Yıllardan beri Yakındoğu tarihcileriyle hıristiyanlık uzerine araştırma yapan ilahiyatcılar arasında oldukca “temel” bir anlaşmazlığa bağlı bir tartışma surer gider. Bu tartışmanın ana ekseni, dunyanın ilk iki buyuk tektanrılı dini olan yahudilik ve hıristiyanlığın doğuş ve gelişim surecinin belirleyici kişi ve olaylarıdır. Bilindiği gibi, Filistin, Kenan ve Sina bolgesinde gecen ve Kutsal Kitap icin son derece belirleyici olan olayların, tarihi ve arkeolojik anlamda başka hicbir tanığı yoktur. Yani, İ.O 1400 dolaylarında gercekleştiği duşunulen “Exodus – Yahudilerin Mısır’dan cıkışı” ve bunu izleyen olaylar zinciri uzerine ne Mısır’da elle tutulur bir belge bulunabilmiştir, ne de Yakındoğu’da. Yine buna bağlı olarak, Mısır’da Yeni Krallık doneminin başlangıcında yaşamış Musa adlı bir yahudi peygamberinin varlığına ilişkin de yegane bulgu, Tevrat’ın sayfalarıdır. Aşağı yukarı aynı durum, “Yeni Ahit” icin de gecerlidir: gorece cok daha yakın bir tarih olan 1. yuzyıla ilişkin onca tarihi belge arasında, Nasıra’da (Nazareth) İsa adlı bir yahudi peygamberinin yaşadığı ve 34 yılı dolaylarında carmıha gerildiği yolunda en kucuk bir belge bile elde edilememiştir. Bugun dunya uzerinde 3 milyara yakın insanın inandığı iki buyuk dinin Kutsal Kitabı’nı doğrulayacak verilerin azlığı, ilginc olmanın da ilerisinde, “garip” bir durum sayılabilir.
Oysa Mısır tarihinin en iyi bilinen bolumu, Yeni Krallık, ozellikle de 17. Hanedan ve sonrasıdır. Bir yığın belge, papirus, mektup ve resmi metin yardımıyla kronolojisi cok buyuk oranda kesinleştirilen boylesi bir donemde, binlerce insanın Firavun’un arzusu hilafına ulkeyi terketmesi ve onları yok etmek uzere artlarına duşen askerlerin Kızıldeniz’de boğulmalarına ilişkin bir tek satır bile destekleyici veriye ulaşılamamış olması, şaşırtıcıdır. Bu denli buyuk ve onemli bir goc hareketi, dahası, din temelli bir siyasi isyan, nasıl olur da Mısır’da lehte ya da aleyhte hicbir yankı bulmaz? Bu nokta uzerine giden tarihciler, Yahudilerin Mısır’dan cıkışı diye bir olayın hicbir zaman yaşanmadığını, cunku bu ulusun Mısır’da kalıcı bir yerleşime gitmedikleri, başlangıctan beri Kenan ulkesi dolayında yaşayan gocebe cobanlar oldukları ve fırsatını buldukları anda da bu ulkeyi ele gecirerek Yahudi Krallığı’nı kurduklarını vurgulamaktadırlar. Buna karşı ilahiyatcılar, Mısır belgelerinde Hapiru ya da Apiru adıyla anılan Yakındoğulu gocebe işcilerin aslında İbraniler olduğunu ve İbrani anlamına gelen “Hebrew” sozcuğunun Hapiru’dan turediğini savunurlar. Ancak, Mısır’da statu sahibi biriyken Hapiruların başına gecip onları “Vaat edilen topraklar”a goturen Musa adli bir lider uzerine onlar da hicbir bulgu ileri surememektedirler. Orta yolcu bir goruş, Mısır’da İ.O 1650 dolayında yaşanan “Hiksos” istilası sırasında Yakındoğu’dan bu ulkeye gelen insanların arasında Yahudilerin ağırlıkta olduğunu, yuz elli yıl sonra Hiksos devri bitip yonetim Teb prenslerinin eline gectiğinde “mağdur ve istenmeyen” duruma duşen Yahudilerin Kenan’a geri donduklerini ileri surmektedir ama Musa’nın varlığını ve Exodus’u doğrulayacak veri hala eksiktir.
