ali insanlar icinde en şeci kalbe sahip olan, en fazla bilgiye sahip olan, en fazla hilme sahip olan, en once İslam olan, en adaletli paylaştıran ve en guzel yaratılışa sahiptir. Ey Fatıma, ben Hamd bayrağını ve Cennet’in anahtarlarını elime alıp, onları Ali’ye vereceğim. Boylece Adem ve tum evladı onun bayrağı altında toplanacaklarlardır. Ey Fatıma, o gun ben, Ali’yi havuzumun başına sahip kılıp, ummetimden tanınanları havuzumdan icmelerine izin verecektir. Ey Fatıma, oğulların Hasan ve Huseyn Cennet genclerinin seyyidleridir, onların adları onceden Tevrat’ta da mevcut idi.

Onların adları Cennet’te Şeber ve Şubeyr idi, fakat Muhammed’in Allah katındaki kerametinden ve onların da Allah katındaki kerametlerinden dolayıdır ki, Allah onların adlarını Hasan ve Huseyin olarak verdi. Ey Fatıma, senin baban iki tane Cennet elbisesi giyecek, Ali de iki Cennet elbisesi giyecek, o anda Hamd bayrağı elimde olacak, ummetim bayrağımın altında olacak, o zaman bayrağı Allah’ın katında kerametinden dolayı Ali’ye vereceğim.


Bunun uzerine bir nida gelecek ki: Ey Muhammed, en guzel dede senin deden İbrahim ve en guzel kardeş de senin kardeşin Ali’dir. Sonra Allah beni cağırdığında Ali’yi de cağıracaktır. Ben diz uzerine oturduğumda o da oturacak, ben şefaat kıldığımda kendisi de şefaat kılacaktır, ben icabet ettiğimde Ali de benimle icabet edecektir. Kendisi o makamrda, elimde Cennet’in anahtarları olduğunda benim yardımcım olacaktır. Ey Fatıma, hadi artık kalk ve bil ki, o gun Ali ve şiası (yandaşları) kurtulanlardır.(2)


Esmer adam bu hadisi benden duyduğunda, bana on bin derahim (para) verilmesini emretti ve bana otuz tane elbise verdi ve dedi ki: “Sen, nereden geliyorsun?” Ben dedim ki: “Ben Kufe’den geliyorum.” Adam dedi ki: “Sen Arap mısın yoksa kole misin?” Ben dedim ki: “Hayır, ben Arabım.” Esmer adam bana dedi ki: “Sen gozlerimi nasıl sevindirdiysen ben de senin gozlerini sevindirmek istiyorum.

Yarın falan yerin mescidine yanıma gel, fakat yolunu şaşırmadan gel.” Ben de esmer adamın evinden cıkıp beni mescidinde bekleyen şeyhin yanına geri dondum. Şeyh benim geri geldiğimi gorduğunde beni karşıladı ve dedi ki: “Falanın babası (esmer adam) seninle ne yaptı?” Ben de ona olanları anlattım. Bunun uzerine şeyh dedi ki: “Allah ona bundan dolayı hayırlar ihsan etsin ve Allah bizleri, hepimizi Cennet’te buluştursun.”



Ey Suleyman, ben de sabahladığımda katıra binip esmer adamın tarif ettiği mescidin yolunu tuttum. O kadar yol gitmiştim ki, yolu şaşırdığımı zannedip korkmuştum, o anda ezan sesi duydum. Hemen mescidin olduğu yere vardım ve kendi kendime dedim ki: “Allah’a yemin olsun ki, bu toplum ile namaz kılacağım.” Katırın ustunden inip mescide girdim, mescidin icinde beni vaat eden esmer adamın şeklinde olan bir kişinin sağında durdum.


Ruku’ya varıp secde ettiğimiz zaman yanımda duran adamın yuzunu orten baş sarığı aralanıp, yuzunun domuz yuzu, ellerinin ve ayaklarının da domuz el ve ayakları olduğunu gordum. Bu adamdan gorduğumu o kadar duşundum ki, namazda ne soylediğimi, namazın nasıl bittiğini bilemedim. İmam, selam verdikten sonra sağımda duran adam yuzume doğru bakıp dedi ki: “Sen dun kardeşimin yanında iken sana falan yere gel, dememiş miydi?” Ben dedim ki: “Evet, demişti.” Bunun uzerine adam, elimden tutup ayağa kalktık ve onu, gittiği odaya kadar takip ettim. Adam, bizim gittiğimizi seyreden mescittekilere dedi ki: “Yanımıza girmesi icin hic kimseye izin vermeyin.” Sonra arkamızdan kapıyı kapattı ve uzerindeki elbiseyi yırtıp vucudunu gosterdi.


