-bugun nette Kuranda 15. cuz anlamını ararken okudum, :

Cinselliği Doğru Kullanmanın Ve, zinadan korunmanın Yolları nelerdir?

1-Empati yapın
2-İffetli olun, iffetli yaşayın
3-Nefse duşkunlukten vazgecin
4-Kitap okuyun, bol bol tefekkur edin
5-Hayalinizi kontrol altına alın
6-Olumu cokca hatırlayın
7-Evlenin, mumkun değilse oruc tutun
8-Yalnız kalmayın, iyi arkadaşlar edinin
9-Yaşantılarıyla ornek insanların oğutlerini dinleyin, eserlerini okuyun
10-Boş kalmayın, spor yapın
11-Şehevi duyguları tahrik edici ortamlardan uzak durun
12-Gunaha girdikten sonra umitsizliğe kapılmayın
13-Bol bol dua edin
14-Bir genclik dersi

1. Empati yapın

İsterseniz oncelikle gozlerimizi kapatıp hayal burağına binerek Allah Resulu’nun yaşadığı zamana, Asr-ı Saadet’e doğru yola koyulalım. İşte bakınız orada bir genc duruyor. Adı Culeybib. Simasından, hal ve tavırlarından bir derdi olduğu anlaşılıyor.

Culeybib, Resul-i Ekrem’in (a.s.m.) huzuruna cıkıyor ve “Ey Allah’ın Elcisi! Zina etmeme izin ver!” diyor.

Sahabiler onu boyle bir ifadeden dolayı “Sus! Sus!” diye susturmaya calışıyorlar.

Ama İki Cihan Guneşi, onu “Hele şoyle gel!” diye yanına cağırıyor.

Culeybib, Efendimizin yanına gelip oturuyor. Peygamber Efendimiz onunla konuşmaya başlıyor:

“Soyle bakalım. Bir başkasının senin annenle zina etmesine razı olur musun?”

“Canım feda olsun, hayır, olmam.”

“Zaten hic kimse annesiyle zina edilmesine razı olmaz. Peki kızınla zina edilmesini ister misin?”

“Uğrunda oleyim ya Resulallah! Hayır, istemem.”

“Oyleyse hic kimse kızıyla zina edilmesini istemez. Bir başkasının kız kardeşinle zina etmesini ister misin?”

“Yoluna feda olayım, hayır, istemem.”

“Hicbir kimse, kız kardeşiyle zina edilmesini istemez. Peki halanla zina edilmesi seni memnun eder mi?”

“Canım feda olsun, hayır, kesinlikle.”

“Halasıyla zina edilmesi hic kimseyi memnun etmez. Peki birinin teyzenle zina etmesine razı olur musun?”

“Uğrunda oleyim, hayır buna da razı olmam.”

“Teyzesiyle zina edilmesine kimse razı olmaz.”

Evet, bu konuşma ile akıl mantık planında Allah Resulu, Culeybib’in aklını ikna eder ve onu doyurur. Ardından da elini bu gencin goğsune koyar ve şoyle dua eder:

“Allah’ım! Onun gunahını bağışla, kalbini temizle ve namusunu muhafaza buyur.”

Culeybib, bu duadan sonra iffet abidesi haline gelmiştir. Gelmiştir, ama daha onceki hayatı bilindiği icin kimse ona kız vermemektedir. Allah Resulu, aklını ikna ettiği bu sahabinin daha sonra derdine de derman olur. Bir kız babasına elci gondererek kızını ister ve o kızla Culeybib’i evlendirir.

Daha sonraları vuku bulan bir muharebede Culeybib şehit duşer. Muharebe sonunda Allah Resulu etrafındakilere sorar:

“Hic eksiğiniz var mı?”

Sahabe-i Kiram, “Yok ya Resulallah, hepimiz tamamız!” derler.

Ama Allah Resulu, “Benim bir eksiğim var” der ve Culeybib’in başucuna gelir. Başını dizine koyar ve şoyle buyurur:

“Culeybib benden, ben de Culeybib’denim.”

Ve Culeybib bu payeye kavuşarak otelere ucar. (Ahmed b. Hanbel, Musned, 5/256-257)

Bu hadisenin bize verdiği mesaj nedir? Kendin icin istemediğin bir şeyi başkası icin de yapma! Zina yapmak isteyen insan bu duşunceyi hatırından hic cıkarmamalı. Empati yapmalı.

Cunku Efendimizin ifadesiyle zina yaptığı insan mutlaka birisinin ya ablası veya abisi, amcası veya yengesi, teyzesi veya dayısı olacaktır. O yuzden insan, bir başkasının kendi eş, cocuk ve akrabalarına aynı gozlerle bakmasından duyacağı rahatsızlığı devamlı surette hatırında tutmalıdır.



Duygularımı kontrol edemiyorum!

İşte size gunumuzun gunaha teşvik eden ortamından bunalan bir gencin maili. Bu gencin sesine beraberce kulak verelim:

“Ben 20 yaşında universite oğrencisiyim. Liseden bu yana kızlara karşı aşırı bir ilgim var. Bu ilgi beni değişik yonlere itiyor. Bazen kendime hÂkim olamayıp kotu şeyler yapmaktan korkuyorum. Bu durumdan nasıl kurtulabilirim?”

Bu ifadeler aslında sadece maili gonderen gence ait değil. Bu arkadaşımız kendisi gibi pek cok gencin duygu ve duşuncelerine tercuman olmuş.

Oncelikle şunu soyleyelim. Tum insanların kendi caplarına, istidat, akıl, kabiliyet ya da zaaf, istek ve arzularına gore, eğilimleri ve hobileri vardır. Kimileri asker olmak paşa rutbesine erişmek, kimisi şohret olmak ister.

Her bir erkek de karşı cinsine olan ilgisiyle bilinir. Bu, ceşitli oranlarda olduğu gibi her bireyin bu hissini dışavurumu da değişik şiddet ve şekillerde olur. Onemli olan bu duygularını her erkeğin, en basit bir 3 taş oyununun kurallarına uyulduğu gibi, bunu da normal insan normlarında yaşamasıdır.

Nasıl araba tutkunu bir insanın; bu hevesini karşılamak icin hırsızlık yapıp araba calıp tum trafik kurallarını hice sayarak, sonra da kaza yaparak kendisi ve toplum icin anarşiye yol acması buyuk bir yanlışsa, hanımlara karşı aşırı ilgisi olan bir erkek de oyunu kurallarına gore oynamak durumundadır. Unutmamalıdır ki; annesi, teyzesi, halası, kız kardeşi ya da yengesi veyahut kız yeğenleri vardır ve onlar da hanımdır. Cizgiler, sınırlar ve dengeler onemlidir.

İşin icine namus, din, ahlak vb. mefhumlar da girince imtihan denklemi birkac bilinmeyenliye dek uzanır. Belki de insanlar bu ifrat ve tefrit ikilemi icinde insanca orta yolu bulma gayretleri yuzunden yukseklere, meleklerden aldığı odunc kanatlarla yukseliyorlar, farkında değiller.


2. İffetli olun, iffetli yaşayın

Az once Culeybib’in iffet abidesi haline geldiğini soylemiştik. İffet, cirkin soz ve fiillerden uzak kalma, hay ve edep dairesinde bulunma, doğruluk, durustluk ve ahlaki değerlere bağlılık uzere yaşama demektir.

Aynı zamanda mana buyuklerimiz meşru dairedeki zevk ve lezzetlere karşı istekli davranmanın yanı sıra, gayr-ı meşru arzu ve isteklere iradi olarak kapalı kalma tavrını da “iffet” kelimesiyle ifade etmişlerdir. Bu bakış acısıyla iffet, genel manasıyla, iradenin gucunu kullanarak cismani ve şehevi arzuları kontrol altına almak, zinadan ve sadece dunyevi zevk yorungeli bir hayattan uzak durmak demektir.

Bediuzzaman Hazretleri insanda uc temel duygunun bulunduğunu soylemiş; hakikatleri gorup, fayda ya da zarar getirecek şeyleri birbirinden ayırma melekesine “kuvve-i akliye”; kin, hiddet, kızgınlık ve atılganlık gibi hislerin kaynağı sayılan guce “kuvve-i gadabiye”; arzu, iştiha ve cismani hazların menşei kabul edilen duyguya da “kuvve-i şeheviye” demiştir.

