Hz. Omer Suikastı « Suikastler Tarihi
Bizans İmparatoru Heraclius (Ermeni asıllı ve Heraclius Hanedanının kurucusu olan I. Heraclius; 610-641 yıllan arasında Bizans imparatorluğu tahtında oturmuştur.) yuz cizgileri gerilmiş, sinirden titriyor, karşısında suklum puklum duran Prens Tomas'a bağırıyordu:

"Anlamıyorum Tomas, ne oluyor?.. Urfa, İskenderun ve Antakya'yı verdik, fakat bu da yetmedi. Şimdi de Suriye elden gidiyor!.. Senden en kucuk bir başarı ve karşı koyma haberi yok. Şam kalesi bile duştu duşecek!.. Şimdi de sıra Kudus'e mi geldi?.. Butun bu yenilgilerinizin gercek nedenlerini anlayamıyorum."

Prens Tomas, uzgunluğunu belirten bir sesle imparatora şoyle karşılık verdi:

"Haklısınız efendimiz... Ama son bir kozum daha var. Eğer izin verirseniz bunu da denemek istiyorum... Belki de bu davranışımı iyi karşılamayacaksınız. Cunku planımın icinde Kutsal Kitapların da rolu olacak..."

İmparator Heraclius:

"Soyleyin bakalım Prens Tomas.. Oyununuzu ben de merak ettim" dedi.

Prens Tomas, savaşta uygulayacağı planını anlatmaya başladı:

"Ellerine kutsal kitapları almış rahipleri, askerlerimin onunde yuruteceğim. İslÂm kuvvetleriyle hic cenge cıkmamış ve maneviyatları bozulmamış genc kumandanları da savaşa surdureceğim."

İmparator elini Prens Tomas'ın omzuna koydu ve bu savaş planını beğendiğini belirterek:

"Guzel... guzel... Sonucunda başarı elde edilebilecek bir duşunce bu. Nicin bunu daha once uygulama yoluna gitmedin?.. Tanrı yardımcın olsun."

Ne var ki, bu gulunc savaş oyunu gerekli sonucu sağlamamış, Hıristiyanlık dunyasının kutsal şehri Kudus de, her an İslÂm ordularının eline duşmek tehlikesiyle karşı karşıya kalmıştı. (Tarihler, Kudus'u kuşatan İslÂm ordularının komutanı konusunda değişik adlar ileri surmektedirler. Değişik kaynaklar, Halid bin Velid, Amr Ibnul As, Ubu Ubeyde ve Halid bin Sabit'i Kudus'u kuşatan birliklerin başında gosterirler. Bu karışıklığın, Kudus'un savaş yapmadan ele gecirilmesinden doğduğu ileri surulebilir.)

Kudus halkının tek umudu. Patrik Sofronius'a bağlanmıştı. Onun cevresinde toplanmış, cıkar yolun ne olduğu konusunda kendisinden bilgi istiyorlardı. Sofronius'a:

"Muhterem Patrik Hazretleri, biz kutsal dinimizin başkentini vermek istemiyoruz. Bunun icin elimizden gelen son carede birleştik. Bu kutsal kenti teslim etmektense, duşmanla carpışa carpışa Kudus'u yerle bir eder ve İslÂm ordularına bir yıkıntı halinde bırakırız... Sizin bu konudaki duşuncenizi oğrenmek istiyoruz." dediler.

Patrik, kendilerine şu karşılığı verdi: "Ben, sizden cok ayrı duşunmekteyim. Bana bu gucu veren de, elimde Halife'nin kendi eliyle yazdığı ahitnamenin (Anlaşma şartlarını kapsayan belge ya da resmi kÂğıt) bulunmasıdır. Bu bana guven veriyor. Halife, bu ahitnamede cana, mala ve ırza dokunmayacağına dair, Tanrı katında yemin etmektedir. Hem de, dini inanışlarımıza ve kiliseye gitmemize engel olmayacağını da bildirmektedir.."