Baktım ki, vucudu da domuz vucutluydu. Ben bu durumu gorunce dedim ki: “Ey kardeş, bu senden gorduğum durum nedir?” Kendisi dedi ki: “Ben bu toplumun muezzini idim. Her gun ezan ve ikamet arasında Ali (as)’yi bin kere lanet ederdim. Cuma gunu olduğu bir gun Ali (as)’yi dort bin kere lanet etmiştim ve onun evladını da (imamları) lanet etmiştim. Sonra işte şu evimde olan dukkanımın duvarına yaslanmıştım ki, uyku bastırdı ve uykumda kendimi sanki Cennet’te gordum. Cennet’te giderken nurdan bir namazlınğın ustunde Ali, Hasan ve Huseyin’in birbirine yaslanıp sevincli olduklarını gordum. Biraz otede Resulullah (saa)’ı oturduğu yerde gordum, Hasan ve Huseyin’in onunde bir bardak vardı. Resulullah (saa), Hasan’a buyurdu ki: Bana icir, ictikten sonra Huseyin’e buyurdu ki: Baban Ali’yi icir. O da icti. Sonra Hasan’a buyurdu ki: Cemaati icir, cemaat ictiler. Bunun uzerine Resulullah (saa) Hasan’a buyurdu ki: Dukkanına yaslanan bu adamı da icir.



Hasan o anda yuzunu benden cevirip dedi ki: “Ey baba, buna nasıl icecek vereyim ki, kendisi her gun babamı bin kere lanet eder ve bu gun (Cuma) babamı dort bin kere lanet etti?” Resulullah (saa) bunun uzerine buyurdu ki: “Ey Allah’ın laneti uzerine olan kişi, nasıl olur da kardeşim Ali’yi lanet edip kotulersin? Allah’ın laneti senin uzerine olsun, sen mi oğullarım Hasan ve Huseyin’i soversin?” Bunun uzerine peygamber benim uzerime tukurdu ki, tukuruğu yuzumu ve cismimin hepsini orttu. O anda uykumdan uyanıp, peygamberin uzerime tukurmuş olduğu yerleri şimdi gorduğun halde (domuz vucuduna donuştuğunu) gordum ve boylece soranlar icin bir ayet oldum.”


Ey Suleyman, Ali (as) hakkında sana anlattığım bu iki hadisten daha acayip bir şey duydun mu hic? Ey Suleyman, Ali’yi sevmek iman ve onu buğz etmek munafıklıktır.(3) Ali’yi ancak mumin olan sever ve ona ancak kafir olan kin besler.(4)


Suleyman (A’meş) dedi ki: “Ey halife, emÂn verirsen konuşmak istiyorum.” Halife Mansur dedi ki: “Evet, istediğini konuşabilirsin.” Suleyman dedi ki: “Bu anlattıkların adamları (Ali, Hasan ve Huseyin’i) oldurenlerin hakkında ne dersin?” Halife Mansur dedi ki: “Hic şuphesiz Cehennem’dedirler.” Suleyman dedi ki: “Onların evladının evladını oldurenlerin hakkında ne dersin?” Bunun uzerine halife Mansur başını yere doğru eğerek dedi ki: “Mal, ortak kabul etmeyen bir varlıktır. Fakat sen ey Suleyman, Ali’nin faziletleri hakkında istediğin kadar herkese anlatabilirsin.” Bunun uzerine Suleyman dedi ki: “Her kim Ali evladını oldururse ateşte olacaktır.” Orada hazır olan Amru bin Ubeyd dedi ki: “Ey Suleyman, doğruyu soyledin, Ali’nin evladını oldurenlerin vay haline.”


Sonra Suleyman, halife Mansur’un huzurundan cıktı ve bunun uzerine halife Mansur dedi ki: Amru’nun hatırı olmasaydı Suleyman canlı olarak benim huzurumdan cıkmazdı.


