Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V) Efendimiz’in yanına bir Bedevi geliyor. Resûlullah kendisine soruyor:
-Deveni nereye bıraktın?
Bedevi:
-Allah’a emanet ettim.
Resûlûllah kendisine şu cevabı veriyor:
-Evvela deveni sağlam kazığa bağla, daha sonra Allahû TealĂ‚’ya emanet et.
Bu hadis-i şeriften ne anlamamız gerektiğini Ă‚yetlerle acıklayalım.Buradaki sağlam kazık; Allahû TeĂ‚lĂ‚’nın murşidi ve deveden kasıt da nefsimizdir. Her ikisi de mecazî anlamda kullanılmışlardır. Her halukĂ‚rda nefsin yularının murşidin eline verilmesi lĂ‚zım ki, Allahû TeĂ‚lĂ‚’nın emrettiği bicimde nefsimizi tezkiye ve tasfiye edelim.
Murşide bağlanmadan “Ben Allah’a havale ettim” demekle biz kendimize duşen gorevi yapmış olmuyoruz. Mutlaka Allahû TeĂ‚lĂ‚’nın tayin ettiği murşide tĂ‚bî olmamız lĂ‚zım.
Murşide bağlanmak, kalubelĂ‚ gununun de gereğidir. Halk arasında “Ne zamandan beri muslumansınız?” denildiğinde hepimizin tek cevabı var: “KalubelĂ‚” gunu veya “Elestu birabbikum” gunu olur.
Allahû TealĂ‚ buyuruyor ki:
ARAF-172: Ve iz ehaze rabbuke min beniy Ă‚deme min zuhûrihim zurriyyetehum ve eşhedehum alĂ‚ enfusihim, elestu birabbikum, kaĂ‚lû belĂ‚, şehidnĂ‚, en tekuûlû yevmelkıyĂ‚meti innĂ‚ kunnĂ‚ an hĂ‚zĂ‚ gaĂ‚filiyn.
Ve o zamanki (ezelde) Allah Âdem oğullarının sırtlarından onların zurriyetlerini cıkardı (aldı) ve onları nefsleri uzerine şahit tutarak dediki:
“Ben sizin Rabbiniz değil miyim?"
Dediler ki:
“Evet (Sen bizim Rabbimizsin) Biz şahitleriz.”
Kıyamet gunu: “Muhakkakki biz bundan gafilleriz.” (Bizim bundan haberimiz yoktu) demesinler diye.
Ve butun insan ruhları Allah’a misak veriyor, butun insan fizik bedenleri Allahû TeĂ‚lĂ‚’ya ahd veriyor ve butun insan nefsleri Allah’a yemin veriyor.
İşte, “Her doğan cocuk İslĂ‚m fıtratıyla doğar” olayı bunun tezahurudur.
Resûlullah buyuruyor ki: “Her doğan cocuk İslĂ‚m fıtratıyla doğar ama annesi, babası onu yahudi, mecusî, putperest yapar.” Yani dunya hayatını yaşarken Ă‚kil ve baliğ olduğu noktadan itibaren, “kalubelĂ‚” gununde Allah’ın uzerimize şahit kıldığı murşide tĂ‚bî olmanın imkĂ‚nlarıyla dunyaya gelir. Ama eğer kişi bu noktada Allahû TealĂ‚’nın kendisi icin tayin ettiği şahide ulaşmaz da, ona tĂ‚bî olmazsa ister istemez o kişi, babasına tĂ‚bî olur ve baba şirkin icindeyse o da şirkin ve kufrun standartları icinde kalır. Nitekim, Yuce Rabbimiz Bakara Suresi 170-171. Ă‚yet-i kerimesinde buyuruyor ki:
BAKARA SURESI 170-171 ; “Ve izĂ‚ kıyle lehumuttebi’û mĂ‚ enzelallahu kaĂ‚lû bel nettebi’u mĂ‚ elfeynĂ‚ aleyhi Ă‚bĂ‚enĂ‚, evelev kĂ‚ne Ă‚bĂ‚uhum lĂ‚ ya’kılûne şey’en ve lĂ‚ yehtedûn ve meselulleziyne keferû kemeselilleziy yen’ıku bima lĂ‚ yesma’u illĂ‚ du’Ă‚en ve nidĂ‚, summun bukmun umyun fehum lĂ‚ ya’kılûn.”
Onlara “Allah’ın indirdiğine tĂ‚bî olun,” denildiğnde: “Hayır, biz atalarımızı uzerinde bulduğumuz şeye tĂ‚bî oluruz.” Peki, eğer onların ataları hicbirşeyi akıl etmeyen ve hidayete ermeyen (kimseler) ise de mi?