Kuvve-i şeheviyenin, hay hissinden tamamen sıyrılarak her turlu curmu işleyecek kadar kayıtsız kalma şeklindeki ifrat hÂlini “fısk u fucur”; helal nimet ve lezzetlere karşı dahi hissiz ve hareketsiz kalma durumunu da “humûd” olarak isimlendirmiştir.

Kuvve-i şeheviye acısından istikamet ve itidal uzere bulunarak, meşru dairedeki zevk ve lezzetlere karşı istekli davranmanın yanı sıra, gayr-ı meşru arzu ve iştihalara iradi olarak kapalı kalma tavrını ise “iffet” kelimesiyle ifade etmiştir. Bu zaviyeden iffet, umumi manasıyla, iradenin gucunu kullanarak cismani ve behimi arzuları kontrol altına almak, zinadan ve sefihlikten uzak durmak demektir. (İşÃ‚rÂtu’l-İ’cÂz, s. 142)



İffetime toz kondurmam!

İffet, erkek ya da kadının her şeyden once bedenini sahiplenmemesi, onun Hakiki Sahibi’nden kendisine bir emanet olduğunu kabul etmesi demektir. Kim sahipse kuralı o koyar. Bedenini sahiplenmeyen, onun Hakiki Sahibi’ni tanıyan insanın iffeti, bedenini kendi hevesleri ya da gelip gecici arzular doğrultusunda değil, her bir uzvunun ve duygusunun var edicisi Rabbinin emirleri doğrultusunda kullanacağı anlamını taşır.

İffetli insan şehvet duygusunu İlahi ilkelerle meşru ve helal yolda, izin dairesinde kullanır. Her duygu icin iffet, onların var edildikleri amac icin, izin dairesinde kullanılması anl***** gelir. Mesela gozun iffeti, şehvete veya heveslere Âlet olmaması; helÂl guzelliklere bakması, tefekkure vesile olmasıdır.

Kur’an-ı Kerim, iman edenlerin iffetli, hayalı ve edep yerlerini koruyan insanlar olduklarını dikkate vermiş (Mu’minun, 23/5-7), iffetli yaşamanın mukafatı olarak Allah’ın mağfiretini ve ahiret surprizlerini mujdelemiş (Ahzap, 33/35), konunun onemine binaen kadınları ve erkekleri ayrı ayrı zikrederek butun mu’minlere iffetli olmalarını ve iffetsizlik icin bir giriş kapısı sayılan haram bakıştan kacınmalarını emir buyurmuştur (Nur, 24/30-31). Ayrıca, Hazreti Yusuf ve Hazreti Meryem gibi iffet abidelerini misal vererek inananlara hay ve ismet ufkunu gostermiştir.

Hazreti Yusuf Aleyhisselam, vezirin hanımından gelen bir gunah cağrısı karşısında “Ya Rabbi! Bu kadınların beni davet ettikleri o işten zindan daha iyidir” (Yusuf, 12/33) diyerek, iffetine toz kondurmaktansa senelerce hapiste yatmayı goze almış ve kıyamete kadar gelecek olan butun ehl-i imana bir hay timsali olmuştur.

Cenab-ı Allah’ın, “İffet ve namusunu gerektiği gibi koruyan Meryem’i de an. Biz ona ruhumuzdan ufledik, hem onu, hem oğlunu cumle Âlem icin bir ibret yaptık” (Enbiya, 21/91) diyerek yucelttiği Hazreti Meryem de butun insanlık icin tam bir iffet orneğidir.

Oyle ki, temiz ve nezih bir atmosferde, iffetli ve şerefli bir şekilde yetişen Meryem validemiz, o paklardan pak mahiyetiyle adeta bedene burunmuş iffet haline gelmiştir. Bundan dolayıdır ki, Hazreti İsa’nın doğumunu dile dolayan talihsizlerin yakışıksız sozleri karşısında bin bir ıstırapla, “Keşke bu iş başıma gelmeden oleydim, adı sanı unutulup gitmiş biri olaydım!” (Meryem, 19/23) diye inlemiştir.

İffetin bu umumi manasını hatırda tutmakla beraber, onu daha geniş olarak ele almak da mumkundur. Bediuzzaman Hazretleri’nin, “Helal dairesi geniştir, keyfe kÂfi gelir. Harama girmeye hic luzum yoktur” şeklinde dile getirdiği olcuye gore iffet, meşru daire icinde yaşayıp gayr-ı meşru sahaya nazar etmeme, el uzatmama, adım atmama demektir. Dolayısıyla, iffetli bir insan, goz, kulak, el, ayak gibi butun organların helal dairedeki lezzetleriyle yetinmeli, hicbir şekilde ve hicbir yolla haram işlememeli, izzet ve haysiyetine dokunacak durumlardan da sakınmalıdır.


Şeytanın zehirli oklarından bir ok

Carşı ve pazarda gozlerimize haramların girmesi daima muhtemeldir. “Oyle bir zaman gelecek ki, imanı muhafaza etmek, elde kor tutmak gibi olacak” (İbn-i Mace, 2/1306) diyor Efendimiz... Evet, “kor; atsan iman gider, tutsan elin yanar.”

Ve yine buyuruyor: “Nazar (bakış) şeytanın zehirli oklarından bir oktur.” Kalbe saplandı mı, ya da goz hunisiyle kalbe indi mi bakışı bulandırır, başı dondurur.

Ve sonra Rabbu’l-Alemin’e tercuman oluyor: “Kim onu Benim korkumdan dolayı terk ederse, kalbine oyle bir iman tatlılığı atarım ki, onun zevkini gonlunun derinliklerinde duyar.” (Kenzu’l-Ummal, 5/329)

Şeytanın bu zehirli oklarına karşı tavrını ortaya koyan ve her işte olduğu gibi, bu hususta da yine yakınlarından başlayan Efendimiz, bakınız ne yapıyor?

Hacda, bir bineğin uzerinde Arafat’tan inerken, sağdan soldan gecen kadınlara gozu ilişmesin diye, bineğine aldığı amcası Hz. Abbas’ın oğlu Fazl’ın başını bir sağa bir de sola ceviriyor. Hadiseye dikkat edelim: Bir defa hÂdise, boyle bir duygunun Âdeta imkÂnsız olduğu hacda meydana geliyor.

İkinci olarak, mu’minlerin annesi Aişe validemizin ifadesiyle, kadınların erkeklerden ayrı ve yuzlerini dahi gostermeden gecip gittikleri bir donemde Efendimiz, kendisi hakkında boyle bir şeyin asla duşunulemeyeceği yiğit amcasının oğlu Fazl’ın başını hem de kendi bineğindeyken sağa sola ceviriyor.

Ve bu hadise, Asr-ı Saadet’in o daima okşayıcı, nazarları, kalpleri yumuşatıcı, burcu burcu vahiy ve Cibril nefesi kokan ve daha dunyada iken ahireti ruhlara duyurup yaşatan hava ve ikliminde cereyan ediyor.

Bugun bile bir mescide girdiğimizde veya bir cemaatin huzuruna vardığımızda, istesek de fena hisler duşunemezken, boyle bir şeyin hic de mumkun olmadığı bir durumda, nazarına başka hayaller girmesin, serseri bir ok gelip kalbini delmesin, icine gunah tohumları serpilmesin diye, Fazl’ın yuzunun bir o yana, bir de bu yana cevrilmesini nasıl değerlendireceğiz?

Bu hadisenin ifade ettiği mana şudur: Orman hic yanmasın diye meseleyi kokten ele alıp, ormanda bir kibrit copune dahi musaade etmeme; ortada hic savaş ihtimali yokken dahi, binlerce askerin bulunduğu karargÂh icinde yine nobeti aksatmama ve bir saniye olsun gozu yummama…

Evet, haramlara, fuhşa, tecavuzlere, cinayetlere ve daha nelere nelere goturucu sebeplerin butununu ortadan kaldırma… Belki bir gun yılan, cıyan sızar diye tum delikleri kapama... Ve bir bakış, bir guluş, bir dokunuşla nice hayatların sonup gitmesinin, nice yuvaların yıkılmasının onune aşılmaz setler cekme... Yani, fenalıklara iten sebepleri ortadan kaldırma ve gunahları ta baştan onleme; işte Allah’ın cizdiği yol!


