Eyyub (a.s.) Suriye dolaylarında halkı Allah yoluna cağırmış ve bu arada başına bircok belÂlar gelmesine rağmen hepsine gonul rahatlığı ile katlanarak ustun bir sabır orneği olmuş bir Peygamber'dir.

Onceleri cevresinde eşi az bulunan buyuk bir zengindi. Yine bir Peygamber sulÂlesinin torunu olan babasından kendisine buyuk bir miras kalmıştı. Suru suru koyunları, kervan kervan develeri ve bir o kadar sayıda katır ve eşekleri vardı. Civardaki en verimli tarlaların ve cayırların sahibi de kendisi idi.

Oyle iken dunyanın servet ve zenginliğinde zerre kadar gozu yoktu. Dunya malının yine dunyaya kalacağını; servet ve zenginliğe aldananın hem dunyada hem de Âhirette sefil olacağını iyi biliyordu. Zenginliği ile olduğu kadar benzersiz comertliği ile de un ve şohret salmıştı.

Kimsesiz yetimlerin oz babası, dulların koruyucusu ve yoksulların kayırıcısı idi. Civardaki butun dara duşenler ve gecimini temin edemeyenler onun varlıklı kapısına başvururlar ve sayıları ne kadar cok olursa olsun hicbirinin eli boş donmezdi. Zengin ve comert Eyyûb'un coluk cocuğu da kalabalıktı. Uc tane karısı ve on dort tane cocuğu vardı. Şeytan Eyyub (a.s.)'ın zengin servet ve malına rağmen dunyaya gonul vermemesine, varlığını ve malını Allah'ın adamış olmasına karşı cıldırtıcı derecede kıskanclık duyuyordu. "Eyyub (a.s.) hem bu dunyasını hem de obur dunyasını kazanmanın sağlam yolunu tutmuştur. Ne yapıp etmeli ve hic olmazsa dunyalarından birini yıkmalı; hatta mumkun olursa her ikisini de altust etmeli" diye duşunuyordu.

Ote yandan yuce Allah (c.c.), lÂnetlik şeytanın neler duşunduğunu, dosdoğru yola koyulmuş Eyyub'e ne benzersiz bir kıskanclıkla goz diktiğini biliyordu. Bir gun şeytanın icindekileri dokmesi icin ona şoyle sordu; "Sevgili kulum Eyyub hakkında neler duşunuyorsun?" Şeytan fırsatını bulmuştu; hemen cevap verdi; "Ne olacak! Eyyub ateşin yakmakla bitiremeyeceği geniş bir servetin sahibidir. Zenginliğinin hatırı ve malının elinden cıkmaması icin sana bağlılık gostermekte ve ibadet etmektedir. Malını yitirip rahatı ve saadeti elinden kacsa bir saatliğine bile sana bu gunku gibi bağlılık gostermesi mumkun değildir."

Yuce Allah (c.c.) Peygamberlerinden biri olan Eyyub'u iyi tanımakta ve yoluna bağlılığının dunya serveti ile uzaktan yakından ilgili olmadığını kesinlikle bildirmektedir. Bu apacık gerceği, Allah'a karşı gelmenin yolunun ilk koyucusu olan lÂnetlik şeytana da ispat etmeyi diler, yukarıdaki iddialara cevap vermek uzere şoyle der; "Sen her zaman olduğu gibi yine yanılıyorsun. Eyyub'un bana olan bağlılığı, dunya hayatına kavuşmuş olması ile alÂkalı değildir. Dunyadaki en yoksul ve en caresiz kullarımdan biri olsa O, yolunu değiştirmeyecektir. Bunu iyi biliyorum, ama mademki sen tersini duşunuyorsun, dediklerimin doğruluğunu sana da ispat edeceğim. Sevgili kulum Eyyub'u imtihana tabi tutacağım. O'nu, sahip olduğu servet ve saadetinden iyice mahrum bırakarak cekilmez acıların kucağına atacağım. Goreceksin, bakalım, eşsiz ve samimi kulluğunda bir değişiklik, bir gevşeklik gosterecek mi?"

Yuce Allah'ın şeytana soylediği sozlerin arkasından gelen yıllar Eyyub'un ardı arkası gelmez bel ve felÂket yılları oldu. Once yaygın bulaşıcı bir hayvan hastalığı butun surulerini ve kervanlarını goz yumup acana kadar silip supurdu. Durumu Eyyub Peygamber'e bildirmeye geldikleri zaman O'nu namazlığın uzerinde diz cokmuş, biricik Allah'ına yalvarırken buldular. Eyyub'un kÂhyasına verdiği cevap gayet kısa olmuştur; "Suru ve kervanları bana veren Allah'tır. Şimdi alan da O, ne yaparsa yerli yerindedir."

Arkasından beldeye coken kavurucu bir kuraklık. Eyyub'un butun tarlarını verimsiz kum yığını haline getirdi. Allah'ın sevgimi Peygamber'i bu afeti de eşsiz bir dayanıklılıkla karşıladı. İbadet ve Allah'a bağlılığında zerre kadar eksiklik ve gevşeklik gostermedi. Fakat felÂketler Eyyub'u durmadan kovalıyor, tukenmek bilmiyordu. Bir gun komşu evlerde ancak zararsız bir sarsıntı olarak duyulan bir deprem evini, aile halkının uzerine yıkmış; uc karısından ikisi ile birlikte butun cocukları cokuntuler altında can vermişti.

