Kur'an-ı Kerim' de bilimsel keşiflerden bahsediliyor mu?


Yazar: Prof.Dr. İbrahim Canan, 09-4-2006

Kur'an-ı Kerim bir ayetinde şoyle buyurur: "Yaş ve kuru her şey Kitab-ı Mubin'de vardır" (En'am 59). Ayette gecen "Kitab-ı Mubin" tabiri ile kastedilen şey nedir? İslam alimleri, bununla, hem Kur'an-ı Kerim'i, hem de "Levh-i mahfuz"u anlamışlardır.

Levh-i Mahfuz, sırrı ve mahiyeti sadece Allah tarafından bilinen ve icerisinde olmuş, olacak her şeyin yazılı bulunduğu bir levhadır. Yani Allah'ın kader kitabı.

Ayetin taşıdığı bu iki ihtimalden sadece birini kesinlikle iddia edemeyiz. Oyle ise, Kitab-ı Mubin tabiriyle hem levh-i mahfuz ve hem de Kur'an-ı Kerim'in kastedilmiş olduğu soylenebilir.

Bu durumda, Levh-i Mahfuz'da her şey acık olarak butun teferruatıyla yazılmış, Kur'an-ı Kerim'de ise ozetlenmiştir. Aralarında ağacla, ağacın cekirdeği arasında mevcut olan fark vardır. Soz gelişi, bir incir cekirdeği, nokta kadar kucukluğune rağmen, koskocaman incir ağacını (boyu, dalı, yaprağı, meyvesi, tadı, kokusu vs.) her ceşit hususiyetleri ile birlikte ihtiva etmekte, maddi manevi her yonunu, gozlerimizle gormemiz mumkun olmayan genlerde programlar halinde taşımaktadır. Bu ilmen ortaya konmuş bir gercektir.

Binaenaleyh, Kur'an-ı Kerim'de de bu cekirdek misalinde olduğu gibi, gecmiş ve geleceğin muhim hadiseleri ozetler ve işaretler halinde kaydedilmiştir.

Ancak bunu herkesin gorup anlaması mumkun değildir. Bu sahanın ehli olan bazı alimler, bunları sezebilir veya gorebilir.

Akla şu sorunun gelmesi normaldir: Her şeye yer veren Kur'an-ı Kerim'de insanlık icin cok muhim olan ucak, tren, elektrik gibi fenni icatların acık olarak anlatılmamasının sebebi nedir? Herkesin aklına gelen bu soruyu birkac acıdan cevaplandırmak mumkundur:

1- Kur'an'ın Asıl Gayesi Acısından: Kur'an-ı Kerim'in asıl gayesi bize fenni bilgi vermek, gecmiş ve gelecekle ilgili tarihi malumat sunmak değildir. O, ne bir tarih, ne de coğrafya, fizik, kimya, keşifler, icatlar kitabıdır. Bu ceşit kitaplarda bulunan turden bilgileri Kur'an'da aramak, Kur'an'ın asıl maksadını bilmemekten, onu hakkıyla tanımamaktan ileri gelir.

Kur'an her şeyden once bir din kitabıdır. Yani, insanlara Allah'ı ve insanların Allah'a karşı vazifelerini tanıtan bir kitap. Esasen butun dinler, insan icin, iki mechul olan "Yaratan"ı ve "yaratıkların vazifeleri"ni acıklamaya calışır. "Yaratan kimdir, nedir, nasıl bir varlıktır, neler yapmıştır, ne yapmaktadır, yaratmaktan maksadı nedir?"

İnsanoğlu bunları oğrenmek ve anlamak ister. Yine isteriz ki, "mahlukat nedir, nereden gelmiştir, sonu ve akıbeti ne olacaktır, bu dunyadaki işi ve vazifesi nedir", bilsin, anlasın.

İşte Kur'an-ı Kerim'in esas gayesi, bu soruları cevaplayarak insanlara Rablerini ve kendilerini tanıtmaktır.