Aynı durum, Tevrat’ın ilk bolumu olan “Genesis – Yaratılış” sayfalarında daha farklı bir bicimde belirir: Bu ilk tektanrılı dinin kutsal kitabında anlatılan olayların (insanın yaratılışı, cennetten cıkış, Buyuk Tufan) hicbirinin ozgun olmayıp en az iki bin yıl daha eski olan Sumer mitlerinden alındığı, gecen yuzyılda yapılan arkeolojik calışmalar sırasında net olarak ortaya cıkmıştır. Yahudilerin 2000 yıl onceki tarihlerine, yani hıristiyanlığın başlangıcına ilişkin veriler ve İncil (Yeni Ahit) bolumleri de aynı destek eksiğiyle karşı karşıyadır. Birinci yuzyılın hemen başında Yahudi Krallığı’nın durumu ve Kral Herod’a ilişkin yeterli bilgi vardır. İsrail’deki yahudilerin bir “Mesih” arayışında oldukları da bilinmekte ve hatta radikal dini akımların Roma işbirlikcisi olarak gordukleri krallığa sırt cevirdikleri, isyan denemelerine giriştikleri de bilinmektedir. Aynı şekilde, bolgede Roma İmparatorluğu’nun valisi olarak Pontius Pilatus’un yetkili olduğu da belli belgelerde ortaya cıkmaktadır. Ama birinci yuzyılın buyuk Yahudi ve Romalı tarihcilerinin hicbirinin yazdığı belgelerde, “Nasıralı İsa” adıyla bilinen birinin ulkeyi boydan boya dolaşıp vaazlar verdiği ve insanları peşine takarak imparatorluk icin bir tehlike oluşturduğuna ilişkin tek satır yoktur. Dahası, İsa diye birinin yaşadığına ilişkin tek belge, İncil’dir. Vali Pilatus’un isyankar bir yahudiyi Kudus’te carmıha gerilmeye nahkum ettiği yolunda bir tek Roma belgesinin bulunmamasını da bu veri eksikliklerine ekleyebiliriz.
1945 ve 1947 yıllarında Mısır ve İsrail’de elde edilen iki buyuk arkeolojik bulgu, belki de yıllardan beri aranan, Tevrat ve İncil’i doğrulayacak belgelere erişilmiş olabileceği yolunda buyuk heyecan yarattı. Bunlardan birincisi, 1945’te Mısır’da Nag Hammadi bolgesinde bulunan cok eski dini papirusler; ikincisi de 1947’de İsrail’de, Olu Deniz yakınındaki mağaralarda bulunan ve “Olu Deniz Yazıtları” olarak bilinen belgelerdi. Ne var ki, her iki buyuk bulgu da ortodoks dini tezleri doğrulamak bir yana, onların yuzyıllarca gozlerden uzak tutmaya calıştığı şeyleri ortaya cıkarmışlardı: Nag Hammadi belgeleri, hıristiyanlığın kabulunden sonra ısrarla ve sistematik bicimde Kilise tarafından sindirilen ve susturulan “Gnostik”lerin dini-felsefi belgelerini iceriyordu, “Olu Deniz Yazıtları”ysa Yahudi din adamları tarafından yuzyıllar boyu iz kalmamacasına silinip atılmaya calışılan “Enoch’un Kitabı” başta olmak uzere binyıllar oncesinin “yasak yayınları”nı icermekteydi.
