Bazı ateist sitelerde okuduklarım, aşağıdaki yazımı yazmama neden oldu. Bu sitede yazılan yazıların genel anlamda konusu, Allah ın varlığını inkÂr eden ve Allah ın gonderdiği kitapları da yalanlayan, konuları iceriyordu.


Elbette hic kimseye, sen neden buna inanıyorsun diyemeyiz. Yani hic kimsenin imtihanına, direk zorla mudahale etme yetkisini Allah, hic kimseye vermemiştir. Ama bu duşuncede olanları da, yaşamın gerceklerine davet etmek, gonul gozlerini acmak adına caba harcamak, onların bir nebze olsun duşunmelerini sağlamak, elbette biz iman edenlerin gorevidir. Cunku daha sonra iman edip, belki de bizlerden daha cok Allah katında, takvaca ustun olup olmayacağını, bizler bilemeyiz, Allah bilir.


Tabi zorlamadan, kırmadan, saygısızca davranmadan, kendimizi temize cıkarmadan, Kur’an a davet etmeliyiz. Bizler peygamberimizin ummeti olduğumuzu soyluyorsak, peygamberimizin İslam a davetindeki nazik ve saygılı uslubunu asla unutmamalı, bizler gibi duşunmeyenleri hor gorup, saygısız tavır icine girmemeliyiz. Cunku herkes, kendi yaptıklarından sorumludur.



Dunyada aklını kullanabilen, ozgur yaratılmış tek varlık insan olduğuna gore, soyledikleri ve inandıklarından da ozgurdur. Elbette şunu unutmamak şartıyla, soylenen ve yapılan her şeyin bir hesabı, sorumluluğu olduğu gerceği.


Sitedeki yazılarda da dikkatimi ceken bir konu, insanoğlunun yaratıldığı ilk cağlarından beri, dine ya da bir inanca yoneldiğinden bahsediliyor. Bu cok doğru bir tespittir. Peki neden? İşte bu sorunun doğru cevabını bulabilirsek, dine ya da Yaradan a neden ihtiyac duyulabileceğini de anlamış oluruz.


Eğer işin kolayına kacarda, ben gormediğim bir şeye inanmam der gecersek, gerceklerden kacmış ve doğruyu bulma korkusuyla hareket etmiş oluruz. Buda bizi yanlışa goturecektir.


Sizlere bu yazımda, Allah ın varlığını kanıtlamaya calışmayacağım. Cunku ozgurce duşunen, doğruları arama cabasında olan, iyi bir gozlemci nefsini, vicdanını, ruhunu eğitimden geciren, onun varlığını zaten apacık gorecektir. Tabiatın eşsiz guzelliklerini yaratan Allah, elbette isteyene, niyetinde samimi, ciddi olana kendisini tanıtacaktır.



Peki, yalnız duşunmek yeter mi? Bazen oyle olaylarla karşılaşırız ki, aklımızın daha once onay verdikleri ile bu karşılaştığımız olayı cozmek bizleri yanıltabilir. Peki, bu durumda karar vermemizde yardımcı etkenler neler olabilir?


Hatırlayınız hÂkimlere yargılama yaparken, yururlukte olan kanunlara gore karar verme yetkisi verilir. Birde cok dikkat cekici bir yetki verilmiştir. VİCDANİ KANAATİ. İşte gorunmeyen, elle tutulmayan, hatta hicbir kanunla sınırlandırılmamış, cok onemli insani bir unsur.



Demek ki nefsimiz, vicdanımızda bizler icin cok onemliymiş, ama gozle gorulmez hissedilir, duygusaldır. Aklın birlikte hareket ettiği, cok onemli unsurlarıdır bunlar. Akıl gucunu bilimden alır, Kur’an da bircok ayetin sonunda, akla duşunmeye yonlendirir Allah bizleri. Yani ilim tahsil etmemizi Allah ozellikle onerir. Ya nefis, vicdanımız, gucunu, eğitimini nereden alır?



İşte bu soruya vereceğimiz cevap cok onemlidir. Bunları eğitecek beşeri bir ilim, tek başına bulamayız. Bu duygu ve duşunceleri eğitmeden serbest bırakırsanız, doğru bir kaynaktan eğitmezseniz, bu insanların da buyuk yanlışlar yapması kacınılmaz olur. İşte din ve Allah inancı burada cok onemli bir etkendir. Hastalara doktorlar psikolojik telkinde bulunur. İşte bu gorunmeyen, elle tutulmayan tedavi şeklinin ana kaynağı da din ve Allah sevgisidir. Tabi inanana, kabul edene ancak yardımcı olur.