Kur'an-ı Kerim, bununla beraber diğer mahluklardan da bahseder. Arz ve sema; ay, guneş ve yıldızlar, hayvanlar ve ağaclar; dağlar, denizler ve nehirler onda hep gecit resmi yaparlar. Ancak bunlardan bahis de, esas itibariyle, yukarıda kaydedilen iki maksat icindir: Ya Allah'ın kudretini, onlar uzerindeki tasarrufunu belirtmek, bunları bir delil ve vasıta yaparak Allah'ı tanıtmak; ya da bunların insana olan faydalarını, yaratılış gayelerini belirterek insanlara kulluk vazifelerini hatırlatmak ve buna teşvik etmektir.

Kur'an-ı Kerim'de galaksiler, yıldızların sayısı veya guneşin capı, dunyadan uzaklığı, neşrettiği şualar ve ısı derecesi gibi, fenni bilgiler yer almaz. Zira, bu ceşitten eşyanın bizzat kendisini tanıtan bilgiler, Allah'a sunulan ibadet acısından ehemmiyet taşımazlar. Guneş, bunca azamet ve hizmetine rağmen, kulluk dairesi icerisindeki ehemmiyeti yonuyle, ayet-i kerime'de bir "lamba", bir "mum"dur. Dunya da bazen bir "beşik", bazen bir "doşek"tir. Gok kubbesi ise, yıldızlarla suslenmiş bir tavandır.

Ucsuz bucaksız kainatın, boylesi tasviri yanında, beşeri icatlar, Kur'an'da nasıl zikredilme hakkı isteyebilirler? Zira bunlar, hem cisimleri ve hem de hizmetleri yonunden kainatın parcalarına nazaran cok kucuk ve sonuk kalırlar. Oyle ise, Kur'an-ı Kerim'in, beşeri icatlara uzaktan ve dolaylı bir işarette bulunması onlar icin yeterlidir. Gercekten de oyle yapıldığını az ilerde goreceğiz.

2- İmtihan Sırrı Acısından:
Kur'an-ı Kerim'in fenni icatlardan veya gecmiş ve gelecek hadiselerden, herkesin anlayacağı bir tarzda acık olarak bahsetmeyişinin bir diğer sebebi, "imtihan sırrı"nın gereğidir. Bununla şunu kastediyoruz: İnsanlar, diğer mahluklar gibi, sabit, değişmez belli bir kabiliyet uzerine yaratılmamıştır. O, Yaratılışı itibariyle son derece terakki (yukselme) ve tedenni (duşme)ye musaittir. Manen ilerleyerek meleklerden ustun olabileceği gibi; ruhen, ahlaken gerileyerek hayvanlardan cok daha aşağılara duşebilecektir.

Cenab-ı Hakk, insanları bu mahiyette yarattıktan sonra başı boş bırakmamıştır. Peygamberlerle, yuce hedeflere terakki edip yukselmenin şartlarını oğrettiği gibi, ilerlemeye mani olacak engelleri, onu alcaltıcı, duşurucu sebepleri de gostermiş ve şoyle emretmiştir: "İşte sana iki yol, birinde gidersen yukseliş, diğerinde gidersen alcalış var. Sakın nefsine, şeytana uyup kendini alcaltma. Aksi takdirde bundan hesap verecek, ebedi husrana uğrayacaksın."

İşte insanın manen ve hatta maddeten yukselmesi, bu gosterilen doğru yolu hur iradesiyle secmesine bağlıdır. Hayat ise, boyle bir secimin yapılması icin verilen bir fırsattır, bir imtihandır.

Bu imtihanın gercek manada imtihan olması ve insanın yaptıklarından sorumlu tutulabilmesi icin, secim işinde zora maruz kalmaması lazımdır. Her şeyi aklı ile gormeli, iradesi ile secmelidir.