Eyyub'un başına gelen felÂketler bu kadarla da kalmadı. Dillere destan olmuş servetini ve coluk cocuğunu kaybettikten sonra ağır ve bulaşıcı bir hastalığa da yakalandı. Yine de Allah'a bağlılıktan ve kesintisiz ibadetten bir adım geri kalmadı. Yanında bir tek karısı kalmıştı. Beraberce bir fakir kulubesine sağındılar. Servetinin bol olduğu gunlerde onunde saygı ile eğilen halk, birbirini kovalayan felÂketlerin sonunda caresiz bir sefalete duşunce Eyyub'den iyice yuz cevirdiler.

Eyyub'un hastalığı gunden gune ilerliyor ve vucudunu adım adım tuketiyordu. Her tarafını kurtlar sarmıştı. Gunun birinde komşuları, kocasının yastığı başından ayrılmayan eşine başvurarak şoyle dediler; "Eyyub'un hastalığı cok tehlikeli ve bulaşıcı bir hastalıktır, Şehrimize yayılmasından endişe duyuyoruz. Onun icin sen hemen kocanı yanına alarak şehrimizi terket yoksa sizi zorla cıkaracağız."

Haberi duyan Eyyub (a.s.) bu felÂketin karşısında da sabır ve bağlılığını elden bırakmadı. Hemşehrilerinin dediklerine uyarak kulubesinden ayrılmaya karar verdi. Sadık eşinin sırtında, doğup buyuduğu ve iyi gunlerinde butun hayatında saygı gorduğu şehrinden ayrılarak yakınlardaki bir ormana sığındı.

Karsı şehirden getirdiği balta ile ağac keserek icinde oturabilecekleri bir kulube yaptı. Eyyub (a.s.) yine ibadetine devam ediyor; olup bitenler karşısında bir tek şikayet sesi bile yukselmiyordu. Halbuki Peygamberlerin duası reddedilmezdi. Durumunun duzelmesi icin bir defa bile el kaldırıp Allah'ına yalvarsa duası kesinlikle kabul edilecek ve tekrar eski gunlerine donecekti.

Fakat gonlunde Allah'tan gelen herşeyi hoşnutlukla karşılayan sarsılmaz bir iman aydınlığı barındırıyordu. İşin sonu nereye varırsa varsın; başına ne olcude cekilmez ve katlanmaz felÂketler gelirse gelsin, şahsı adına yuce Allah'ın işine karışmayı duşunmuyordu.

Hatta bir defasında karısı O'na "Sen buyuk bir Peygambersin. Allah'a yalvar da hic olmazsa seni oldurucu hastalıktan kurtarsın" diye teklif edince once gucenmiş; sonra da eşine şu cevabı vermiş; "Ne yuzle durumumdan şikayet edecek ve Allah'tan iyi gunler dileyeceğim. Zenginlik ve saadet icin gecen seksen seneme karşılık uc dort yıldan beri felaketli yıllar yaşıyorum. Felaketli yıllarım iyilik ve rahmet icinde gecen gunlerim kadar oldu mu ki ağzımı acmaya yuzum olabilsin?"

Ağır ve devasız hastalık nihayet sabırlı Eyyub'u artık bitirmek uzere idi. Vucudunu tarayan kurtlar her yanını tuketmiş, sadece kalbi ile dili kalmıştı. Artı yenecek bir tarafı kalmadığı icin kemik kalıntısı haline gelen vucudunu terk eden kurtların ikisi dili ile kalbine saplanmıştı.

O, ana kadar hicbir insanoğlunun eşini gosteremeyeceği bir sabırla başına gelen felÂketlere katlanan Eyyub (a.s.) kalbi ile dilini kurtlar sarınca gozyaşları dokerek Allah'a şoyle sesleniyordu:

"Yuce Allah'ım. Şu ana kadar başıma gelenler halkın duşuncesine gore her ne kadar ağır felÂketler idiyse de benim umurumda değildi; hicbirini sana karşı şikayet etmemi gerektirecek sebepler olarak gormedim. Başıma ne gelirse gelsin sana karşı taşıdığım imanla aydınlanan bir kalbim ve her an seni zikreden bir dilim vardı. Bu iki Âz ile sana karşı olan kulluğumu yerine getirebiliyordum.

Ama şimdi kurtlar bu Âzalarıma saldırdılar. Onlardan da mahrum kalırsam sana karşı beslediğim imanı nerede taşıyacak ve seni neyle anacağım. Şu andaki derdim ve gozyaşlarım bu yuzdendir."

Bunun uzerine imtihanı tam bir başarı ile bitiren Eyyub'e yuce Allah (c.c.) once sıhhatini sonra da daha evvel elinden cıkan servet ve evlÂtlarını geri vererek onu eski rahat gunlerine dondurdu.

Nitekim yuce Allah şoyle buyuruyor:

"Eyyub'un duasını kabul ettik. Uzerinden bel ve musibetleri savdık. O'na (once sıhhatini sonra da daha evvel) elinden cıkan servet ve evlÂtlarını geri verdik. Ustelik de daha da coğaltarak tarafımızdan nimet verdik. Butun bunları Allah'a ibadet edenlere oğut (ve ibret) olsun diye yaptık." (Enbiya, 84)

Yuce Allah (c.c.) cumlemizi bel ve musibetlere karşı sabırla katlanan kullarından eylesin, Âmin...

__________________