Selamlarin en guzeliyle..

Internette arastirma yaparken tesadufen buldugum bu yazi, "bazilarina" guzel bir aciklama getiriyor. Ve buldugum sitedeki yuzlerce veri, kaynak Kur'an'la bilime isik tutuyor. Iste o yazi :

KUR'AN BILIME YOL GOSTERIR


Onlar, ayakta iken, otururken, yan yatarken Allah'ı zikrederler ve goklerin ve yerin yaratılışı konusunda duşunurler. (Ve derler ki "Rabbimiz, Sen bunu boşuna yaratmadın. Sen pek yucesin, bizi ateşin azabından koru." (Al-i İmran Suresi, 191)

Allah Kuran'da insanları, goklerin, yerin, dağların, yıldızların, bitkilerin, tohumların, hayvanların, gece ile gunduzun meydana gelişinin, insanın kendi doğumunun, yağmurun ve yaratılmış daha bircok varlığın uzerinde duşunmeye ve bu varlıkları incelemeye cağırmaktadır. Bunları inceleyen insan ise tum varlıklarda Allah'ın yaratış sanatını gorecek, boylece kendisini ve tum evreni yoktan yaratan Rabbimizi tanıyabilecektir.


Bu nedenle Allah, Kuran'da insanları cevrelerindeki yaratılış delillerini duşunmeye ve incelemeye cağırır. Tum evrende var olan sistemleri, canlı ve cansız varlıkları inceleyen, gordukleri uzerinde duşunen ve araştıran her insan Allah'ın ustun aklını, ilmini ve sonsuz gucunu tanımaya başlayacaktır. Evreni ve icindeki tum varlıkları incelemenin ve Allah'ın yaratış sanatını keşfederek insanlığa acıklamanın yolu ise "bilim"dir. Dolayısıyla din, bilimi Allah'ın yaratışındaki detaylara ulaşmada bir yol olarak benimser ve bu nedenle bilimi teşvik eder.

Din, bilimsel araştırmaları teşvik ettiği gibi, dinin bildirdiği gerceklere gore yonlendirilen bilimsel araştırmalar da cok hızlı ve kesin sonuclar getirir. Cunku din, evrenin ve canlılığın nasıl var oldukları sorusuna en doğru ve en kesin cevabı veren tek kaynaktır. Dolayısıyla doğru bir noktadan başlanarak yapılan araştırmalar, evrenin ve canlılığın varoluşuna ait sırları en kısa surede, en az emek ve enerji harcayarak acığa cıkaracaktır. 20. yuzyılın en buyuk bilim adamlarından biri olarak kabul edilen Albert Einstein'ın da soylediği gibi "dinsiz bilim topaldır", yani dinin yol gostermediği bilim ilerleme gosteremez, kesin sonuclara ulaşması cok zaman alır ve hatta coğu zaman sonuc alınması mumkun olmaz.

Bu gerceği goremeyen materyalist ideolojiye sahip bilim adamları tarafından yonlendirilen bilimin ise, ozellikle son iki yuzyıldır, ne kadar vakit kaybettiği, bu yolda yapılan calışmaların buyuk bir kısmının heba olduğu ve harcanan trilyonlarca liranın nasıl boşa gittiği gozler onundedir. İşte bu nedenle, insanların kesin olarak bilmeleri gereken bir gercek vardır: Bilim ancak Allah'ın sonsuz kudretini, evrendeki yaratılış delillerini araştırma amacını benimser ve bu amac doğrultusunda calışırsa doğru sonuclara ulaşabilir. Rotası doğru cizilirse, yani doğru yonlendirilirse bilimin gercek amacına en kısa surede ulaşması sağlanabilir.

Allah İnancı Bilim Adamlarına Buyuk Bir Şevk ve Heyecan Kazandırır

Din bilimi teşvik eder ve bilimle uğraşan akıl ve vicdan sahibi insanlar Allah'ın varlığının delillerine cok yakından şahit oldukları icin, aynı zamanda guclu bir imana da sahip olurlar. Cunku bu insanlar yaptıkları her incelemede, her yeni buluşta Allah'ın yarattığı mukemmel bir sistem, kusursuz bir detay ile karşılaşırlar. Orneğin gozler uzerinde inceleme yapan bir bilim adamı, yalnızca insan gozundeki kompleks sistemi gorduğunde bunun asla tesaduflerle, aşamalı olarak meydana gelemeyeceğini hemen anlar. Biraz daha incelediğinde, gozun oluşumundaki her detayın mucizevi bir yaratılışı olduğuna şahit olur. Gozun birbiriyle tam bir uyum icinde calışan onlarca ayrı parcadan oluştuğunu gorur ve onu yaratmış olan Allah'a olan hayranlığı kat kat artar.