Her devirde peygamberler gelerek, bu ilahi tebliği tazelemişler, zamanla unutulan, perdelenen hakikatleri yeniden akılların anlayacağı şekilde acıklayıp gitmişlerdir. Fakat zorlamamışlardır. Hicbir peygamber, tebligatını yaparken, insanlara zorla benimsetme cihetine gitmemiştir. Bir bakıma aklı şaşırtıcı olan mucizeler bile, tamamen susturucu, herkesi kabule zorlayıcı olmamıştır. Soz gelişi, Hz. Musa'nın asası, sihirbazların goz bağlayıcı iplerini yutarak, hilelerini iptal ettiği zaman sihirbazlar:

"Harun ve Musa'nın Rabbine inandık" diye imana gelirken, Firavun: "Bu hepinize sihir oğreten buyuğunuz" (Ta-Ha, 71) diyebilmiş, kufrune devam edebilmiştir. Keza, Hz. Peygamber (Aleyhisselam) Mekke muşriklerinin talebi uzerine, parmağıyla işaret buyurduğunda gokteki "ay" ikiye bolunduğu zaman; onlar: "Muhammed sihriyle semaya da tesir etmeye başladı" diyerek direnmeye devam edebilmişlerdir.

Demek ki, din bir imtihandır. Bu imtihanda, akla kapı acılır, fakat, irade elden alınmaz. Oyle ise, istikbalde insanların keşfedeceği teknikten, karşılaşacakları hadiselerden herkesin gorup anlayacağı şekilde Kur'an-ı Kerim'in bahsetmesi bu ana prensibe aykırı duşer. Cunku, boyle bir şeye kimse itiraz edemeyeceğinden ister istemez herkes kabul etmek zorunda kalır.

3- Tedricen Terakki (Yani zamanla, yavaş yavaş İlerleme) Acısından: Bilindiği uzere, insanlar terakki kanununa tabidirler. Bu kanun, ceşitli fen ve aletlerin, zaman icinde, ihtiyac cercevesinde ve gayret nispetinde tedricen (yani kısım kısım ve peyderpey) ortaya cıkarılmasını gerektirmiştir. Eğer semavi kitaplarda, fenlerden acık olarak bahsetmek ilahi bir kaide olsaydı, bu durum, sozunu ettiğimiz, tedrici terakki prensibi ile zıtlıklar arz ederdi. Her şey hazırca verilmiş olacağı icin insanlara gayret gerekmeyecek, butun insanlar aynı mesajları alacağından, her tarafta aynı seviyede insan cemiyetleri olacaktı. Bu durum insanların tabi kılındığı terakki prensibine aykırıdır.

4- İnsanlığın Şerefi Acısından: Cenab-ı Hakk, Kur'an-ı Kerim'de fenlerden acık olarak soz etmemekle, insanlığa buyuk bir şeref ve iftihar payı bırakmıştır. "Arzın halifesi" (yeryuzunde yaşayan canlılar uzerinde sultan) ve "mukerrem (şerefli)" sıfatlarıyla anılan insanoğlunun kabiliyetlerini, şahsi gayretleriyle inkişaf ettirecek, bir kısım fenlere, icatlara ulaşması, diğer mahlukata karşı ne buyuk şereftir. Amerika'nın keşfinden ilk calar saatin icadına, ilk dunya haritasını yapan Piri Reis'ten kan dolaşımını ortaya cıkaran İbnu'n-Nefs'e veyahut elektriği keşfeden Edison'a varıncaya kadar, insanlığa hizmet sunan buyuk kaşiflerle, milliyeti ne olursa olsun, iftihar etmeyen, diğer mahlukata karşı şeref payı hissetmeyen bir insan var mıdır?

İşte bu şeref, Cenab-ı Hakk'ın insanlığa olan milyonlarca lutuflarından bir başkasıdır. İcat ve keşiflerde insani pay, son derece az da olsa mevcuttur ve bu, haklı bir iftihar vesilesidir. Şayet bu keşif ve icatlar Kur'an'da acık olarak zikredilmiş olsa, soz konusu şereften mahrum kalacaktık.

