Cubbeli Hoca 27 Eylul’de gonderdiği mektupta mahkeme surecinde yaşanan carpıklıkları yazd. Bakın Cubbeli Hocamızı iceride tutmak icin neler yapılıyor neler…
1) Benim yargılanma surecimde gozden kacan bircok husus olmuştur ki, şimdi bunları maddeler halinde serdedeceğim. Tabi ki bunların bir kısmını gazeteler ve internet haberleri acıkladı, bir kısmını da şimdi benden duyacaksınız, sonra haberlerde gorurseniz şaşırmayın.
a) Savcı mÂdure denilen kızları 45 gun nezarette tutuldukları sure icinde bir kere bile dinlememiş, ifadelerini almadan beni tutuklatmış. Anlayacağınız ben 10 aydır polisin aldığı hem de polisin tercumanlık yaptığı ve kızın, avukatının gonderdiği resmi ifadesinde belirttiği uzere; kendisinin boğazı sıkılıp, duvara carpılarak ve avukat hakkı engellenerek zorla imzalattırılan ifade nedeniyle tutuklu bulunuyorum ki siz Ârifan Dergisi’nin bu ayki sayısında bu ifadeyi, resmi muhurlu belgesiyle okuyabilir ve şuphe edenlere okutabilirsiniz.
Dolayısıyla bazı gazetelerin yazdığı gibi, kız ifadesini değiştirmemiş, ozgur ortamda gercek ifadesini vermiştir. Şimdi bu savcının ve hazırladığı evrakla beni tutuklayan hakimin polis ifadesiyle yetinmeyip “Şu kızları bir de biz dinleyelim, Cubbeli Hoca gibi birini insan ticareti gibi rezil bir suctan tutuklayacağız, kızlar bir gun sonra deport (sınır dışı) olsunlar da karar mercii olan bizler onları avukat haklarını kullandırarak serbest halde dinleyelim” demeden beni hapse atmaları, bırakın ilahi hukuka, şu andaki merî hukuka uydu mu?! Uymadıysa bu bir zulum olmadı mı?!
İnsan sadece ifadenin avukatsız alınmasından ya da tercemeyi yeminli tercumanın değil de polisin yapmasından bile şuphe edip kendisi dinlemek istemez mi?! Nitekim polisin uyguladığı şiddet bazen kameralara bile yansımaktadır. Duşunun kamera olmayan yerde neler yapılmaktadır.
Bu polislerin zorla imzalattığı ifadeyle mi ben namussuz olacağım da onlar sutten cıkmış ak kaşık sayılacaklar ve hÂl Talha Alp gibiler bana: “Senin bu sucu yapıp yapmadığın belli değil” diye şupheyle bakabilecekler. Demek onun gibiler işkenceci polislerin duzeneklerine, benim “İmansız oleyim ki yapmadım” şeklindeki goğu yere indirecek nitelikte ağır olan yeminimden daha fazla itimat etmişler.
Oysa ulemÂ: “Bir kimse din kardeşinin 70 tane kusurunu gorse hepsine tahammul eder. Ya da her biri icin bir mazeret arar, ayıbını kapatır. Bu kusurlar icin bir ozur bulursa tamam demektir, bu onun icin yeterlidir. Eğer bulamazsa ‘Muhtemelen benim bilmediğim bir ozru vardır’ der” buyurmuşlardır.
Oyle olsun. Ama şunu bilsinler ki yarın bir gun onların başına bir iftira gelse biz dinimize bağlılığımız gereği onların yeminine bile luzum hissetmeden sadece sozlerine inanacağız, şahidi olmadığımız konuda onların aleyhine kimseyi tasdik etmeyeceğiz. Şahidi olduğumuz bir konu dahi olsa Ehl-i Sunnet inancına halel getirmeyecek amelle alakalı bir mevzu ise onu internetlerde dillendirerek teşhircilik ve fitnecilik yapmayacağız. Rabbim cumlemizi nefsimizin kıskanclığı yuzunden İslam ahlakını ciğnemekten muhafaza eylesin. Âmîn!
b) Bu şimdiki mahkeme nisan ayında mahkeme gunu beklenmeden Fas’a yazı gonderilmesi icin karar aldı. Sonra 21 haziran gunu beni tahliye etmemesinin gerekcesi olarak “Fas’a yazı gonderdik, cevabını bekliyoruz” diye yazdı ama sonra anlaşıldı ki meğer bunlar Fas’a yazı gondermemişler, boylece benim mahkememi 3 ay sonraya attıkları bir yana butun milleti yazı gonderdik diye bekletmiş oldular.