Canınız her sıkıldığında sokağa cıkmayın

Canı sıkılan sokağa mı cıkmalı? Bu duşunce, şeytanın rahatlıkla iceriye sızıp calışabileceği bir gedik... Can sıkıntısını sokakta gecireceğini sanan insan, yağmurdan kacarken doluya tutulan insan gibi olur.

Can sıkıntısı genelde, kalbin tatminsizliğinden, Allah ve Resulu ile munasebet kurulamayışından, ibadetlere bağlı olamamaktan, arkadaşsızlıktan, okuma ve tefekkur adına boş bulunmaktan, meşguliyetsizlikten, hizmet etmemekten kaynaklanır. Boyleleri icin şeytanın girebileceği gedikler hazır demektir. Şeytandan yanmış insanın, yeniden şeytanın oklarının yağdığı mevzilerde dolaşması, deniz suyu icmekten ici yanmış birinin susuzluğunu gidermek icin tekrar denize koşmasına benzer.


3. Nefse duşkunlukten vazgecin

Nefsin istek ve alışkanlıkları, insan icin oldurucu birer zehir ve insanı aşağılara ceken ağırlıklar gibidir. Ruh, nefsin rağmına gelişir ve yukselir. Yani nefis beslendikce ruh kuculur, sıkışır, ağırlaşır. Bunun neticesinde de kalp, duygu ve manevi duygularda bir hantallaşma meydana gelir.

Efendimizin (a.s.m.) beyanları icinde, şeytan insanın damarlarında dolaşır durur. O halde “Siz” diyor, “onun dolaştığı yerleri biraz daraltın.” (Buhari, AhkÂm 21) Onu aclık, susuzluk ve isteklerinden mahrum etmekle sıkıştırın. Aklına her estikce yiyen, ceşitli yiyecek ve cerezlerle beslenen bir insanın şehvetine duşkun olması gayet normaldir.

Binaenaleyh, iradenin hakkını ve kavgasını vererek, nefse ait beslenme musluklarını kısmak cok muhimdir. Aksi takdirde, nefis daima şeytana acık kapı olacaktır. Şeytan gibi nefisten de insana dostluk gelmez. Nefsin fenalıklara goturucu buyuk bir hasım ve kendisine karşı “en buyuk cihat”ın yapılması gereken bir duşman olduğunun bilinmesi, ondan ve şeytandan kurtulma, dolayısıyla da Allah’a yaklaşma yolunda atılmış ilk adımlardandır.

Efendimizin, “Senin en buyuk duşmanın, iki kaşın ortasındaki nefsindir” (Keşfu’l-Hafa, 413); bir muharebeden donerken de, “Şimdi kucuk cihattan buyuk cihada donuyoruz” (Keşfu’l-Hafa, 1/511) buyurması ve yine Kur’an’da Yusuf Aleyhisselam’ın dilinden, “Muhakkak nefis kotulukleri emreder” (Yusuf, 12/53) sozunun nakledilmesi, ondan korkmamız ve karşısında daima uyanık olmamız hususunda bizim icin onemli derslerdir. O yuzden nefsimize dur demesini bilmeli, onu terbiye etme adına gereken gayreti ve calışmayı gostermeliyiz.


4. Kitap okuyun, bol bol tefekkur edin

Her insan, her gun biraz daha tefekkur ve duşuncede derinleşerek, onumuze serilen kÂinat kitabından tıpkı bir arı gibi marifet huzmeleri toplayıp Cenab-ı Hakk’ın gonderdiği nebiler ve velilerin actığı geniş yolu takip etmelidir. Bu yol sayesinde o, ruha hayatiyet kazandıracak ve atılan her adım, ona yeni bir guc kaynağı olacaktır.

Vicdanımızın elinden duşmeyen Kitap ve Sunnet neşteri, butun manevi yaralarımızı kesip atarken, asırlara gore değişen tedavi usulleriyle murşit ve mucedditlerin eserleri, bu eserlerdeki olumsuz hakikatler de, manevi yaralarımızı en kısa zamanda iyileştireceğinden şuphe duyulmayan birer ilac, birer merhem gibi daima elimizin altında bulunmalı; tarif edilen olcu ve prensipler dÂhilinde oncelik sırası cok iyi ayarlanarak, bu eserler bıkma, usanma bilmeden ısrarla okunmalıdır.

İşte, kalp ve ruhta her gun yenilenmesi zaruri bu operasyondan sonradır ki, şeytanın hile ve oyunlarına karşı dayanıklılık kazanmış oluruz. Aksi halde, okumayan, duşunmeyen ve kendini yenilemeyen insanların sonuna uğrar, sararır, solar ve savrulur gideriz.

Kalp ve duşuncemizin istikamet ve canlılığı icin Peygamber Efendimizin hayat-ı seniyyelerine, sahabe-i kiram, tabiin-i izam ve sırasıyla asırlara ışık tutan salih kimselerin hayatlarına ait tabloların okunması, dinlenmesi, mutalaa edilmesi ve hayatımıza bunlarla renk ve şevk katılması cok onemlidir. O buyuk orneklere kendini ve hayatını mukayese edebilen bir insan, “Onlar oyleydi, ya biz nasılız?” deyip, kendisini muhasebeye cekecek ve boylece onden cekici, arkadan da itici bir guce sahip olacaktır.

Yalnızca kutlama manasına “anmak” veya haz duymak icin değil, gercekten onlar gibi olma duşuncesi ve iştiyakı icinde, heyecan dolu bir sine ile onların destansı hayatlarını okumak ve dinlemek ve neticede kendi hayatımızı onların hayatına gore ayarlamak, uzerinde titizlikle durulması gerekli bir husustur.


Kendinizi sorgulayın

Tefekkur meselesine gelince, tefekkur hususunda Kur’an’da pek cok ayet bulabilirsiniz. Mesela, bunlardan birinde ayakta, oturarak ve yanları uzerinde Allah’ı zikredenler ve yerlerle goklerin yaratılışını tekrar tekrar duşunenler ele alınır. (Al-i İmran, 3/199)

Efendimiz, bazen gece teheccut vakti bu ayeti okuyup ağlar ve şoyle derdi: “Bu ayeti okuyup da tefekkur etmeyene yazıklar olsun.” (İbn Hibban, 2) Bir saat tefekkurun bir sene nafile ibadet hukmune gectiğini ifade eden hadis-i şerifler bile vardır. O yuzden zaman zaman okuduğumuz şeyleri tefekkur etmeli, kendimizi dinlemeliyiz.

Aslında buna nefis muhasebesi de diyebilirsiniz. Gunumuzde ozeleştiri dedikleri nefis muhasebesi insanın bulunduğu noktayı belirlemesi acısından cok onemlidir. “Ben nereden geldim? Bu dunyaya gonderiliş amacım ne? Şimdi ne yapıyorum? Nereye gidiyorum?” sorularını kendimize sorarak tefekkur iklimine acılmalı, hayatımızın artı ve eksilerini cıkarıp bir bilanco hazırlayarak durumumuz hakkında bir değerlendirme yapmalıyız. Bu şekilde, yapmış olduğumuz hataları ve gunahları daha iyi gorme fırsatını yakalamış olacağız.

İşte her gun boylesi bir tefekkur iklimine yelken acarak, kendi nefsini sorgulayan bir insanın kazanacağı hassasiyeti bir duşunun. Her gun kendisine ara hedefler koyup bunlara azimle ulaşmaya calışan bir insan icin artık bu bahsettiğimiz meseleler coktan aşılmıştır. Boyle birisi ruh dunyasında koruyucu mekanizmalarını kurmuş ve bu mekanizmaların da bakımını duzenli olarak yapmaktadır.

Bu mekanizmaları yerleştirmek icin neler yapılmalı?

1.
Kur’an’ı anlayarak okumalıyız. Kur’an goğuslerde olana (gunahlara, sıkıntılara vs.) bir şifadır. Kur’an’ın şifa ozelliğinden yararlanmalı, onun bir hayat iksiri olduğunu idrak etmeliyiz. Kur’an sadece emir ve yasaklardan bahsetmiyor.