Aynı şekilde evreni inceleyen bir bilim adamı, kendini bir anda binlerce mucizevi dengeyle karşı karşıya bulur. Sınırlarını belirlemenin mumkun olmadığı ucsuz bucaksız uzayda yer alan milyarlarca galaksi ve bu galaksilerdeki milyarlarca yıldızın buyuk bir uyum icinde varlıklarını surdurebilmesi ona buyuk bir araştırma şevki verir. Bunlardan dolayı, iman sahibi bir insan bilimsel araştırmalar yapmak ve evrenin sırlarını oğrenmek konusunda, son derece istekli ve kararlı olur. Cağımızın en buyuk dehası olarak kabul edilen Albert Einstein bir yazısında iman eden bilim adamlarının dinden aldıkları bu ateşleyici gucu şoyle dile getirmiştir:

"Ben şunu iddia edebilirim ki, dini, kozmik yonden sezişler, bilimsel calışmalarda cok daha kuvvetli hissedilmektedir. Şuphesiz ki bu duyguyu, bilimsel zihniyeti ile ilk kuranlar en kuvvetli sezmişlerdi. Evrenin yapısını, bilimsel ve akılcı bir şekilde anlamak, insana en derin iman duygusu verir. Yıllarca mesai sonunda kavradıkları evren anlayışı, Kepler ve Newton'a boyle derin duygular vermiştir. (John Clover Monsma, The Evidence Of God In Expanding Universe (Genişleyen Evrende Allah'ın Varlığının Delilleri), Hisar Yayın Evi, Şubat 1976, s. 309)

Johannes Kepler Yaratıcı'nın eserlerindeki lezzeti tatmak icin bilimle ilgilendiğini soylerken, tarihin en buyuk bilim adamlarından biri olan Isaac Newton ise, bilimsel araştırmalarını yapma cabasının ardındaki sebebin Allah'ı bulup tanımak isteği olduğunu ifade etmiştir.

Bu sozler dunya tarihinin en onemli bilim adamlarından sadece birkacına aittir. Bu kişiler ve -ileriki bolumlerde inceleyeceğimiz- bunlar gibi daha yuzlerce bilim adamı evreni inceleyerek Allah'ın varlığına iman eden, Allah'ın ihtişamla yarattığı kanunlardan ve olaylardan etkilenerek, daha fazlasını keşfetme isteği duyan kimselerdir.

Allah'ın evreni nasıl bir yaratılışla var ettiğini gorebilme isteği, tarihte pek cok bilim adamının en buyuk motivasyon kaynağı olmuştur. Cunku evrenin ve canlıların yaratılmış olduklarını kavrayan bir insan, aynı zamanda bu yaratılışta bir amac olduğunu da kavrar. Amac ise doğal olarak anlam meydana getirir. Bu anlamı kavrayabilmek, delillerini bulmak, detaylarını incelemek isteği, bilimsel calışmalara buyuk bir guc kazandıracaktır.

Ancak eğer evrenin ve canlıların yaratılmış oldukları gerceği reddedilirse, bu anlam da ortadan kalkacaktır. Orneğin materyalist felsefeye ve Darwinizm'e inanan bir bilim adamı, evrende hicbir amac olmadığını, herşeyin kor tesaduflerin urunu olduğunu zannedecektir. Bu durumda evreni ve canlıları araştırmanın da bir anlamı kalmaz. Einstein bu gerceği, "din duygusu ne zaman kaybolsa bilim, ilhamı olmayan bir deneyciliğe donuyor" sozuyle ozetler.