Hatalar bununla da kalmamış, mahkemenin tebliğini kızın Turkiye’deki adresine yollamışlar. Halbuki kızın Turkiye’de olmadığını biliyorlar, sonra 450 sayfalık dosyayı yeminli tercumana cevirtmişler ama 21 haziranda “Yazının cevabı gelmeden tahliye edemeyiz” dedikleri yazıyı 10 temmuzda ancak yeminli tercumandan teslim almışlar ve Adalet Bakanlığına gondermişler. Ama şimdi adalet bakanlığı “Tercume eksik” diye mahkemeye geri yollamış.
Anlayacağınız daha yazı Ankara’ya geri gidecek de orası kabul edip Fas’a gonderecek. Orada kızlar mahkemeye cıkacak, o ifadeler buraya gelecek… “Olme eşeğim olme. Yağmur yağacak da otlar bitecek, sen de yiyip yaşayacaksın” kabilinden işler yapmışlar.
Peki bu sefer 21 eylulde tahliye etmezken ne gerekce acıkladılar? “Deliller toplanmadı” dediler. Sanki delilleri toplamak benim işim. Kendi yazman gerekeni yazma, yazınca da eksik yaz. Delillerin toplanmaması yuzunden beni yine tahliye etme. Olacak iş mi bu?!
Oysa o kızlardan Fas mahkemesinde alınması beklenen ifadeler bu zaman zarfında onların avukatları vasıtasıyla resmi belge vasfına hÂiz şekilde benim avukatıma gonderildi. Avukat Ârifan Dergisi’nde yayınlanan bu belgeleri mahkemeye bayramdan once verip deliller tamamlandı diye tahliye talep ettiği halde reddedildi. Bayramdan sonra bir ust mahkemeye bu deliller arz edildi, onlar da reddettiler.
Hem “Deliller toplanmadı” diyorlar, hem delil toplamıyorlar, hem de gelen delile itibar etmiyorlar. Bu son mahkemede de emniyete yazı yazmışlar ki izin verilsin de bu kızlar mahkemeye gelsinler diye. Bu kadar zulumden sonra para versen gelirler mi?! Değilse avukatları gelsin diye bizden mahkemede talep ettiler. Biz de “İnşÃ‚allÂh getirtilsin” dedik.
Şimdi kırk gun daha ileri attılar. Bakalım 2 kasımda ne bahane bulacaklar? Adamlara bir şey denmiyor ki. LÂ yus’el (yaptıklarından sorulmayan) adamlar.
Ozel yetkilileri kaldıranlar ve “Bunlar devlet icinde devlet oldu” diyenler, isabetli bir kararla bu yetkileri kaldırdılar ama eski dosyaları onlarda bırakmaları mantıklı olmadı. Cunku bunların kaldırılma sebebi eski dosyalardaki yanlışlarıydı. Adaletin temini icin eski-yeni ayırt etmeksizin tum dosyalar bunlardan alınmalıydı.
Osmanlı imparatorluğu bir mujdeci ruya ile kuruldu. Şoyle ki Nihat Sami Banarlı’nın “Tarih ve Tasavvuf Sohbetleri” isimli eserindeki nakline gore;
Sultan Osman, bir gece Şeyh EdebÂlî’nin evin¬de yatıyordu. Ruyasında EdebÂlî’nin koynundan doğan bir ayın, dolunlaşarak kendi koynuna girdi¬ğini gordu. O anda Osman Gazi’nin belinden bir ağac yukseldi, buyudu, buyudukce yeşillendi, guzel ve ulu bir ağac oldu.
Dallarının golgesi butun dunyayı ortuyordu. Ağacın cevresinde dort sıra dağlar vardı. Bunlar; Kafkaslar, Atlaslar, Toroslar ve Balkanlar’dı. Ağacın koklerinden Dicle, Fırat, Tuna ve Nil cıkıyordu. Bu ırmakların deniz gibi uzerlerinde gemiler vardı. Tarlalar başaklarla, dağlar orman¬larla ortuluyordu. Vadilerde şehirler vardı. Kubbe¬lerinde hilaller yukselen camiler, sayısız minarele¬rinden ezanlar okuyan muezzinler vardı.
Ezan sesleri, ağac dallarındaki kuş sesleriyle bir¬leşirken ağacın yaprakları kılıclar gibi uzamaya başladı. Bir ruzgÂr, butun yaprakları İstanbul’a ce¬virdi. İstanbul iki deniz arasında, iki fîrûze ile iki zumrut arasına oturtulmuş bir elmas gibiydi ki dunyayı kuşatan bir ulke halinde gorulen iri bir yu¬zuğun en kıymetli taşını teşkil ediyordu. Osman Gazi parmağına bu yuzuğu takarken uyandı. Ruyasını buyuk şeyhe anlattı. Şeyh EdebÂlî, bu ruyanın manasını anladı. Kızını Osman Gazi’ye verdi ve tarih, ruyada gorulduğu gibi oldu.