5- Muhatabın Kapasitesi Acısından: Kur'an-ı Kerim, hitaplarında, oncelikle ekseriyetin anlayış seviyesini goz onunde tutar. Her devirde insanlığın dortte ucunden fazlasını avam tabakası teşkil etmiştir. Gunumuzde bile, her ilme ait bir kısım meseleleri sadece o ilmin mutehassısları anlar, geride kalanlar anlayamaz. Buyuk coğunluğu teşkil eden avamın (halkın) anlayacağı seviyede konuşulduğu takdirde, daha ust seviyede olanların fazlasıyla anlayacağı acıktır.

Ayrıca Kur'an-ı Kerim'in, sadece bir asra değil, kıyamete kadar butun asırlara hitap ettiğini goz onune alacak olursak, meselenin nezaketini daha iyi kavrarız.

İnsanların gunluk muşahedelerine, ferdi tecrube ve umumi bilgilerine uymayan şeylerden acık bir şekilde bahsedilmiş olması, iki muhim mahzura sebep olurdu:

1- Bilhassa henuz tam olarak inanmamış, tereddutlu kimseleri dinden kacırırdı. Dine muhalif olanlar da istihza ve alaylarını artırmada, bunları buyuk bir koz olarak kullanırlardı. Soz gelişi Kur'an, mikroptan haber vererek, ictiğimiz bir bardak suyun icinde milyonlarca kucuk hayvancıkların varlığından soz etseydi, bu bilgi, mikroskobun icadından onceki insanlardan mu'min olanları şaşırtarak hurafelere suruklerken, inanmayanları da iyice reddetmeye, alay etmeye sevk ederdi.

2- İkinci olarak da, insanların dikkatini luzumsuz, faydasız şeylere cekerdi. Hz. Peygamber'in (Aleyhisselam) gerek Kur'an-ı Kerim ve gerekse şahsi haberleriyle, mesela televizyondan bahisle, insanların bir gun gelip oturdukları yerden, dunyanın obur tarafında cereyan eden hadiseleri anında gorup işitebileceklerini soyleseydi, ya da, elektrikten bahisle, kucucuk bir
duğmeye basmakla butun bir şehrin gece iken gunduze cevrileceğine işaret etse idi, insanlar hayallerine hoş gelen bu ceşit meselelerin luzumsuz munakaşa ve dedikodularıyla meşgul olurlar, asıl vazifelerini ihmal ederlerdi. Halbuki, dinin gayesi bu değildir. Onun asıl davası Allah'ı tanıtmak, insanların Allah'a karşı vazifelerini, birbirleriyle olan munasebetlerini tanzim etmek, maddi ve manevi terakkilerinin yollarını oğretmektir.

Hangi yonden ele alırsak alalım, aklımız, hicbir surette fen ve tekniğin Kur'an-ı Kerim'de acık secik olarak zikredilmesini uygun gormez.

Muhimleri yukarıda belirtilmiş olan pek cok hikmet ve sebeplere binaen, Kur'an-ı Kerim'de acık olarak fenlerin ve ilimlerin zikrine rastlanmaz ise de onlara ceşitli şekillerde "işaret" edilmiş olduğu gorulur. Bir kac misal vererek bunu belirtmeye calışacağız.

A - Kevni (kozmozla ilgili) bilgiler: Kur'an-ı Kerim'de sıkca kainatla ilgili bilgiler verilir. Onun yaratılışı, nizamı, ahengi, gece ve gunduzun birbirini takip edişi, yağmur, bulut, bitki, ağac, hayvan vs. anlatılır. Bu bilgiler, eşyaya hakim olan kanunları o kadar doğru bir şekilde aksettirirler ki, insanlığın her sahada gelişen ilmi bunları doğrulamaktan ote gidememiş, hic birinin aksini soyleyememiştir.