2. Namazlarımızı Kur’an’ın emrettiği şekilde huşu icinde duya duya ve doya doya, hakkını vererek kılmalıyız. Namazdan sonra Peygamber Efendimizin bir sunneti olan tesbihatı da yapmalıyız. Bu bize bir zırh olacaktır.

3. Duanın Rabbimizle irtibatımızı guclendiren bir fonksiyona sahip olduğunu unutmamalıyız.

4. Allah’ı, O’nun yuceliğini, merhametini, sevgisini, azametini, kudretini, buyukluğunu, adaletini, azabını vs. her fırsatta, her vesileyle hatırlamaya calışmalıyız.

5. O’na olan sevgimizi guclendirmeye calışmalıyız. Bu da bu sevgi duygusunu tatmakla oluyor. Sevenin halet-i ruhiyesi, icindeki esen ruzgÂrların boyutu ve gucu farklı olur.

6. İman hakikatlerinin anlatıldığı eserleri her gun bir miktar da olsa okumalı; kalbimizi, ruhumuzu ve diğer duygularımızı boylece doyurmalıyız. Ki şeytan girecek yer bulamasın.

7. İcimizde eğitilmeyi bekleyen bir nefis taşıdığımızı unutmamalı, onu eğitmeyi bir hedef olarak koyup, bu hedefe gidecek olan ara hedefleri belirledikten sonra Allah rızası icin başarılı olma hırsıyla cabalamalıyız.



5. Hayalinizi kontrol altına alın

Hayal, mantık ve guc sınırı tanımayan, zaman ve mekÂn kaydına tabi olmayan bir zihin faaliyetidir. Bazen o, beş duyumuzun tesiri altında eşya ve hadiseleri şekillendirmekle, kendine ait eşyanın tabiatına butun butun ters olmayan motifler de ortaya koyar.

Mesela gozumuze carpan herhangi bir goruntu, hayalimizde bir kısım resimler ve suretler meydana getirir. Kulağımıza gelen seslerde bir kısım sahneler ve tablolar belirir. Arkadaşımızın anlatmakta olduğu bir hadise, bize yaşadığımız başka bir hadiseyi, yahut ona benzer bir vakayı hatırlatır da, o hayalin peşine takılır gideriz.

Alnı secdeli bir sima gorduğumuzde, hayalimize sahabe-i kirama ait manalar ve tablolar akseder ve kendi kendimize bir kısım duşuncelere dalarız. Zihnimizi, milletimiz adına yapacağımız vazifeler ve hizmetler dolduruverir.

O yuzden hayali, hayır istikametinde kullanmak gerekir. Mesela, namaz kılarken, dua ederken, Beytullah’ın etrafındaki halkaları duşunur veya o halkalar icinde bulunurken, kendimizi butun mahlukat ile birlikte Rabbimize kullukta bulunduğumuzu hayal ederiz. Aynı şekilde, tek başımıza namaz kılarken bile kendimizi milyonlarca Musluman’ın icinde gorur ve ellerimizi acıp “Amin” derken, milyonlarca ağzın aynı anda “Amin” dediğini hayal ederiz.

Boyle bir ruh ve şuur sayesinde, tek başımıza olmamıza rağmen, bu hayal etme bize oyle bir guc ve huzur verir ki, milyonların ağzıyla soyler, milyonların diliyle dua ederiz. İşte mu’minin hayali budur ve bu, kişiye sevap kazandıran bir hayaldir.

Hayal, şer ve gunah istikametinde de kullanılabilir. Guzel bir arkadaş cevresi icinde bulunmayıp tek başına yaşayan insan, kendini gunaha sevk edecek hayallerin kurbanı olabilir ve bir bakışta, bir duyuşta kendisini batırabilecek hayallere dalabilir. Boyle gunahların hayali, ilerde ona pratiğin zeminini de hazırlayabilir.

Yukarıda ifade ettiğimiz gibi, şeytanın hayale attığı her sahnecik, her bir karecik, hayal kamerasında bir film halini alır; fuhuş zakkumlarına sebebiyet verir. Hele bir de nefsin eline gecti mi, fiilî duruma donuşmesi cok kolaylaşır.

Bu sebeple insan, gercekte fasık olmasa bile, hayali boyle gunah duşunceleriyle işgal edildiğinden hayaliyle fasık olur. Oyleyse, hayalimize gelen bu turlu bir duşunce, suret ve fikri birer yılan, birer akrep bilip arz ettiğimiz carelerle bu haşaratın ağına duşmemeye, duşmuşsek kurtulmaya calışmalıyız.

Neyin atmosferinde, neyin tesirinde ve neyin manyetik sahası icindeysek, hayalimizde canlanacak resim ve suretler de, daha ziyade o turden olurlar.

Diyelim ki, uc gun ac kaldık; bu durumda, hayalen kuyumcu dukkÂnlarına veya uzay gemisine binip uzay yolculuğuna mı gidersiniz; yoksa bir testi su, bir somun ekmek, bir tabak yemek mi hayal edersiniz?

Ameliyat masasına yatırılmış, kesilip bicilmeyi bekliyorsunuz; bu arada size tepsi tepsi baklavalardan soz ediyorlar; şimdi bu durumda neyi hayal edersiniz?

Sinemadasınız veya internet siteleri arasında dolaşıyorsunuz ya da televizyonun onune oturmuş, nefsin hoşuna giden ve sizi şehvete cağıran mustehcen manzaraları seyrediyorsunuz; o anda KÂbe’nin etrafındaki halkaları hayalinize aksettirmeniz mumkun olur mu?

Oyleyse, Allah’a ait manaları hayal etmek isteyenler, bu manaların kaynaştığı yerlerde olmalı, boylesi insanlarla arkadaşlık etmelidir.


6. Olumu cokca hatırlayın

KÂinatın Efendisi, lezzetleri acılaştıran olumu cok hatırlamamızı istiyor. (Tirmizi, Kıyame 26) İnsan, olumun hakikatine inandığı gibi, onu his, duygu ve aklına nakşederek, hayal ve duşunce dunyasına da hÂkim kılar ve kıyamete kadar surecek olan kabir hayatına da kendini ikna ederse, bu takdirde dunya ve ahirete bakışı ve davranışları farklılaşır ve değişik olur.

Olum duşuncesi, insanın manevi damarlarında meydana gelebilecek ulfet ve vesveseyle birlikte, şeytanın suslu gosterdiği gunah virusunun ve benzeri mikropların en azından tesirlerini ve zararlarını giderecek bir antikor gibidir.

“Madem oleceğim ve oldukten sonra da hesaba cekileceğim; oyleyse, şu fani dunyanın elemli lezzetlerine kapılıp gunah işlemenin ne manası var! Helal daire varken niye harama gideyim, ahiretimi karartacak mustehcen manzaralara niye bakayım?” duşuncesi icinde olum, bir yonuyle guclu bir vazgecirici, bir yonuyle de coşturucu bir tesire sahiptir.

Fakat, eğer manevi damarlarımız, antikorların hic fayda temin etmeyeceği olcude gunahlarla, dunyanın haram lezzetleri olan mikroplarla dolmuş ve artık vucudun her yanında bir hucre anarşisi meydana gelmiş ve olum antikorlarının bile tesir edemeyeceği bir duvar meydana gelmişse, o zaman ne olum, ne de olup gidenler ruhta hic bir şey uyandırmayacak ve yakınlarımızın birer birer gocup gidişi, bizde sadece bir kac gunluk gecici bir elem oluşturacaktır.

Sonra da, “Canım, olenle olunmez ki! Hepimizin yeri de orası; Allah iman, Kur’an nasip etsin!” şeklindeki klişeleşmiş teselli ve temennilerle butun goz ve gonuller yeniden gaflete gomulup gidecektir.


Nicin hatırlanmaz olum?

Nefsin hoşuna giden pek cok haram lezzetleri acılaştırarak ağzın tadını kacırdığı, keyfi bozduğu, insanı nefsani isteklerden vazgecmeye, bir kısım bedenî haz ve alışkanlıklardan kopmaya zorladığı, dunyaya bakan yonuyle kalbi daralttığı ve duşunceyi buğulandırarak suslu, tozpembe dunyaları kararttığı icindir ki, olum hatırlanmak istenmez.