O (inkĂ‚r eden) kĂ‚firlerin durumu tıpkı haykırması sebebiyle işitmeyen, sadece bağırıp cağıran kimsenin durumu gibidir. Zaten (onlar) sağır, dilsiz ve kordurler. Buyuzden akıl edemezler(idrak edemezler).
Her halukĂ‚rda Allah’ın indirdiğine tĂ‚bî olmamız lĂ‚zım. Cunku, Allah’ın indirdiği, bizler icin tayin ettiği Murşid’in, Zamanın Imamı’nın lisanıyla acıklanıyor. Kişi Zamanın Imamı’nın acıklamasına tĂ‚bî olmadığı takdirde annesinden, babasından veya cevresindeki her hangi bir insandan dinlediğine tĂ‚bî olacaktır.
Akletmeyenlerin durumunun hangi standartta olduğunu Allahû TealĂ‚ acıkca ifade buyuruyor:
5/ MAİDE-104: ve izĂ‚ kıyle lehum te’Ă‚lev ilĂ‚ mĂ‚ enzelallahu ve ilerresûli kaĂ‚lû hasbunĂ‚ mĂ‚ vecednĂ‚ aleyhi Ă‚bĂ‚enĂ‚, evelev kĂ‚ne abauhum lĂ‚ ya’lemûne şey’en ve lĂ‚ yehtedûn.
Onlara Allah’ın indirdiğine ve Resûle gelin dendiği zaman "atalarımızı uzerinde bulduğumuz şey bize yeter" derler. Ataları birşey bilmeyen ve hidayete eremeyen (ruhlarını olmeden evvel Allah’a ulaştıramayan) kimseler olsalarda mı?
Baba, Allah’a tĂ‚bî olması gereken murşidinden ilim almamışsa ve murşidine tĂ‚bî olup hidayete ermemişse, o zaman o baba kufrun standartları icerisindedir. Ve kişi Allahû TealĂ‚’nın indirdiğine, Resûl’un acıklamalarına tĂ‚bî olmuyor da, kufrun ve şirkin standartları icerisindeki babasına tĂ‚bî oluyor.
Boyle insanların mazereti olmaması icin, Allahû TealĂ‚ buyuruyor ki; “kalubelĂ‚” gununde hepinizi huzurumuzda topladık, tĂ‚bî olmanız gereken murşidi sizin uzerinizde şahit kıldık ve hepinize hitap ettik: “Ben sizin Rabb’iniz değil miyim?”diye. Hepinizin cevabı: “belĂ‚”. Daha sonra, “eğer “belĂ‚” diyorsanız o zaman Bana yeminler verin” dedim ve hepiniz misak, ahd ve yeminle Bana bağlandınız.
İşte, İslĂ‚m olmanın uc tane tedbiri: Birincisi, Ben sizin Rabb’iniz değil miyim? Ikincisi, misak, ahd ve yeminin bizden alınması ve ucuncusu murşidin uzerimize şahit kılınmasıdır. Herkes bu dunya hayatına bu uc tedbirle gelir, yani her doğan cocuk IslĂ‚m fıtratıyla dunyaya gelir. Bu uc tane tedbir IslĂ‚m fıtratını, hanif fıtratını belirleyen işaretleri ihtiva eder.
İşte, Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V) Efendimiz yanına gelen bedeviye “deveni nereye bıraktın?” diye sorduğunda: “Allah’a emanet ettim” cevabını alınca: “Hayır, git deveni sağlam kazığa bağla ondan sonra Allah’a emanet et” demiştir. Hadisi şerifteki sağlam kazığa bağlanmaktan murat, Resûlullah’ın da beyan ettiği gibi mutlaka Allahû TeĂ‚lĂ‚’nın tayin ettiği murşide bağlanmamızdır. Ondan sonra nefsimizi Allah’a emanet etmemiz, Allah’ı vekil kılmamız istenmektedir.
Devenin sağlam kazığa bağlanabilmesi icin de her şeyden evvel o kişinin Allah’a ulaşmayı dilemesi yani, Allah’a Rabb olarak iman etmesi, bunu benimsemesi lĂ‚zım.
3/ Ă‚L-İ İMRAN-193: RabbenĂ‚ innenĂ‚ semi’nĂ‚ munĂ‚diyen yunĂ‚dî lilîmĂ‚ni en Ă‚minû birabbikum feĂ‚mennĂ‚ , rabbenĂ‚ fağfirlenĂ‚ zunûbenĂ‚ ve keffir Ă‚nnĂ‚ seyyiĂ‚tinĂ‚ ve teveffenĂ‚ me’alebrĂ‚r.
