Zikir ve Zikrin Fazileti [1]
Rabbimiz: “Ey iman edenler, Allah’ı cokca zikredin” [2] buyurmaktadır. Abdullah b. Busr anlatır: Adamın birisi: “YÂ Rasulallah, İslÂm’ın nafile ibadetleri bana ağır geldi. Bana, devamlı yapabileceğim bir şey soyle ki ona sımsıkı sarılayım” dedi. Bunun uzerine Rasûlullah aleyhisselÂm: “Dilin devamlı Allah’ın zikriyle ıslak kalsın” [3] buyurdu.
Kıyametin onemli alametlerinden birisi olan, ilmin ortadan kaybolup cehÂletin artması ve ehil olmayan kişilerin hayatın her sahasında iş başına gelmesiyle İslÂm’ın tum değerlerine saldırılar olmuş ve İslÂm’ın bir cok kelimeleri uzerindeki farklı yorum ve yaklaşım tarzları sonucu, insanlar din şemsiyesi altında fırka fırka olmuşlardır. Allah’tan gelen vahyi, Allah ve Rasûlunun iradesine uygun anlamak yerine, kendilerince kolay olanı tercih etmişler ve ayetler ile hadisleri kendi akıl ve anlayışlarına gore yorumlamışlardır. Oysa rahmet sahibi Rabbimiz bizlere bildirdiği buyruklarını bizzat kendisi acıklamış ve hicbir kimseye dinine ilave ve eksiltmelerle mudahale hakkı tanımamıştır. İci boşaltılan, manası daraltılan ve diğer dinî vecibelerle ilgisi kesilen Kur’anî kavramlardan birisi de, hic şuphe yok ki zikir kavramıdır.
Gunumuzde bircok insan ne yazık ki, zikir denince sadece “Allahu Ekber”, “LÂ İlÂhe İllallah”, “SubhÂnellah”, “Elhamdulillah”, “Estağfirullah” gibi bir takım kelimeleri belirli sayılarda ve zamanlarda defalarca, manasını duşunmeden, aslî vazifelerini bilmeden ve kulluğun gereğini icra etmeden tekrarlama olarak algılamaktadırlar. Asr-ı saadette orneği olmamasına rağmen, halkalar halinde bir araya gelen kişiler “Allah, Allah!” diyerek yada Allah’ın bazı isimlerini soyleyerek veya sadece “Huu!” diyerek Allah’ı zikretme gorevlerini yerine getirdiklerini sanmaktadırlar! Oysa koro halinde “Allah” ve “Huu” diye bağrışan insanların cıkarttıkları seslerden hicbir harf ve kelime anlaşılmamakta ve cok nahoş bir goruntu oluşmaktadır.
DÂrimi’nin rivÂyetlerinden birinde, Ebû Musa el-Eş’arî bir sabah namazından sonra insanları, halkalar şeklinde, ellerinde taşlar olduğu halde, emir-komuta ile 100 defa SubhÂnellah, 100 defa LÂ İlÂhe İllallah ve 100 defa Allahu Ekber derlerken gordu ve bu durumu Abdullah b. Mes’ûd ile goruştu. Abdullah b. Mes’ûd duyduklarına cok kızarak, doğruca mescide gitti ve “Ey ummet-i Muhammed! HelÂkiniz ne kadar da yaklaştı. Hem de aranızca bunca sahabî varken, Rasûlullah’ın kefeni daha nemlenmedi, yemek tabağı henuz kırılmadı. Siz Muhammed ummetinden daha cok mu hidÂyet uzerindesiniz yoksa dalÂlet (sapıklık) kapısını acanlar mısınız?” dedi. Onlar: “Ey Abdullah, vallahi iyilikten başka bir maksadımız yoktur” deyince, Abdullah: “Nice hayır uman insanlar vardır ki, asla umduğu hayrı bulamamıştır” diye cevap verdi. Amr b. Seleme’nin bildirdiğine gore, bu adamların coğunluğu Haricilerle birlikte Nehrevan’da Muslumanlara karşı savaşmışlardır.