Bu durumda, bir bilim adamının hedefleyebileceği yegane amac, yaptığı bir buluşla unlu olmak, tarihe gecmek ya da cok para kazanmak olabilir. Bu hedefler ise onu samimiyetten ve bilimsel durustlukten ayırabilir. Evrim teorisinin uzun bir zamandır bilim dunyasında kabul gormuş olması, bu samimiyetsizliğin bir orneğidir. Gercekte bilimsel verilerle yuz yuze kalan cok sayıda bilim adamı, evrim teorisinin canlılığı acıklamaktan cok uzak olduğunu gormekte, ama sırf tepki cekmemek icin bunu ifade etmemektedir. Amerikalı fizikci H. S. Lipson bu konuda şu itirafı yapar:

Canlılar hakkında Darwin'in bildiğinden cok daha fazlasını biliyoruz. Orneğin sinirlerin nasıl calıştığını biliyoruz ve bence her sinir elektrik muhendisliği yonunden bir şaheserdir. Ve bizim vucudumuzda bunlardan milyarlarcası vardır... Bu durumda benim aklıma gelen kelime "tasarım"dır. Ama biyolog meslektaşlarım bu kelimeden hic hoşlanmamaktadır. (H. S. Lipson, A Physicist's View of Darwin's Theory, Evolutionary Trends in Plants, vol. 2, no. 1, 1988, s. 6)

Yaratılışı ifade eden "tasarım" kelimesi, sırf bu kelimeden hoşlanılmadığı icin bilimsel literaturun dışına atılmak istenmekte, cok sayıda bilim adamı da bu dogmatik tutuma boyun eğmektedir.

Bu carpık durum, 19. yuzyılın ortalarından itibaren bilim dunyasına hakim olmaya başlayan "dinsiz bilim" aldanışının bir sonucudur. Einstein'in belirttiği gibi "dinsiz bir bilim topaldır". Bu yuzden de bu aldanış, hem bilim dunyasını yanlış hedeflere yonlendirmiş, hem de bu hedeflerin yanlışlığını gormesine rağmen kayıtsızca sessiz kalan bilim adamları ortaya cıkarmıştır.

Materyalizm maddenin mutlak varlığını savunur ve Allah'ı inkar eder. Bu felsefenin iddiaları aşamalı bir bicimde bilim dunyasına kabul ettirilmiş ve bilimsel araştırmaların onemli bir bolumu bu iddiaları desteklemeye ayrılmıştır. Ancak bugun geriye donup bakıldığında, materyalizmin iddialarının bilime sadece zaman kaybettirdiğini goruruz. Cunku bu iddiaların her birini ispatlayabilmek icin on yıllar boyunca sayısız bilim adamı cabalamış, ancak ortaya cıkan sonuclar bu iddiaların gecersizliğini gostermiştir. Bulgular, "O, gokleri ve yeri yoktan var edendir." (Enam Suresi, 101) ayetiyle de Kuran'da haber verildiği gibi; evrenin yoktan yaratıldığını, insan yaşamını gozeten bir amaca gore tasarlandığını, canlılığın tesaduflerle var olmasının ve evrimleşmesinin imkansız olduğunu ispatlamıştır. Şimdi bu gercekleri sırasıyla inceleyelim:

Materyalistlerin, "Sonsuz Evren" Saplantıları ile Bilime Kaybettirdikleri

20. yuzyılın başlarına dek materyalistlerin hakim olduğu bilim dunyasındaki yaygın goruş, evrenin sonsuz boyutlara sahip olduğu, sonsuzdan beri var olduğu ve sonsuza kadar da var olacağı şeklindeydi. Materyalist felsefenin temelini teşkil eden bu goruş, evrenin yaratılmış olduğunu da reddediyordu. Cok sayıda bilim adamı, soz konusu "sonsuz evren" modelini bilimsel calışmalarına temel olarak aldı. Astronomi ve fizik alanlarında sayısız bilim adamı uzun yıllar boşa cabalayıp yoruldu.

Sonsuz evren modelinin yanlışlığını sezen ve buna karşı bilimsel bir alternatif getiren ilk kişi, Belcikalı bilim adamı George Lemaitre oldu. Lemaitre, evrenin gercekte bir başlangıcı olduğunu ve bu başlangıctan itibaren surekli genişlediğini one surdu. Burada vurgulanması gereken nokta, George Lemaitre'in aynı zamanda bir din adamı oluşudur. Lemaitre, "evreni yaratanın Allah olduğu " acıklamasına yurekten inanıyordu. Yani bilime, materyalistlerden cok daha farklı bir temelden yaklaşıyordu.

