Bir zaman yavaşca, bedenen, rutbeten buyuk bir adam bana dedi: «Namaz iyidir. Fakat hergun hergun beşer defa kılmak coktur. Bitmediğinden usanc veriyor.»
O zĂ‚tın o sozunden hayli zaman gectikten sonra, nefsimi dinledim. İşittim ki, aynı sozleri soyluyor ve ona baktım gordum ki; tenbellik kulağıyla şeytandan aynı dersi alıyor. O vakit anladım: O zĂ‚t o sozu, butun bu duşuncede olanların namına soylemiş gibidir veya soylettirilmiştir. O zaman ben dahi dedim: «MĂ‚dem nefsim kotuluğu emreder. Nefsini ıslah etmeyen, başkasını ıslah edemez. Oyle ise, nefsimden başlarım.»
Dedim: Ey nefis! Cahillik ve kibrin icinde, tenbellik doşeğinde, gaflet uykusunda soylediğin şu soze mukabil «beş ikaz»ı benden işit.
Birinci ikaz: Ey bedbaht nefsim! Acaba omrun ebedî midir! Hic kat'î senedin var mı ki, gelecek seneye belki yarına kadar
(Orjinal Sayfa: 280)
kalacaksın? Sana usanc veren, ebedi kuruntundur. Keyf icin, ebedî dunyada kalacak gibi nazlanıyorsun. Eğer anlasa idin ki, omrun azdır hem faidesiz gidiyor. Elbette onun yirmidortten birisini, hakikî bir ebedi hayatın saadetine sebep olacak bir guzel ve hoş ve rahat ve rahmet bir hizmete sarfetmek; usanmak şoyle dursun, belki ciddî bir arzu ve hoş bir zevki tahrike sebeb olur.
İKİNCİ İKAZ: Ey boğazına duşkun nefsim! Acaba hergun hergun ekmek yersin, su icersin, havayı teneffus edersin; sana onlar usanc veriyor mu? MĂ‚dem vermiyor; cunki ihtiyac tekrar ettiğinden, usanc değil belki zevk alıyorsun. Oyle ise: kendi bedenimde senin arkadaşların olan, kalbinin gıdası, ruhumun Ă‚b-ı hayĂ‚tı ve hissettiğim rahmani guzelliklerin en temiz havasını icine ceken ve kendine ceken namazın dahi, seni usandırmaması gereklidir. Evet sonsuz uzuntu ve acılara maruz ve duşkun ve sonsuz lezzetlere ve emellere tutkun ve sevda dolu bir kalbin gıdası ve kuvveti; herşeye kadir bir Rahîm-i Kerîm'in kapısını yalvarma ve yakarışla calmakla elde edilebilir. Evet şu fĂ‚ni dunyada KemĂ‚l-i sur'atle ayrılık yaygarası kopararak giden coğunlukla yaratılmışlarla alĂ‚kadar bir ruhun Ă‚b-ı hayĂ‚tı ise; herşeye bedel bir MĂ‚bûd-u BĂ‚ki'nin, bir Mahbûb-u Sermedî'nin rahmet ceşmesinden namaz ile yonelerek icilebilir. Evet yaradılıştan ebediyeti isteyen ve ebed icin halkolunan ve ezelî ve ebedî bir ZĂ‚tın Ă‚yinesi olan ve nihayetsiz derecede nazik ve zerafetli bulunan insan sırrının bilincinde olan, nurlu bir rabbani ilhamlarla; şu kasvetli, ezici ve sıkıntılı, gecici ve zulumlu ve boğucu olan dunya alemi icinde, elbette teneffuse pek cok muhtactır ve ancak namazın penceresiyle nefes alabilir.