İslÂm’da bÂtıl ve bid’at yolundan hayra ulaşmak yoktur. İslÂm’a gore niyet, amel, yol ve yontem meşru olmalıdır. Yukarıda zikrettiğimiz sahih rivÂyette, henuz selef doneminde iken, bazı insanların gerek iyi niyetle ve gerekse başka duşuncelerle Sunnette yeri olmayan zikir şekilleri uydurduklarını ve Rasûlullah’ın ashabının da bu yapılan iş karşısında hiddetlenip, onları bu bid’atten şiddetle sakındırdığını gormekteyiz. Bu ve sayısız bid’atin gunumuzde ne kadar yaygınlaştığını varın, siz duşunun!
Bilinmelidir ki, Kur’an’da bircok manaları ihtiva eden “Zu’l vucûh” kelimeler vardır. MukÂtil b. Suleyman: “Kişi, Kur’an’daki bircok vecihleri gormedikce hakiki fakih olamaz” diyerek bu inceliğe dikkat cekmiştir.
İslÂm alimleri Kur’an’da zikrin 17 manada kullanıldığını tespit etmişlerdir. Bu 17 mana şunlardır: Bir şeyi telaffuz etmek, unutmamak icin bir şeyi zihinde hazır bulundurmak, sadırda hÂsıl olan şey, amele devam etmek, dilin zikri, hıfz (hatırda tutmak), taat ve ceza, beş vakit namaz, beyan, Kur’an, Hadis, şerÂit’i bilmek, şeref, şukur, ayıp, Cuma namazı ve kalbin zikri. Kur’an’da gecen “zikr” kelimesi de, “zikir” anlamındadır. Sûfiyye’ye gore ise zikrin en yaygın anlamı, Allah’ı belli bir takım kelimelerle ve cumlelerle anmaktır.
Yuce Allah şoyle buyuruyor:
“Ey iman edenler, Allah’ı cokca zikredin.”[4]
Bu ayetin tefsirine dair İbn-i AbbÂs şoyle der: “Hicbir kimse aklını yitirmedikce, Allah’ı zikretmeyi terk ettiği icin mazur sayılamaz.” Allah’ı cokca zikretmenin anlamı, Allah’ı asla unutmamaktır. Mukellef yaşından, olum anına kadar, hayatın her noktasında, Allah’ın iradesi gecerli olmalı; onun ayetleri yaşanmalı, konuşulmalı, anlatılmalı, duşunulmeli, ezberlenilmeli, hatırlanmalı, hatırlatılmalı ve boylece Allah, hem iman, hem kavl, hem kalp, hem de fiil yonuyle zikredilmelidir.
HÂkim, İbn-i HibbÂn, Ebû Ya’la ve Ahmed b. Hanbel’in, Ebû Said el-Hudri’den rivÂyetle naklettikleri bir Hadis-i Şerif’te Rasûlullah aleyhisselÂm şoyle buyuruyor: “Allah’ı zikretmeye cokca devam ediniz. TÂ ki (insanlar) size “deli” deyinceye kadar.”
Yine bu konuda Said b. Cubeyr şoyle der: “Zikir Allah’a itaat etmektir. Allah’a itaat etmeyen kimse isterse pek cok defa “SubhÂnellah” desin, “LÂ İlÂhe İllallah” desin, Kur’an okusun, Allah’ı zikretmiş olmaz!”
Allah’ı zikretmek farzdır. Allah’ı zikir sadece dille olmaz. Musluman hem dil, hem amel, hem de niyet ve ihlÂs ile Allah’a itaat etmelidir. Hayatın belirli vakitlerinde, bir koşeye cekilerek, belirli sayılarla bir takım kelime ve cumleleri soyleyerek değil; gece gunduz her an Tevhid ve ihlÂs ile Allah’ın buyruklarını hatırda tutarak, Allah’ın rızasına muvafık hareket etmektir. Cunku Allah’ın rızasına gore yaşayıp, İslÂmî hukumleri hayatta ihy etmenin karşılığı Allah’ın rızası, cennet ve cennette CemÂl-i İlÂhî’dir.
Rabbimiz şoyle buyuruyor:
“O halde siz beni anın (zikredin) ki, Ben de sizi anayım. Ve Bana şukredin, nankorluk etmeyin.” [5]
Allah’ın ismini gundemde tutarak, Allah adına iş yapmak ve yaptıklarımızı Allah dediği icin yapmanın karşılığı, Allah’ın kuluna rahmetiyle tecelli ederek, ona sevap vermesi ve gunahlarını bağışlamasıdır.
