Stresin en onemli Kaynağı nedir?








Bazen gazetelerde insanın tuylerini urperten resimler goruruz. Coğunlukla Kuzey Afrikalı fakir ve perişan insanların resimleri… Her biri sanki canlı birer iskelet… Kemiklerle etler arasında nerdeyse mesÂfe kalmamış. Bu halleriyle bize olanca gucleriyle haykırırlar: “Biz acız, bize yardım elinizi uzatın!” diye…


İşte maddî aclık insanı boyle perişan, boyle zayıf, boyle gucsuz ediyor… Beride maddî problemleri yok denecek kadar az, ama kendilerini eğlenceyle, sefahatle, ickiyle yahut uyuşturucuyla avutmak isteyen huzursuz kalabalıklar. Bunların dertleri oncekilerinden daha ileridir.

Ruh, beden ulkesinin sultanıdır. Aclıktan kıvranan insanlarda hizmetci zayıf duşmuştur, huzursuz insanlarda ise sultan perişandır. Birincilere her insaf ve vicdan sahibi acır, merhamet eder. İkincileri ise herkes kınar, herkes onlara duşman kesilir. Halbuki asıl acınmaya, el uzatılmaya muhtac olanlar bunlardır… Cunku bunlar hem hastadırlar, hem de ilÂc duşmanıdırlar. Bunlara karşı, tedavi ehlinin cok şefkatli ve cok sabırlı olması gerekir. “FÂsıklara ancak Ârifler acır.” Abdulkadir GeylÂni (ks.)
Bugun huzur ve saadet arayanlar sadece bu insanlar değildir. Hemen herkes bu dertten bir iz taşımaktadır. Oyle ise biz oncelikle kendi nefsimize bir şeyler soylemeye calışalım:


Neden yer yer ruhî sıkıntılara giriyor, sabırsızlanıyor ve bir şeyler yapamamanın ıstırabıyla ruhumuzu kıvrandırıyoruz. Beden sıhhatimizden, mali durumumuza, toplumdaki itibarımızdan dunyevî zevklerimize kadar her şeyi kendimize dert ediniyor ve bunları cozemeyince de uzuluyor, rahatsız oluyoruz…

Nicin, dunyanın ustunde gezeceğimize altına giriyor, bize hizmet etmesi gereken eşyaya biz hizmetci oluyoruz.


Bu halimiz ruhumuzu hayli yoruyor ve takatten duşuruyor. Butun bu olup bitenlere karşı sabırla karşı koymayı da başaramıyoruz. Zira, Ustat Bediuzzaman‘ın o guzel teşhisiyle, biz sabır kuvvetimizi maziye ve mustÂkbele dağıtıyoruz; hÂle karşı sabrımızda guc kalmıyor ve sonunda sıkıntıya, umitsizliğe duşuyoruz.

Butun bunların kaynağına indiğimizde şu yanlışla karşılaşırız: “Biz nefsin doymasıyla, kalbin tatmin olmasını birbirine karıştırmışız.”

Yanlış yoldan giden yorulur. İşte bizi yoran, sıkıntıya duşuren ve sonunda perişan eden bu buyuk hatadır. Bundan donduğumuz an huzur ve saadete yonelmiş olacağız
.
Nefis şerle beslenir. Şer ise kalbi yaralar, vicdanı rahatsız eder ve huzuru kacırır. İşte bu fasit daire, stresin ve huzursuzluğun onemli bir kaynağıdır. Bu cemberi aşamayanlar, nefislerini besledikce kalp ve vicdanlarında huzur melekesini kaybederler. Ve bunun caresini yeniden nefsin tatmininde ararlar.


Sadece birkac misÂl:


Nefis cimrilikten yanadır. Para biriktirdikce mutlu olacağını zanneder. Halbuki, kalp ve vicdan muhtacları doyurmaktan zevk alırlar.

Nefis buyuklenmekten hoşlanır. Kalp ve ruhun rahatı ise tevazuda, alcakgonullu olmaktadır.


Nefis oyun ve eğlence duşkunudur. Akıl ise calışmayı ve gayreti emreder, onunla rahat bulur.


Ve nihayet nefis, fÂni ve gecici eşyanın meftunudur. Kalp ise bekÂya, ebediyete aşıktır. İşte butun huzursuzluklar bu celişkilerin urunudur. Ve insan, nefsini beslemekle değil, kalbini tatmin ile saadet bulur.


Ve her turlu bunalım ve huzursuzluğun İlahî recetesi:

“Bilesiniz ki, kalpler ancak Allah’ın zikriyle mutmain olur (Allah’ı anmakla sukûnet bulur). (Ra’d Sûresi, 28)


Maddî ve manevî nice rızıklara muhtac olan insanoğlunun kalbini, ancak Allah’ı zikir, yÂni O’nu yÂd etme, O’nu hatırlama tatmin edebilir. O halde insan, Ondan başka neyi yÂd etse mahlûku yÂd etmiş, Ondan gayri neyi sevse fÂniyi sevmiş olur. O ulvî kalp, bu suflî eşya ile tatmin olmadığı icindir ki, gafil insanı daima rahatsız eder. İşte can sıkıntısı, huzursuzluk, bunalım, stres dediğimiz şeyler hep bu doymayan kalbin aclık feryatları, olum cığlıklarıdır.


Prof.Dr. Alaaddin Başar
__________________