Evet, bu devlet boylece kuruldu ama adaletle devam etti. Hepimizin bildiği bir mesele var ki Osmanlı askerleri kul hakkında girmemek icin seferlerde yedikleri meyvelerin parasını dallara asarlarmış. Biz de bunu atalarımızla gurur tablosu olarak konuşur dururuz ama bu meyvelerin sahibinden izinsiz yenmesinin caiz olup olmadığını hic duşunmeyiz. Belki adam para karşılığı da olsa satmayacak. Osmanlı yonetimi boyle yapan askeri bir daha sefere cıkartmazdı.
Nitekim nakledildiğine gore Kanuni’nin Avusturya’ya yaptığı seferlerin birinde ordu duşmana doğru ilerlerken, gayr-i muslimlerin koyle¬rinden de geciliyordu. Kanuni mola verdiği bir sırada H¬ristiyan bir koylu, huzuruna geldi ve: “Sultanımız! Askerle¬rinizden birisi bağımdan uzum koparmış ve yerine de pa¬rasını asmış. Size teşekkur ve tebrike geldim” dedi.
Bunun uzerine Kanuni Sultan Suleyman Han derhal o askeri buldurtup seferden menetti. Buna hayret eden Hristiyan koyluye de: “Askerin hali, zafer ve nusretin ilk adımıdır. Eğer o asker, parayı uzumunu aldığı asmaya bağlamamış olsaydı, bu ordunun adı zalimler ordusu olurdu ve o askerler buyuk bit cezayı hak ederlerdi. O parayı as¬maya bıraktığı icin ağır cezadan kurtuldu ancak sahibinden izinsiz mal aldığı icin seferden men cezasına carptırıldı” dedi.
İşte onun icin Kanuni gibi zatlar 46 sene hukum surduler. Adalet kaim olursa devlet daim olur. Yoneticiler bizzat zalim olur veya zalimlere goz yumarlarsa o zaman iktidarı uzun olmaz ve halka saadet bahşetmez. Aksine onların doneminde işlenen zulumlerin neticesi huzursuzluk, fitne fesat, zam zulum, teror kan, guvensizlik, ic ve dış savaş tehlikesi gibi felaketler olur. Artık boyle bir duzenin devam etmesi nasıl beklenebilir? İnsan iktidarını değil, dinini ve adaletin temini duşunmelidir.
Hazreti Mikdad (R.A) ‘ın en bariz vasıflarından biri, haksızlığa uğrayan bir kimse gorduğunde ona yardım etmekti. Haksızlığa hic tahammul edemezdi. Bir gaz esnasında birlik kumandanı askerlere: “Kimse hayvanlarını otla¬ğa cıkarmasın” şeklinde bir emir vermişti.
Askerlerden birisi her nasılsa bu emri duymamıştı. Hayvanını otlağa saldı. Bunu oğrenen kumandan hiddetlendi ve askeri dovmeye başladı. Bu durumdan haberdar olan Hazreti Mikdad kumandana gitti ve: “Ne hakla adamcağıza dayak attın?! Vallahi sen ona ne kadar vurduysan, onun da o kadar sana vurması lazımdır” dedi.
Kumandanın bu buyuk sahabiye saygısı sonsuzdu. Bu sebeple teklifine rıza gosterdi. Fakat asker kumanda¬nı affetti. Bunun uzerine Mikdad (RadıyallÂhu Anh): “AllÂh’tan umidim, İslam’ın aziz kalmasıdır. Ben oleyim ama İslam’ın zillete duştuğunu gormeyeyim” dedi.
Siz yine benim kullandığım dille değil de daha yumuşak ve hurmetli bir dil kullanarak tanıdığınız tanımadığınız yetkililere bu durumu anlatarak nehy-i anil munkere yani zulum gibi bir yasağı engellemeye niyet edin de bari kendinizi bu zulme rıza gosterme zulmunden kurtarın.
Zira hadîs-i şerîf ve rivayetlerde: “Kufre rıza kufur, zulme rıza da zulumdur. Zulum ise kıyamet gunu zulumattır.” Yani “Buyuk karanlıklar halinde zalimin karşısına cıkacak ve onu şaşkın bir halde bırakacak” buyrulmuştur.