Uzun goruşme ve tartışmalar sonunda, Patrik Sofronius'un da etkisiyle, Kudus halkı şu karara vardı; Halife Hz. Omer gelirse, şehri ona teslim edeceklerdi.

Halife Hz. Omer, Kudus'u teslim almak uzere Medine'den yola cıkmıştı. Develere binmiş bedeviler de arkası sıra geliyorlardı. Gectikleri yol uzerindeki koy, kasaba ve kent halkları, Halife'ye buyuk sevgi gosterilerinde bulunuyorlardı.

Yol boyunca karşılamaya cıkanlar, gelecek Halife birliklerinin goz kamaştırıcı ve olağanustu gorunumlerini duşlerken, giyim ve kuşamları birbirine benzeyen iki kişinin, yanlarındaki bir deveyle onlerinden gectiklerini gorduler. Yoksul gorunuşlu bu iki kişi, deveye nobetleşe binerek yol alıyorlardı.

Yol boyunca birikenler, bu yoksul kılıklı iki kişinin kimliklerini oğrendiklerinde, şaşırıp kaldılar. Cunku bunlardan biri. Hazret-i Omer bin Hattab, otekiyse kolesiydi.

Kudus surları gorununce, kumandanlarından Ebu Ubeyde, Halife Hz. Omer'in yanına gelerek:

"Ya Omer-ul Faruk...(Faruk: Arapca, "doğruyu eğriden ayıran" anlamına) Elbiseleriniz biraz eski ve yamalı. Kudus'e girmek icin sectiğiniz binek hayvanınız da cins değil. Bunları değiştirip, size ve Halife'ye yaraşır elbiseler giyseniz nasıl olur?"

Hz. Omer, bu sozler uzerine kaşlarını catıp, ağır ağır şu karşılığı verdi:

"Bilirsin ki, bizde ad, un, onur ve mevkiden yana ne varsa, tumu de İslama aittir. Kişiliğimize gelince; ona sadelik daha cok yaraşır!.. Elbiselerin kişiye un ve onur kazandırdığını nerede gordun? Eğer oyle olsaydı; şu karşımızdaki suslu ve gosterişli elbiseler icindeki kumandanlar, cıplak ayaklarımızın karşısında emir kulu bulunmazlardı!.."

Kale kapısı acılmış, Kudus şehrinin icine doğru uzanan anayolda, Hıristiyan dininin ileri gelenleri, başlarında Patrik Sofronius olmak uzere, Hz. Omer'i karşılamak icin sıralanmışlardı.

Onde uc atlı ilerliyordu. Ortadakinde sade ve yamalı elbiseler icinde Halife Hz. Omer, sağ ve solunda kumandanları Halid bin Velid'le Ebu Ubeyde vardı. Onların arkasında da Amr Ibnul As, Şurabil ve BilÂl-i Habeşi geliyordu. En arkada da askerler duzenli sıralar halinde yuruyorlardı...

Omer, bir ara BilÂl-i Habeşi'nin yanına giderek: "Ya BilÂl!.. Tanrı'mızın bize lutfuna, ihsanına olcu yok!. Bu kutsal şehre girdiğimiz şu sıra, namaz vaktidir. Mubarek ezan-ı Muhammedi'yi senden dinlesek nasıl olur?.."

BilÂl-i Habeşi, Suleyman mabedinin karşısına duşen yuksek kale burcuna cıktı ve az sonra da, Kudus'te ilk olarak ezan sesi işitildi...

Namaz cağrısı işitilince, Patrik Sofronius cemaati "BÂsubÂdelmevt / olumden sonra diriliş" adlı kiliseye goturerek, ibadetlerini burada yapabileceklerini soyledi.