UCUNCU İKAZ: Ey sabırsız nefsim! Acaba gecmiş gunlerdeki ibĂ‚det kulfetini ve namazın meşakkatini ve musibet zahmetini, bugun duşunup ızdırap cekmek, hem gelecek gunlerdeki ibĂ‚det vazifesini ve namaz hizmetini ve musibet elemini, bugun tasavvur edip sabırsızlık gostermek hic kĂ‚r-ı akıl mıdır? Şu sabırsızlıkta misĂ‚lin şoyle bir sersem kumandana benzer ki: Duşmanın sağ cenah kuvveti onun sağındaki kuvvetine iltihak etmiş ve ona taze bir kuvvet olduğu halde; o tutar muhim bir kuvvetini sağ cenĂ‚ha gonderir, merkezi zayıflaştırır. Hem sol cenahta duşmanın askeri yok iken ve daha gelmeden, buyuk bir kuvvet gonderir, «Ateş et!» emrini verir. Merkezi butun butun kuvvetten duşurtur. Duşman işi anlar, merkeze hucum eder; tar u mar eder. Evet buna benzersin. Cunki:
(Orjinal Sayfa: 281)
Gecmiş gunlerin zahmeti, bugun rahmete kalbolmuş; elemi gitmiş, lezzeti kalmış. Kulfeti, kerĂ‚mete iltihak ve zahmeti, sevaba donuşmuştur. Oyle ise ondan usanc almak değil, belki yeni bir şevk, taze bir zevk ve devama ciddî bir gayret almak lĂ‚zımgelir. Gelecek gunler ise mĂ‚dem gelmemişler. Şimdiden duşunup usanmak ve gevşemek; aynen o gunlerde aclığı ve susuzluğu ile bugun duşunup bağırıp cağırmak gibi bir divĂ‚neliktir. MĂ‚dem hakikat boyledir. Âkıllı isen, ibĂ‚det cihetinde yalnız bugunu duşun ve onun bir saatini, ucreti pek buyuk, kulfeti pek az, hoş ve guzel ve yuce bir hizmete sarfediyorum, de. O vakit senin acı bir bezginliğin, tatlı bir gayrete donuşur.
İşte ey sabırsız nefsim! Sen uc sabır ile mukellefsin. Birisi: ibadet ustunde sabırdır. Birisi: gunahlardan sabırdır. Diğeri: Musibete karşı sabırdır. Aklın varsa, şu ucuncu ikazdaki temsilde gorunen hakikatı rehber tut. mertce «Ya Sabur » de, uc sabrı omuzuna al. CenĂ‚b-ı Hakk'ın sana verdiği sabır kuvvetini eğer yanlış yolda dağıtmazsan, her meşakkate ve her musîbete kĂ‚fi gelebilir ve o kuvvetle dayan.
DORDUNCU İKAZ: Ey sersem nefsim! Acaba şu kulluk vazifesi neticesiz midir, ucreti az mıdır ki, sana usanc veriyor? Halbuki bir adam sana birkac para verse veyahut seni korkutsa, akşama kadar seni calıştırır ve aralıksız calışırsın. Acaba bu misafirhane-i dunyada Ă‚ciz ve fakir kalbine bir gıda, azık ve zenginlik ve elbette bir menzilin olan kabrinde gıdĂ‚ ve nur ve herhalde mahkemen olan Mahşer'de sened ve berat ve ister istemez ustunden gecilecek Sırat Koprusu'nde nur ve burak olacak bir namaz, neticesiz midir veyahut ucreti az mıdır? Bir adam sana yuz liralık bir hediye va'detse, yuz gun seni calıştırır. Soz verir o adama îtimad edersin, aralıksız işlersin. Acaba vediği sozlerden domeyen bir zĂ‚t, Cennet gibi bir ucreti ve ebedi saadet gibi bir hediyeyi sana va'd etse, pek az bir zamanda, pek guzel bir vazifede seni istihdam etse; sen hizmet etmezsen veya isteksiz, zoraki calıştırılan bir insan gibi veya usancla, yarım yamalak hizmetinle Onu va'dine aldırmayıp ve hediyesini istihfaf etsen, pek şiddetli bir ıslaha ve dehşetli bir azaba mustehak olacağını duşunmuyor musun? Dunyada hapsin korkusundan en ağır işlerde kusursuz hizmet ettiğin halde; Cehennem gibi bir ebedi hapsin korkusu, en hafif ve guzel bir hizmet icin sana gayret vermiyor mu?
