SORUNUN ASLI

İnanclar, olum korkusundan ve olum kaygısından oturu rağbet gormektedir, sozunun doğruluk payı var mıdır?


Değerli kardeşimiz;
Once şunu vurgulayalım ki, hicbir bilimsel kanıta dayanmayan bu gibi varsayımlar, dinsizlik duşuncesinden zorunlu olarak ortaya cıkan bir safsatadır.

Evvela, insanların olum korkusunu dinlerin ortaya cıkış olcusu olarak tespit etmeye calışmak, hem bilim hem de mantık acısından yanlıştır. Zira, semavî dinlerin elinde, ozellikle İslam dininin elinde oyle objektif deliller vardır ki, butun bunları reddetmek ve işi sadece korkuyla ilişkilendirmek gibi subjektif kuruntulara bağlamak icin deli olmak gerekir.

Olum endişesi elbette insanların en fıtrî kaygıları, en vicdanî tedirginliklerini seslendiren derin bir yaradır. İnsanların yaratılışları gereği olarak hissettikleri şeyler onların yanlışlıklarını değil, doğruluklarının tescilidir. Buna gore, insanlarda yaratılıştan var olan olum endişesi, insanların hic olup yok olmaktan, bir daha dirilmemek uzere toprak olmaktan korktuklarının bir gostergesidir.

Gozun varlığı guneşe, kulağın varlığı havaya, midenin varlığı gıdaya işaret ettiği gibi, olum endişesi de -yok olmanın zıddı olan- bekaya, surekli var olmaya, yeni bir hayatın olacağına kuvvetli bir işarettir. Cunku, “Eğer Allah vermeyi istemeseydi, istemeyi vermezdi.” vecizesinde ifade edildiği uzere, Allah hangi arzuyu vermişse o arzuları tatmin edecek şeyler de vermiştir. Orneğin, gormek isteyen goze guneşi, duymak isteyen kulağa sesi, beslenmek isteyen beden midesine gıdayı veren Allah, bekayı isteyen vicdana da ahiret hayatını yaratmıştır.

Bu ise insanın fıtraten ahiret hayatına namzet olarak yaratıldığının bir belgesidir. Cunku olum korkusu, olmekten ziyade, oldukten sonraki hayatın olup olmadığı hususundaki tereddutlerden kaynaklanmaktadır. Yoksa, insan ayağını ahiret alemine attığı andan itibaren, cennet gibi ebedî bir saadete gireceğini bilse bu endişe yuzde birine iner. Hatta dunya bomba olup patlasa hakikî imanı elden bir adamı korkutmayabilir.

Ozetle, ilk yaratılan insan olan Hz. Adem (as) aynı zamanda ilk peygamberdir ve cennet hayatını cok iyi bilendir. O zamandan beri yuz yirmi dort bin peygamber (aleyhimusselam) gelmiş ve hepsi de mucizeler gostererek peygamber olduklarını ispatlamışlardır. Sadece İslam ummetinde milyonlarca evliya vardır ki, bunların buyuk coğunluğu olum otesi -kabir, berzah- hayatını bizzat muşahede etmiştir.

Bu gercekler İslam kaynaklarında oldukca fazladır. Hegel, Marx, Mao ve benzeri materyalist felsefe akıntısına kapılmış ateistlerin kuruntularına mı, yoksa İmam Gazalî, Farabî, İbn Sina, İbn Ruşt gibi İslam filozoflarına; Abdulkadir Geylanî, Muhyiddin İbn Arabî, İmam Rabbanî, Bediuzzaman Said Nursi gibi -ilim, irfan ve keramet sahibi- evliyaların keşif kerametlerine, sozlerine mi inanacağız..

İslam inancına gore ise, bu dunya bir sınav yeridir ve insan bu dunyada yaptığı her hareketinin karşılığını obur dunyada gorecektir. Boyle bir ahiret inancı hem olum duşuncesinin kabullenilmesini, hem de bu dunyada karşılaşılan bir takım sıkıntı ve meşakkatlerin karşılığının obur dunyada kat kat alınacağı duşuncesiyle kişiyi karşılaşabileceği kaygı ve stresinden kurtarabilecektir. (bk. Huseyin Peker, Din Psikolojisi, Sonmez Matbaası, Samsun 1993, s. 167)

Ahiret inancı, bir taraftan insanlara zulum ve sıkıntılar karşısında buyuk bir teselli kaynağı sunarken, diğer taraftan olumsuzluk arzusuna sahip insan icin ebediyetin kapılarını acmakta, insanın ruhi dengelerinin bozulmaması hususunda buyuk rol oynamaktadır. Araştırmalarda umitsizlik vb. durumlarda ahiret inancının inananlara bir umit sunduğu ve endişeyi azalttığı, insanlara vicdan azabı ve korkularını yatıştıracak teselliler oluşturduğu tespit edilmiştir.

Ayrıca ahiret inancı, olumden sonra insanın hayatının devam edeceğini, esas olanın ahiret hayatı olduğu fikrini insanın dikkatine sunarak onun yaşantısını daha bilincli bir şekilde gecirmesine, kendisini otokritik etmesine de yardımcı olacağından olumlu bir değişim ve kaliteli bir yaşam surmesine imkan sağlar.

Netice olarak, olumu hayatın temel gayesi olarak goren inanan insanlar, bir gun olecekleri gerceğini şuurlarının bir koşesinde canlı tutarak zevk ve metanetle yaşayabilmenin imkanını araştırırlar. Onlara gore olumun berisindeki ve otesindeki hayat, birbirini tamamlayan iki unsur olarak gorulur. Nitekim onlar kendilerini nihayetsiz bir istikbalin yolcuları olarak gorurler. (bk. Faruk Karaca, Olum Psikolojisi, Beyan Yay., İstanbul 2000; Muammer Cengil, “Depresyonu Onlemede Dini İnancın Koruyucu Rolu” Din Bilimleri Akademik Araştırma Dergisi, III, (2003), Sayı:2, s., 141)
__________________