İlerleyen yıllar, Lemaitre'in inandığı temelin doğru olduğunu ortaya cıkaracaktı. İlk olarak Amerikalı astronom Edwin Hubble, yıldızların hem bizden hem de birbirlerinden surekli olarak uzaklaştıklarını keşfetti. Yani evren genişlemekteydi; materyalistlerin iddia ettikleri gibi durağan değildi. Evren genişlediğine gore, zaman icinde geriye doğru gidildiğinde evrenin tek bir noktadan genişlemeye başladığı ortaya cıkıyordu. Yapılan hesaplar sonucunda ise bu tek noktanın sıfır hacme sahip olması gerektiği anlaşıldı. İşte evren bu noktanın patlamasıyla ortaya cıkmıştı. Bu patlamaya "Big Bang" yani "Buyuk Patlama" ismi verildi. Sıfır hacim ifadesinin karşılığı "yokluk"tur. Yani evren ayetlerde bildirildiği gibi "yoktan yaratılmıştır".

Big Bang teorisinin kabul gormesi icin bilimsel delillerinin de bulunması gerekiyordu. Nitekim1965 yılında Arno Penzias ve Robert Wilson adlı iki araştırmacı bu radyasyon kalıntılarını keşfettiler.1989 yılına ulaşıldığında ise, COBE uydusu Penzias ve Wilson'ın olcumlerini doğruladı. 20. yuzyılın bilim tarihine baktığımızda, benzeri durumların diğer alanlarda da yaşandığını gorebiliriz.

"Evrende Tasarım Yoktur" İddiasının Bilime Kaybettirdikleri

Materyalistler, evrenin sonsuzdan beri var olduğunu savundukları gibi, evrende bir amac ve tasarım olmadığını da iddia etmişlerdir. Evrendeki tum denge, ahenk ve uyumun sadece tesaduflerin bir eseri olduğunu one surmuşlerdir. Bu iddia da yine 19. yuzyılın ikinci yarısından itibaren bilim dunyasına hakim olmuş ve bilimsel calışmalara yon vermiştir.

Ancak 1960'lı yıllardan itibaren yapılan araştırmalar, evrendeki tum fiziksel dengelerin insan yaşamı icin cok hassas bir bicimde ayarlandığını ortaya koymaktadır. Araştırmalar derinleştirildikce, evrendeki fizik, kimya ve biyoloji kanunlarının, yer cekimi, elektromanyetizma gibi temel kuvvetlerin, atomların ve elementlerin yapılarının tumunun, insanın yaşamı icin tam olmaları gereken şekilde duzenlendikleri birer birer bulunmuştur.

Bu sonucla birlikte, materyalist felsefenin bilim dunyasına empoze ettiği "Evren, icinde hicbir amac ve anlam olmayan bir maddeler yığınıdır, tesaduflerle işler" şeklindeki anlatımın, gercekte bilime aykırı bir masal olduğu ortaya cıkmıştır. Unlu molekuler biyolog Michael Denton bir kitabında bu konuda şu yorumu yapar:

20. yuzyıl astronomisi icinde ortaya cıkan yeni tablo, gectiğimiz dort asır icinde bilimsel cevrelerde yaygın kabul goren bir varsayıma karşı ciddi bir başkaldırı oluşturmaktadır. Bu varsayım, yaşamın evren icinde ortaya cıkmış tesadufi ve onemsiz bir kavram olduğu duşuncesidir...

Modern kozmoloji ve fizik tarafından ortaya konan deliller, aslında 17. yuzyıldaki doğal teoloji savunucularının aradıkları, ama o donemdeki bilim duzeyi icinde bulamadıkları delillerdir. (Michael Denton, Nature's Destiny: How the Laws of Biology Reveal Purpose in the Universe, The New York: The Free Press, 1998, s. 14-15)

Bu alıntıda sozu edilen "doğal teoloji savunucuları", 17 ve 18. yuzyıllarda yaşayan dindar bilim adamlarıdır. Ancak, yine ustteki alıntıda belirtildiği gibi, o donemde bilim duzeyinin zayıf oluşu nedeniyle guc bulan materyalizm 19. yuzyılda bilim dunyasında hakim hale gelmiştir. Oysa 20. yuzyıl bilimi bu sureci tersine cevirmiş ve evrenin Allah tarafından yaratıldığını ispatlayan acık deliller ortaya koymuş bulunmaktadır.

