İnsan fiillerinin mahiyetini, insan-eşya ilişkilerini ve insanların birbirleriyle munasebetlerini izah edebilmek icin “zulum nedir?” sualine, doğru cevap vermek mecburiyetindeyiz. Zira Kur’Ân-ı Kerîm’de ve sunnette en cok kullanılan kavramlardan birisi de zulum ve turevleridir. Gunluk hayatımızda da değişik sebeplerle zulum kelimesini kullanırız.
Arapca olan ve “Za-Le-Me” kokunden gelen bu kelimenin lûgat mÂnÂsı: nûr’un yok olması (karanlık)tır. Arapca mutehassısları zulum terimini; bir şeyi kendisine ait olan yerin dışına koymak, gerek eksiltmek, gerek coğaltmak ve gerekse zaman ve yer bakımından saptırmak olarak tarif etmişlerdir(1). Nitekim Asım Efendi: “Vaz’ı mezkûr, ya ziyade ile, yahud noksan ile, veyahut vaktinden ve mekÂnından ûdul ile olur”(2) diyerek, aynı hususa işaret etmiştir.

Tayin edilen sınırın dışına taşmak zulumdur. Bazı lûgat Âlimleri zulum terimini “haddi tecavuz ve cevr etmekle” acıklamışlardır. İslÂmî ıstılÂhta: “Bir eşyayı veya hadiseyi, şer’î hukmunden başka bir şekilde değerlendirmeye zulum denir.” şeklinde tarif edilmiştir. Yaygın olan tarif budur. Resûl-i Ekrem (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in: “Zulum uc turludur. Bir zulum vardır ki, Allah onu affetmez. Bir zulum vardır ki, Allah onu affeder. Bir zulum vardır ki, Allah onun mutlaka hesabını sorar. Allahû TeÂla (cc)’nın affetmediği zulum şirktir. Cunku Allah “Şirk buyuk bir zulumdur” (Lokman sûresi:l3) buyurmuştur.

Allahû TeÂla (Celle Celaluhu)’nın affedeceği zulum; kulların kendi nefislerine karşı işlediği zulumdur. Rableri ile kendi aralarındaki işlerde (emre itaat ve nehiyden kacınmak noktasında) yaptıkları hatalardır.
Allah’ın hic bırakmayıp, mutlaka hesabını soracağı zulum ise, kulların birbirlerine karşı hayÂsızlıklarıdır. Allah bunların hesabmı sorar ve zalimleri cezalandırır.”(3) buyurduğu bilinmektedir. İslÂm ûleması zulmu tasnif ederken bu uc esas uzerinde durmuştur (4) Biz de aynı usûle riayet edelim.

a) Kur’Ân-ı Kerîm’de: “Allah iman edenlerin velisidir. Onları karanlıkdan (zulûmattan) nura cıkarır. Kufredenlerin velisi ise tÂgûttur. O (tÂgût) da kendilerini nurdan ayırıp, karanlıklara (zulumata) cıkarır. Onlar (tÂgûtu veli edinen tevağit zumresi) cehennemin arkadaşıdırlar. Onlar orada, bir daha cıkmamak uzere ebedi kalıcıdırlar.”(5) hukmu beyan buyurulmuştur.