“Ey Rabbimiz..!” Hic şuphesiz biz; “Rabb’inize iman edin..” diye iman’a davet eden bir davetci işittik ve hemen iman ettik (davetciye tĂ‚bî olarak mu’min olduk). Ey Rabbimiz! Artık bizim gunahlarımıza mağfiret eyle, kotuluklerimizi de ort ve bizi EBRAR’ (Allah’a ulaşan ve velî olan cennetlik) larla birlikte oldur.
Işte goruluyor ki, her şeyden evvel Allahû TeĂ‚lĂ‚’nın uzerimize şahit kıldığı murşidlerin hepsi bizi amenu olmaya cağırıyor, Allah’ın Zat’ına davet ediyor.
22/HAC-67: Likulli ummetin ce’alnĂ‚ menseken hum nĂ‚sikûhu felĂ‚ yunĂ‚zi’unneke fiyl’emri ved’u ilĂ‚ rabbik, inneke le’alĂ‚ huden mustekıym.
Her ummet icin bir yol kıldık onlar onunla amel ederler. Seninle emirlerin hususunda nizaya duşmesinler. cunku sen Rabbine davet ediyorsun. Şuphesiz ki sen istikameti (Allah’a doğru) bir hidĂ‚yet uzeresin.
41/ FUSSİLLET-33:Ve men ahsenu kavlen mimmen de'Ă‚ ilallahi ve amile sĂ‚lihan ve kaĂ‚le inneniy minelmuslimiyn..
Muhakkak ki ben Allah’a teslim oldum diyerek Allah’a cağırandan ve nefsi islah edici ameller işleyenden daha guzel soz soyleyen kim vardır.
Işte, uc teslimle teslim olan Allah’ın murşidi, Kur’Ă‚n Ă‚yetleriyle insanları Allah’ın Zatına davet eder.
Yunus Suresi’nin 25. Ă‚yet-i kerimesinde bu davet şoyle ifade edilmiş:
10/ YUNUS-25: Vallahu yed’û ilĂ‚ dĂ‚risselĂ‚m, ve yehdiy men yeşĂ‚u ilĂ‚ sırĂ‚tın mustekıym .
Ve Allah teslim yurduna (ruhu teslim alacak olan kendi zatına) davet eder. Ve (teslim yurduna, zatına ulaştırmayı) dilediği kişiyi Sırat-ı Mustakime (Allah'a ulaştıran yola) ulaştırır, vasıl eder.
Cunku, dĂ‚risselĂ‚m’a ulaşmayı dileyen kişi, amenu olan insandır.
O halde, uzerimize şahit kılınan murşidin lisanıyla; Zamanın Imamı’nın lisanıyla biz, Allah’a davet ediliyoruz, Rabb’imize cağrılıyoruz. Bu davete icabet etmek veya etmemek insanoğlunun serbest iradesine bırakılmış. Kişi, ya nefsinin talebine uyar davete icabet etmez, veya ruhun talebine uyarak davete icabet eder.
"Men habbe likaÂllahi habbe allahu likÂi."
Kim (dunya hayatını yaşarken) Allah’ın Zatı’na ulaşmayı talep ederse, Allah da o kişiyi kendisine ulaştırmayı diler. (Ruhun talebine uyduğu icin, davete icabet ettiği icin, bu kişi işitenlerden olur.)
"Men kerihe likaÂllahi kerihallahu likÂihi."
Kim (dunya hayatını yaşarken) Allah’ın Zatına ulaşmayı kerih gorurse, Allah da o kişiyi kendisine ulaştırmayı kerih gorur.
O halde, ruhunun talebine uyan, davete icabet eden insanlara Allah işittiriyor.
6/EN’AM-36: İnnemĂ‚ yesteciybulleziyne yesme’ûn, velmevtĂ‚ yeb’asuhumullĂ‚hu summe ileyhi yurce’ûn.
(Allah'a) Davete sadece işitenler (kulaklarındaki vakra alınmış olanlar) icabet ederler. Allah oluleri hayata getirir. Sonra O'na (Allah'a) dondurulurler.
Ama, davete icabet etmeyenlere de Allahû TealĂ‚ işittirmiyor.
BAKARA-171; O (inkĂ‚r eden) kĂ‚firlerin durumu tıpkı haykırması sebebiyle işitmeyen, sadece bağırıp cağıran kimsenin durumu gibidir. Zaten (onlar) sağır, dilsiz ve kordurler. Buyuzden akıl edemezler(idrak edemezler).
İnsanlar bu duruma gore iki gruba ayrılıyorlar: Allah’ın davetini kabul edenler veya Allah’ın davetini kabul etmeyenler.
Allah’ın davetini kabul etmeyen bir insan otomatikman şeytanın davetini kabul etmiştir. Bir ucuncu alternatif yoktur.