(Orjinal Sayfa: 282)
BEŞİNCİ İKAZ: Ey dunyaperest nefsim! Acaba ibĂ‚detteki gevşekliğin ve namazdaki kusurun dunya meşguliyetinin cokluğundanmıdır veyahut gecim derdi meşguliyetiyle vakit bulamadığından mıdır? Acaba sırf dunya icin mi yaratılmışsın ki, butun vaktini ona sarfediyorsun! Sen alışkanlıklarınla butun hayvanatın fevkinde olduğunu ve dunya hayatı icin arzuladığın ihtiyaclarının tedarikinde sahip olduğun ustunluklerin,gosterdiğin gayretin, bir serce kuşuna yetişemediğini biliyorsun. Bunu neden anlamıyorsun ki, asli vazifen hayvan gibi cabalamak değil; belki hakikî bir insan gibi, hakikî bir ebedi hayat icin calışma etmektir. Bununla beraber dunya meşguliyesi dediğin, coğu sana ait olmayan ve fuzûli bir Sûrette karıştığın ve karıştırdığın boş ve faydasız meşgalelerdir. En elzemini bırakıp, guya binler sene omrun var gibi en luzumsuz mĂ‚lûmat ile vakit geciriyorsun. MeselĂ‚: saturn’un etrafındaki halkaların oluşumu nasıldır ve Amerika tavukları ne kadardır? gibi kıymetsiz şeylerle kıymettar vaktini geciriyorsun. Guya uzay ilminden ve istatistikci fenninden bir kemĂ‚l alıyorsun.
Eğer desen: «Beni namazdan ve ibĂ‚detten alıkoyan ve gevşeklik veren oyle luzumsuz şeyler değil, belki yaşam sıkıntısının mecburi işleridir.» Oyle ise ben de sana derim ki: Eğer yuz kuruş bir gundelik ile calışsan; sonra biri gelse, dese ki: «Gel on dakika kadar şurayı kaz, yuz lira kıymetinde bir pırlanta ve bir zumrut bulacaksın.» Sen ona: «Yok, gelmem. Cunki on kuruş gundeliğimden kesilecek, nafakam azalacak » desen; ne kadar akılsızca bir bahane olduğunu elbette bilirsin. Aynen onun gibi; sen şu bağında, nafakan icin işliyorsun. Eğer farz namazı terketsen, butun emeklerinin karşılığı, yalnız dunyevî ve ehemmiyetsiz ve bereketsiz bir nafakaya sınırlı kalır. Eğer sen istirahat ve teneffus vaktini, ruhun rahatına, kalbin teneffusune sebep olan namaza sarfetsen; o vakit, bereketli dunya nafakalarıyla beraber, senin ahiret nafakan ve ahiret azığına onemli bir kaynak olan, iki manevi maden bulursun:
Birinci MĂ‚den: bağında (Haşiye) yetiştirdiğin -cicekli olsun, meyveli olsun- her bitkinin, her ağacın tesbihatından, guzel bir niyyet ile, bir hisse alıyorsun.
İkinci maden: Hem bu bağdan cıkan mahsulattan kim yese
___________________________
(Haşiye): Bu makam, bir bağda bir zĂ‚ta bir derstir ki, bu tarz ile BeyĂ‚n edilmiş
(Orjinal Sayfa: 283)
-hayvan olsun, insan olsun; inek olsun, sinek olsun; muşteri olsun, hırsız olsun- sana bir sadaka hukmune gecer. Fakat şu şartla ki: Sen, Hakikî Rezzak nĂ‚mına ve izni dairesinde tasarruf etsen ve Onun malını, Onun mahlûkatına veren bir dağıtma memuru nazarıyla kendine bakarsan...
İşte bak, namazı terk eden ne kadar buyuk bir zarar eder, ne kadar onemli bir serveti kaybeder ve calışmana, emeğine pek buyuk bir şevk veren ve amelde buyuk bir mĂ‚nevî kuvveti temin eden o iki neticeden ve o iki mĂ‚denden mahrum kalır, iflĂ‚s eder. HattĂ‚ ihtiyarlandıkca bahcecilikten usanır, sıkıntı gelir. «Neme lĂ‚zım» der. «Ben zĂ‚ten dunyadan gidiyorum. Bu kadar zahmeti ne icin cekeceğim?» diyecek, kendini tenbelliğe atacak. Fakat evvelki adam der: «Daha ziyade ibĂ‚detle beraber helĂ‚l kazanca calışacağım. TĂ‚, kabrime daha ziyade ışık gondereceğim Ă‚hiretime daha ziyade azık tedĂ‚rik edeceğim.»