Bir robotu duşunun, ona gereken program yuklenebilir, bunun sınırlarını hayal bile edemeyiz. Bu program aklın yerini de tutabilir. Bu durumda insan ile aynı seviyede tutabilir miyiz? Asla, cunku onun ruhu, nefsi, vicdanı yoktur da ondan. İşte gozle gorunmeyen ama bir eğitimden gecirilmesi gereken, cok onemli insani unsurlardır bunlar.



İnsanoğlu var oluşundan beri, bir inanma icgudusune sahipse eğer, bu icgudu yaradılışımızda, benliğimizin bir koşesinde var demektir. Onu inkÂr etmekle ancak, kendimizi kandırmış, bu duyguyu ortaya cıkarmak yerine, bastırmış oluruz. Bir başka deyişle, Allah inancı ruhumuza daha doğuşta yerleştirilmiştir. Onu ortaya cıkarmak, insanın kendisine kalmış bir becerisidir, imtihanımızın en onemli donum noktasıdır.



Bizleri yaratan oyle bir yapıda yaratmış ki bizleri, aynı insanı isterseniz bir canavara, katile donuşturebileceğiniz gibi, istediğimizde tam tersine topluma yararlı, cevresine faydalı bir insana da donuşturebilirsiniz.


Hatırlayınız oyle insanlar duyarız, ilim tahsil etmiş, cok onemli makamlara gelmiş, fakat bir bakarsınız bu kişilerden bazıları, kendisine hÂkim olamadıkları ya da nefsinin esiri olmalarından dolayı bir cana kıymakla, normal şartlarda işlenmeyecek sucları işlediklerini goruruz. Demek ki akıl ve beşeri eğitim tek başına bazen yeterli olmuyormuş.


Peki, bu farklılık nereden kaynaklanıyor? Aynı kişiye aynı aklı verdiğimiz halde, birbirinden cok farklı iki yapıya donuşmesinin nedeni ne olabilir? İşte bu farklılığı yaratan, nefsimizdir, duygularımızdır, vicdanımızdır.


Eğer nefis, vicdan ve akıl birlikte mantık yurutup, yaptıklarından ve yapacaklarından sorumlu olduğu bilincini almış ise, o insanın asla kotu bir şeyler yapması mumkun olamaz. Cunku akıl, vicdan ve nefis birlikte calışarak, gerektiğinde bizlere fren gorevi yapar.



Hesap verme duşuncesi, insana sorumluluk bilinci yukler. İşte din ve Allah ın varlığı da, bu gorevi ustlenmektedir. Daha acıkcası din ve Allah bilinci, yaşama duzen getirir ve toplumun huzurlu yaşamasına en buyuk etkendir. Allah ı unutmuş toplumlar da, hesap verme duşuncesi de olmadığından, duzen bozulur, huzur ve mutluluk asla sağlanamaz.



Bir fabrikayı duşunun. Size deseler ki, calıştığınız bu fabrikanın sahibi artık yok, kafanıza gore takılın. Hemen ne duşunuruz? Cok iyi, bizi hic kimse işten atamaz artık deriz. Daha kim bilir, neler neler gelir aklınıza. İşte bu duşunce ile hareket eden fabrikanın işcileri, o fabrikanın sağlıklı calışmasını, kaliteli malzemeler uretmesini, asla sağlayamaz. Cunku fabrikada, ne disiplin kalır nede duzen.



Peki, bu durumda bizler, acaba bu evrende hesap vermeden, hicbir sorumluluğumuz, gorevimiz olmadan yaşadığımızı duşunebilir miyiz? Bizler sahipsiz olabilir miyiz? Eğer evet duşunebiliriz, sahibimizde yoktur diyorsanız, sahibi olmayan fabrikanın durumuna duşmuş oluruz.


Dunyanın yaradılışına, tabiata, zamanın akışına baktığınızda, her şey bir duzen ve plan dÂhilinde devam etmekte olduğunu goruruz. İnsanlar bu duzene, kurallara dÂhil değil midir sizce? Onun bu yaşam, duzen icinde hicbir kuralı, sorumlulukları yok mudur?


Arı yaratıldığından beri, bal uretmeye devam ediyor. Bir gunde kalkıp, yeter artık bu insanlar icin calıştığım dememiş. Hayvanlar sutunu kesmemiş, deniz balıksız kalmamış, guneş bir gunde ben dinleneyim diyerek, doğmazlık yapmamış. Ağaclar cicek acmış, meyvesini binlerce yıldır devamlı vermiş durmuş, biz insanlar icin.


Dikkat ederseniz, hicbirisinin ozgur iradesi yok, Yaradan ın emriyle soyleneni devamlı yapmışlar ve yapmaya devam ediyorlar. Acaba eksiksiz işleyen, tum bu duzen tesaduf eseri olabilir mi? Bu muazzam duzenin, sahipsiz olabileceğini duşunmemiz ne kadar mantılı olabilir?