Her iki bulgu, araştırmacıları ve tarihcileri yeni noktalara goturmekte yardımcı oldu. Nag Hammadi ve Olu Deniz Yazıtları, egemen ortodoks dini cevrelerin yok etmek istedikleri belgeleri ve bu belgeleri saklayan marjinal dini-felsefi insan gruplarını bilim adamlarının dikkatlerine sunuyordu: Bilgiye ve somut akla değer verdikleri icin mitleri sorgulayan, İsa’nın “Tanrı’nın Oğlu” değil bir “insan” olduğunu ve carmıhta olmediğini, dolayısıyla bedensel dirilişin de “masal” olduğunu savunan Gnostikler; birinci yuzyıl başlarında Bethlehem ve Kudus dolaylarında yaşamış bir “Mesih kultu”nun yaşatıcıları olan Nasoriler ve yine İsrail’de inzivaya cekilen radikal bir dini grup olan Esseneler. Bugun tarihciler, bu son iki grubun, yani Nasoriler ve Essenelerin, hıristiyanlığın ilk esinlerini oluşturduklarını ama Roma’nın hıristiyanlığı kabulunu izleyen surecte İmparator Konstantin’in (kendisi bir pagan kult olan “Sol Invictus” dinine son nefesine kadar bağlı olmakla birlikte) değişik Yakındoğu mitlerinden sentez oluşturup “İmparatorluk Dini”ni yaratmak uzere bir din adamları konseyini bir araya getirdiğini duşunuyorlar. Doğu’yu İmparatorluğun ana ekseni yapmak isteyen Konstantin, boylece bolge halklarını “resmi din” ile pasifize etmeyi amaclıyor ve siyasi otoritenin ilgilenmediği butun alanlarda “Kilise”yi yetkili ilan ediyor. Secilen din adamları konseyi İznik’te toplanıyor ve Mithra Kultu’nden Mısır’ın İsis – Osiris mitlerine dek butun bilinen kaynakları elden gecirip “resmi” dini formule ediyorlar. Dini yetki Kilise’nin ellerine teslim edildiği icin, bu dini ilkeleri sorgulayan ya da itiraz eden butun yerel gruplar birer birer sindiriliyor, yok ediliyor. “Hareketin” asıl sahibi Nasori ve Essene mezhepleri ve dogmaları sorgulayan Gnostikler başta olmak uzere, muhalifler silinip gidiyor ortadan.
Bugun ortodoks dini cevreler (hem hıristiyan hem de yahudiler) bu yorumlara şiddetli tepki gosteriyorlar. Ama araştırmacılar da, acılan yeni yoldan yurumekte kararlılar. Bundan dort yıla yakın bir sure once yayımlanan “Hiram Key” adlı kitabın yazarları Christopher Knight ve Robert Lomas da bu araştırıcıların en sansasyonellerinden. Her ikisi de Mason olan bu iki İngiliz, butun tepkilere rağmen 6 yıl boyunca Masonluğun bilinmeyen tarihini incelediler, sorguladılar ve sonunda kendilerinin bile ummadıkları noktalara vardılar: Hıristiyanlığın tarihi, belki de yeniden yazılmalıydı!
İki genc adamın araştırmasının en surpriz yanı, İsa ile ilgili ilk kez “elle tutulur” acıklamalar ortaya koyması ama bunların yine ortodoks dinin iddialarıyla 180 derece celişik olmasıydı. İsa’nın “memleketi” olarak bilinen Nasıra’ya ilişkin bir bilmeceye takıldı ilkin Knight ve Lomas. İncil, “Ona herkes Nasıralı İsa diyecek” diyordu ama, butun tarihi bulgular sozu edilen tarihlerde Nasıra kentinin varolmadığını gosteriyordu. İki araştırmacı, İsrail’de uzun sure dolaştılar, belgeleri incelediler ve sonunda aradıklarını hem Nag Hammadi yazıtlarında hem de orijinal metinlerde buldular. Nasıra (Nazareth) İsa zamanında ortada yoktu ama, “Nasıralı” nitelemesi de bir dil ve ceviri hatasından ileri geliyordu: Doğru sozcuk, “Masorean”, yani “Nasorili”ydi. Sina dolaylarında yerel dilde Nasori “balık suruleri” anlamına geliyordu ve şaşırtıcı bicimde aynı sozcuk aynı lehcede “İsa’ya inananlar”ı da niteliyordu! Araştırmalarını ilerleten iki yazar, Nag Hammadi yazıtları ve bolgede rastlanan eski kabartmalar dahil, hıristiyanların kullandığı “birbirini kesen iki yay” bicimindeki amblemin net bir bicimde “balık” şeklini simgelediğini farkettiler. Bu, hıristiyan kulturundeki “balıkcılık” mitine de uygun duşuyor ve Aziz Peter’ın balıkcı olmasını, İsa’nın ağları balıklarla doldurması mitlerini de acıklıyordu. Son noktada “Nasıralı İsa” nitelemesi, bir başka okunuşla beliriverdi: “Balıkcılar grubunun İsa’sı” !