Kısaca: Ey nefis! Bil ki dunku gun senin elinden cıktı. Yarın ise senin elinde sened yok ki, ona sahipsin. Oyle ise hakikî omrunu, bulunduğun gun bil. En azından gunun bir saatini, ihtiyat akcesi gibi, hakikî istikbal icin teşkil olunan bir ahiret sandığı olan bir mescide veya bir seccĂ‚deye at. Hem bil ki: Her yeni gun, sana hem herkese, bir yeni Ă‚lemin kapısıdır. Eğer namaz kılmazsan, senin o gunun zulumlu ve perişan bir halde gider, senin aleyhinde ahiret aleminde şahitlik eder. Zira herkesin, her gunde, şu Ă‚lemde kendine has bir Ă‚lemi var. Hem o Ă‚lemin keyfiyyeti, o adamın kalbine ve ameline tĂ‚bidir. Nasılki Ă‚ynanda gorunen muhteşem bir saray, Ă‚yinenin rengine bakar. Siyah ise, siyah gorunur. Kırmızı ise, kırmızı gorunur. Hem onun keyfiyyetine bakar. O Ă‚yine şişesi duzgun ise, sarayı guzel gosterir. Duzgun değil ise, cirkin gosterir. En nĂ‚zik şeyleri kaba gosterdiği gibi; sen kalbinle, aklınla, amelinle, gonlunle, kendi Ă‚leminin şeklini değiştirirsin. Ya aleyhinde, ya lehinde şehadet ettirebilirsin. Eğer namazı kılsan, o namazın ile o Ă‚lemin SĂ‚ni'-i ZulcelĂ‚l'ine yonelmiş olsan; birden, sana bakan Ă‚lemin nurlanır. Âdeta namazın bir elektrik lĂ‚mbası ve namaza niyyetin, onun duğmesine dokunması gibi, o Ă‚lemin zulumunu dağıtır ve o karman corman dunyyeviyedeki karmakarışık perişaniyyet icindeki değişimler ve harekĂ‚t, hikmetli bir intizĂ‚m ve mĂ‚nidar bir kitabet-i kudret olduğunu gosterir. اَللَّهُنُورُالسَّمَوَاتِوَاْلاَرْضِ Ă‚yet-i pur
(Orjinal Sayfa: 284)
-envĂ‚rından bir nûrû, senin kalbine serper. Senin o gunku Ă‚lemini, o nurun yansımasıyla ışıklandırır. Senin lehinde nuraniyyetle şehĂ‚det ettirir.
Sakın deme: «Benim namazım nerede, şu hakikat-ı namaz nerede...» Zira bir hurma cekirdeği, bir hurma ağacı gibi, kendi ağacını temsil eder. Fark yalnız cekirdek ve ağacıl ile olduğu gibi; senin ve benim gibi sıradan biri -hissetmezse bile- namazı, buyuk bir velînin namazı gibi şu nurdan bir hissesi var, şu hakikattan bir sırrı vardır -velev şuurun taallĂ‚k etmezse-. Fakat derecĂ‚ta gore gelişme ve nuru ayrı ayrıdır. Nasıl bir hurma cekirdeğinden, tĂ‚ mukemmel bir hurma ağacına kadar ne kadar mertebeleri bulunur. Oyle de: Namazın derecelerinde de daha fazla mertebe bulunabilir. Fakat butun o mertebede, o hakiki nurun esĂ‚sı bulunur.
اَللَّهُمَّصَلِّوَسَلِّمْعَلَىمَنْقَالَاَلصَّلَوةُ عِمَادُالدِّينِوَعَلَىآلِهِوَصَحْبِهِاَجْمَعِ ينَ
* * *
(Orjinal Sayfa: 285)
Yirmibirinci Soz'un İkinci Makamı
[Kalbin beş yarasına beş merhemi icine alır.]