Burada dikkat edilmesi gereken nokta ise, "evrende bir amac ve tasarım yoktur" şeklindeki materyalist hurafenin bilim dunyasına kaybettirmiş olduğu zamandır. Bu hurafeyi destekleyebilmek icin ortaya atılmış olan tum teoriler, formuller, teorik fizik calışmaları, matematiksel denklemler vs., hepsi boşa harcanmış birer cabadır. Oysa eğer bilim dunyası materyalizm yanılgısı yerine, evreni yaratanın Allah olduğu gerceğini temel almış olsa, bilimsel araştırmalar da bu gerceğe gore yurutulmuş olacaktı. Ben kendim, evrim teorisinin, geleceğin tarih kitaplarındaki en buyuk alay konularından biri olacağına ikna oldum. Gelecek kuşaklar, bu kadar dayanaksız ve belirsiz bir hipotezin inanılmaz bir saflıkla kabul edilmesini hayretle karşılayacaktır. (Malcolm Muggeridge, The End of Christendom, Grand Rapids: Eerdmans, 1980, s. 59)

Evrim Teorisini Kanıtlama Yonundeki Umutsuz Cabaların Bilime Kaybettirdikleri

Bilimin yanlış temeller uzerine oturtulmasının en somut orneğini, Darwin'in evrim teorisinde gormek mumkundur. 140 yıl oncesinde bilim dunyasının gundemine giren bu teori, gercekte tum bilim tarihinin en buyuk yanılgısını oluşturmaktadır.

Evrim teorisi, canlılığın tesadufler sonucunda bazı cansız maddelerin biraraya gelmeleriyle oluştuğunu iddia eder. Aynı iddiaya gore, tesadufen oluşan bu canlılar yine tesadufler sonucu evrimleşerek başka canlılara donuşmuşlerdir. Bu senaryonun ispatlanması icin bir bucuk asırdır cok buyuk bir caba harcanmaktadır. Ancak, bulunan butun deliller evrimin asla gercekleşmediğini, canlıların birbirine aşamalı donuşumunun soz konusu olmadığını, tum canlı turlerinin ayrı ayrı ve oldukları şekilde yaratıldıklarını gostermektedir.

Yine de evrimciler, tum bu acık delillere rağmen, evrimi ispatlamak icin sayısız araştırma ve deneyler yapmakta, sadece safsatalardan ve aldatmacalardan ibaret kitaplar yazmakta, enstituler kurup, konferanslar verip, televizyon programları hazırlamaktadırlar. Gercek olmayan bir iddia icin binlerce bilim adamının, hesapsız paranın ve imkanın heba edilmesi insanlık icin cok onemli bir kayıptır. Tum bu zarar yerine eğer bu imkanlar yerinde kullanılmış olsaydı, bugune kadar bilimde cok onemli adımlar atılmış, kesin sonuclar elde edilmiş olabilirdi. Pek cok insan evrimin ne denli buyuk bir yanılgı olduğunu gormektedirler. Orneğin İskandinav bilim adamı Søren Løvtrup Darwinism: The Refutation of a Myth adlı kitabında şoyle demektedir:

Sanırım herkes, tum bir bilim dalının yanlış bir teoriye bağımlı hale gelmesinin cok buyuk bir şanssızlık olacağını kabul edecektir. Ancak biyolojide yaşanan şey tam da budur: Uzun bir zamandır insanlar evrimsel konuları Darwinistik kavramlarla tartışıyor, "adaptasyon", "seleksiyon basıncı" ya da "doğal seleksiyon" gibi kavramlarla. Sonra da bu tartışmalarla doğal olayların acıklanmasına katkıda bulunduklarını sanıyorlar. Ama gercekte hicbir katkı sağlamıyorlar... İnanıyorum ki, Darwinizm efsanesi bir gun bilim tarihindeki en buyuk aldanış olarak tanımlanacaktır.

Bazı evrimci bilim adamları da, savunmakta oldukları teorinin gerceklerle uyuşmadığını hissetmekte ve bu durum karşısında buyuk rahatsızlık duymaktadırlar. Orneğin evrimci bilim adamı Paul R. Ehrlich, Science dergisindeki bir roportajında "gunumuzde evrim teorisini bir dogma olarak olumsuzleştirmek, gozlemlenen dunya hakkında daha doyurucu acıklamalar yapılmasını engelleyecektir" diyerek, evrim teorisine olan koru korune bağlılığın, bilime verdiği zararı dolaylı yoldan da olsa kabul etmektedir.

