İstanbul Universitesi Edebiyat Fakultesi Sosyoloji Bolumu başkanıyken aldığı karar medyada merak uyandırdı. Bir sure inzivaya cekildi, fotoğraf bile cektirmedi. Prof. Umit Meric 17 Ağustos Depremi ertesinde başlayan "teslim olma" surecini anlattı: "Başımı ortme kararını olum korkusuyla değil Beyazıt Meydanı'nda cırılcıplak kalmış gibi muthiş bir utanc sonrası aldım."

Şebnem İyinam: Modern değil de İslam'a sıkı sıkıya bağlı bir kadın olarak yetişseydiniz bu kadar ilim irfan sahibi olabilir miydiniz?

Umit Meric: Tum insanlardan beklenen butun icapları yerine getirmektir. Okumak, iki gununu aynı tutmamak, bir harf oğretenin kolesi olmak ve varoluşunu ilme ve irfana bağlayarak yaşamak... Modernizmi boyle bir şerefle eşdeğer tutmamak lÂzım. Bu ozelliklere sahip, modernizm dediğimiz şaibeli donemden once yaşayan pek cok insan var.

Şİ: 10 yaşında ortunmuş olsaydınız bunları konuşabilecek miydik?

UM: Tabii! Namaz kılmadan ya da oruc tutmadan ve başımı ortmeden onceki 'ben'le sonraki arasında hic fark yok. Marx uzerine ders verirken de oruc tutuyordum. Oruclu ağzımla Marx'ı anlatıyordum. Musluman olmam Marx'ı anlatmama ve anlamak istememe mani değildi. İslami kimliğim ortunmemle gorunur oldu. Doktorayı verdikten iki yıl sonra namaza ve oruca başladım. Bu ilmi kimliğimi hic zedelemedi.

Şİ: Teslimiyet mecazi anlamda cırılcıplak olmak demek! Bir yandan
teslim olurken bir yandan giyinme mecburiyeti celişkili değil mi?

UM: İslam kelimesi teslimiyetten geliyor. Benim İslamiyetim dışarıdan oğrenilmiş değil. Bizzat tarafımdan keşfedilmiştir. İslamiyetimi bir Japon'un Muslumanlığından cok farklı gormuyorum. Uskudar'da doğup Mihrimah Sultan'ın minarelerini gormuş bir cocukluk yaşadım. Fakat İslami bir muhite sahip değildim. İtiraf etmeliyim ki o zamanın İstanbul'u şimdiki kadar Musluman değildi. İstanbul tarihinin en musluman donemini yaşıyor. Kendim teslim oldum İslamiyet'e. Bu cok onemli bir fark. 10 yaşında başımı ortseydim fark olur muydu; olmazdı ama 30 yaşının idrakiyle İslamiyet'e kendimi teslim ettim. Bir anlamda olmek uzere olan bir insanın bir sal bulması gibi ve sal beni cok muhteşem bir cennet adasına cıkardı. Bireysel olarak başlayan İslamiyetim giderek sosyal bir boyut da kazandı. Ama her musluman icin İslamiyet once tekil bir şeydir.

Şİ: Nasıl?

UM: Once sizsiniz, teneşirdeki siz... Oldunuz, uzerinizden butun esvaplarınızla beraber butun toplumsal vasıflarınız alındı! Yani ne profesor, ne doktor ne de Cemil Meric'in kızısınız. Dolayısıyla 'teneşirdeki ben'le daha yaşarken tanışıyor, hatta cok aşıp cennete girmek imkÂnını buluyorsunuz İslamiyet'in farzlarının yerine getirilmesi halinde... Tekrar camur olacak bedenimizle cenabı hakkın huzuruna varacak olan nurumuz yani ruhumuzun birbirinden kesinlikle ayrılabileceği kanaatindeyim. Cunku kendim ayırdım bu ikisini. Olumle ilgili en ufak bir korkum yok.

Kıyamet Rivayetleri Vardı

Şİ: Nurumuzun ya da ruhumuzun ortunmeye neden ihtiyacı var?

UM: Desmond Morris'in kitabı var biliyorsunuz "cıplak maymun" diye. İnsan butun hayvanlar arasında tek giyinendir. Bunun İslamiyet'le ilgisi yok. Giyimin bir sosyal boyutu var muhakkak! Fakat bir de dini boyutu var, sosyali aşan bir mana boyutu. Eskiden, Cahiliye doneminde KÂbe'yi cıplak olarak da tavaf ederlermiş biliyor musunuz; cırılcıplak. Evet, cıplak geldik ve cıplak gideceğiz. Fakat başımı orttukten, Allah'ın bana anlamını bilmesem de vermiş olduğu emri yerine getirdikten sonra psikolojik manada cok daha derinleştim. Teslimiyet cok sevdiğim bir cumledir. Anlamak icin once teslim olmak lÂzım. 30 yaşında namaza başladım, başımı orttuğumde yaşım 50'yi gecmişti ve başımı orteceğimi asla duşunmuyordum.