Olume sesleniyorum!

Hayatını gencliğin kurtuluşuna adayan insanlık sevgisiyle dolu bir yurek bakınız olumu nasıl değerlendiriyor:

Olumun alnından operiz biz: “Sen ne mubarek arkadaş ve refakatcisin” deriz olume. Varsın, başkaları sana dikenli nazarıyla baksın, sen gulun ta kendisisin. Bırak, bazıları sana “kara yuz” yakıştırmasında bulunsun; sen, bizim icin bizi aydınlık ulkelere ucuran otelerden iki ışık kanatsın.

Bakma sana “soğuk yuz” dediklerine; sen bizim icin, mujde cicekleriyle kar gibi beyaz ve berraksın. Birileri sana “cukur” derler, “dehliz” derler; fakat biz, “ebedi saadet saraylarına acılan koridorsun” deriz.

“Ayıran” da derler sana; fakat sen, aslında ebedi Âlemlere goc etmiş binlerce ahbaba, dost ve yÂrana kavuşturansın. Başta, simalarına meleklerin hayran olduğu nebilere, sonra sahabeye, salihlere, hısım ve akrabaya bizi ulaştıransın. Cemalullah’a yaklaştıransın...

Sen ayıransın da; fakat elemli, sıkıntılı ve ayrılık hasreti yuklu şu dunya talimgÂhından, hayatların en hası hakiki hayata geciren bir terhis tezkeresisin! Sen, bizi Gonderen’e donme anında, cismimizi nura boğacak bir ebed şerbetisin!

Ve sen, bir son değil, sonun sonusun; sonsuzluğa eş ve baş olabilecek son bir sonsun. Son ile sonsuzluğu dudak dudağa getiren bir ufuk ve Cemal’e actığın gozlere cekilen bir surmesin. Ve yine sen, dertli bir neslin dert yuklu Tercumanı’na, “Eyvah, bugun yine olmemişim” dedirtensin.

Olum duşuncesi, yukarıda da ifade ettiğimiz gibi hem caydırıcı, hem de teşvik edici yonleriyle bir yandan gunahlarımız, mesuliyet hissimiz ve Rabbimize karşı yaptıklarımızdan hesap verme endişesiyle bizi iki buklum ederken, bir yandan da umit-korku munasebeti icinde kalbimizi hoplatıp bizi canlandırmakta, şahlandırmakta ve kalbimizle beraber duygularımız ve duşuncelerimizle beraber davranışlarımız uzerinde olumlu tesir icra etmektedir.

“Rabıta-ı mevt” denilen olumu surekli hatırlama ameliyesiyle, kabirleri ziyaret ve hastalarla sakatlardan ibret almakla –inşaallah– ulfetten kurtulmuş, ic gerilimimizi ve canlılığımızı muhafaza etmiş, fuhuş ortamından uzaklaşmış ve şeytan ve gunahların zararından korunmuş oluruz.


7. Evlenin, mumkun değilse oruc tutun

Efendimiz, “Ey gencler topluluğu, evleniniz, gucunuz yetmezse oruc tutunuz; zira oruc gunahlara karşı kalkandır” (Buhari, Savm 10) buyurur. Başka bir hadis-i şerifte ise Allah Resulu şoyle buyuruyor: “Hangi genc ki, genc yaşında evlenirse, onun şeytanı şoyle bağırır: ‘Eyvah, dinini benden korudu.’” (İbn Asakir)

Bir genci nefsani istekleri gercekten sıkıştırmaya başlamışsa, onun vakit gecirmeden evlenmesi tavsiye edilir. Yok, boyle bir tehlike altında değil de, nebiler ve buyuk zatlar gibi ismet ve iffet icinde bulunuyor ve yapacağı vazifeleri de varsa, bir yonuyle atmosferi de kendisini muhafaza ediyorsa, onun bekÂr kalması duşunulse bile, ozellikle gunumuzde şeytana Âlet olmamak icin evliliğe teşvik edilmeli ve bu koruyucu kalkan ve zırh icine alınmalıdır. Aksi takdirde, bir başka kalkan olarak oruc kullanılmalıdır.



Oruc da tutuyorum, ama nafile!

Zira oruc gunahlara karşı bir kalkandır. Ancak oruc da butun şartları yerine getirilerek tutulmalıdır ki, fuhşa mani fonksiyonunu yerine getirebilmiş olsun.

Mesela insan, butun gun ac durup da akşam vakti tıka basa karnını doyursa, sahurda da yine iftar vaktiyle yarışır gibi yemek yese bu insan, elbette ki oructan beklenen neticeyi elde edemeyecektir. Zira burada oructan gaye şehveti kırmaktır. Halbuki gunde belli kalorinin ustunde alınan gıdalar şehvetin kırılması şoyle dursun, şehveti artırıcı bir etken olmaktadır. Dolayısıyla da boyle yiyip icen bir insanın oructan fayda gormesi imkÂnsızdır.

İnsan normal vakitlerde de yeme ve icmesine dikkat etmelidir. Az yeme, az icme ve az uyuma değişmeyen İslami bir prensiptir. Efendimiz, midenin ucte birini yemeğe, ucte birinin de suya ayrılmasını tavsiye eder. Geri kalan ucte birlik yerin ise boş bırakılmasını oğutler. (Tirmizi, Zuhd 23) Oyle ise oructa da aynı olculere riayet etmek mecburiyetindeyiz.

Bununla beraber bazı kimseler hususi mahiyette yaratıldıkları icin beşeri arzuları cok yuksektir. Boylelerinin, onları cinnete sevk edecek kadar şiddetli evlenme arzuları olabilir. İhtimal ki, oruc onları tam frenleyemeyecektir. Bu turlu kimseler, fakir ve gecim sıkıntısı icinde de olsalar derhal evlendirilmeli ve gunahlara girmelerine meydan verilmemelidir.



8. Yalnız kalmayın, iyi arkadaşlar edinin

Allah, insanı toplum icinde yaşayacak bir varlık olarak yaratmış ve onu hemcinslerinin arasına salmıştır. İnsan, maddi ve manevi yonleriyle ancak toplum ve cemaat icinde yaşayabilir. Onun icindir ki, Hz. Âdem’den bu yana hep cemaat one cıkmış, fert arka planda kalmıştır. Hatta bazı devreler ve zaman dilimlerinde bu mesele, diğerlerine nazaran daha bir ehemmiyet kazanmış ve Âdeta bir zaruret halini almıştır.

Once şurası iyi bilinmelidir ki, bir fert, dalalet adına tahripkÂr fikir ve gruplar karşısında tek başına kendisini koruyamaz. Bir insan, keyfiyet acısından cok ileri bir seviyede bile olsa, şahsi dehasıyla, kultur ve ilim dunyasıyla asrımızın dalaletleri ve gunah tufanları karşısında tek başına yaşayamaz; yaşasa da, suruden ayrı kaldığı icin her zaman kurtlara yem olma tehlikesiyle karşı karşıya kalabilir.

Ayrıca, cemaat icinde bulunmanın getireceği feyizlerden, sağlayacağı avantaj ve lutuflardan da mahrum kalır. Ayakları cemaat zeminine basmayan insan, ayaklar altında bir yaprak ve bir tuy gibidir; bu yandan uflesen ote yana, ote yandan uflesen bu yana savruluverir.

Bu yuzdendir ki, sahabe devrinin o en kuvvetli, en iktidarlı ve meleklere parmak ısırtacak insanları bile cemaatleşme ve birlik teşkil etme luzumunu duymuşlardı. Bu sebeple, şer guclerin değişik kanal ve kollarla gececeğimiz yollarda kurdukları sayısız tuzaklara ve onların cemaatce hucumlarına, ayrıca manevi hasımlarımız olan şeytana, nefse ve gunah tufanlarına karşı yem olmaktan, boğulmaktan bizi koruyacak en muhim sığınak, cemaatleşmedir. Bu fikre davet, gunumuzun en hayati meseleleri arasındadır.



