İnsanlar mizÂc itibariyle birbirlerinden farklı oldukları gibi, kavrama ve oğrenme kabiliyetleri yonunden de oldukca farklıdırlar: Bir insanın aklı ile tesbit ettiği ve “tek kurtuluş yolu” olarak sunduğu teorileri, diğer bir insan; tamamen “sacma” olarak nitelendirebilir. Hatta insanın aklî muhakemesini işletmeyip, hakikati bulmada, iyiyi ve kotuyu birbirinden ayırmada gaflete duşmesi de mumkundur. Butun bu ihtimaller olmasaydı, aklı ile hareket eden ve “hakikati bulduğunu” ileri suren herkese inanmamız gerekirdi. Halbuki gorunen odur ki, herkes kendi aklını beğenmekte, tesbit ettiğini ileri surduğu doğruların dışında kalan herşeyi reddetmektedir. Dolayısıyla sırat-ı mustakîmin (Doğru yolun ve hakikatin) olcusu insan aklı olamaz. İşte bu noktada karşımıza hidayet ve dalÂlet kavramları cıkmaktadır. Allahû TeÂla (Celle Celaluhu); Hazreti Âdem (Aleyhisselama)’a ve Hazreti Havva’yı yeryuzune indirdiği zaman şoyle buyurmuştu: “Hepiniz oradan inin. Sonra size benden bir huda gelir de; kim benim hudÂma tÂbi olursa, artık onlara hicbir korku yoktur. Onlar mahzun (uzuntulu) olacak değildirler.”(1)Yeryuzunde insan icin iki yol vardır. Birincisi: Allahû TeÂla (Celle Celaluhu)’ya iman etmek ve hayatını İslÂm’a gore duzenlemek (hidayete tÂbi olmak). İkincisi: Hev ve heveslere tÂbi olup, dalÂlet uzere yaşamak!.. Bu iki yolun dışında ucuncu bir yoldan soz etmek mumkun değildir.
Arapca’da dalÂl kelimesi; yolunu kaybetmek, doğru yoldan cıkmak ve insanı talep ettiği noktadan mahrum bırakmak gibi manÂlara gelir. DalÂlete duşene dÂl, dalÂlete duşurene mudıl, dalÂlete duşurmeye, azdırmaya da idlÂl denilir.2
Nitekim Kur’Ân-ı Kerîm’de, yaratılışı inkÂr edenlerin iddiası izah edilirken “dalÂln” kelimesi (kaybolmak mÂnÂsında) kullanılmıştır: “Dediler ki; `Biz yerde curuyup kaybolduğumuz (dalÂlnÂ) vakit mi, gercekten yeni bir yaratılışla mı yaratılacağız? Evet onlar Rabblerine kavuşmayı inkÂr edicidirler.”3 Yine başka bir ayet-i kerimede, yoldan cıkarmak, azdırmak mÂnÂsında (adletum) kullanılmıştır: “Rabbin) Onları da, Allah’tan gayri taptıklarını da (mahşerde) bir araya toplayıp: `Siz mi şu kullarımı saptırdınız (adleltum), yoksa kendileri mi yollarını sapıttılar’diyeceği gun (gorursun ki) onlar (şoyle) demişlerdir: `Seni tenzih ederiz. Seni bırakıp da başka veliler edinmek bize yakışmaz. Fakat sen gerek onlara, gerek atalarına gecimlik verdin de, zikri (şeriata tÂbi olmayı) unuttular ve helÂk (e mahkûm) bir kavm (topluluk) oldular.”4
DalÂlete duşmenin bir cok sebebi vardır. Dunyevî ihtirasa kapılmak ve ahireti unutmak, her turlu felÂketin başlangıcıdır. Tagutî guclere itaat etmek ve onların ideolojilerine tÂbi olmak, dalÂleti satın almaktır. Nitekim Kur’Ân-ı Kerim’de:
“O gun yuzleri ateşte evrilip-cevrilirken: `Eyvah bize!.. Keşke Allah’a itaat etseydik; peygambere itaat etseydik’ diyeceklerdir. (Onlara tÂbi olanlar da o gun) `Ey Rabbimiz! Hakikat biz reislerimize (liderlerimize) ve buyuklerimize uyduk. Onlar da bizi yoldan saptırdılar (fe’edallûne’s-sebiyla)’ diyeceklerdir. Ey Rabbimiz!.. Onlara (liderlerimize ve buyuklerimize) azÂptan iki.katını ver. Onları buyuk bir lÂ’netle rahmetinden kov!..”5 buyurulmuş ve tuğyan eden guclere itaatin getireceği manzara cizilmiştir.