(Bu hadis, Abbasi halifesi Mansur ve Ehl-i Beyt muhiplerinden olan Suleyman el-A’meş diye tanınan bir hadis alimi arasında cereyan etmiştir)






Kaynak:



1. Ebul Hasan Ali bin Muhammed İbn-i MeğÂzeli “MenÂkıb’u Ali bin Ebi TÂlib AleyhisselÂm” S.144-155 DÂr’ul Adv yayını M.1983 Beyrut Bas.

2. Muvaffak bin Ahmed el-HuvÂrezmi “MenÂkıb Emirul Muminin Ali bin Ebi TÂlib” S.200-208 Haydariyye Matbaası 1965 Necef-i Eşref Bas.

3. AllÂme el-Meclisi “BihÂr’ul EnvÂr” C.37, S.89-93 Muesseset’ul Vef H.1404 Beyrut Bas.

4. el-Hasan bin Ali el-Hasan ed-Deylemi “İrşad’ul Kulub” C.2, S.427-432 DÂr’uş Şerîf er-Radıy Linneşir H.1412

5. Şeyh Sadûk “el-EmÂli” S.435-441 Mektebet’ul İslÂmiyye H.1404 Kum Bas.

6. İmÂdettin et-Tabari “BeşÃ‚ret’ul Mustaf lişîatil Murtad” S.171-175 Mektebet’ul Haydariyye H.1383 Necef Bas.

7. Muhammed bin Hasan el-Fettal “Revdat’ul VÂizin” C.1, S.119-124 DÂr’ur Radî Kum Bas.

8. Allamet’ul Hilli “Keşf’ul Yakin” S.309-321

9. es-Seyyid Haşim el-Bahrani “Gayet’ul Meram” c.6, s.292-298

10. et-Tusteri el-Meraşi “Şerh-i İhkak’ul Hak” c.15, s.331-335; C.31, S.278

11. eş-Şeyh Galip es-Silavi “el-Envar’us Satia” s.251-259

12. el-Huseyni eş-Şirazi eş-Şafii “Tavdih’ud DelÂil” s.191

13. Muhammed bin Suleyman el-Kûfi “MenÂkıb Emir’ul Muminin” C.2, S.589-597 Hadis No: 1100

14. el-KÂdi en-Numan el-Mağribi “Şerh’ul AhbÂr” c.2, s.372-379 Hadis No: 734

15. er-Ravda Fil-MucizÂt Vel-FedÂil s.130-132

16. ŞazÂn Bin Cibril el-Kummi “el-FedÂil” s.116-123

17. es-Seyyid Haşim el-Bahrani “Hilyet’ul EbrÂr” C.2, S.139-152

18. es-Seyyid Haşim el-BehrÂni “Medinet’ul MeÂciz” C.3, S.278-287

19. Suleyman el-Kunduzi el-Hanefi “Yenabi’ul Mevedde” s.327 ozetle.

20. El-Menakıb el-Fahira fil İtret’ut Tahira

21. Enis Emir “Fazilet-i Ehl-i Beyt-i ResulullÂh” S.427-433







Dipnotlar:


--------------------------------------------------------------------------------

(1) Muaviye bin Ebi Sufyan Hz. Ali’ye sovdu ve lanet etti. (Bkz. İbn-i Abdu Rabbih “İkd’ul Ferid” c.4, s.366; İbni Ebil Hadit "Şerhu Nehc'ul Belağa"c.1, s.356; c.3, s.258 – 1.Baskı-Mısır; İbn' ul Esir "Usd'ul Gabe" c.1, s.134 / al-Askalani "el-İsabe fi Temyiz es-Sahabe" c.1, s.77; El-Kamil İbn’ul Esir c.3, s.302; el-Suyuti "Tarih'ul Hulefa" s.190; İbni Hacer el-Heytemi "Sevaik' ul Muhrika" s.33)

Yine Muaviye Hz. Ali’ye sovmeleri icin emir verdi. (Bkz. Sahih-i Muslim c.2, s.360 / Sahih-i Tirmizi c.5, s.301, Hadis No: 3808)



(2) Resulullah (saa) şoyle buyurdu: "Ali ve tabileri (yandaşları) Kıyamet gununde kurtulmuş olanlardır"