İyi arkadaş insanı cennete goturur

Arkadaş, ama her arkadaş değil; iyi arkadaş sececeğiz. Eskilerin eskimeyen şu sozleri ne guzeldir: “Uzum uzume baka baka kararır.”, “Gul, guller arasında yeşerir.”, “Bana arkadaşını soyle, sana kim olduğunu soyleyeyim.” Evet, her insan, arkadaşlarından iyi-kotu mutlaka bir şeyler kapar.

Mesela oyle guzel arkadaşlarınız vardır ki, yanlarına gittiğiniz, atmosferlerine girdiğiniz zaman, bir Allah dostu ile diz dize gelmiş gibi kuvvet kazanır, aşkla, şevkle dolarsınız. Onların soz ve davranışları, icinizde yosun gibi yeşermeye başlamış kotu duygu ve duşunceleri bir hamlede siliverir. İyi arkadaş, nasihatleriyle sizin yureğinizi hoplatacak, icinize aşk, heyecan salacak, duşuncenize aydınlık getirecek ışıktan bir dosttur. Gonul dunyamızı aydınlatıcı dostlar, has ahbaplar... Evet, bize lazım olan, işte bunlardır.

İyi bir dostunuz mutlaka olsun. Kendinizde biraz gevşeklik ve kalbinizde biraz sarsıntı, hatta heyecansızlık hisseder etmez hemen ona koşup, “Bana bir şeyler anlat!” deyin ve derdinizi soyleyin ve hic şupheniz olmasın ki, boyle bir dost sizi elinizden tutacak, hayatın ceşitli girdap ve labirentlerinden gecirecek ve yeniden aydınlık iklime kavuşturacaktır.

Zahiren onun sozlerinde bir ekşilik ve ic burkuntusu duyabilirsiniz; fakat onemli olan işin neticesidir. İlk neşter darbesine katlandıktan sonra, her an onun yuz misli size ıstırap veren yaraların sancılarından kurtulacak ve dinen ıstırabınız bir yonuyle ruhani bir zevkle yer değiştirecektir.



9. Yaşantılarıyla ornek insanların oğutlerini dinleyin, eserlerini okuyun

“İlmiyle amil olmak” diye bir tabir vardır. Mutlaka duymuşsunuzdur. Bu ifadeyi bilgilerini hayata taşıyan ve cevresine ornek olan insanlar icin kullanırız. Boylesi insanların nasihatlerini dinlemek, ulfetimizin dağılması, kalbimizin yumuşaması ve şeytanın vesveselerine, gunahların zorlamalarına karşı koyabilmemiz icin de koruyucu ve besleyici carelerdendir.

İnsan, aklı, mantığı ve muhakemesiyle hususiyet arz eden bir varlık olduğu gibi, coşan gonlu, urperen vicdanı, yaşaran gozleriyle de bir kalp, bir ruh ve bir duygular yumağıdır. Bu itibarla da o, ic Âleminde derinleşmeye, ruh dunyasında zenginleşmeye, tefekkur hayatında genişlemeye muhtactır.

İnsan, yer yer icinde oluşan aysberglerin eritilmesine muhtac olduğu gibi, manevi gıdasızlığını giderecek, manevi sut akıtan ceşmelere de şiddetli bir arzu ve istek duyar. Kur’an, Efendimize pek cok defa “Anlat” der ve O iki Cihan Guneşi de, “Din nasihattir” (Muslim, İman 95) buyurur.

Bir yanda, catlama noktasına kadar “anlatma” talim edilirken, diğer yanda da yine hadisin ifadesiyle “Ya oğreten ya oğrenen ya da dinleyen ol; dorduncusu olma!” (Mecmeu’z-ZevÂid, 1/122) tavsiyesinde bulunularak, iki uc Âdeta bir noktada birleştirilmekte ve dikkat nazarları, yerinde anlatmaya, yerinde de dinlemeye cekilmektedir.

O halde insanın, yureğini coşturup yumuşatacak, icindeki kararmış his ve duyguların kirini, pasını giderecek, onun ebedi Âlemlere şevkini kamcılayacak, bu arada dinî, ilmî meselelerle fikir dunyasını aydınlatacak kişileri dinlemesi de, yine onun icin ekmek kadar, hava kadar muhim bir ihtiyactır.

Bu sebeple insan, “Bunu biliyorum, bir daha neden dinleyeyim ki!” dememeli; nasıl yemek, icmek devamlı tekrar ediyor ve bıkmak şoyle dursun, bunlara daima ihtiyac duyuluyor, oyle de, kalp ve ruhun gıdası sayılan, ayrıca şeytan ve gunahların şerrinden de koruyucu rol oynayan nasihat ve sohbetleri dinlemek de, onun icin belki bin kat daha luzumlu bir ihtiyactır. Halk arasında, vaaz ve sohbetlere devam eden bircok kişinin ickiyi, kumarı bıraktığını, pek cok fenalıkları terk ettiğini, hayırlara koşar olduğunu duyar ve dinleriz.

Bedenen hayatta olmasalar bile, hizmetleri ve yazmış oldukları eserleriyle yaşayan, bizlere iman ve umit aşılayan Allah dostları buyuk zatlar var. Ayrıca ulkemizde sozu-sohbeti dinlenen, hayatının her karesinde Efendimizin sunnetini yaşayan buyuklerimiz var. Onların eserleri ve nasihatleri bizim gonul dunyamızı coşturacaktır.

Burada “Oyle eserler var, ama okumaya vakit bulamıyorum veya okusam da anlayamıyorum” ya da “Boyle buyuklerimiz var, ama onların sohbetlerine katılmak neredeyse imkÂnsız” diyebilirsiniz.

Ama şunu da unutmayın. İman hakikatlerini anlatan bu eserleri okumaya hava gibi, su gibi, ekmek gibi muhtacız. Cunku ruhumuzun, kalbimizin, aklımızın ve diğer duygularımızın da beslenmeye, gıda almaya ihtiyacı var. Anlayamama konusunda ise yardımcı kaynaklara ve calışmalara muracaat edebilirsiniz.

Dunya hayatını ilgilendiren bir sınav icin nasıl aylarca, hatta yıllarca calışıyoruz... Ebedi hayatımızın soz konusu olduğu ve kaybetme-kazanmanın cok buyuk onem taşıdığı boyle bir imtihana hazırlanmanın da onemini idrak etmeliyiz.

Ayrıca gunumuzde teknoloji o kadar gelişti ki, radyolar, CD calarlar, walkmanler, ses kayıt cihazları vs. ile bu eserlerin seslendirmesini ve bahsini ettiğimiz buyuklerin sohbetlerini dinleyebilir, metafizik geriliminizi muhafaza edebilirsiniz.



10. Boş kalmayın, spor yapın

Meşguliyetsiz insan, gunahlara acık bir hayat yaşar, dolayısıyla da şeytana fırsat vermiş olur. Bu sebeple, boş durmamalı ve bizi daima gerilim, coşkunluk, tazelik icinde tutan uğraşların peşinde olmalıyız.

Şeytan, daha ziyade tembel insanlara, tembellik icinde miskin miskin oturanlara hucum eder. O, hic bir iş yapmayan, vaktini sinek avlamak, avare avare dolaşmakla geciren ve saatlerce dumanlı yerlerde boş laf eden insanlara musallat olur.

Ve yine o din, iman, vatan ve millete hizmet adına hicbir şey yapmayan, din ve iman hizmetlerine karşı kapalı yaşayan fertlerle uğraşır ve onları baştan cıkarır. Zira boyleleri, şeytanın arayıp da bulamadığı birer avdır.

Madem şeytan daha cok miskinlik, tembellik ve meşguliyetsizliğimizden istifade ediyor, boş durduğumuz surece icimize uygun olmayan duşunceler, kuruntular atıyor, başka şeylerle meşgul olmayan hayalimizi kendi n***** meşgul ediyor ve gunahları duşundurup gunah işlemeye zorluyor; oyleyse biz de, daima meşguliyetle, aksiyonla, faaliyet ve hizmetle terlemekle şeytanın parmak sokabileceği yerleri doldurmalıyız ki, o da bizde umduğunu bulamasın.

İşleyen demir pas tutmaz; surekli hareket eden, durmadan hak ve hakikati duyurma adına koşan bir insanın aynı zamanda hem bedeninde, hem de ruhunda bir zindelik, bir neşe olur, rızkı bereketlenir, aile yuvası da cennet koşelerinden bir koşe haline gelir.