14/ İBRAHİM-22: Ve kaĂ‚leşşeytĂ‚nu lemmĂ‚ kudıyel'emru innallĂ‚he ve'adekum va’delhakkı ve ve'adtukum feahleftukum, ve mĂ‚ kĂ‚ne liye aleykum min sultĂ‚nin illĂ‚ en deavtukum festecebtum liy, felĂ‚ telûmûniy ve lûmû enfusekum, mĂ‚ ene bimusrihikum ve mĂ‚ entum bimusrıhıyy, inniy kefertu bimĂ‚ eşrektumûnimin kabl, innazzĂ‚limiyne lehum azĂ‚bun eliym.
Şeytan emir olup bittiği zaman der ki; muhakkakki Allah size hak vaadde bulunmuştu. Ben de size vaad ettim. Fakat vaadimden caydım. Sizi davet etmemin dışında uzerinizde hicbir nufuzum yoktu. Siz hemen davetime icabet ettiniz. Artık beni kınamayın kendi nefsinizi levm edin, kınayın. Ben sizin yardımınıza gelecek değilim. Siz de benim yardımıma gelemezsiniz. Muhakkakki daha evvel ben Allah’a ortak koşmanızı tanımadım . Muhakkak bu zalimler icin elim bir azab vardır.
O halde şeytan nefse davetiye cıkartıyor. Allahû TealĂ‚ ruha davetiye cıkartıyor. Allah’ın daveti deyince bilmeliyiz ki, bu ruhun talebidir. Şeytanın daveti deyince de bilmeliyiz ki bu da nefsin talebidir.
Ve nefsin talebine uyanlarla, ruhun talebine uyanlar diye insanlar ikiye ayrılıyor.
76/DEHR-3: İnnĂ‚ hedeynĂ‚hussebiyle immĂ‚ sşĂ‚kiren ve immĂ‚ kefûrĂ‚.
Muhakkak ki biz onu (insanı) sebiyle (Allah’a kavuşturan yola) ulaştırırız. Kimi (hidayet yolundan Allah’a ulaşarak ) şukredenlerden olur. Kimi (asla Allah’ın hidayet yoluna girmeyerek ruhunu olumden evvel Allah’a ulaştırmaz ve bu sebeble) kufredenlerden olur.
Şukredenler ruhun talebine uyanlardır, nankorluk edenler de nefsin talebine uyanlardır.
39-? ZUMER-7 ; “In tekfurû feinnallahe ganiyyun ankum, ve lĂ‚ yerdĂ‚ li’ıbĂ‚dihilkufr, ve in teşkurû yerdahu lekum.”
Eğer kufrederseniz, Allah sizin kufrunuzden mustağnidir ama Allah sizin kufrunuzden dolayı sizden razı olmaz. Eğer şukrederseniz Allah sizden razı olur.
O halde goruluyor ki, Allah’ın rızası ruhun talebine uymakla, rızasızlığı ise nefsin talebine uymakla gercekleşir. Eğer, biz IslĂ‚m dinini, teslim dinini yaşamak istiyorsak muhakkak ki, ruhumuzun talebine uymalıyız. Cunku, Allah buyuruyor ki:
5/MA?DE-3: …elyevme yeiselleziyne keferû min diynikum felĂ‚ tahşevhum vahşevn, elyevme ekmeltu lekum diynekum ve etmemtu aleykum ni’metiy ve radıytu lekumul’islĂ‚me diynĂ‚…
..Bugun kĂ‚firler sizin dininizden yeise duşmuşlerdir. Bugun dininizi ikmal ettim, uzerinizdeki nimetimi tamamlad?m. Sizin icin din olarak İslĂ‚ma razı oldum…
Allah’ın rızası teslimde ise, Allahû TealĂ‚ şukredenlerden razı olacağını ifade ediyorsa, şukredebilmek icin Allah’a giden teslim yoluna bizlerin tĂ‚bî olmamız gerekir.
Olaylar, olayların bizler uzerinde bıraktığı tesir ve daha sonra bizim kararımız var. Bizim kararımız Allah’ın Zatı’na ulaşmaksa, her halukĂ‚rda Allahû TealĂ‚ “Rahim” esmasıyla uzerimize tecelli ediyor. 99 Esmanın sahibi Rabb’imiz “Er Rahim” esmasıyla tecelli ettiği zaman, bizdeki hicab-ı mestureyi kaldırıyor ve biz murşide muhabbet duymaya başlıyoruz. Sonra Allah kulaklarımızdaki vakra’yı kaldırıyor ve biz Allah’ın tayin ettiği murşidin sozlerini işitiyoruz. Ve Allahû TealĂ‚ kalbimizdeki ekinneti kaldırıyor. Sadece işitmekle kalmıyoruz, fıkıh ediyoruz, idrak ediyoruz, kendimize mal ediyoruz. İIşte, hicab-ı mesturenin, vakranın ve ekinnetin kendisinden alındığı insanlar, Kur’Ă‚n-ı Kerim’in tabiriyle “amenu” olan kişilerdir.