Şİ: Ne olmuştu?

UM: Son kararı almaya iten neden depremdir. Deprem karşısında beşer olarak aczimi hissettim. Bir kere olebilirdim olmedim. Fakat olumden korkmadım. Yani depremde başımı ortmemin korkuyla hic alÂkası yok. Depremi Armutlu'da yaşadım, yani merkez ussune cok yakın bir yerdi ve butun duvarların acılarının kÂh daraldığını, kÂh genişlediğini gordum. Uzerimdeki catının yıkılayım mı, yıkılmayayım mı tereddutunu cok derin yaşadığını ve dipten butun o gurultulerin geldiğini hissettim; yerimden kıpırdamadım. Sadece Allahuekber, diye once alcak sesle, sonra giderek yukselen bir sesle bağırdım. Kızım yanımda yatıyordu, kacmayı duşunmedim. Hazreti Omer'in dediği gibi, kaderimden kaderime kacıyorum, demedim. Kaderime sığındım sadece ve deprem bittikten sonra dışarı cıktık. Adeta teslimiyetime aykırı buldum kacmayı. Yani Musluman kimliğime aykırı buldum. Hayvan olan ben korkmuş olabilir ama insan olan ben korkmadı. Cunku gercekten cenabı hakka karşı beni dunyaya getirdiği, bunca senedir bu kadar muhteşem bir kainatın, ustelik bu kadar muhteşem bir gezegenin ustunde yaşattığı icin cok fazla minnettarım. Alıp verdiğim her nefes zaten şukur vesilesidir ve ne kadar vermişle o kadardır. Bunu hak etmek icin ozel bir marifetim olmadı. Bu oldukten sonra da devam edecek bir lutuftur. Dolayısıyla kacmayı terbiyesiz buldum. Başımı ortmek gibi bir karar alacağımı da zannetmiyordum.

Şİ: Sonra ne oldu?

UM: Olen insanların haberleri geldikce uzuldum. Dehşet tabloları yaşandı ve 19 Ağustos gecesi bir deprem fırtınası beklendiği soylendi. Butun İstanbul, Bursa sokakta yatmaya davet edildi hatırlarsanız. O gunun butun tecrubelerini yaşadık. Topraktan yılanlar cıkıyor, deprem dalgaları vuruyor... Hakikaten cehennemvari bir dekor icinde yaşadık. Depremin ucuncu gecesi bir namaz kılıp yalvarmayı duşundum. Cunku kıyametin kopacağı yolunda bir vehme kapıldım. Cuma gunu kopacağı yolunda da rivayetler var kıyametin. Perşembeyi Cumaya bağlayan geceydi. Bahcede yatıyorduk. Arkadaşın bahcesiydi, cocuklar yattılar. İki rekat namaz kıldıktan sonra ellerimi semavata acarak gokyuzune baktım. Ve dedim ki: Yarabbim cok buyuk bir mahcubiyet duydum!

Şİ: Bunu soylemenizin sebebi neydi?

UM: Yarabbim sana layık kullar olamadık, dedim. İstesen şu dunyayı, şu yıldızları yok edip henuz yaratmamış olduğun mekÂnlarda sana cok daha layık kullar yaratabilirdin, dedim. Ama madem ki bizleri yarattın, icinde muhakkak sevdiklerin de var. Onların yuzu suyu hurmetine sen bu dunyayı, galaksimizi, kainatı bize bıraksan, burada cocuklarımız yaşasa, torunlarımız yaşasa, daha bu guzellik uzun bir zaman devam etse, dedim. Siz nasıl anlıyorsanız bir kul olarak, Allah'ın butun bu soylediklerimi kayda gectiğini hissettim. O zaman cok buyuk bir utanc duydum icimde. Dedim, benim kul olarak duamı kabul ediyorsun. Ben kulum ama senin emrini yerine getirmiyorum. Başım acık. Kabe'yi cıplak tavaf eden insanlar utanc duymuyordu, ama Beyazıt Meydanı'nda cırılcıplak kalmış gibi muthiş bir haya duydum. Yalnız yuzum değil, belki butun vucudum kızardı. O kadar utandım ve bu geceden itibaren başımı ortmeye karar veriyorum, beni bana mahcup etme, dedim.

Şİ: Beni bana mahcup etme, derken kaygınız neydi?