Evrimcilerin "Cansız Madde Hayat Oluşturabilir" İddiasının Bilime Kaybettirdikleri

Canlılığın kaynağı nedir? Bir kuşu ya da zurafayı, taştan, sudan, topraktan, kısacası cansız maddeden ne ayırmaktadır?

Bu sorunun cevabı tarihin eski donemlerinden bu yana merak edilmiştir. Bu konuda ortaya cıkan goruşler ise, iki farklı temelde toplanır. Birinci goruş, canlılar ile cansız madde arasında cok ince bir sınır olduğu, bu sınırın kolaylıkla delinebildiği ve cansız maddenin kendi kendine canlanabileceği yonundedir. Bu goruşe bilimsel dilde "abiogenesis" adı verilir. İkinci goruş ise, canlılık ile cansız madde arasında buyuk ve aşılmaz bir sınır olduğunu kabul eder. Cansız maddenin, kendi kendine canlanması imkansızdır ve her canlı, ancak bir başka canlıdan kaynak bularak doğar. "Hayat hayattan gelir" cumlesiyle ozetlenen bu goruş, "biogenesis" olarak anılır. İlginc olan, "abiogenesis" fikrinin materyalist felsefeyle, "biogenesis" fikrinin ise dini kaynaklarla olan bağlantısıdır. Materyalist felsefe, en baştan beri hep cansız maddenin canlanabileceğini savunmuştur. Buna karşılık, Kuran'daki ayetlerde maddeye hayat verecek olanın, sadece Allah'ın yaratışı olduğunu bildirilir:

O, diriyi oluden cıkarır, oluyu de diriden cıkarır. İşte Allah budur. Oyleyse nasıl oluyor da cevriliyorsunuz? (Enam Suresi, 95)

Bugun bilim dunyası, cansız maddelerin tesadufen gelişen olaylar sonucunda, kendi kendilerini duzenleyip, diğer cansız maddelerle bir araya gelip, kusursuz ve son derece karmaşık olan bir hucreyi meydana getiremeyeceğini gostermiştir. Aynı şekilde cevremizde gorduğumuz milyonlarca canlı turunun, evrimcilerin iddia ettikleri gibi tesadufen bir araya gelen hucrelerden oluşamayacağı da anlaşılmaktadır.

Nitekim Kuran'da canlılık bir "hiclikken" Allah'ın yarattığı, O'ndan başka hicbir varlığın "can verme" gucune sahip olmadığı bildirilmiştir. Eğer bilim, Allah'ın insanlara bildirdiği bu gercekleri takip etmiş olsaydı, bu kadar uzun bir sure, evrimciler tarafından sonuc cıkmayacak bir araştırma ile "oyalanarak" vakit kaybetmezdi.

Evrimcilerin Fosil Cıkmazı

Evrim teorisinin bilime kaybettirdiği zamanın bir diğer orneği, paleontolojinin (fosil bilimi) bu teoriyi ispatlamak adına cıkmaz bir sokak icine sokulmuş olmasıdır. Elbette dunya uzerindeki yaşamın tarihini oğrenebilmek icin paleontolojik araştırmalara gerek vardır. Ancak evrim teorisinin yanlış ongoruleri, fosil araştırmalarını olumsuz yonde etkilemekte ve bilim adamlarını yanlış yonlendirmektedir. Ozellikle "insanın kokeni" konusunu araştıran paleontologlar, tam bir cıkmaz icindedir. Hayali yarı maymun-yarı insan canlıları bulmak icin yaptıkları tum araştırmalar boşa gitmektedir.

Ayrıca belirtmek gerekir ki, fosil araştırmaları cok zor koşullarda ve buyuk maliyetlerle yapılmaktadır. Genellikle Afrika vadileri gibi alanlarda, onlarca kişiden oluşan araştırma ekiplerinin aylarca yaşayabilecekleri kampların kurulması, bu zor koşullarda, kızgın guneşin altında milyar dolarlarla ifade edilen maliyetlerle yapılan calışmalar son 1.5 asırdır hicbir sonuc vermemiştir.