Şunu da unutmayın, biz vefa gosterip, Allah’ın dinine omuz verdiğimiz surece, Allah’ı her zaman bize karşı vefalı bulacağız ve O, bizi şeytanın vesveseleri ve nefsimizin arzularıyla baş başa bırakmayacaktır. Bizi yad ellerde bozulmaya, sonmeye, curumeye ve olmeye terk etmeyecek ve “kulum” diyecektir.

Şu şeker-şerbet soze bakın: “Siz bana karşı sozunuzde vefalı olun; Ben de size sozumde vefalı olayım.” (Bakara, 2/40) Biz aşkla, şevkle gerilip gonullerde Allah’ın duyulması ve kalplerin O’nunla oturaklaşması istikametinde olesiye koşturursak, inşaallah Rabbimiz de bilerek veya bilmeyerek işlediğimiz gunahları yuzumuze vurmayacak, bizi bataklıkta, şeytanın elinde bırakmayacaktır.




11. Şehevi duyguları tahrik edici ortamlardan uzak durun


Zina ve fuhşa bulaşmamak icin sizi tahrik edici ortamlardan, cinselliği teşvik eden yayınlarla muhatap olmaktan, ozendirici hayal, bakış, konuşma gibi eylemlerden uzak durun.

Mesela bir cay icmek icin okuduğunuz okulun kafesine gittiğinizi duşunelim. Orada otururken sehpanın uzerinde bir gazete veya dergi gozunuze ilişmiş olsun. Şimdi siz daha onceki tecrubelerinizden o gazete veya dergide mustehcen resimlerin olduğunu biliyorsunuz. Bu durumda yapacağınız şey o gazete veya dergiye hic elinizi surmemek. Elinize aldığınızda mutlaka o hoş olmayan goruntuler gozunuzu ve gonlunuzu kirletecektir.

Bunun dışında mesela cok luzumlu olmadığı takdirde internete girmeyin. Mail kutunuza gelen cinsel icerikli mailleri acmayın. Bilgisayarınıza bu tarz sitelere girmeyi engelleyen programlar yukleyin.

Maalesef televizyonlarımız reklam veya diğer programlarda gunun her saatinde şehevi duyguları tahrik edici yayınlarla dopdolu. O yuzden televizyon izlemekten ziyade radyo dinlemeyi tercih edin.

Gunluk hayatımızda karşılaşabileceğimiz bu turlu ortamları daha da coğaltabiliriz. Rabbimiz bize bir irade vermiş. Bu irademizi hayır istikametinde kullanmalı, bizi gunaha davet edici atmosferden fersah fersah uzak olmalıyız.



12. Gunaha girdikten sonra umitsizliğe kapılmayın



İnsan, isteyerek veya istemeyerek mustehcen bir manzaraya bakabilir. Hatta bir adım daha ileri giderek zina gunahına bulaşmış olabilir. Hatta ve hatta pişman olduğu halde bu tur gunahlara birkac defa daha işlemiş olabilir. Bu noktada şeytan tekrar devreye girip o insana şunları soylettirebilir:

“Ben bittim. İflah olmam artık. Allah beni affetmez. Ben dunyanın en rezil insanıyım. Boyle gunahkÂr birisini Allah affetmez. Tovbe etsem ne olacak! Boş ver gitsin, battı balık yan gider.”

Aslında bu ifadeler şeytanın oldurucu darbelerinden en buyuğudur. Umitsizlik vermek onun en sinsi silahıdır. Onun en sevmediği şeylerden bir tanesi de kulun gunah işledikten sonra tovbe edip Rabb’ine yonelmesidir. Tovbe, bildiğiniz gibi gunahlar karşısında bir yenileme ve ic onarımdır. Tovbeyle Rabbimizin gazabından lutfuna, hesabından rahmet ve inayetine sığınırız.

Hepimiz dunyaya gunahsız ve masum olarak gozlerimizi acarız. Sorumluluk cağımıza geldiğimizde onumuzde iki yol vardır. Bu yollardan birisi bizi ucurumlara, diğeri ise cennetlere goturecektir. Bazen bizi cennete goturen yoldan cıkıp diğer yola sapabiliriz. Bu turlu yol değiştirmelerde “Allah’a inabe edin (dondum-geldim deyin), Allah’a teslim olun” (Zumer, 39/54) diyerek hemen kendimize gelerek doğru yola donmeliyiz. Bu donuş Rabbimizi de cok memnun etmektedir.

Bakın Efendimiz bir hadislerinde ne buyuruyor: “Allah kulunun tovbesinden sonsuz derecede memnun olur, sevinc duyar. Şoyle ki, bir insan colde yolculuk yapıyor. Butun azığı, eşyası ve suyu uzerinde olan devesi onu bırakıp kacıyor. Adam sağa-sola koşuşup devesini arıyor; fakat sonunda yorgun ve umitsiz bir halde bir ağacın altında uyuya kalıyor. Gozlerini actığında bir de ne gorsun; devesi, uzerindeki eşyasıyla beraber başucunda durmaktadır. Adam sevincinden oyle hale geliyor ki, Cenab-ı Hakk’a şukrederken yanlışlıkla, ‘Ben Senin rabbin, Sen de benim kulumsun’ diyor. İşte tovbe eden kulu karşısında Rabbimizin ferah ve sevinci bu adamınkinden daha fazladır.” (Buhari, Daavat 4)

Biz gunahlarla kirlenen kalbimizi tovbe silgisiyle temizleriz. Allah Resulu bu hakikati şoyle dile getiriyor: “İnsan gunah işleyince, kalbinde bir siyah nokta belirir. Tovbe ile hemen onu silmezse, o nokta kalbinde oylece kalır. Sonra ikinci bir gunah işlerse, kalbinde bir nokta daha belirir.” (İbn Mace, Zuhd 29)

Bu sebeple gunahlarda ısrarcı olmadan onu hemen temizleme cok ciddi onem arz ediyor. Şunu unutmayalım ki gunahlardan duyulan pişmanlık, aslında tovbenin kendisidir. Bu konuda “Gunahından tovbe eden hic gunah işlememiş gibi olur” mealindeki Allah Resulu’nun mujdesi icimizi aydınlatıyor. (İbn Mace, Zuhd 30)

Bununla beraber yine surcup kayabiliriz. Boyle bir durum karşısında da hemen akıl ve vicdanımızı harekete gecirerek, “Ben Allah’tan kopmakla bu hÂle geldim. Oyle ise, ancak O’na yeniden bağlanmakla bu durumdan kurtulabilirim” diyerek Cenab-ı Hak’la olan irtibatımızı kuvvetlendirmeye calışmalıyız.



Her gunahtan sonra bir iyilik yapın

Bir de şunu hatırlatalım. Peygamber Efendimiz, gunaha girdikten sonra yapılan hayırlı işlerin o gunahı sileceği mujdesini veriyor bize. Şoyle buyuruyor Nebiler Serveri: “Bir gunah işledikten sonra tovbe edip iyilik işleyen kimse, uzerine cok dar bir zırh giyinen bir adama benzer. Gunahtan sonra bir iyilik yaparsa zırhın halkalarından biri cozulur. Bir iyilik daha işlerse obur halka da cozulur. Yapılan iyiliklerin sonunda zırh yere duşer.” (et-Tergib ve’t-Terhib, 4/106)

Gerek Rabbine karşı gunah işleyen, gerekse bir insana haksız davranışta bulunan bir kimse, o gunah ve hatanın arkasından pişmanlık duyarak sevaplı ameller işler, Kur’an ve imana yonelik hizmetlerini ve calışmalarını arttırırsa gunah zırhının duğmeleri teker teker cozulur, kısa zamanda o gunahlardan kurtulur. Bu konuda umitsizliğe duşup de asla şeytana prim vermeyin. Neden umitsiz olacakmışız ki! Aşağıdaki ayet bize bu hakikati şoyle seslendiriyor:

“Ey cok gunah işleyerek kendi oz canlarına kotuluk etmede ileri giden kullarım! Allah’ın rahmetinden umidinizi kesmeyiniz. Allah butun gunahları affeder. Cunku O, gafur ve rahimdir (cok affedicidir, merhamet ve ihsanı fazladır).” (Zumer, 39/53)

Gunahlar, tovbe ve istiğfarla temizlenmelidir. Her gunahta kufre giden bir yol vardır. Her şeyden once gunah, kulun Cenab-ı Hakk’ın inayet atmosferinden dışarı cıkması ve İlahî teminatı reddetmesi demektir. Ayrıca kul, gunah işlemekle şeytana tam hedef olmuş sayılır; gunahlar arttıkca da Allah’ın himaye ve koruması azalır.