Kelime-i Şehadeti ikrar ve tasdik eden her mu’min; Allahû TeÂla (Celle Celaluhu)’nın sınırlarını cizdiği şeriata tÂbi olmak durumundadır. Zira sırat-ı mustakîm (dosdoğru yol) budur. Malûm olduğu uzere; namaz ibadetini ed edereken mutlaka Fatiha sûresini okuruz. Bu sûreyi okurken: “Yalnız sana ibadet (kulluk) ederiz. Yalnız senden yardım dileriz. Bizi doğru yola, kendilerine ni’met verdiklerinin yoluna kavuştur. Gazaba uğrayanlarınkine, dalÂlette olanlarınkine değil!..” diye yalvarır ve “Âmin” deriz.
İmam Fahruddin-i Razi, konuyla ilgili goruşunu şoyle ifade eder: Mufessirlerin bazısı gazaba uğrayanlardan maksadın; gorunur amellerinde hata yapan her şahıs, sapıklardan muradın da, itikadında hata yapan herkes olduğu goruşunu tercih etmektedirler. Cunku, gazÂba uğrayanları yahudilere, sapıkları da hrıstiyanlara tahsis etmek esasa aykırıdır. Cunku Allahû TeÂla (Celle Celaluhu)’yı inkÂr etme, O’na bazı şahıs ve gucleri ortak etmek din olarak hrıstiyanlıktan ve yahudilikten daha cirkin, dolayısıyla onlardan konınmak daha evlÂdır.
Alûsî, Fahruddin-i Razi’nin bu goruşunu reddederek şoyle diyor: “Gazaba uğrayanlar” ile “sapıklar” sozlerinden acık olarak yahudi ve hırıstiyanların kasdedildiği, sahih hadisle rivayet edilmiştir. Bu rivayet varken, buna aykırı bir goruşe donulemez.
İmam-ı Kurtubi ise şoyle demektedir: Mufessirlerin bir coğuna gore “gazaba uğrayanlar” ile yahudilere, “sapıklar” ile de hristiyanlara işaret edildiği, Hatem oğlu Adiyy’in musluman oluşu sırasındaki hadiste tefsir edilmiştir. Ebu Hayyan’ın bu hadisle ilgili goruşu şoyledir: Eğer hadis-i şerif’in Resûl-i Ekrem (sav)’den nakli sahih ise, ona donmek (onunla amel etmek) farz olur.
Bana gore; Fahruddin-i Razi’nin goruşu, hadisi reddetmek anlamını taşımaz. Aksine onun hukmunu genelleştirerek, yahudilik, hıristiyanlık ve diğer tum İslÂm dışı inancları icine alan bir ifade ile butun kÂfir ve munafıkları Âyetin şûmulune almıştır Şurası muhakkaktır ki, hidayetten ayrılan bir kimse, mutlaka dalÂlete duşmuştur. Nitekim Kur’Ân-ı Kerîm’de: “Artık hakdan (ayrıldıktan) sonra sapıklıktan başka ne kalır?” (FemÂz ba’delhakkı ille’d-dalÂl)s buyurulmuştur. Mesele bu acıdan ele alındığı zaman dalÂlete duşmenin, neleri beraberinde getireceği kolayca anlaşılır.
İnsanın sadece aklî melekelerini kullanarak dalÂletten kurtulması mumkun değildir. Vahye tÂbi olmayan kimse hidÂyet nimetine kavuşamaz. Cunku Kur’Ân-ı Kerîm’de, Resûl-i Ekrem (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’e hitaben: “İşte biz sana da boylece emrimizden bir ruh vahyettik. Halbuki (vahiyden evvel) kitap nedir, iman nedir? sen bilmezdin. Fakat onu biz bir nur yaptık. Bununla kullarımızdan kime dilersek, ona hidayet veririz. şuphesiz ki sen, doğru bir yolun rehberliğini yapıyorsun’(9) buyurulmuştur.
Resûl-i Ekrem (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) vahiy gelmeden once, kitabın ve imanın mahiyetini bilmeyişi, mucerred aklın (bu noktada) sınırını cizmektedir. Bu sebeple akıl, vahyi kavramak icin bir vasıtadır. Bu incelik unutulmamalıdır. Aklı putlaştıranlar, dalÂlete duşerler.
www.ismailaga.info
KAYNAKLAR
(1) Bakara sûresi: 38.
(2) RÂğıb el-Isfahani, el-Mufredat fi Garibi’il Kur’Ân, İst. 1986, Kahraman Yay., sh. 440. Aynca, Omer Nasûhi Bilmen, Kur’Ân-ı Kerîm’iıı Turkce Meali Atisi ve TeJsiri, İst. 1963, c. II, sh. 11; Seyyid Şerif Clircani, et-Tarifat, İst. ty. Kaynak Yay., sh.137.
(3) Secde sûresi:10.
(4) Fûrkan sûresi:17-18.
(5) Ahzab sûresi: 66-68.
(8) Yunus sûresi: 32.
9) Şûra sûresi: 52
__________________
Delalet Nedir?
Dini Sohbetler0 Mesaj
●37 Görüntüleme
-
12-09-2019, 10:32:59