Bakara Sûresi 152. Ayette belirtildiği gibi, biz nankorluk etmeden, hamdederek ve şukrederek Allah’ı zikredersek, Allah da karşılığını mutlaka verecektir.
Yukarıdaki Hadis’te de belirtildiği gibi; milyarlarca fikir, tercih, teklif, arzu ve menfaatlerin olduğu, bu isteklerin coğu zaman da catıştığı bir donemde, tek bir yola uyan, sadece Allah’ın iradesi ve emirleri istikametinde bir hayat yaşayan Muslumanlara, diğer insanlar “deli” diyeceklerdir. Haramdan, fÂizden, ruşvetten, zinadan, fuhşiyÂt ve malayani’den uzak duran, Allah’ın hadlerini kabul edip, erdemli-faziletli bir hayat tarzını secen guvenilir, durust ve doğruluk timsali olan Muslumanlar, onlara gore delilerdir. Cunku onlar, onlerine cıkan fırsatları değerlendirmeyip, iyilik ve takv uzere yardımlaşmak, malları ve nefisleriyle Allah’a ibadet etmekte ve topluca Allah’ı zikretmektedirler. Bu bağlamda sofilerin sozu olan “deli olunmadan veli olunmaz” cumlesi ile acıklamakta olduğumuz bu Hadis arasında bir uyum olduğu sanılmamalıdır. Cunku İslÂm’da ne velilik muessesesi (!) vardır, ne delilik!
Allah’ın istediği şekilde iman eden, Rasûlullah’ın Sunnetine uygun amel işleyen her mu’min velidir. Sufîlerin de benimsediği, Hulasatu’l Beyan fi Tefsiri’l Kur’an adlı tefsirinde Mehmed Vehbi, "veli" kavramını şoyle tanımlamaktadır: “Veli, itikÂd-ı salih ile itikad eden, amel-i salih ile amel eden; evÂmir (emirler)e imtisal eden (tutunan, uyan) ve nevÂhi (yasak olan şeyler)den ictinÂb eden (uzak duran) kimsedir.” Gorulduğu gibi, veli; sahih bir itikad ile iman eden, Sunnete uygun amel eden yani Allah’ın farzlarını yerine getirip, yasaklarından kacınan kimseye verilen bir isimdir. Musluman olduğu halde bunları yapmayan yada “yapmam” diyen bir Musluman olur mu? O halde her Musluman Allah’ın velisidir. Veli, “dost” demektir. Kişi ya Allah’ın dostudur yada şeytanın! İnsanlar bu noktada iki gruba ayrılırlar: Evliyaullah (Allah’ın dostları) ve Evliyauşşeytan (şeytanın dostları). Bazı kimseler, “biz veli değiliz” derler. Peki siz, şeytanın velisi misiniz? İman, İslÂm, takvÂ, ihlÂs, ihsan bakımından her Musluman eşit seviyede olmadığı gibi, dostluk bakımından da elbette, bu sayılanların derecelerine uygun şekilde farklı mertebeler bulunmaktadır. Cunku Allah katında ustunluk takv iledir.
Muslumanlar, takv uzere bir hayat yaşadıkları zaman Allah’ı zikretmiş olurlar.
Rabbimiz şoyle buyurur:
“Şuphe yok ki o Zikr’i (Kur’an’ı) Biz indirdik ve onun koruyucusu olan da elbete Biziz.” [6]
Kur’an, takv sahipleri icin bir rehberdir. Dosdoğru yolun kılavuzudur. Kur’an’ın tum ayetlerini okumak, onlar uzerinde duşunmek, onları tebliğ etmek, o ayetlere gore hayat yaşamak, Kur’an ilimlerini oğrenmek ve oğretmek, Kur’an’ın hukumlerini korumak, Kur’an’a ve İslÂm’a saldıranlara karşı cihad etmek, ummet ve din kardeşliğini tesis etmek, ilim ehli alimler yetiştirmek adına mallardan, vakitten ve imkÂnlardan harcama ve fedakÂrlıklar yapmak, Kur’an hukumlerinin hayatla butunleşmesi adına bedenen hizmet etmek birer zikirdir.