بِسْمِاللَّهِالرَّحْمَنِالرَّحِيمِ
قُلْرَبِّاَعُوذُبِكَمِنْهَمَزَاتِالشَّيَاطِينِوَاَ عُوذُبِكَرَبِّاَنْيَحْضُرُونِ
Ey vesvese hastalığı ile mubtelĂ‚! Biliyor musun vesvesen neye benzer? belaya benzer. onem verdikce şişer. onem vermezsen soner. Ona buyuk nazarıyla baksan buyur. Kucuk gorsen, kuculur. Korksan ağırlaşır, hasta eder. endişe etmezsen hafif olur, sonuk kalır. Mahiyetini bilmezsen devam eder, yerleşir. Mahiyetini bilsen, onu tanısan gider. Oyle ise, şu musibetli vesvesenin en cok gorulen ve hayat bulmakta olan yalnız beş yonunu BeyĂ‚n edeceğim. Belki sana ve bana şifa olur. Zira şu vesvese oyle bir şeydir ki, cehalet onu davet eder, ilim onu defeder. Tanımazsan gelir, tanısan gider.
BİRİNCİ YON - Birinci Yara: Şeytan evvelĂ‚ şubheyi kalbe atar. Eğer kalb kabûl etmezse, şubheden kufre doner. Hayale karşı kufre benzer BĂ‚zı pis hĂ‚tıraları ve edepsizlikleri cirkin halleri canlandırır. Kalbe «EyvĂ‚h» dedirtir. umitsizliğe duşurtur. Vesveseli adam zanneder ki kalbi, Rabbine karşı edebsizlikte bulunuyor. Mudhiş bir carpıntı ve heyecan hisseder. Bundan kurtulmak icin huzurdan kacar, gaflete dalmak ister. Bu yaranın merhemi şudur:
(Orjinal Sayfa: 286)
Bak ey bîcare vesveseli adam! TelĂ‚ş etme. Cunki senin hatırına gelen kufur değil, belki hayaldir. Kufur zannı kufur olmadığı gibi; kufur hayali dahi, kufur değildir. Zira mantıkca hayal etmek, hukum değildir. kufretmek ise, hukumdur. Hem bununla beraber o cirkin sozler, senin kalbinin sozleri değil. Cunki senin kalbin ondan etkilenmiş ve uzgundur. Belki kalbe yakın olan şeytanın vesvesesinden geliyor. Vesvesenin zararı, zararlı bir kuruntudur. YĂ‚ni onu zararlı gormekle seni kalben yaralamış olacaktır. Cunki hukumsuz bir hayali hakikat zanneder. Hem şeytanın işini kendi kalbine mal eder. Onun sozunu, ondan zanneder. Zarar anlar, zarara duşer. ZĂ‚ten şeytanın da istediği odur.
İKİNCİ YON: Budur ki: MĂ‚nĂ‚lar kalbden cıktıkları vakit, bicimleri cıplak olarak hayale girerler; oradan şekillerini giyerler. HĂ‚yĂ‚l ise, her vakit bir sebeb tahtında bir nevi şekilleri dokur. Ehemmiyet verdiği şeyin Sûretlerini yol ustunde bırakır. Hangi mĂ‚nĂ‚ gecse ya ona giydirir, ya takar, ya bulaştırır, ya perde eder. Eğer mĂ‚nĂ‚lar arınmış ve temiz iseler, Sûretler kirli,pis ve rezil ise giymek yoktur, fakat temas var. Vesveseli adam, teması giyinme ile karıştırır. «EyvĂ‚h!» der. « Kalbim ne kadar bozulmuş. Bu sefillik, bu adi nefis, beni surgun eder. » Şeytan onun bu damarından cok istifade eder. bu yaranın merhemi şudur:
Dinle ey bîcĂ‚re! Nasılki, senin namazın nezih edebinin vesilesi olan gorunuşteki temizliği gibi, icinde tuttuğun pislik ona tesir etmez ve bozmaz. Oyle de: mukaddes manaların, kirli pis suretler yakınlığa zarar vermez. MeselĂ‚ sen ilahi emirleri uyguluyorsun. Birden bir hastalık, ya bir iştah, ya idrar gibi bir ihtiyac emri şiddetle senin hissine dokunuyor. Elbette senin hayalin, hastalığın caresini ve ihtiyaclarını giderme işini gorecek, bakacak, onlara munasib pis Sûretleri gercekleştirecek ve gelen mĂ‚nĂ‚lar ortalarından gececekler. Gececeklere ne zarar vardır, ne kirlenme var ve ne zarar var ve ne tehlike var. Yalnız tehlike ise bir noktaya odaklanmak, zarar kanısına kapılmaktır.