(Bkz.İbn-i Asakir "Tarih-i Dimaşk" c.3, s.328 Hadis No: 848; el-Munavi "Kunuz el-Hakaik" s.92; ed-Ed-Deylemi "Firdevs bi-Mesur el-Hitab" c.3, s.61; Abdullah eş-Şafii “el-Menakib” s.204; el-Bedhaşi’nin “Miftah’un Neca” s.61; Sıbt İbn-i Cevzi’nin “Tezkiret’ul Havas” s.59; Seyyid Eyyub bin Sıddık “MenÂkıb-ı CihÂr YÂri Guzîn” 6. Bab, 25. MenÂkıb, 26. Hadis; et-Tusteri “İhkak’ul Hak” c.7, s.299; el-Kunduzi el-Hanefi "Yenabi'ul Mevedde" s.180)



(3) Resulullah (saa) şoyle buyurdu: "Ali'yi sevmek iman, ona kin beslemek nifaktır"

(Bkz. Sahih-i Muslim c.1, s.61; Sunen-i Tirmizi c.8, s.306; Sunen-i Nisai c.6, s.117; el-Hamzavi’nin “Meşarik’ul Envar” s.122 Mısır bas; el-Kunduzi el-Hanefi "Yenabi'ul Mevedde" s.55; et-Tusteri “İhkak’ul Hak” c.7, s.209)

(4) Resulullah (saa) şoyle buyurdu: "Ey Ali, seni ancak mumin sever ve sana ancak munafık kin besler"

(Bkz. Sahih-i Tirmizi c.5, s.306, Hadis No: 3819; Sunen-i Nisai c.8, s.117; Musned-i Ahmet bin Hanbel c.1, s.95; Ebu Naim el-Asbahani "Hilyet'ul Evliya" c.4, s.185; el-Muttaki el-Hindi "Kenz'ul Ummal" c.2, s.598 ve “Muntahab'ul Kenz” c.5, s.30; İbn'ul Cevzi “Tezkiret'ul Huffaz” c.1, s.10; el-Heysemi "Mecma'uz Zevaid" c.9, s.133; el-Tabari "Zehair'ul Ukba" s.91)







[color=green]حديث الأعمش مع المنصور في فضل أهل البيت



أبو المؤيد موفق بن أحمد في كتاب الفضائل قال: أخبرنا الشيخ الإمام برهان الدين أبو الحسن علي بن الحسين الغزنوي بمدينة السلام في داره سلخ ربيع الأول من سنة أربع وأربعين وخمسمائة أخبرنا الشيخ الإمام أبو القاسم إسماعيل أحمد بن عمر بن أبي الأشعث السمرقندي، أخبرنا أبو القاسم [ إسماعيل ] بن مسعدة الإسماعيلي في شعبان سنة اثنتين وتسعين وأربعمائة، أخبرنا أبو القاسم حمزة بن يوسف السهمي الرجل الصالح، أخبرنا أبو أحمد عبد الله بن محمد الحافظ، أخبرنا أبو علي الحسين بن عفير بن حماد بن زياد العطار بمصر، حدثنا أبو يعقوب يوسف بن عدي ابن زريق بن إسماعيل الكوفي التيمي، حدثنا جرير بن عبد الحميد الضبي، حدثنا سليمان بن مهران الأعمش قال: بينا أنا نائم في الليل إذا انتبهت بالحرس على بابي فناديت الغلام قلت: من هذا؟ فقال: رسل أمير المؤمنين أبي جعفر وكان إذ ذاك خليفة، قال: فنهضت من نومي فزعا مرعوبا فقلت للرسول ما وراءك؟ هل علمت لم بعث إلي أمير المؤمنين في هذا الوقت؟ قال: لا أعلم.

قال: فقمت متفكرا لا أدري على ماذا أنزل الأمر، أفكر فيما بيني وبين نفسي إلى ماذا أصير إليه، وأقول: لم بعث إلي في هذا الوقت وقد نامت العيون وغارت النجوم؟ ففكرت ساعة يسألني عن فضائل علي، فإن أنا أخبرته فيه بالحق أمر بقتلي وصلبني فأيست والله من نفسي وكتبت وصيتي والرسل يزعجوني ولبست كفني وتحنطت بحنوط وودعت أهلي وصبياني ونهضت إليه وما أعقل، فلما دخلت إليه سلمت عليه سلام مخيف وجل فأومأ إلي أن اجلس فما ما جلست وعيا وعنده عمرو بن عبيد ووزيره وكاتبه فحمدت الله عز وجل إذ رأيت من رأيت عنده فرجع إلي ذهني وأنا قائم وسلمت سلاما ثانيا فقلت: السلام عليك يا أمير المؤمنين ورحمة الله وبركاته ثم جلست فعلم أني دهشت ورعبت منه، فلم يقل لي شيئا وكان أول كلمة قالها إن قال لي: يا سليمان، قلت: لبيك يا أمير المؤمنين؟