Fahruddin-i Razi, butun mufessirlerin “nûr ile zûlumattan maksadın, iman ve kufur olduğunda ittifak ettiklerini” acıklamıştır(6) İbn-i Kesir; onemli bir inceliğe işaret ederek şoyle demektedir: “Allahû TeÂla (Celle Celaluhu) bu Âyette nûru tekil, zûlumatı ise coğul olarak zikretmiştir. Şuphesiz ki hak (nûr) tektir. Kufrun ceşitleri ise coktur. Hepsi de bÂtıldır.”(7). Dikkat edilirse burada; nûr ile zulum, birbirinin zıddıdır. Kufrun ve şirkin; en buyuk zulum olmasındaki hikmet, kolaylıkla kavranabilir.
Zulm kelimesinin; kufur ve şirk mÂnÂsında kullanıldığı başka Âyetler de vardır. MeselÂ: “İman edenler, bununla beraber imanlarını zulumle de bulaştırmayanlar!.. İşte ancak onlardır ki, emin olmak hakkı kendilerinindir. Onlar doğru yolu bulmuş kimselerdir.”(8) Âyet-i kerimesi inince, Sahabe-i Kiram: “İcimizde nefsine zulmetmeyen kim olabilir?” diyerek, uzuntuye kapıldı. Zira buradaki zulm kelimesini; hata ve gunah olarak değerlendirmişlerdir. Bunun uzerine Rasul-i Ekrem (Sallallahu Aleyhi ve Sellem): “Zannettiğiniz gibi değil!… Buradaki zulum Lokman (Aleyhisselam)’ın oğluna dediğidir: `EvlÂdım!.. Sakın Allah’a şirk koşma. Cunku şirk elbette buyuk bir zulumdur.”(9) diyerek, meseleyi kavramalarını kolaylaştırmıştır. Dikkat edilirse; her iki Âyette de, şirk koşmanın zulm olduğu sarihtir.

b) İhlasla kelime-i tevhidi ikrar eden bir mukellef; İslÂm’ın emir ve nehiylerine riayet etmeyerek, kendi nefsine zulm edebilir. Kat’i nasslarda, bu mahiyetteki zulume yer verilmiştir: “Biz hic bir peygamberi, Allah’ın izniyle kendisine itaat edilmesinden başka bir hikmetle gondermedik. Onlar kendilerine zulmettikleri vakit; sana gelip de Allah’tan mağfiret dileselerdi, onlara (sen) peygamber de mağfiret isteyiverseydi, elbette Allah’ı tevbeleri hakkı ile kabul edici, cok esirgeyici bulacaklardı.”(10)

“Kim (nefsine) zulm ettikten sonra tevbe eder ve hÂlini duzeltirse, Allah da tevbesini kabul eder.”(11)

“Ve onlar cirkin bir gunah (fahşÃ‚) işledikleri, yahud nefislerine zulm ettikleri vakit; Allah’ı hatırlayarak hemen gunahlarının bağışlanmasını isteyenlerdir. Gunahları, Allah’dan başka kim bağışlayabilir. Bir de onlar işledikleri (gunah) uzerinde, bilip dururken ısrar etmeyenlerdir.”(12)

Dolayısıyla “farzları terk ve haramları irtikap eden” her mukellef, once kendi nefsine zulmetmektedir. EmÂnete riayet etmeyerek işlediği bu curumler, başlı-başına birer faciadır. Bazı haramları irtikap ederken; hem kendi nefsine, hem cevresinde bulunan insanlara zulmetmesi mumkundur. MeselÂ: Faiz alıp-vermek, tefecilik yapmak, gıybet ve iftira gibi melÂnetleri işlemek vs. c) Zulum ferdi planda olabildiği gibi, siyasî iktidar ve toplum planında da olabilir. Allahû TeÂla (Celle Celaluhu)’nın indirdiği hukumlerle hukmetmeyen siyasî bir iktidar; butun muntesiplerin ve cevresinde yer alan diğer toplumlara zulmu esas almıştır. İnsanlara ve topluma, kaba kuvvetle gÂlip gelen zorbalara boyun eğmek buyuk bir zillettir. Nitekim Âd kavmi, zorbaların peşinden gittiği icin lÂnetlenmiştir. Kur’Ân-ı Kerım’de: “İşte Âd kavmi!.. Onlar Allah’ın Âyetlerini biinkÂr ettiler. Peygamberlerine isyan ettiler. Boylece başları (liderler) olan her zorbanın emrine uyup gittiler. Onlar bu dunyada da, kıyamet gununde de lÂnet cezasına tÂbi tutuldular”(13) buyurulmuştur.