UCUNCU YON:Budur ki: Eşya aralarında, BĂ‚zı gizli sırlar bulunur. HattĂ‚ hic umid etmediğin şeyler icinde bağlantı ve ilişki ipleri bulunur. Ya bizzĂ‚t bulunur veya senin hayĂ‚lin, meşgul olduğu san'ata gore o ipleri yapmış, onları birbiriyle bağlamış. Şu sırr-ı munasebettendir ki, bĂ‚zan bir mubarek şeyi gormek, bir kirli şeyi hatıra getirir. Fenn-i BeyĂ‚n'da BeyĂ‚n olunduğu
(Orjinal Sayfa: 287)
gibi, «Haricte uzaklık sebebi olan zıddiyet ise, hayalde yakınlık sebebidir.» YĂ‚ni: İki zıddın Sûretlerinin toplanmasına vasıta, bir hayali yakınlığıdır. Bu munasebetle gelen hatıra, farklı anımsamalarla tĂ‚bir edilir. MeselĂ‚: Sen namazda, yaptığın dualar, KĂ‚'be karşısında, huzur-u İlĂ‚hîde iken, ayetleri duşunduğun bir halde; şu ucarı beynin, seni tutup en uzak faydasız rezilliklere sevkedebilir. Senin başın da, boyle daldan dala ucan fikirlere mubtelĂ‚ ise, sakın telĂ‚ş etme. Uyandığın anda, don. «Aman ne kusur ettim» deyip inceleyip durma. TĂ‚ o zaîf yakınlık, senin tum dikkatini kapsamasın. Zira uzuntu gosterdikce, onem verdikce, senin o zaîf anımsaman alışkanlıklara doner.Hayalî bir hastalık olur. Korkma, kalbî hastalık değil. Bu turlu anımsamalar coğunlukla istemdışıdır. Hususan hassas asabilerde daha ağırlıklıdır. Şeytan, bu turlu vesvesenin mĂ‚denini cok işlettirir. bu yaranın merhemi şudur ki:
kafada oluşan bu tur fikirler coğunlukla istemdışıdır. Onda mes'uliyet yoktur. Hem cağrışımda, yakınlık var; temas ve karışma yoktur. Onun icin, fikirlerin nitelikleri, birbirine karışmaz, birbirine zarar vermez. Nasılki şeytan ile ilham melekleri, kalb taraflarında yakınlıkları var ve gunahkarlar ve iyilerin yakınlıkları ve bir meskende durmaları, birbirlerine zarar vermez. Oyle de, bir hayalin başka bir hayali tetiklemesiyle beynimizin bizi cıkardığı ve istemediğin pis hayaller, gelip nezih duşuncelerin icine girse; yine zarar vermez. Meğer kasden olsa veya zarar zannıyla onunla ziyade meşgul olsa. Hem bĂ‚zan kalb yoruluyor. beyin, kendini eğlendirmek icin rastgele bir şeyle meşgul olur. Şeytan fırsat bulur, pis şeyleri onune serpiyor, suruyor.