Nasorilere ilişkin bu yorumları, soz konusu grubun Esseneler ile de ic ice yaşadığını, dahası, belki de bu ikisinin aynı insanlardan soz ettiğini ortaya cıkaran bulgular izledi. Roma imparatorluğu butun Yakındoğu’ya egemen olurken, dinlerinin ve binlerce yıldır saklanan eski bilgilerinin elden gideceğini duşunen bir grup yahudi şehirlerden uzakta inzivaya cekilmiş ve mağaralarda derviş hayatı yaşamaya başlamıştı. Bunlar, insanın doğumdan itibaren “kirliliğe” yatkın olduğunu duşunuyorlar ve surekli su ile yıkanmayı gerekli goruyorlardı: “Vaftiz”in izleriydi bunlar! İclerinden bazıları Kudus ve dolaylarında insanların arasında dolaşıp onları “doğru yola cağırma” işlevini ustlendikleri anlaşılıyordu ki, bunlardan biri “Nasorilerin İsa”sı, diğeri de “Vaftizci Yahya” olmalıydı.
Sonra Knight ve Lomas, İsa’nın adı uzerinde durdular: İncil yunanca yazılmıştı ve bu nedenle “Jesus” adı Yunan dilindeydi. Bu ismin Yahudi dilindeki karşılığı cok buyuk bir olasılıkla “Joshua” olmalıydı aslında. “Joshua”, Tevrat’taki kurtarıcı “Mesih” imgesine yakın kişiliklerden biriydi. Diğer yandan İsa’nın “soyadı” haline gelen “Mesih” yani “Christ” sozcuğunun de bir ozel isim olmayıp, Yahudi dinindeki “beklentiyle” ilişkili olduğunu vurguladılar Knight ve Lomas. Yahudiler, Tevrat’ta yazılı olan, kendilerini bağımsızlığa goturecek bir Mesih’i bekliyorlardı ama bekledikleri kişi “Tanrı’nın Oğlu” ya da bizzat “Tanrı” nitelemesiyle gelecek ve “dunyayı kurtaracak” biri değil, etten kemikten biriydi: Yahudilerin Kralı unvanıyla, Davut’un mirasını ustlenecek ve Yahudileri Roma zulmunden kurtarıp bağımsızlığını sağlayacak guclu, savaşcı bir Mesih bekliyordu onlar. Bu durumda, isimde bir gariplik vardı sanki.
İki yazar, araştırmayı İsa’nın yakalanıp yargılanmasına ve carmıha gerilmesine dek goturduler. 4. yuzyıldan beri yuzlerce inanmış insan Yahudi topraklarını karış karış aramış ama ne mahkeme tutanaklarına ne de unlu carmıha gerilme işleminin yapıldığı meydana ya da mezara ulaşabilmişti. Bir referans noktası arayan Knight ve Lomas, yargılama ve carmıha gerilme bolumune ilişkin İncil’deki hikayede, kimsenin o gune dek dikkat etmediği bir “anormalliği” farkettiler birden: Efsaneye gore Vali Pilatus, İsa ile birlikte idama mahkum edilen Barrabas adında bir sucluyu halkın onune cıkarmış ve adet gereğini birinin affedileceğini soyleyip halktan secim yapmasını istemişti. Coğunluğunu yahudilerin oluşturduğu halk da soz birliği icinde “Barrabas’ı affet, İsa’yı as” yanıtını vermişti valiye. İki yazar, bu Barrabas’ın bir ikinci isminin daha olduğunu fark ettiler: Matta İncili’nin 27:16 ayetinde bu adamın adı, bir kez geciyordu: İsa Barrabas!