Peki, biz insanlara ne oluyor da, bizlere itirazsız durmadan hizmet eden bu kÂinata ve yaratıcısına, bizlerin bir sorumluluğu yok, bizler istediğimizi yaparız diyebiliyoruz?


Yaşadığımız hayatta, karşılıksız hic bir şeyin olmadığı bilincinde olan bizler, acaba bizlerin bir yaratıcısının olmadığını ve ona bizlere sunduğu guzelliklerin karşılığı olarak, hicbir borcumuzun olamayacağını soylememiz, duşunmemiz aklımıza, vicdanımıza sığıyor mu? Anne ve babanın dahi, evladından bir beklentisi varsa, nasıl olurda onca guzelliği, nimeti bizlere sunan malın, mulkun sahibine, bir sorumluluğumuz olamaz? Onu nasıl gormezden geliriz? Bunu hic duşunuyor muyuz?



Biz insanların dışında, bu Dunyada canlı cansız her varlığın bir gorevi, sorumluluğu olacakta, biz ozgur yaratılmışların mı hicbir sorumluluğu, gorevi olmayacak? Bu sizce mantıklımı?


Bize sunulan bir hizmet varsa bu Âlemde, bununda bir karşılığı olması gerekir. Tum canlılar bizler icin sorgusuzca uretiyorsa, bu hizmeti bizlere sunan makamında, bir beklentisi elbette olacaktır.



Elbette bir sorumluluğumuz olmalı. Bu sorumluluğu ancak, nefis terbiyesi ile oğrenebiliriz. Bazı şeyleri ilk baktığımız da goremeyebiliriz, goz yanıltıcıdır. Bakmakla gormek arasında ki farkı anlamak isteyen, gozleri ile gormeye calıştığı arasındaki engeli, once kaldırmasını oğrenmelidir.


Ben Allah ı goremiyorum, onun icin gormediğime inanmam diyen, gormediği halde kabul ettiği bilimsel gercekleri hatırlamalıdır.


Yaradan ı inkÂr edenler, gormediği halde, her an aldığı nefes, (hava) ile yaşayanlar, belki yaşamını idame ettirebilirler. Ruhunu, nefsini, vicdanını eğitemeyen, gonul gozleri ile gercekleri asla goremezler. Allah ı inkÂr ederek ancak ruhlarını, nefislerini oldurmuş olurlar. Nefsi, ruhu olen bir insan, yaşayan bir oluden farklı değildir.


Allah bu Dunyada insan dışında, yarattığı hicbir varlığa ozgur irade ve geliştirebileceği bir akıl vermemiştir. Onun icindir ki insan dışında hicbir varlık, hesapta vermeyecektir.


Biz insanlar sonsuz bir ozgurluğe sahipsek, bununda bir hesabı olacağını unutmamalıyız. Allah sizleri bir imtihan icin gonderdim diyor da, tum nimetleri bizlere sınırsız sunuyorsa, gelin o imtihanın ne olduğunu once oğrenmeye calışalım.



Sorumsuzluk, hesapsızlık bizleri doğruya değil, yanlışa goturur. Onun icindir ki gelin ne hurafelere, nede yalan yanlışlara, kulaktan dolma şeylere değil, Allah ın sizlere rehber olsun diye gonderdim dediği KUR’AN ın cevresinde toplanalım. Onu iyi niyetle okuyalım, uzerinde duşunelim, cunku Allah ta duşunmemizi ve oyle itaat etmemizi istiyor bizlerden.



Bizlere gonderilen rehberde, Rabbin ilk emri OKU emriyse, gelin Kur’an ı anlayarak bilerek, hicbir etki altında kalmadan okuyalım. Bakın o zaman nasıl guneşin daha parlak doğduğunu, ayın parlaklığıyla gecelerin nasıl daha aydınlık, huzurlu olduğunu goreceksiniz.


Allah ı gozlerimizle gormeye calışmayalım. Onu hissedelim, duyalım. O her an damarlarımızda, kalbimizde ve ruhumuzdadır. Cunku insan, Allah tan bir parcadır.


Dilerim Rabbimden tum insanlığın, gozleri ile gormeye calıştıkları arasındaki perdenin kalkması adına, caba gostermesidir. Bunu yapabilmek icinde, vicdanımızı ve nefsimizi Allah ın rehberi ile nurlandırmalıyız. Bu nuru alana, Rahman ı gonulden hissedebilene ne mutlu.


Saygılarımla Haluk GUMUŞTABAK

__________________