Sozgelimi bircok ayette tekrarla bitkilerin erkekli, dişili cift yaratıldığını (er-Rahman 52, Ra'd 3, Taha 131) ifade eden Kur'an-ı Kerim, bir ayette bilmediğimiz şeylerin de cift yaratıldığını (Yasin 36), bir başka ayette de "her şeyin" (Zariyat 49) cift yaratıldığına dikkat ceker. Boylece iyi-kotu, cirkin-guzel, sıcak-soğuk, gece-gunduz, iman-kufur... ciftlerinden atomların yapısını teşkil eden pozitif ve negatif parcacıkları, elektriğin iki zıt kutbuna varıncaya kadar pek cok ciftlerin varlığını haber verir. Bu bilgiler gunumuz icin basit gorunse de 14 asır oncesi icin bir mucizedir.

Nur ayeti burada kaydı gereken enteresan orneklerden biridir. İnsanlığın muhim keşiflerinden biri olan elektriğe işaret ettiği soylenebilir: "Allah goklerin ve yerin nurudur. Onun nur'u, icerisinde ışık bulunan bir kandil yuvasına benzer. O ışık bir cam icindedir, cam ise, sanki inci gibi parlayan bir yıldızdır; bu, ne yalnız doğuda ve ne de yalnız batıda bulunan bereketli zeytin ağacından yakılır. Onun yağı, nerdeyse ateş değmeden aydınlatır. Nur ustune nurdur. Allah dilediğini nuruna kavuşturur. Allah, insanlara misal verir. O, her şeyi bilir" (Nur, 35).

Burada, "inci gibi parlayan bir yıldız" teşbihiyle ampule "ateş değmeden aydınlatan yağ"la da elektriğe işaret edildiğini, bu "yağ"ın, aslında, iklime tabi olarak biten nebattan elde edilen malum yağ olmadığını da "doğulu veya batılı olmayan bereketli zeytin ağacı" teşbihinden anlarız.

Ayetin uslubundaki ulvilik ve derinlik ve bilhassa teşbihler başka manalar cıkarmaya da elverişlidir.

B - Tarihi Hadiseler: Kur'an-ı Kerim, tarihte cereyan eden bazı hadiseleri beyan ederek de geleceğe ışık tutmakta, insanlığın ilim yoluyla elde edilebildiği tekniklere işaret etmektedir. Bu hadiselerden bir kısmı, peygamberlerin mazhar olduğu mucizeler nevindendir. Bir kısmı ise, bu gruba girmez. Bir iki misal verelim:

1- Fil suresi'nde, Mekke'yi işgal ederek Kabe'yi yıkma niyetiyle gelmiş olan Habeşistan ordusunun, kuşların attığı "siccil" (denen pişmiş camur parcaları) ile bozguna uğratıldığı anlatılır. Burada, havadan atılma kaydıyla, bir kuşun taşıyabileceği buyuklukte parcacıklarla, bir ordunun bozguna uğratılabileceği gosterilmiş olmaktadır. Ucaklardan atılan ceşitli silahlardan başka, bir nevi kuş sayılabilecek, istenen yukseklikte patlatılan top ve fuze mermileri bu hadiseyi tatbikata koymuştur.

2- Bedir Harbi'nde, Hz. Peygamber'in (Aleyhisselam) mazhar olduğu bir mucize, yukarıda temas edilenden daha ileri durumu bildiriyor. Tefsir ve siyer kitaplarının acıkladığı uzere, Hz. Peygamber'in (Aleyhisselam) yerden alarak fırlattığı bir avuc toprak ve kumdan, duşmanların her birisinin gozune bir miktar isabet ederek bozguna uğramalarına sebeb olur. Ayet-i kerime bu olaya: "Onları siz oldurmediniz, fakat Allah oldurdu. Attığın zaman da (ey Resulum) sen atmadın, ancak Allah attı" (Enfal, 17) diyerek temas eder.

Atılan merminin, hedefe takip ederek yakalaması, zamanımızda oldukca gelişmiş bir tekniktir. Ancak bu, şimdilik buyuk ve bilhassa havai hedeflerle sınırlıdır. Ayet-i kerime, zamanla, insan gibi kucuk hedefleri bulup yakalayan mermilerin geliştirilebileceğine, hatta bunun insan eliyle de atılabileceğine işaret etmektedir. Notron bombası buna bir ornek sayılabilir.