Tum bunlar "bilimsellik" kılıfı kullanılarak yapılan zaman, bilgi, emek, para ve imkan israfıdır. Tum dunyada binlerce universite, bilimsel kuruluş ve organizasyon, milyonlarca bilim adamı, oğretmenler ve oğrenciler, laboratuvarlar, teknik eleman ve teknik aletler ve daha saymakla bitmeyecek kadar cok imkan, gercek dışı bir iddianın ispatlanması uğruna seferber edilmiş durumdadır. Ancak ortaya hicbir sonuc cıkmamakta, ele gecen yeni bulgular evrim iddiasının yanlışlığını daha acık olarak gostermektedir. Evrimci bilim adamı S. J. Jones, Nature dergisine yazdığı bir makalede, paleoantropolojinin, yani insanın kokeni hakkındaki fosil araştırmalarının icine girmiş olduğu cıkmaz sokağı şoyle ozetler:

Paleoantropologlar, fosil kayıtlarının azlığına gosterdikleri ofkenin uzerini kapatmaya calışıyorlar. Paleoantropoloji hala, sadece bir fikir ileriye surerek unlu olunabilecek tek bilim dalı olmalı. Paleoantropolojide bir fikrin onay gormesi kimin daha yuksek sesle bağırdığına bağlı. (S. J. Jones, A Thousand and One Eves, Nature, cilt 34, 31 Mayıs 1990, s. 395)

Evrimci Sahtekarlıkların Bilime Kaybettirdikleri

Evrimciler, teorilerini kanıtlayan delilleri bulamadıkları icin, cok kereler bilimsel bulguları saptırarak veya sahtekarlıklar yaparak insanlığı aldatmışlardır. Bu sahtekarlıklar icinde en unlusu "Piltdown Adamı" skandalıdır. Evrimciler, yaşadıklarını iddia ettikleri yarı maymun yarı insan yaratıkların fosillerini bulamadıkları icin careyi kendileri bir tane uretmekte bulmuşlardır. Bir orangutan cenesini insan kafatasına ekleyerek ceşitli kimyasallarla eski goruntusu vermiş ve bu kafatasını dunyanın en unlu muzesinde yıllarca "insanın atası" diye sergilemişlerdir. Bu sahtekarlığın bilime verdiği kaybı kendisi de bir evrimci olan F. Clark Howell şoyle acıklamaktadır:

Piltdown Adamı, insan kafatası ve maymun cenesinden oluşan bir yaratıktan başka bir şey değildi. Bu bilerek tezgahlanan bir aldatmacaydı. Ne cenenin maymuna ait olduğunu, ne de kafatasının insana ait olduğunu kabul etmediler. Bunun yerine, bu parcaların maymun ve insan arasındaki doneme ait bulgular olduğunu acıkladılar. 500.000 yıl oncesine ait olduğunu soyleyerek, buna bir isim koydular (Eoanthropus Dawsoni veya Dawn adamı) ve bu konu uzerine yaklaşık 500 adet kitap yazdılar. Paleontologlar bu buluşla 55 yıl boyunca boş yere oyalanıp durdular.

Bu bilim adamının sozleri son derece duşundurucudur. Gercek olmayan bir "sozde delil" 40 yıl boyunca konuyla ilgili tum bilim cevrelerini "boş yere oyalamış"tır. Sahte bir kafatası uzerine 500 kitap yazılması boşa harcanan emeklerin acık bir gostergesidir. Bir başka evrimci sahtekarlığın sahibi olan Ernst Haeckel ise, hem yaptığı sahtekarlığı itiraf etmiş, hem de diğer meslektaşlarının ideolojileri uğruna yaptıkları carpıtmaları dile getirmiştir:

Bu yaptığım sahtekarlık itirafından sonra kendimi ayıplanmış ve kınanmış olarak gormem gerekir. Fakat benim avuntum şudur ki; suclu durumda yan yana bulunduğumuz yuzlerce arkadaş, bircok guvenilir gozlemci ve unlu biyolog vardır ki, onların cıkardıkları en iyi biyoloji kitaplarında, tezlerinde ve dergilerinde benim derecemde yapılmış sahtekarlıklar, kesin olmayan bilgiler, az cok tahrif edilmiş şematize edilip yeniden duzenlenmiş şekiller bulunuyor. (Francis Hitching, The Neck of the Giraffe: Where Darwin Went Wrong, New York: Ticknor and Fields 1982, s. 204)

Yapılan gozlemlerin, deneylerin ve araştırmaların evrime uydurulmaya calışılması, gerceklerin gizlenmesi veya değiştirilerek insanlığa sunulması elbette ki bilimsel gelişmelere onemli olcude zarar vermektedir. Konunun en ilginc yonu ise, evrimcilerin evrimi ispatlamak icin yaptıkları araştırma ve deneylerin sonucunda, hep Yaratılış'ı destekleyen deliller bulmalarıdır.