قال: يا بن مهران أدن مني، فدنوت منه فشم مني رائحة الحنوط فقال: يا أعمش والله لتصدقني

أمرك وإلا صلبتك حيا فقلت: سلني يا أمير المؤمنين عما بدا لك فأنا والله أصدقك ولا أكذبك حاجتك، فوالله إن كان الكذب ينجيني فإن الصدق أنجى، فقال لي: ويحك يا سليمان إني أجد منك رائحة الحنوط فخبرني بما حدثتك به نفسك؟ ولما فعلت ذلك؟ فقلت: أنا أخبرك يا أمير المؤمنين وأصدقك، لما أتاني رسولك في بعض الليل فقال: أجب أمير المؤمنين فقمت وأنا متفكر خائف وجل مرعوب فقلت بيني وبين نفسي: ما بعث إلى أمير المؤمنين في هذه الساعة وقد غارت النجوم ونامت العيون إلا ليسألني عن فضائل علي بن أبي طالب، فإن أنا أخبرته بالحق أمر بقتلي ويصلبني حيا، فصليت ركعتين وكتبت وصيتي والرسل يزعجوني وتحنطت ولبست كفني وودعت أهلي وصبياني وأجبتك يا أمير المؤمنين سامعا مطيعا مؤيسا من الحياة خائفا راجيا أن يسعني عفوك قال: فلما سمع مقالتي علم أني صادق وكان متكيا فاستوى جالسا ثم قال: لا حول ولا قوة إلا بالله ألعلي العظيم، فلما سمعته قالها سكن قلبي وذهب عني بعض ما كنت أجد من رعبي وما كنت أخاف من سطوته علي، فقال الثانية: لا حول ولا قوة إلا بالله العلي العظيم، أسألك بالله يا سليمان إلا أخبرتني كم من حديث ترويه في فضائل علي بن أبي طالب ابن عم رسول الله (صلى الله عليه وآله) وصهر النبي وزوج حبيبة النبي (صلى الله عليه وآله)؟ قلت: يسيرا، قال: كم؟

قلت: يسيرا يا أمير المؤمنين، قال: ويحك كم تحفظ؟ قلت: عشرة آلاف حديث أو ألف حديث فلما قلت أو ألف حديث استقلها فقال: ويحك يا سليمان بل هي عشرة آلاف كما قلت أولا ثم قال:

وجثا أبو جعفر على ركبتيه وهو فرح مسرور وكان جالسا ثم قال: والله لأحدثنك يا سليمان بحديثين في فضائل علي بن أبي طالب (عليه السلام)، فإن يكونا مما سمعت ووعيت فعرفني وإن يكونا مما لم تسمع فاسمع وافهم، قلت: نعم يا أمير المؤمنين فأخبرني، قال: نعم أنا أخبرك أني مكثت أياما وليالي هاربا من بني مروان ولا يسعني منهم دار ولا قرار ولا بلد وأدور في البلدان، فكلما دخلت بلدا خالطت أهل ذلك البلد بما يحبون وأتقرب إلى جميع الناس بفضائل علي بن أبي طالب وكانوا يطعمونني ويكسونني ويزودونني إذا خرجت من عندهم من بلد إلى بلد حتى قدمت إلى بلاد الشام وعلي كساء لي خلق ما يواريني غيره، قال: فبينما أنا كذلك إذ سمعت الأذان فدخلت المسجد فإذا سجادة ومتوضأ فتوضأت للصلاة ودخلت المسجد فركعت ركعتين فيه، وأقيمت الصلاة فصليت معهم الظهر والعصر وقلت في نفسي إذا أتى الليل طلبت من القوم عشاء أتعشى به ليلتي تلك، فلما سلم الشيخ من صلاة العصر جلس وهو شيخ كبير له وقار وسمت حسن ونعمة ظاهرة إذ أقبل صبيان وهما أبيضان نبيلان وضيئان لهما جمال ونور ساطع أعينهما يتلألأن، دخلا المسجد فسلما فلما نظر إليهما إمام المسجد قال لهما: مرحبا بكما وممن سميتما على اسمهما قال: وكنت جالسا وإلى جنبي فتى شاب فقلت له: يا شاب ما هذان الصبيان ومن هذا الشيخ الإمام؟