Rabbim TebÂrake ve Te‛Âl cumlemizi nefsimize ve gayrimize zulmetmekten de, zulme rıza gostermekten de, zalime destek olmaktan da muhafaza eylesin. Âmîn! Milyon kere Âmîn!
2) Bu mahkemede Karagumrukculer ilk olarak dinlendi. Baktım hepsi cok az sorgulandılar ve verdikleri cevaplar hic irdelenmedi. Az kalsın kalkıp: “Hakim bey! Huzurunuzda Karagumrukculer’den ozur dilemek istiyorum. Cunku benim ozel yetkilide yargılanmam icin bir ceteye dahil edilmem gerekiyordu. Yoksa normal mahkemede yargılanacaktım. Meğer bu arkadaşların hic sucu yokmuş. Benim biriyle yarım dakikalık telefon konuşmam sebebiyle onlar da suclanarak benim yuzumden sorgulanıyorlar. Yazık oldu, onlara acıdım” diyecektim.
Bir de mahkeme sonunda dalga gecer gibi “Bizden bir isteğin yok mu?!” demez mi?! Kalktım:
«حَسْبُنَا اللّٰهُ وَنِعْمَ الْوَكيِلُ.»
Dedim. Bu sefer “Yani AllÂh’tan istiyorsun, bizden istemiyorsun. Bunu boyle kaydedeceğim” dedi. Ben de: “AllÂh bize yeter, O ne guzel vekildir, avukatlardan daha hayırlıdır. Bunu kayda gecirmekte ne sakınca var?! Oylece yazdırın” dedim. Talu Hoca’nın surekli sorduğu gibi “İyi demiş miyim?”
3) Yaşadığım surec benimle uğraşanların hÂl beni buyuk gorduklerini ve ona gore hazırlık yaptıklarını bir daha ortaya koydu. Evvelce de neler yaptılar?! 28 şubatta da Akit Gazetesi’nde askeriye aleyhine yazan bunca yazardan hicbiri iceri duşmezken, onlar yuzlerce davadan takipsizlik alırken sade benim ve Mehmet Kutlular abimin aylarca mahpus kalmamız, Milli Guvenlik Kurulu’nda Erbakan Hoca’nın benim kulliye sohbetlerim izlettirilerek sıkıştırılması, vakfımın kapatılması, kulliyeme el konulması, Fatih Muftuluğu’ndeki fahri imamlık dosyamın kaybedilmesi, Fetih Mescidi’nde beş vakit namaz kılınmasının yasaklanması, babamın iflas ettirilmesi, hakkımda Andıc yayınlanarak duğun salonlarında konuşmamın dahi yasaklanması, hatta o donemdeki Sabah Gazetesi’nin haberine gore bu durumun Amerika’daki bir kuruluş tarafından gozlenip benim 28 şubat’ın baş mÂduru ilan edilmem, butun bunlar bir arada duşunulduğunde duşmanların en cok zararı kimden gorduklerini iyi tahlil ettikleri ve ona gore o kişiyle hukuksuz yontemlerle olduresiye uğraştıkları daha iyi anlaşılacaktır.
Tabi şimdi 28 şubat dosyalarını karıştıranların benim mÂduriyetlerime tanık oldukları halde bana itibar kazandırmamak icin benden bahsetmediklerini muşahede etmem beni uzmektedir.
Evvelce istihbaratta olan Bulent Orakoğlu’ndan bir kanalda 28 şubat sebeplerinin en muhimlerini sayarken “Cavuşbaşı Dosyası” diye bahsettiğini bizzat duymuştum. Şimdi kendisiyle bu konu goruşulup bilgisine başvurulsa, icinizde tanıyan varsa bunu yapsa memnun olurum.
Zaten Andıc belgesi bana bir yerden gelmişti ki o donemde Akit bunu yayınlamıştı. Bir de Sabah Gazetesi’nden o Amerika’daki kuruluşun haberinin yazısını biriniz eski arşivden buldurup bana bildirirseniz cok sevinirim. Rabbim her işte akıbetlerimizi guzel eylesin, cumlemizi ve sevdiklerimizi dunyanın rusvaylığından, Âhiretin azabından muhafaza eylesin. Âmîn!
__________________
Cubbeli hoca davasında yaşananlar olmaz bu kadar dedirtti
Dini Sohbetler0 Mesaj
●45 Görüntüleme
- ReadBull.net
- Eğitim Forumları
- İslami Bilgiler
- Dini Sohbetler
- Cubbeli hoca davasında yaşananlar olmaz bu kadar dedirtti
-
12-09-2019, 10:41:00