Eski zamanların birinde saf mı saf temiz mi temiz, her şeye ve herkese kanan bir adam yaşarmış. Tum muradı insanlara hizmet edip Rabbinin rızasını kazanmakmış. Fakat bazı kendini bilmez insanlar, onun bu saflığından yararlanıp, ona kotu şakalar yaparlar, uzerlermiş. Gel zaman git zaman, bu saf adamın koyunden bir grup insan umre ziyareti yapmaya karar verirler. Giderlerken bu adamcağızı da yanlarında goturmeye karar verirler. "Yolda biraz takılırız, zaman geciririz." diye. <
Nihayet uzun ve yorucu bir yolculuktan sonra yuce Allah'ın evi Beytullah tum heybetiyle gorunmuş. Muslumanlar ve bizim iyilik timsali saf adamımız, heyecan ve sevincle ona koşmuş ve umre vazifelerini yerine getirmişler. Yaklaşık on gun burada ibadet ve taatla meşgul olan kafile artık toparlanıyormuş. Şimdi Res&#251;lullah'a varma zamanı gelmişti. Nur şehir Medine'ye gitmek icin yola koyulmuşlardı. Mekke'den bir mil mesafe ayrılmışlardı ki, iclerinden biri cantasından birtakım kÂğıtlar cıkarmış, acele ile arkadaşlarına dağıtmaya başlamış. "Bu nedir?" diyenlere: <
"Susun, sessiz olun. Bizim saf adam duymasın, ona muthiş bir oyun hazırladım." demiş. <
Kafilede olan herkese dağıtmış. O kÂğıtlardan sadece saf adama vermemiş. Arkadaşları dayanamamış, "Cabuk anlat, oyunun nedir?" demişler. Adam: <


"Bakın, birazdan saf adam gelecek. Bizlere ellerimizdeki kÂğıtların ne olduğunu soracak."
"Eee, biz ne diyeceğiz?" diye atılmış arkadaşları.
"Diyeceğiz ki, bu kÂğıtlar bize cennetten gelmiştir. Umre ziyaretimizi kabul eden Allah, bizlere beraatlarımızı gonderdi." diyeceğiz.
Arkadaşlarından bazıları:
"Fakat bu cok ağır bir şaka." dedilerse de bu işi yapmaya karar verdiler.
Biraz sonra saf adam yanlarına gelmişti. Birde ne gorsun, herkesin elinde birtakım kağıtlar, onu opup kokluyorlar. Dayanamadı:
"Ey benim arkadaşlarım! Nedir o elinizdeki opup kokladığınız kÂğıtlar?" diye sordu.
Hepsi birbirlerine kaş goz edip guluşmuşlerdi. Bu oyunu hazırlayan zat ona:
"Aaa, senin bu kÂğıtlardan haberin yok mu?"
"Hayır, yok."
"Ama nasıl olur, bak, hepimize gonderildi bundan."
"Fakat anlamıyorum, nedir onlar? Kim gonderdi?"
"Kim olacak, umremizi ve ibadetlerimizi beğenip kabul eden Allah gonderdi."
Saf adam Âdeta beyninden vurulmuştu. Son baharda yaprakları dokulup en ufak bir ruzgÂrda titreyen bir gul ağacı yaprağı gibiydi. Dudakları: "Rabbim! Rabbim! diye kıpırdıyordu.
Aniden yonunu Mekke'ye cevirdi. KÂbe karşısındaydı; birden olanca kuvvetiyle koşmaya başladı. Arkadaşlarının "Dur, gitme! Şaka yaptık." sozlerini duymuyordu bile. Onun gonlu yanmıştı, hem de nasıl bir yangın? Belki Nil nehri oraya aksa, sonduremeyecekti. Duşuyor, kalkıyor, ağlıyordu. Sonunda kavuşmuştu Beytullah'a. Ona oyle bir sarıldı ki, gozyaşlarını, KÂbe'nin ortusu icine cekiyordu. Kalbini Âlemlerin Rabbi olan Allah'a bağlamış haykırıyordu:
"Ey yuceler yucesi Allah'ım! Ey benim Rabbim! Niye benim beraatımı vermedin, ne kusur ettim? Allah'ım! Arkadaşlarım oyle mutlu ve sevincli, ben boyle boynu bukuk yetim kaldım. Rabbim! Sana yalvarıyorum! Benim de beratımı ver. Ne olur Allah'ım, beratımı ver!"
O, boyle yalvarırken, kafasına bir şeyin değip yere duştuğunu hissetti. Bir de ne gorsun, arkadaşlarının ellerindeki kÂğıtlardan cok daha guzel bir kÂğıt. Hemen aldı, sevincten ne yapacağını şaşırmıştı. Hemen kalktı kafilesine doğru koşmaya başladı. Bir yandan da bağırıyordu:
"Aldım! Aldım! Ben de beratımı aldım!?"
Arkadaşlarının hepsi şaşırmıştı. Adam yanlarına gelince, hemen elindeki kağıdı aldılar. O da neydi? Bu kÂğıt nasıl da guzel kokuyordu! Hayatlarında hic bu kadar guzel bir koku koklamamışlardı. Ustelik cok garip harika desenli bir kÂğıttı. Şimdi hepsi telaşlanmışlardı, işin icinde bir iş vardı. Hic vakit kaybetmeden hemen Mekke'ye donduler ve o devrin buyuk Âlimi bir buyuk zata gittiler. KÂğıdı ona verdiler. O Âlim zat kÂğıdı eline alır almaz, ayağa kalktı.
"Subhanallah! Bu cennet kokusudur." dedi. KÂğıdı acınca hayret ve dehşeti arttı:
"Bu," dedi, "bu bir berattır. Falan adama yazılmıştır. Hem de nur murekkeple yazılmıştır."
Hepsi donmuşlardı. Kimileri hungur hungur ağlıyordu. &#194;lim o saf adamı kucaklamış sakallarından, yuzunden, ellerinden opuyordu.
"Ne olur bana dua et!" diye rica ediyordu.
Allah, bu saf kuluna rahmet etmiş, ona nazar edip mukÂfatlandırmış ve arkadaşlarına da bir ders vermişti...

__________________