DORDUNCU YON: Amelin en iyi Sûretini araştıran ortaya cıkmasına bir vesvesedir ki, takvĂ‚ zannıyla arzuladıkca hal ona şiddetlenir. HattĂ‚ bir dereceye varır ki, o adam amelin daha evlĂ‚sını ararken, harama duşer. BĂ‚zan bir sunnetin araması, bir vĂ‚cibi terkettiriyor. «Acaba amelim sahih oldu mu?» der, iade eder. Bu hal devam eder. GĂ‚yet umitsizliğe duşer. Şeytan bu halinden istifade eder, onu yaralar. bu yaranın iki merhemi var:
Birinci merhem: Bu gibi vesvese doğru yoldan sapmışlara lĂ‚yıktır. Cunki onlar derler: «MedĂ‚r-ı teklif olan fiil ve eşya, kendi zĂ‚tında, Ă‚hiret itibariyle ya guzelliği var; sonra o guzelliğe binaen emredilmiş veya cirkinliği var; sonra ona bu sebeple yasaklanmış. Demek eşyada, Ă‚hiret ve hakikat noktasında olan guzellik ve cirkinlik halidir; emir ve İlĂ‚hî yasaklar ona tabidir.» Bu mezhebe gore, insana her işlediği amelde şoyle bir vesvese gelir: «Acaba amelim hakiki olarak guzel
(Orjinal Sayfa: 288)
Sûrette yapılmış mıdır?» Amma mezheb-i hak olan Ehl-i Sunnet ve CemĂ‚at derler ki: «CenĂ‚b-ı Hak bir şeyi emreder, o guzel olur. yasaklar, o cirkin olur. Demek emir ile guzellik, yasak ile cirkinlik ortaya cıkar. guzellik ve cirkinlik şahsın bilgisine bakar ve ona gore yerleşir. Şu guzellik ve cirkinlik ise, gorunuşte dunyaya bakan yuzunde değil, belki Ă‚hirete bakan yuzdedir. MeselĂ‚, sen namaz kıldın veya abdest aldın. Halbuki namazını ve abdestini fesada verecek bir sebeb, işin ozunde varmış. LĂ‚kin sen ona hic muhatap olmadın. Senin namazın ve abdestin hem sağlamdır, doğrudur, hemde guzeldir. Mu'tezile der: «yapılanlar hakikaten cirkin ve bozuktur. Fakat sende kabûl edilir. Cunki cahilliğin var, bilmedin ve ozrun var. Oyle ise Ehl-i Sunnet mezhebine gore, zĂ‚hir-i şeriate muvafık olarak işlediğin ameline: » «Acaba doğru olmuş mu?» deyip vesvese etme. Fakat, «Kabûl olmuş mu?» de. Gururlanma, ukela olma.
İkinci merhem: Dinde zorlama yoktur. لاَحَرَجَفِىالدِّينِ MĂ‚dem dort mezheb haktır. MĂ‚dem istiğfara tabi olan kusuru kavrama ise, gurura tabi olan guzel amelin gormesine -boyle vesveseli adam- daha ustun tutulur. YĂ‚ni boyle vesveseli adam, amelini guzel gorup gurura duşmektense, amelini kusurlu gorse, istiğfar etse, daha evlĂ‚dır. MĂ‚dem boyledir, sen vesveseyi at. Şeytana de ki: Şu hal, bir sıkıntıdır. Hakikat dairesine hakim olmak guctur. Dindeki kolaylığa aykırıdır. يُسْرٌاَلدِّينُلاَحَرَجَفِىالدِّينِ esĂ‚sına terstir. Elbette boyle amelim bir mezheb-i hakka uygun gelir. O bana kĂ‚fidir. Hem en azından ben acizliğimi itiraf ederek ibĂ‚deti lĂ‚yıkı ile edĂ‚ edemediğimden istiğfar ve yakarış ile merhamet-i İlahiyyeye sığınarak, kusurum affolunmak, kusurlu amelim kabûl olunmak icin acizane bir yakarışa vesiledir.
BEŞİNCİ YON: İmani meselelerde şubhe Sûretinde gelen vesvesedir. Bîcare vesveseli adam, bĂ‚zan hayali, hatıra getirme ile karıştırır. YĂ‚ni: Hayale gelen bir şubheyi, akla girmiş bir şubhe kuruntu edip, inancına zarar gelmiş zanneder. Hem bĂ‚zan kuruntu ettiği bir şubheyi, îmĂ‚nĂ‚ zarar veren bir şuphe zanneder. Hem bĂ‚zan zihninde canlandırdığı bir şubheyi, tasdik-ı aklîye girmiş bir şubhe zanneder. Hem bĂ‚zan bir imansızlığa ait bir duşunceyi, kufur zanneder. YĂ‚ni islamdan sapmanın sebebini anlamak maksadıyla duşunme gucunun(Orjinal Sayfa: 289)