C - Mucizeler: Kur'an-ı Kerim'de zikredilen mucizeler de insanların ulaşacakları bir kısım fenlere işaret ederler. Mi'rac mucizesi bunlardan biridir. Hz. Peygamber (Aleyhisselam), mirac mucizesiyle ruh ve ceset olarak semaya cıkmıştır (İsra 1; Necm 7-18), Bilhassa hadislerde gelen tamamlayıcı acıklamalara gore, semaya cıkış, ata benzeyen son derece suratli yol alan ve Burak denen bir binek vasıtasıyla olmuştur. Burak'ın surati ile alakalı tasvir, cok dikkat cekicidir: Hadis, Burak'ın gozunun idrak ettiği, ulaştığı son noktaya on ayağını bastığını ifade etmektedir.

Bu mucize, sema yolunun insanlara acık olduğuna işaret etmekten başka, bu yolculukta, fezanın ucsuz bucaksız genişliğine uygun şekilde ulaşılacak suratin buyukluğune de dikkat ceker.

Hz. Musa'nın asasıyla ilgili mucize de gunumuzle ilgilidir. Ceşitli harika işler goren bu asanın bir mucizesi, Hz. Musa'nın, kasten vurması ile yerden su fışkırtmasıdır. Hem de 12 gozlu bir su (Bakara 60). Şimdi cok derinlere inebilen artezyen kuyuları ile collerde bile su fışkırtma işi, adi işler sırasına girmiştir. Kaldı ki, yerden sadece su değil, petrol ve tabii gaz da fışkırtılmaktadır. Ayette 12 ceşme soz konusu olduğuna gore, gelecekte başka nimetlerin fışkırtılması da mumkundur.

Nitekim bir hadiste Resulullah (Aleyhisselam): "Rızık kapısı Arş-ı Ala'dan ta yerin derinliklerine kadar acıktır. Allah her kulunu himmet ve gayreti derecesinde rızıklandırır" buyurur.

Hz. İbrahim'in mazhar olduğu bir mucize bize ateşe dayanıklı maddeleri haber verir. Bilindiği uzere, puta tapan cemiyete boyun eğmeyen Hz İbrahim, kavminin tapmakta olduğu putları kırar. Bu davranışı ateşe atılarak yakılmak cezasına sebep olur. Ateşe atıldığı zaman Hz. İbrahim Allah'a sığınır. Cenab-ı Hak ateşe şu emri verir: "Ey ateş İbrahim icin soğuk ve selametli ol" (Enbiya, 69). Ateş Hz. İbrahim'i yakmaz.

Bu mucize, ateşte yanmayan bir maddenin varlığını haber verir. Nitekim insanlık coktandır amyantı bulmuş ve daha da geliştirerek, cok hızlı şekilde atmosfere giriş yapması sebebiyle son derece ısınan feza gemilerini yanmaktan koruyacak maddelere ulaşmıştır.

Sonuc olarak şunu soyleyebiliriz: Kur'an-ı Kerim'de istikbalde ulaşılacak bilgi ve fenlerle ilgili ayetler coktur. Bu ceşit ayetler, sadece eski peygamberlerin mucizeleri veya tarihi hadiselerin hikayeleri vesilesiyle varid olmamıştır. İnsan ve kainatın yaratılışını ve tabiatta cereyan eden (kevni) hadiseleri konu edinen ayetlerden, insanı tefekkure, ibrete teşvik eden ayetlere varıncaya kadar Kur'an'ın pek cok mevzu hakkındaki ayetlerinde bir kısım ilmi, fenni hakikatler mevcuttur. Her ilme mensup ihtisas sahipleri bunlardan kendi sahasına girenleri zamanı geldikce bulup cıkarabileceklerdir.

http://www.kuran-ikerim.org

__________________