Gunah, bir pas, bir leke ve bir kirdir; oyle ki, hadisin ifadesiyle, ust uste biriken lekeler, derhal tovbe ve istiğfarla temizlenmezse, kalbî hayatımızla Rabbimizin bize bakışı arasına girip

O’ndan gelen tecellileri keser, rahmet esintilerini perdeler ve bizi inayetten mahrum bırakır. Himayesiz kalan bir kalp ise, neticede şeytanın kufurle vurabileceği bir hale burunmuş olur.

İkinci olarak, kendini mahcup edecek bir gunah işleyen insan, kimsenin bu gunahı gormesini istemez. Ama Allah’ın ve meleklerin onun yaptıklarını gorduklerinin de farkındadır. Onun hep bu zayıf anını kollayan şeytan, bu esnada ona, “Keşke şu gunahımı goren olmasaydı; ya da keşke şu şey, gunah olmasaydı!” dedirtir.

Esasen gunah, ısrar edildiği, zararsız bilindiği, tovbe ve istiğfar ile de temizlenmediği zaman gunah olur. Yoksa kendisinde ısrar edilmediği, zararı bilinip korkulduğu, tovbe, istiğfar ve samimi bir pişmanlıkla terk edildiği zaman ise, inşaallah affa mazhar olacaktır. Dağlar buyukluğunde de olsa, –şirk haric– Allah’ın affetmeyeceği gunah yoktur. Elverir ki, O’nun af, merhamet ve gufran kapısına varılsın.



13. Bol bol dua edin

Dua, bir ibadettir ve kulluğun ozudur. Cenab-ı Hak “Dua edin kabul edeyim” (Mu’min, 40/60) buyurarak bizleri duaya teşvik ederken “Duanız olmasa ne ehemmiyetiniz var!” (Furkan, 25/77) buyurarak, duanın bizim icin ne kadar onemli olduğunu bildirmektedir.

Peygamber efendilerimiz ve Allah dostlarının hayatlarına baktığımızda da duanın cok onemli olduğunu goruruz.

“Rabbimiz, biz kendimize zulmettik, eğer bizi bağışlamaz ve bize acımazsan, muhakkak ziyana uğrayanlardan oluruz!” (Araf, 7/23) diyerek dua eden Hz. Adem (a.s.) ve Havva validemiz; “Senden başka ilah yoktur. Senin şanın yucedir, ben zalimlerden oldum” (Enbiya, 21/87) ifadeleri ile inleyip balığın karnından kurtulan Hz. Yunus (a.s.); “Rabbim, bana katından temiz bir nesil ver. Sen duayı işitensin” (Al-i İmran, 3/38) nidasıyla Rabbinden “temiz bir nesil” isteyen Hz. Zekeriya (a.s.); “Bu dert bana dokundu, Sen merhametlilerin en merhametlisisin” (Enbiya, 21/83) eniniyle Rabbinden şifa isteyen sabır kahramanı Eyyub (a.s.) ve diğer peygamberler daima Allah’a yalvarmış ve O’ndan imdat istemişlerdir.

Cunku “...mulkun sahibi olan, dilediğine mulku veren, dilediğinden alan; dilediğini yukselten, dilediğini alcaltan; hayır (mal) elinde olan ve her şeye kadir olan” (Al-i İmran, 3/26) O’dur.

İnsan, duaya muhtactır. Cunku dua, ruhun gıdasıdır. Dua, zaman ve hadiselerin butun yıpratıcılığına karşı insan iradesine guc ve kuvvet kazandıran temel dinamiklerden birisidir. İnsan, dua sayesinde eşya ve hadiselerin boğucu atmosferinden ferah-feza bir iklime kavuşur; kendisini bir kere daha yeniler ve metafizik gerilime gecer.

İnsan, karanlık gecelerde-gunduzlerde, yazda-kışta, dağda-ovada, koyde-şehirde, her nerede ve ne zaman olursa olsun daima kendisiyle beraber olan Âlemlerin Rabbi’ne muhtactır. Bundan dolayı mu’min, yalnız O’nu bilir, O’nu tanır ve O’ndan başkasına boyun eğmeyi O’na vefasızlık sayar. O bilir ki, “Bana dua edin, duanızı kabul edeyim” (Mu’min, 40/60) buyurarak kendisine dua edilmesini emreden Hz. Allah (c.c.), kapısına gelip kulluğunu ilan eden ve kendisine el acıp yalvaranları huzurundan boş cevirmeyecektir.

Gunumuzde gunahların cokluğu ile aramızdaki kuvvet dengesi yok denebilecek kadar zayıftır. Boyle bir denge karşısında en tesirli silahımız, –butun ceşitleriyle– dua olmalıdır. Bir kudsi hadiste de ifade edildiği gibi; biz geniş zamanımızda Allah’ı hatırlarsak Allah da bizi hatırlayacak ve Hz. İbrahimvÂri en zor ve sebeplerin tamamen bittiği anlarda bize yardım elini uzatacak, ateşleri bile berd u selama cevirecektir.

Onun icin bizim, gerek gozumuzu ve gonlumuzu fuhuştan korumamız, gerek şahsi kemalatımız ve gerekse toplumun mukemmelleşmesi adına, tam bir teslimiyet icinde her şeyi O’na havale edip, yalnız O’na sığınmamız gerekmektedir. (Bu bolumun yazılmasında M. Fethullah Gulen Hocaefendi’nin “İnancın Golgesinde” isimli eserinin ikinci cildinden (s. 145-191) istifade edilmiştir.)

İsterseniz şimdi gelin şu duaya hep birlikte gonlumuzun derinliklerinden gele gele Âmin diyelim:

Allah’ım! Gozumu, gonlumu, kalbimi, aklımı, elimi, belimi, ayağımı, dilimi, kulağımı haramdan, haram meyillerden, haram yonelişlerden koru!

Gozlerimi ihanetten, elimi gunahlardan, dilimi kotu sozlerden, gonlumu haram meyillerden, kalbimi gunah arzularından, aklımı dalaletten, nefsimi isyandan, şirkten, kufurden muhafaza buyur!

Beni kulluğuna kabul buyur! Gunahlarımı bağışla! Bana merhamet et! Aklımıza, zihnimize, dimağımıza guc ve kuvvet ver! Kalbimizde iman lezzetini arttır!

Bize dunyada ve Âhirette hidayeti lutfet! Bizi dosdoğru yoldan ayırma! Haramların şerrinden, gunahların cirkin yuzunden, şeytanın belalı vesvesesinden, nefsin kor hissiyatından, aklın cerbeze halinden, kuvve-i gadabiyenin vahşetinden, kuvve-i şeheviyenin dehşetinden cumlemizi muhafaza buyur!

Âmin!



14. Bir genclik dersi

Genclik hic şuphe yok ki gidecek. Yaz guze ve kışa yer vermesi ve gunduz akşama ve geceye değişmesi kesinliğinde, genclik dahi ihtiyarlığa ve olume değişecek. Eğer o gecici gencliğini iffetle, istikamet dairesinde hayırlara kullansa, onunla sonsuz ve devamlı bir gencliği kazanacağını butun İlahi kitaplar mujde veriyorlar.

Eğer sefahete harcasa, nasıl ki bir dakika ofke yuzunden bir katil, milyonlar dakika hapis cezasını cektirir; oyle de, gayr-ı meşru dairedeki genclik keyifleri ve lezzetleri, ahiret sorumluluğundan ve kabir azabından ve gecip gitmesinden gelen uzuntulerden ve gunahlardan ve dunyevi cezalardan başka, aynı lezzet icinde o lezzetten cok acılar olduğunu aklı başında her genc tecrubeyle tasdik eder.

Mesela, haram sevmekte, bir kıskan