Kiliseye giren Halife Hz. Omer, icerisinin tapınmakta olan Hıristiyanlarla dolu olduğunu gorunce, Patrik Sofronius'a donerek:

"Goruyorsunuz ki, biz cemaat halinde namaz kılarsak bunların ibadetine engel olacağız. Sonra, kumandanlarım ve askerlerim kilisenin camiye cevrildiğini sanırlar. Buraya bir cami gozuyle bakarlar. Bu da ahitnamemize aykırı duşer!.. Biz namazımızı kilise dışında da kılabiliriz. İlginize teşekkur ederiz..." dedi.

Kudus 637 yılında, boylece Muslumanların eline gecmiş oldu. (Kudus'un Muslumanların eline gectiği tarih konusunda birlik yoktur. Bazı kaynaklar Kudus'un Fethini M.S. 638 olarak gosterirler. Taberi'ye gore Kudus 637'de alınmıştır.

Aradan yedi yıl gecmişti. 644 yılında Hz. Omer, Medine'de mescitte sabah namazını kıldırıyordu. Tam bu sırada Ebu Lulue Feyruz adında bir kole, elinde bir hancerle cemaat icine daldı ve Halife Hz. Omer'i secdedeyken altı yerinden yaralayarak yere serdi. Kacmasını onlemek isteyen altı kişiyi daha yaralayıp mescitten dışarı cıktı.

Dışarıda nobet beklemekte olan Beni Esed kabilesinden bir cenkci, Ebu Lulue Feyruz'un arkasından okunu fırlattı. Ok, suikastcının tam başına saplandı. Zehirli okun girmesiyle de Ebu Lulue Feyruz olduğu yere yığılıp can verdi...

Hz. Omer'i vuran Ebu Lulue Feyruz'un dini ve ırkı konusu da karışıktır. Bir soylentiye gore, Halid bin Velid'in Yahudiden donme kolesiydi. Başka kaynaklar da onu Hıristiyan ya da Zerduşt dinine bağlı olarak gosterirler. Suikast konusundaki soylentilerden biri şudur: Kufe Valisi Mugayre ibni Sa'be, Ebu Lulue Feyruz'un kızını kacırtmış ve bedevi şeyhlerinden birisine armağan etmişti. Ebu Lulue, bu durumu bildirmek ve kızını geri almak icin Hz. Omer'e baş vurmuş, fakat gereken ilgiyi gormemişti. Bunun uzerine bir sabah namazında onu, daha sonra olumune yol acacak bicimde hancerle ağır yaralamıştı.

Hazreti Omer'i hemen evine taşıdılar. Aceleyle bulunan bir cerrah, karnındaki yaraları dikti. Yaraların iyileşmesi icin Hz. Omer'in hic kıpırdamadan yatması gerekiyordu.

Halife Omer, oğlu Abdullah'ı yanına cağırttı ve ona vasiyetini bildirdi:

"Cenaze namazını kılındıktan sonra, Hz. Ayşe'ye (Hz. Muhammet'in ucuncu eşi.) git, benim Revza-i Mutahhara'ya (Hz. Muhammet'in Medine'deki mezarına verilen ad) gomulmem icin izin al!" dedi ve sonra cerraha donerek:

"Şimdi namaz vakti yaklaşıyor, Abdest almaya kalksam ne olur?.." diye sordu. Cerrah buyuk bir kaygı ve telÂşla karşılık verdi:

"Ya Emir-ul Muminin! Sakın boyle bir davranışta bulunmayınız, yerinizden kımıldarsanız, dikişler hemen sokulur, Tanrı korusun buyuk felÂket olur!"

Hz. Omer gulumseyerek:

"Namazımı bırakmaktansa, karnım yarılsın daha iyi." dedi ve yattığı yerden doğrulmak istedi...

Acı bir haykırış duyuldu... Hepsi o kadar...

Babasının soğuyan ellerini, avuclarında ısıtmaya calışan Abdullah, goz yaşlarını tutamadı. Bir sahabi (Hz. Muhammet'in gorup konuştuğu, yakınları. Coğulu Sahabedir) onu kıyıya cekerek, şu ayet-i kerimeyi soyledi:

"İnna LillÂhi ve inna ileyhi raciûn ."
__________________