22/HAC-54: Ve liya’lemelleziyne ûtul’ılme ennehulhakku min rabbike feyu’minû bihî fetuhbite lehu kulûbuhum, ve innallahe lehĂ‚dilleziyne Ă‚menû ilĂ‚ sırĂ‚tın mustakıym.
Ve kendilerine ilim verilenler onun Rabbinden bir hak olduğunu bilsinler diye ve ona inansınlar diye onların kalplerine ihbat konmuştur. Muhakkakki Allah Ă‚menu olanları Sırat-ı Mustakime ulaştırır.
Yuce Rabb’imiz Sırat-ı Mustakiym’e ulaştırmak uzere kalbimize ulaşıyor.
64/ TEGABUN-11: MĂ‚ esĂ‚be min musıybetin illĂ‚ bi’iznillĂ‚h, ve men yu’min billĂ‚hi yehdi kalbeh, vallahu bikulli şey’in aliym.
Allah izin vermedikce kimseye bir musibet isabet etmez. Kim Allah'a Ă‚menu olursa Allah onun kalbine (ulaşır). Ve Allah herşeyi bilir.
Şeytana donuk olan kalbi Kendine donduruyor.
50/ KAF-33: Men haşiyerrahmĂ‚ne bilgaybi ve cĂ‚e bikalbin muniyb.
Gaybde Rahmana huşu duyan ve (Allah’a) donuk bir kalple (Allah'ın huzuruna) gelenlerdir.
Goğsumuzden kalbimize nur yolunu acıyor.
6/ EN’AM-125: Femen yuridillĂ‚hu en yehdiyehu yeşrah sadrehu lil’islĂ‚m, ve men yurid en yudıllehu yec’al sadrehu dayyikan haracĂ‚, ke’ennemĂ‚ yassa’’adu fiyssemĂ‚’, kezĂ‚like yec’alûllĂ‚hurricse alelleziyne lĂ‚ yu’minûn.
Allah kimi hidayete erdirmeyi (ruhunu Allah'a ulaştırmayı) dilerse onun goğsunu teslime (islĂ‚ma) acar. Kimi dalĂ‚lette bırakmayı dilerse onun goğsunu goğe cıkıyormuş gibi sıkıntılı kılar. Allah mumin olmayanların ustune işte boyle azap bırakır.
39/ ZUMER-22 : Efemen şerehallahu sadrehu lil’islĂ‚mi fehuve alĂ‚ nûrin min rabbihî, feveylun lilkaĂ‚siyeti kulûbuhum min zikrillĂ‚h, ulĂ‚ike fiy dalĂ‚lin mubiyn.
Allah’ın goğsunu İslĂ‚ma actığı ve Rabbinden (kalbine gelen ) bir nur uzere olan kişi kalbi kasiyet bağlamış (kararmış ve sertleşmiş) gibi midir. Vay onlara ki kalpleri kasiyet bağlamıştır, zikir sebebiyle, (zikir yapmadıkları icin) onlar acık bir dalĂ‚let icindedirler.
Bu nur kalbe %2 ulaştığı zaman, kişi huşuya ulaşır:
57/ HADİD-16 : Elem ye’ni lilleziyne Ă‚menû en tahşe’a kulûbuhum lizikrillĂ‚hi ve mĂ‚ nezele minelhakkı ve lĂ‚ yekûnû kelleziyne ûtulkitĂ‚be min kablu fetĂ‚le aleyhimul’emedu fekaset kulûbuhum, ve kesiyrun minhum fĂ‚sikuûn.
Amenû olanların kalplerinde Allah'ın zikri ile (ve bu zikirle) Hak'tan inen şeyle (nurla) huşuya ulaşmak (huşu sahibi olmak) zamanı gelmedi mi? Kendilerine kitap verilen ve sonra aradan uzun zaman gecen (ve bu zaman zarfında Allah’ı zikretmedikleri icin) kalpleri kasiyet bağlayan (kalpleri zikirsizlikten kararan ve sertleşen ve hastalanan) kimseler gibi olmasınlar. (Yani zikretsinler ki kalpleri kararmasın) Onların coğu fasıklardır (hidayete erdikten sonra yoldan cıkanlardır).