Evrimciler İstemese de Bilimsel Bulgular Hep Yaratılış'ı Kanıtlar

Onlardan seni dinleyenler vardır; oysa biz, onu kavrayıp anlamalarına (bir engel olarak) kalpleri uzerine kat kat ortuler ve kulaklarında bir ağırlık kıldık. Onlar, hangi 'apacık-belgeyi' gorseler, yine ona inanmazlar. Oyle ki, o inkar etmekte olanlar, sana geldiklerinde, seninle tartışmaya girerek: "Bu, oncekilerin uydurma masallarından başka bir şey değildir" derler. (Enam Suresi, 25)

Evrimcilerin evrimi ispatlamak icin yaptıkları araştırma ve deneylerin sonucunda hep Yaratılış'ı destekleyen deliller bulunmuştur. Bilim, Allah'ın varlığına inananlar icin cok kolay ve zahmetsizdir. Cunku var olan bir sistemi araştırmak ve onunla ilgili delilleri aramak bilim adamları icin bir zorluk cıkarmaz.

Cevremizde ve icinde yaşadığımız evrende, Yaratılış'a ait sayısız delil bulunmaktadır. Bir sivrisinekteki hayranlık verici sistem, bir tavus kuşunun kanatlarındaki muhteşem sanat, goz gibi karmaşık ve mukemmel bir organ ve daha milyonlarca varlık iman eden insanlar icin Allah'ın varlığının ve O'nun ustun ilminin ve aklının delilleridir. Yaratılış gerceğini kabul eden bir bilim adamı da, doğayı bu gozle inceleyecek ve yaptığı her gozlemden, duzenlediği her deneyden buyuk bir zevk alacak, yeni araştırmalar icin ateşleyici guc bulacaktır.

Oysa evrim gibi bir hurafeye inanmak ve bunu bilime rağmen savunmaya calışmak, psikolojik yonden bilim adamlarını da sıkıntıya sokar. Evrendeki ahenk ya da canlılardaki tasarım, onlar icin buyuk bir sıkıntı kaynağı olur. Darwin'in aşağıdaki sozu, gercekte tum evrimcilerin ruh haline ışık tutmaktadır:

Gozu duşunmek coğu zaman beni teorimden soğuttu. Ama kendimi zamanla bu probleme alıştırdım. Şimdilerde ise doğadaki bazı belirgin yapılar beni cok fazla rahatsız ediyor. Orneğin bir tavus kuşunun tuylerini gormek, beni neredeyse hasta ediyor. (Norman Macbeth, Darwin Retried: An Appeal to Reason, Boston, Gambit, 1971, s. 101)

Tavus kuşunun tuyleri de, doğadaki tum diğer sayısız yaratılış delili de, evrimcileri surekli olarak rahatsız etmeye devam etmektedir. Gordukleri apacık delillere bu şekilde gozlerini kapatan bu kişilerde, doğal olarak gerceklere karşı umursuzluk ve buna bağlı bir yargı bozukluğu gelişmektedir. Hıristiyanlara seslenirken; "eğer bir heykelin sizlere el salladığını gorseniz dahi, bir mucize ile karşı karşıya olduğunuzu sanmayın... Cok kucuk bir olasılıktır, ama belki de heykelin sağ kolundaki atomların hepsi, tesadufen, bir anda aynı yonde hareket etme eğilimi icine girmiş olabilirler" diyen unlu evrimci Richard Dawkins, bu yargı bozukluğunun klinik bir orneğidir. Bilimin ilerleyebilmesi icin bu 19. yuzyıl artıklarının bir kenara bırakılması ve ozgurce duşunen ve gorduğu gerceği kabul etmekten cekinmeyen bilim adamlarının varlığı gerekmektedir.

Daha fazlasi icin : www.kuranvebilim.com





__________________