İşler bambaşka bir noktaya yonelmeye başladı Knight ve Lomas icin: Demek o gun, inanışa gore, idama mahkum edilen iki İsa vardı! Bunlardan biri, “Yahudilerin Kralı” iddiasıyla ortaya cıkmış ve bu unvan alaycı bicimde başının uzerine yazılarak carmıha gerilmişti. Diğeriyse, İsa Barrabas idi ve Vali Pilatus tarafından affedilmişti. İki yazar, bir adım daha ileri gittiler ve o gunun diline ilişkin verilerden yararlanarak, bu kokeni hic bilinmeyen Barrabas adını cozumlediler: “Bar”, donemin dilinde “Oğlu” anlamına geliyordu. “Abba” ise “Baba” demekti. İki sozcuk birleşip tamlama haline geldiğinde “Babasının Oğlu” cıkıyordu ortaya ama bu tamlamanın ozel anlamı, “Tanrı’nın Oğlu”ydu! Yani Barrabas bir isim falan değil, bir unvandı ve İsa Barrabas harfi harfine “Tanrı’nın Oğlu İsa” demekti! Demek ki, o gun Kudus’te “Tanrı’nın Oğlu İsa” adıyla bilinen biri, olasılıkla başını derde sokmuş bir din adamı ya da vaiz Vali Pilatus tarafından affedilmiş, daha tehlikeli gorulen, cunku “Yahudilerin Kralı” unvanına sahip olduğu soylenen, halk arasında “beklenen Mesih” olabileceği inancları yayılan bir başka İsa da carmıha gerilerek idam edilmişti! Şimdi, bunların hangisi hıristiyanların İsa’sıydı sorusuna yanıt bulmak kalıyordu ve Knight ile Lomas’a gore yanıt acıktı: Affedilen ve serbest kalan, “Tanrı’nın Oğlu” unvanlı derviş!
İddia, hemen farkedeceğiniz gibi “sağlam” bilimsel dayanaklara sahip değil ve yine dini belgelerden yararlanıyor. Ama cozumleme ve varsayımın gecerli olma olasılığı hic de duşuk değil. Bu varsayım, iki yazarı şoyle bir noktaya da yonlendiriyor: İsa, affedildi ve bir Nasorili olarak, Essenelerin arasına geri dondu. Birinci yuzyılın ortaları boyunca, diğer yoldaşlarıyla birlikte mezhep inanışlarını yaymaya calıştı, bunda bir olcude başarılı da oldu. Ne var ki Roma İmparatorluğu ani bir strateji değişikliğiyle yeni dini alıp “resmi din” haline getirince ve onu istediği gibi yoğurup muhalifleri de ezince, Essene ve Nasorilerin sahip oldukları tek şey, inancları ve bilgileri de ellerinden alındı. Roma’nın kurduğu Kilise de yuzyıllar boyunca yapay bir hıristiyanlığı Batı dunyasına egemen kıldı, muhalifleri yok etti. İki yazar, “Hiram Key” kitabında İsa’nın doneminde yazılan ve bilinmeyen gecmişe ışık tutacak belgelerin İsa ve yoldaşlarınca Kudus’te bir yerlere saklandığını; 1000 yıla yakın bir sure sonra, Haclı Seferleri sırasında bolgeye gelen Templar Şovalyeleri’nin ısrarla bu belgeleri arayıp bulduklarını; ele gecen yazıtların şovalyelerce İskocya’daki bir şatonun icine gizlendiğini de iddia ediyorlar. Buna gore, eğer İskocya’daki Rosslyn Şatosu iyice aranırsa, bilmediğimiz daha pek cok şeyi iceren buyuk bir gizem ortaya cıkacak. Bu, Essenelere de atalarından kalan, olasılıkla İ.O 3. binyıla, hatta daha gerilere giden bir gizem belki de.
(kaynak:genelkulturvadisi.blogcu.com/hz-isa-carmiha-gerildi-mi/9682643)
__________________
Hz. İsa Carmıha Gerildi mi?
Dini Sohbetler0 Mesaj
●28 Görüntüleme
- ReadBull.net
- Eğitim Forumları
- İslami Bilgiler
- Dini Sohbetler
- Hz. İsa Carmıha Gerildi mi?
-
12-09-2019, 11:21:23