Resûlullah (S.A.V) yanına gelen bedeviye: “Sen deveni sağlam kazığa bağla.” buyurduğunda, o gunun şartları icerisinde bedevinin sağlam kazığa bağlanması icin, Resûlullah’a biat etmesi lĂ‚zımdı. Ama gunumuzde Resûlullah’ın varisine kişinin biat etmesi icin, perşembeyi cumaya bağlayan gece “hacet namazı” kılarak Allah’tan, Allah’ın kendisi icin tayin ettiği murşidi sorması lĂ‚zım. Her kim huşu sahibiyse, Allahû TealĂ‚, sağlam kazığı yani murşidi gostereceğini garanti ediyor.
2/ BAKARA-45: Veste'ınu bissabri vessalĂ‚t. Ve inneha lekebiratun illĂ‚ alel haşi'ın.
(Allah'tan) sabırla ve namazla yardım (istiane) isteyin…Fakat muhakkak ki bu, (hacet namazı ile kişiyi Allah’a ulaştıran Murşidi sormak ) huşu sahibi olanlardan başkasına elbette ağır gelir.
O halde, eğer huşu sahipleri icin Allahû TealĂ‚ murşidi gosterecekse 14. basamakta kişi gidip murşidine intisap ediyor yani sağlam kazığa devesini bağlıyor. Murşidine intisap ettikten sonra Allahû TealĂ‚’ya tevekkul etmek, Allahû TealĂ‚’ya emanet etmek lĂ‚zımdır.
Gercekten vekalet olayı bu noktadan itibaren başlar.
Erzurumlu Ibrahim Hakkı Hazretlerinin bir sozu var: “Tedbirini terkeyle, kalbini sen berkeyle.”
Bu noktaya kadar kişinin alması gereken tedbir, devesinin sağlam kazığa bağlanması idi. Aklın gerektirdiği standartlar icerisinde muhakkak ki herkesin bunu yapması gerekir. Sonrasında da kişinin murşidinden aldığı zikir emrini yerine getirmesi yani surekli kalben Allah’ı zikretmeye calışması lĂ‚zım. “Tedbirini terkeyle, kalbini sen berkeyle” sozu bunu ifade ediyor.
Allah murşide biat ile yedi tane nimet verir.
Birinci nîmet: Murşidin ruhunun o kişinin başının uzerinde yer almasıdır.
40/ MU’MİN-15: refi y’udderecĂ‚ti zul’arş, yulkıyrrûha min emrihî alĂ‚ men yeşĂ‚u min ıbĂ‚dihî liyunzire yevmettelĂ‚ak
Dereceleri yukselten ve arşın sahibi olan Allah, kullarından (kendisine ulaştırmayı) dilediği kişinin (Allah’a ulaşmayı dilediği icin Allah‘ın da kendisine ulaştırmayı dilediği kişinin) uzerine (başının uzerine) Allah'a ulaşma gununun geldiğini (o kişinin ruhuna) ihtar etmek icin, emrinden (Allah’ın emrini tebliğ edecek) bir ruh ulaştırır.
Ikinci nîmet, o gune kadar işlemiş olduğumuz butun seyyiatleri Allahû TealĂ‚’nın hasenata tebdil etmesidir.
25/ FURKAN-70: İllĂ‚ men tĂ‚be ve Ă‚mene ve amile amelen sĂ‚lihan feulĂ‚ike yubeddilullahu seyyiĂ‚tihim hasenĂ‚t, ve kĂ‚nallahu gafûren rahıymĂ‚.
Ama (Murşidin onunde) tovbe eden ve (Murşidin onunde tovbe etmek suretiyle kalbine iman yazıldığı icin) mu’min olan ve (aynı sebeple) nefsi islah edici ameller işleyen kişinin Allah gunahlarını sevaba cevirir. Ve Allah gunahları sevaba ceviren ve rahmet gonderendir.
Ucuncu nîmet, Allah’ın kalbin icine imanı yazmasıdır.
58/ MUCADELE-22: LĂ‚ tecidu kavmen yu’minûne billĂ‚hi velyevmil’Ă‚hıri yuvĂ‚ddûne men hĂ‚ddallahe ve resûlehu ve lev kĂ‚nû Ă‚bĂ‚ehum ve ebnĂ‚ehum ve ihvĂ‚nehum ev aşiyretehum, ulĂ‚ike ketebe fiy kulûbihimul’iymĂ‚ne ve eyyedehum birûhin minh, ve yudhıluhum cennĂ‚tin tecriy min tahtihel’enhĂ‚ru hĂ‚lidiyne fiyhĂ‚, radıyallahu anhum ve radû anh, ulĂ‚ike hızbullah, elĂ‚ inne hızballahi humulmuflihûn .