ZULME KARŞI DİRENMEK
LÂnetten kurtulmak icin; hem zorbalara, hem onların zulumlerine karşı direnmek vÂciptir. Aksi takdirde, Âd kavmine mensup olanlarla birlikte haşrolma tehlikesi gundeme girer. Turcede kullanılan “Âdi” kelimesi de buradan gelmektedir. Elbette mu’minler, “adi’ler” (Âd kavmine mensup olanlar) gibi, zorbaların peşine takılıp gidemezler. Emiru’l-mu’minîn Hazreti Ali (Radıyallahu Anh); “Zulmun iki temel unsuru vardır. Birisi zÂlim, diğeri de mazlumdur. ZÂlim zulmettiği icin, mazlum da zulme rıza gosterdiği icin hesaba cekilir.” diyerek, onemli bir inceliğe işaret etmiştir. TÂgûtî iktidarların; hem Allahû TeÂla (Celle Celaluhu)’nın hukukuna, hem insanların haklarına tecavuz ettikleri sabittir. Dolayısıyla tÂgûtî iktidarlara karşı elleriyle, dilleriyle ve kalpleriyle mucadele vermeyen kimselere zÂlim demek mumkundur. Allahû TeÂla (Celle Celaluhu) nın zalimleri sevmediği kat’i nasslarla sabittir. Resûl-i Ekrem (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in: “Benden sonra bir takım emirler olacaktır. Kim onların yalanlarını tasdik eder ve yaptıkları zulumde kendilerine yardımcı olursa benden değildir. Ben de onlardan değilim. O kimse benim havzımın etrafına yaklaşamayacaktır. Kim onların yalanlarını tasdik etmez ve onlara zulumlerinde yardımcı olmazsa, o bendendir. Ben de onunla beraberim. Ve o kimse havzımın kenarında bana ulaşacaktır.”(14) buyurduğu sabittir.
Peygamberimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) bu ihtarı ve “Benden değildir. Ben de onlardan değilim” hukmu; zÂlimlerin yalanlarını tasdik eden kimseleri istisnasız icine alır. TÂgûtî yonetimlerde (onların velÂyetini kabul ederek veya etmeyerek) gorev alanlar, Resûl-i Ekrem (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in bu ihtarını iyi duşunmelidirler. Esasen zÂlimlere, zihnen ve kalben meyletmek dahi buyuk bir tehlikedir. Nitekim Kur’Ân-ı Kerîm’de: “Bir de zulmedenlere meyletmeyin. Sonra size ateş dokunur. Zaten sizin Allah’tan başka yardımcınız yoktur. Sonra (zÂlimlere meylettiğiniz icin) Allah’dan da yardım goremezsiniz.”(15) hukmu beyan buyurulmuştur. ZÂlimlere kalben meyletmek ve zulumleri karşısında sessiz kalmak, başlı-başına bir fÂciadır. Onlarla işbirliği yapmak ise, cinayet hukmundedir. Firaset sahibi mu’minler, bu inceliği kolayca kavrayabilirler.

www.ismailaga.info
KAYNAKLAR
(1) RÂğıb el-Isfahanî, el-Mufredat, İst. 1986, Kahraman Yay., sh. 470.
(2) Zebidî, Sahih-i Buhari Muhtasarı, Tecrid-i Sarih Tercemesi ve Şerhi, Ank. 1974 (3. bsm.) c. VII, sh. 35I.
(3) İbn-i Kesir, Tefsiri’l-Kur’Ân’i1-Azim, Beyrut 1969, c. I, sh. 508.
(4) Zebidî, a.g.e., c. VII, sh. 351.
(5) Bakara sûresi: 257.
(6) Fahruddin RÂzî, Mefatihû’I-Cayb, İst. 1308, c. II, sh. 231.
(7) İbn-i Kesir, a.g.e., c. I, sh. 312.
(8) En’am sûresi: 82.
(9) Sahih-i Buharî, İst. 1401, Cağrı Yay., c. VI, sh. 20 K. Tefsirû’1-Kur’Ân: 3I.
(10) Nisa sûresi: 64.
(11) (I 1) MÂide sûresi: 39.
(12) Â1-i İmrÂn sûresi:135.
(13) Hûd sûresi: 59-60.
(14) Mansur Ali Nasif, Tac Tercemesi, İst. 1973, Eser Yay., c. III, sh. 106, Had. No: 168 (Sunen-i Tirmizî ve Sunen-i NesÂi).
(15) Hûd sûresi: 113.
__________________