فقال: هو جدهما وليس في هذه المدينة رجل يحب علي بن أبي طالب (عليه السلام) غير هذا الشيخ فقال: الله أكبر ومن أين علمت قال: علمت؟ أن من حبه لعلي سمى ولده باسمي ولدي علي بن أبي طالب (عليه السلام)، سمى أحدهما الحسن والآخر الحسين.

قال: فقمت فرحا مسرورا حتى أتيت الشيخ فقلت له: أيها الشيخ أريد أن أحدثك بحديث حسن يقر الله به عينك فقال: نعم، ما أكره ذلك فحدثني يرحمك الله وإذا أقررت عيني أقررت عينك فقلت: أخبرني والدي عن أبيه عن جده قال: كنا ذات يوم جلوسا عند رسول الله إذ أقبلت فاطمة ابنته رضي الله عنها فدخلت على رسول الله (صلى الله عليه وآله) فقالت: يا أبة إن الحسن والحسين خرجا من عندي آنفا وما أدري أين هما وقد طار عقلي وقلق فؤادي وقل صبري، وبكت وشهقت حتى علا بكاؤها فلما رآها رحمها ورق لها وقال لها لا تبكي يا فاطمة فوالذي نفسي بيده أن الذي خلقهما هو ألطف بهما منك وأرحم بصغرهما منك، قال: ثم قام النبي (صلى الله عليه وآله) من ساعته ورفع يديه إلى السماء وقال: اللهم إنهما ولداي وقرة عيني وثمرة فؤادي وأنت أرحم بهما مني وأعلم بموضعهما، يا لطيف بلطفك الخفي أنت عالم الغيب والشهادة، اللهم إن كان أخذا برا أو بحرا فاحفظهما وسلمهما حيث كانا وحيثما توجها.

قال: فلما دعا رسول الله (صلى الله عليه وآله) ما استتم الدعاء إلا وقد هبط جبرائيل (عليه السلام) من السماء ومعه عظماء الملائكة وهم يؤمنون على دعاء النبي (صلى الله عليه وآله) فقال له جبرائيل: يا حبيبي يا محمد لا تحزن ولا تغتم وأبشر فإن ولديك فاضلان في الدنيا فاضلان في الآخرة وأبوهما خير منهما وهما نائمان في حظيرة بني النجار وقد وكل الله عز وجل بهما ملكا يحفظهما، فلما قال له جبرائيل (عليه السلام) هذا الكلام سرى عنه ثم قام رسول الله (صلى الله عليه وآله) هو وأصحابه وهو فرح مسرور حتى أتوا حظيرة بني النجار، فإذا الحسن والحسين نائمان وهما متعانقان، وإذا ذلك الملك الموكل بهما قد وضع أحد جناحيه بالأرض ووطأ به تحتهما يقيهما حر الأرض، والجناح الآخر قد جللهما به يقيمها حر الشمس فانكب النبي (صلى الله عليه وآله) يقبلهما واحدا فواحدا ويمسحهما بيده حتى أيقظهما من نومهما.

قال: فلما استيقظا حمل النبي (صلى الله عليه وآله) الحسن على عاتقه وحمل جبرائيل الحسين (عليه السلام) على ريشة من جناحه الأيمن حتى خرج بهما من الحظيرة وهو يقول: والله لأشرفنكما اليوم كما شرفكم الله تعالى في سماواته، فبينما هو وجبرائيل (عليه السلام) يمشيان إذ تمثل جبرائيل دحية الكلبي وقد حملاهما فأقبل أبو بكر فقال له: يا رسول الله ناولني أحد الصبيين أخفف عنك وعن صاحبك وأنا أحفظه حتى أوديه إليك فقال له رسول الله (صلى الله عليه وآله): جزاك الله خيرا، يا أبا بكر دعهما فنعم الحاملان نحن ونعم الراكبان هما لنا، وأبوهما خير منهما فحملاهما وأبو بكر معهما حتى أتوا بهما إلى مسجد النبي (صلى