karışmasını ve tetkiklerini ve tarafsızca değerlendirilmesini, imana aykırı zanneder. İşte telkinat-ı şeytaniyenin eseri olan şu zanlardan urkerek, «Eyvah! Kalbim bozulmuş, inancıma zarar gelmiş » der. O haller, coğunlukla istekdışı olduğundan, cuz'-i istemdışı halini ıslah edemediğinden umitsizliğe duşer. Bu yaranın merhemi şudur ki:
hayal-i kufur, kufur olmadığı gibi; kufur kuruntusu dahi, kufur değildir. dalĂ‚leti tasarlamak dalĂ‚let olmadığı gibi; dalĂ‚leti duşunmek dahi, dĂ‚lalet değildir. Cunki hem hayal, hem kuruntu, hem tasarlama, hem duşunme; aklın tasdiğinden ve kalbin anlayışından ayrıdırlar, başkadırlar. Onlar bir derece serbesttirler. Cuz'-i istekleri pek dinlemiyorlar. Dinîn teklifi altına cok giremiyorlar. Tasdik ve anlayış, oyle değiller. Bir olcuye tabidirler. Hem hayal, kuruntu, tasarlama, duşunce, nasılki tasdik ve anlayış değiller. Oyle de şubhe ve tereddud sayılmazlar. Fakat eğer luzumsuz tekrar ede ede kararlı bir hale gelse, o vakit hakikî bir nevi şubhe, ondan doğabilir. Hem tarafsızca muhakeme namıyla veya insaf namına deyip, aksini iddea ede ede, tĂ‚ oyle bir hale gelir ki, ihtiyarsız karşı tarafı tutar. Ona vĂ‚cib olan hakkın gerekliliği kırılır. O da tehlikeye duşer. Hasmın veya şeytanın bir fuzuli vekili olacak bir hal, zihninde yerleşir.
bu nevi vesvesenin en muhimi şudur ki: Vesveseli adam, imkĂ‚n-ı zĂ‚tî ile imkĂ‚n-ı zihnîyi birbiriyle karıştırır. YĂ‚ni: Bir şeyi kendinde mumkun gorse, o şeyi zihnen dahi mumkun ve aklen şupheli kuruntu eder. Halbuki iman ilminin kurallarındandır ki: Zatında olabilirliği ise, mutlak ilme zıt değil ve zihnin zaruretine zıddiyeti yoktur. MeselĂ‚: Şu dakikada Karadeniz'in yere batması, mumkundur ve o olabilirliği ile muhtemeldir. Halbuki kesinlikle, o denizin yerinde olduğunu hukmediyoruz, şubhesiz biliyoruz ve o olma ihtimali ve o olabilirliği, bize şuphe vermez, bir şubhe getirmez, inancımızı bozmaz. MeselĂ‚: Şu guneş zĂ‚tında mumkundur ki, bugun batmasın veya yarın doğmasın. Halbuki bu imkĂ‚n bildiklerimize zarar vermez, şubhe getirmez. İşte bunun gibi, meselĂ‚ hakaik-i îmĂ‚niyeden olan dunya hayatının batışına ve ahiret hayatının doğuşuna, imkĂ‚n-ı zĂ‚tî cihetinde gelen kuruntular, korkular, yakîn-i îmĂ‚nîye zarar vermez. Hem لاَعِبْرَةَِلْلاِحْتِمَالِالْغَيْرِالنَّاشِئِعَنْد َلِيلٍ yĂ‚ni: "Bir delilden
(Orjinal Sayfa: 290)
meydana gelmeyen bir ihtimalin hic ehemmiyeti yoktur" olan kaide-i meşhûre; hem usûl-ud din, hem usûl-ul fıkhın kararlaştırılmış kaidesindendir.
Eğer desen: Bu derece mu'minlere zararlı ve rahatsız eden vesvese, ne hikmete binaen bize belĂ‚ olmuş?"
Elcevab: aşırılığa varmamak, hem ustun gelmemek şartıyla, vesvesenin aslı uyanıklığa sebebdir, araştırmaya acıktır, ciddiyete vesiledir. LĂ‚kaydlığı atar, ehemmiyetsizliği ve miskinliği def'eder. Onun icin Hakîm-i Mutlak, şu dĂ‚r-ı imtihanda, şu meydĂ‚n-ı musabakada bize bir teşvik kamcısı olarak, vesveseyi şeytanın eline vermiş. Beşerin başına vuruyor. Şayet cok incitse, Hakîm-i Rahîm'e şikayet etmeli, اَعُوزُبِاللَّهِمِنَالشَيْطَانِالرَّجِيمِ (euzibesmele) demeli.
__________________