Allah’a ve ahiret gunune (olmeden evvel Allah’a ulaşmaya) imĂ‚n eden kavmi Allah’ a ve resûlune karşı gelenlerle sevişir bulamazsın , velev ki onlar babaları veya oğulları veya kardeşleri veya aynı aşiretten olsun. Onların kalplerine iman yazılır ve onlar Allah'ın katından (orada eğitilmiş olan) bir ruhla (Murşidin ruhunun başlarının uzerine yerleşmesi ile) desteklenirler ve altlarından ırmaklar akan cennetlere konurlar orada ebediyen kalacaklardır. Allah onlardan razıdır onlar da Allah’tan razıdırlar. İşte onlar Allah taraftarıdırlar. Ve muhakkakki Allah taraftarları kurtuluşa (felĂ‚ha) erenlerdir.
Dorduncu nîmeti, başımızın uzerine yerleşen murşidin ruhundan salavat nurunun kalbimize akmasıdır.
33/ AHZAB-41: YĂ‚ eyyuhelleziyne Ă‚menûzkurullahe zikren kesiyrĂ‚.
Ey imĂ‚n edenler , Allah’ı cok zikredin.
33/ AHZAB-42: Ve sebbihûhu bukreten ve asıylĂ‚ .
O’nu sabah akşam tesbih edin ve yuceltin.
33/ AHZAB-43: Huvelleziy yusalliy aleykum ve melĂ‚iketuhu liyuhricekum minezzulumĂ‚ti ilennûr, ve kĂ‚ne bilmu’miniyne rahiymĂ‚.
Sizin nefsinizin kalbini karanlıklardan aydınlığa cıkarmak icin uzerinize Melekleri ile salavat (isimli nuru) gonderen O’dur. O muminlere rahimdir (rahmet nurunu gonderendir.)
Beşinci nîmet, kişi salih amel işlemeye başladığı zaman Allahû TealĂ‚’nın 1’e 700’luk ihsanlarda bulunmasıdır.
2/ BAKARA 261: Meselullezine yunfikune emvĂ‚lehum fi sebilillĂ‚hi kemeseli habbetin enbetet seb’a senĂ‚bile fi kulli sunbuletin mietu habbeh. VallĂ‚hu yuda’ıfu limen yeşĂ‚’. VallĂ‚hu vasiun alim.
O, Allah yolu’nda mallarını harcayanların durumu, her başağında yuz tane olmak uzere, yedi başak veren bir (tohumun) nebatın durumu gibidir. Allah dilediği kimse icin (onun rızkını) kat kat artırır. Allah, VASI’un ALİM’dir.
Altıncı nîmeti, kişinin kalbine zikre paralel fazl, rahmet ve salavat girmeye başlaması ve kişinin nefs tezkiyesini gercekleştirmesidir.
40/ MU’MİN-40: Men amile seyyieten felĂ‚ yuczĂ‚ illĂ‚ mislehĂ‚, ve men amile sĂ‚lihan min zekerin ev unsĂ‚ ve huve mu’minun feulĂ‚ike yedhulûnelcennete yurzekuûne fiyhĂ‚ bigayri hisĂ‚b.
Kim seyyiat (şer, derecat duşurucu ameller) işlerse mislinden daha fazla cezalandırılmaz. Kadınlardan veya erkeklerden kim amilussalihat (nefsi ıslah edici ameller, nefs tezkiyesi) yaparsa işte onlar mu’minlerdir. Onlar cennete konulacak ve orada hesapsız rızıklandırılacaklardır.
Yedinci nîmeti, kişinin ruhunun kendisinden ayrılarak Sırat-ı Mustakiym’e ulaşmasıdır.
78/ NEBE-39: ZĂ‚likelyevmulhakk , femen şĂ‚ettehaze ilĂ‚ rabbihî meĂ‚bĂ‚ .
İşte o gun (Murşidin eli Hakk'a ulaşmak uzere opulduğu ve ona tĂ‚bî olunduğu gun) Hakk gunudur. Dileyen (Allah'a ulaşmayı dileyen) kişi kendisini Rabbine ulaştıran (yolu, Sırat-ı Mustakimi) yol ittihaz eder (edinir). (Allah'a ulaşan kişiye Allah) meab (sığınak, melce) olur.
Bu yedi nîmeti Allah’tan alan kişi, murşidinden aldığı zikir emrini yapmaya başlar. Ve zikrini artırarak emmare, levvame, mulhime, mutmainne, raziye, marziye ve tezkiye kademelerini bitirir. Her kademede %7 artan nurlarla kişinin kalbindeki nur miktarı, huşudaki %2’lik nur ile birlikte %51’e ulaşır. Boylece karanlıklar %49’a duşer.