Yine Rabbimiz şoyle buyurur:
“Onlar ki ayakta iken, otururken, yanları uzerine yatarken Allah’ı anarlar (zikrederler), goklerin ve yerin yaratılışını duşunurler (ve şoyle derler): “Rabbimiz, Sen bunları boş yere yaratmadın. Sen munezzehsin. Bizi ateşin azabından koru!”[7]
Butun bu soylenenlerden sonra şunu anlıyoruz ki, Muslumanın 24 saati zikir olmalıdır. Yerken-icerken, gezerken, ticaret yaparken, evlenirken-boşanırken, insanlarla goruşurken-ortaklık yaparken, uyurken-uyanırken, hastalanınca-iyileşince, amansız hastalığa yakalandığında-olum doşeğinde her halukÂrda Allah’ı anmalıdır. Musluman, hayatının her anında Allah’ı hatırında tutmalı ve O’ndan gÂfil olmamalıdır. Kalp ve azalar mÂsivallah (Allah dışındaki şeyler) ile meşgulken, dilin tesbih, tehlil ve tahmid’i zikir değildir. Kalbin gafleti anında dilin tesbih, tehlil ve tahmid’i ise etkisiz ve zayıf bir zikirdir. Bu zikri yapan dil, gunah işleyen ve boş şeyler konuşan, boş duran dilden ustundur. En ustun zikir ise, dilin soylediğinin kalbe yerleşmesi, iman olarak istikrar bulması ve azalara tesir ederek hayata yon vermesidir. Peygamberimizin, “Dilin devamlı Allah’ın zikriyle ıslak kalsın” [8] buyruğundaki mana da bu olsa gerek.
Yuce Allah bizlere, gonulden, ictenlik ve takv ile zikretmemizi emrediyor:
“Rabbini icinden yalvararak ve (azabından) korkarak, yuksek olmayan bir sesle sabah akşam an (zikret) ve gÂfillerden olma!” [9]
Sonsuz rahmet sahibi Rabbimiz, iman sahibi erkek ve kadın kullarının kendisine itaat ve teslimiyetinden ovguyle bahsederek, onları mağfiret ve buyuk bir ecir ile mujdeliyor:
“Doğrusu Musluman erkeklerle Musluman kadınlar, iman eden erkeklerle iman eden kadınlar, itaate devam eden erkeklerle itaate devam eden kadınlar, sÂdık olan erkeklerle sÂdık olan kadınlar, sabreden erkeklerle sabreden kadınlar, Allah’a zilletle boyun eğen erkeklerle boyun eğen kadınlar, sadaka veren erkeklerle sadaka veren kadınlar, oruc tutan erkeklerle oruc tutan kadınlar, gizli yerlerini koruyan erkeklerle (gizli yerlerini) koruyan kadınlar, Allah’ı cokca anan (zikreden) erkeklerle zikreden kadınlar icin Allah, bir mağfiret ve buyuk bir mukÂfat hazırlamıştır.” [10]
Rabbimiz bizleri de, kendisine teslimiyet ve zikir uzere sabit kılarak, bu mujdenin muhataplarından kılsın. Âmin!
Yusuf Semmak
[1] Bu yazıyı, bir kardeşimin isteği, uzerine 2001 yılında ve yaklaşık 4-5 saatte yazmıştım. Tekrar gozden gecirerek, herkesin istifadesine sunuyorum.
[2] AhzÂb: 41
[3] Tirmizî, İbn-i HibbÂn
[4] AhzÂb: 41
[5] Bakara: 152
[6] Hicr: 9
[7] Âl-i İmrÂn: 191
[8] Tirmizî, İbn-i HibbÂn
[9] A’rÂf: 205
[10] AhzÂb: 35)
__________________
Zikir ve Zikrin Fazileti
Dini Sohbetler0 Mesaj
●52 Görüntüleme
- ReadBull.net
- Eğitim Forumları
- İslami Bilgiler
- Dini Sohbetler
- Zikir ve Zikrin Fazileti
-
12-09-2019, 12:04:17