UM: Allah'a soz vermiştim, bu sozden donmekten Allah beni korusun. Bu sozu tutup tutmayacağımı bilmeden yattım ve ertesi gunden itibaren bir daha hic kimse, yani caiz olan erkeklerin dışında kimse başımı acık gormedi. Bu, Allah'a vermiş olduğum soz meselesidir, namus meselesidir. İdam edileceğimi bilsem başortumle idam edilmek isterim. Benim icin bu kadar onemli. Noktası konmuş, murekkebi kurumuş ve bitmiştir. Bu toplumsal boyutu olmayan bir karardır. Bir kul olarak Allah'ın huzurunda Allah'a imzaladığım bir akittir. Allah'ın emirleri tartışılmaz, uygularsınız ya da uygulamazsınız. İslam'ın farzlarını uygulayanların bu farzları yerine getirdikleri olcude Cenab-ı Hak'la arasındaki perdeler kalkar. İbadet tabii cok onemli, ama bu onemini bilerek yapmak lÂzım. Mesela secdeyi cok seven bir insanım. Fakat bu Amerika seyahatinde Hoca efendi'yi ziyaret ettik.

Şİ: Fethullah Gulen’i mi?

UM: Evet. Bir sabah namazını onun arkasında kılmak şerefine Allah tarafından eriştirildim. Hoca efendi bir kere kıraati cok uzun, rukuu cok uzun, yani ellerini tutarak eğilme hareketini uzun yapıyor. Ben onu cok cabuk gecerdim ve hemen secdeye giderdim. Yani boyle sevgilisini cok ozlemiş bir Leyla gibi, hemen Cenab-ı Hakk'ın boynuna atlamak isterdim. Cunku benim icin secde hayatımın zirvesidir. Yani 24 saat yaşıyorum ama en guzel anlarım secdedeki dakikalarım. Namaz kılıyoruz ama acaba sahiden mi namaz kılıyoruz? Kıldığımız namaz ne kadar namaz? Namaz, Allah'a gitmek niyeti. Yani Cenab-ı Hak'la karşı karşıya olmak demek. Bu hem cok buyuk bir iddia, hem cok buyuk bir şeref hem de cok yuksek bir idrak.

Şİ: Ortundukten sonra neden uzun sure hic fotoğrafınız yayınlanmadı?

UM: Tabii ki bunun anlaşılmamasından korktum, ama normal hayatımı yaşadım. Emekliliğimi istedim başortusuyle hocalığa devam edemeyeceğim icin.

Şİ: Emekli olma hakkına sahip olmasaydınız, kariyerinizi bitirmeden bu kararı verebilecek miydiniz?

UM: Bilemiyorum. Fazla değişeceğini zannetmiyorum. Allah oradan rızkımı kapatır, buradan acardı.

Şİ: Gorkemli kelimeler seciyorsunuz. Mucize beklentiniz var mı?

UM: Gercekleşmeyen mucizelerin kuskunluğuyle mutsuz olurum sık sık. Bu yuzdendir. Bununla o gorkemi arar, ozler ve beklerim. Allah'ın emirlerinin hepsini yerine getiremiyorum. Mesela zekÂt konusunda kendimi beğenmiyorum, biraz cimri buluyorum. Biraz gelecek endişesi taşıyorum. Daha mı cok vermem lÂzım, diye tereddut yaşıyorum.

UM: Ama namaz ve oruc konusunda biraz daha cesurum kendimi değerlendirmekte. Oruc borcum olmadığını zannediyorum. Mucizelerle ilişkiye geleceğim buradan. Duaların kabul edildiğini goruyorum. Ucakta titreme olduğu vakit "Yarabbim sallama, korkuyorum" diyorum ve duruyor. Allah'ın emirlerini ne kadar yerine getirirseniz Allah da dualarınızı o kadar kabul ediyor. Bire bir ilişki var Allah'la kul arasında.

Umit Meric Yazar (Cemil Meric’in Kızı)

Yazar ve duşunur Cemil Meric’le tarih-coğrafya oğretmeni Fevziye Menteşoğlu Meric’in tek kızı olan Umit Meric 16 Aralık 1946’da İstanbul’da doğdu. 1975’te Cevdet Paşa’nın Toplum ve Devlet Goruşu adlı teziyle doktor unvanını kazındı. Aynı bolumde başkanlık yapan Prof. Dr. Umit Meric’in sosyoloji tarihi, kurumlar ve aile sosyolojisi dallarında tercume ve telif bircok calışması bulunuyor.

Kaynak: Aktuel, 29.11.2005



Cemil Meric'in gozlerinin kor olduğu donemde geceleri kalkıp kitaplarına sarılarak ağlayıp bir kağıda ust uste yazdığı uc satırı kızına okutmak isteyişiyle bu aşka verdiği değer hicbirşeyle olculemez. Boylesi fedakar bir babanın "verdiğimiz kadar" aldığımız insani değerlerin en guzel orneklerin biri olan sevgili Umit Meric verdiği bu mucadelesinde bircok insana cok "ornek" bir hanımefendi.. Kendisine burdan sonsuz sevgi ve saygılarımı sunuyorum.

Alıntıdır....

__________________