Işte başlangıc noktasında, nefs-i emmarede, kişinin nefsi %100 zifiri karanlık olan bir geceyi andırırken, kişi murşidine intisap edip, kalbini zikirle donattığı noktadan itibaren 7 kademede nefsini tezkiye ettiğinde, artık fecr noktasına ulaşmış durumdadır. Yani, sabah tan yerinin ağarmasına paralel, aydınlıkların karanlıkları %2 gectiği nokta burasıdır.
“Evvela kişi zifiri karanlıklar icerisindedir, sonra nefsini tezkiye ettiği zaman gri bir noktaya donuşur ve daha sonra zirve noktadaki guneşin aydınlığına ulaşabilmesi icin nefsini tasfiye etmesi lĂ‚zımdır.”
21. basamak, gri bir renge donuşmuş olan hali ifade ediyor. Bu noktada kişi misakini, ahdini ve yeminini yerine getirdiği icin, kesinlikle Allah’tan cennet mujdesini alıyor.
Ama Yuce Rabb’imiz sadece ahiret hayatında cenneti yaşayalım, dunyada hep huzursuz ve mutsuz olalım diye bizleri yaratmadı. Dunyanın da bizim icin cennet olabilmesini, daimî zikir, irşad ve teslim şartına bağlamış.
Her kim bu uc tane farzı yerine getirirse o zaman nefsini tasfiye etmiş olur. Nefsini tasfiye eden insanlar icin, bu dunya kesinlikle bir cennettir. Cunku, Yunus Emre’nin de ifade buyurduğu gibi;
Uslu değil, delidir halka salusluk satan,
Nefsini musluman etsin, var ise kerameti.
Bir insanın nefsini musluman edebilmesi, nefsini tasfiye etmesi yani ihlasa ulaşması anlamına geliyor. Bu noktaya yine zikir artışıyla ulaşacağız. Fena kademesinde, beka kademesinde, zuhd kademesinde ve teslim kademesinde zikrimizi artırdığımız icin kalbimizdeki nur miktarı %91’e ulaşır ve ikinci emanet olan fizik bedenimizi de Allah’a teslim ederiz.
Kısa bir sure sonra da zikir artışına paralel daimî zikre ulaşırız. Daimî zikir noktasında Allahû TealĂ‚ bizi %100’luk bir nurlanma noktasına, ihlasa ulaştırır. Bu 26. basamaktır ki, boylece 27inci basamakta nefsimizi de Allah’a teslim ederiz. Işte, nefsimizin Allah’a teslim edildiği nokta, IslĂ‚m şerefiyle şereflendiğimiz noktadır.
Peygamber Efendimiz (S.A.V): “Her doğan cocuk IslĂ‚m fıtratıyla doğar, sonra annesi-babası onu yahudi, mecusi, putperest yapar,” derken, herkes iman sahibi olmanın standartlarına, murşidine tĂ‚bî olmak suretiyle ruhunu Allah’ın Zatı’na ulaştırıp hidayete ermeye ve daha sonra fizik vucudunu ve nefsini Allah’a teslim etmek suretiyle Teslim şerefiyle şereflenebilmenin butun imkĂ‚nlarına sahiptir, demek istemektedir. Allah’ın dini teslimdir.
Resûlullah (S.A.V) Efendimiz “Sen deveni sağlam kazığa bağla, ondan sonra Allahû TealĂ‚’ya tevekkul et” dediğinde de, vekalet murşide bağlandıktan sonra başlar ve bu vekillik oranı gunbe gun artar demek istemektedir.
Allahû TealĂ‚’yı vekil kılma, tezkiyede %51’e ulaşır. Sonra da zikirle paralel artışına devam eder ve ihlas noktasında %100’luk bir artışa ulaşır. Kişi artık tamamiyle Allahû TealĂ‚’yı vekil edinir. Yani bu nokta kişinin tamamiyle Allahû TealĂ‚’ya teslim olduğu noktadır.
Işte, vekaletle tedbir arasında yukarıda acıklandığı gibi bir ilişki vardır.Dileyen herkesin dunya hayatında Allahû TealĂ‚’nın kendisini bu noktaya ulaştırmasını Rabb’imizden diliyoruz.
__________________
EVVELA DEVENİ sağlam kazığa bağla ondan sonra ALLAHÛ TEALA'YA EMANET ET
Dini Sohbetler0 Mesaj
●77 Görüntüleme
- ReadBull.net
- Eđitim Forumlarý
- Ýslami Bilgiler
- Dini Sohbetler
- EVVELA DEVENİ sağlam kazığa bağla ondan sonra ALLAHÛ TEALA'YA EMANET ET
-
12-09-2019, 12:10:15