
Kuantum kuramıyla Tanrısal etkinliği birleştiren yaklaşımın, aşağıdan-yukarı (bottom-up) bir mudahaleyi savunmasıyla dunya icindeki buyuk değişimleri (mucizeler gibi) acıklayıp acıklayamayacağı sorulabilir. Her şeyden once butun evrensel hammaddenin atomlardan ve atom-altı parcacıklardan oluştuğunu, atom-altı seviyede yapılan mudahalelerin evrenin tumune yayılan bir mudahale olduğunu hatırlatalım. Ayrıca, kaos teorisi ile ilgili calışmalarda da gosterildiği gibi, evrenin bir yerindeki cok kucuk sayılabilecek bir değişim bile evrenin başka yerinde cok buyuk değişimlere sebebiyet verebilir. Kelebek Etkisi (Butterfly Effect) ismiyle meşhur olan bu yaklaşıma gore, Şam’da kanatlarını cırpan bir kelebek İstanbul’da bir kasırgaya sebebiyet verebilir. Sonucta Tanrısal mudahale ile Tanrı’nın tum evreni kuşatan bilgisi birleştirilirse, bir kelebeğin yonunu değiştirecek kadar bir mudahale ile – kelebeğin zihninde kuantum seviyesinde yapılacak mudahalelerle bir yonlendirme veya kuantum seviyesinde mudahalelerle bir hava akımı oluşturup kelebeğin yonu değiştirilerek – kutsal kitaplarda bahsedilen, bazı kavimlerin yok edilmesine sebebiyet verecek nitelikte bir kasırganın nasıl oluşturulduğu izah edilebilir. Kelebek Etkisi ile ifade edilen etki ‘başlangıc durumundaki şartlara hassas bağımlılık’ olarak da dile getirilir. Fizikte bunun onemi anlaşılmadan once, halk arasında boylesi bir etkinin varlığı sağduyu ve basit gozlemlerle fark edilmişti. Halk arasındaki şu soz de bunu ifade etmektedir:
Bir mıh bir nal kurtarır;
Bir nal bir at kurtarır;
Bir at bir er kurtarır;
Bir er bir cenk kurtarır;
Bir cenk bir vatan kurtarır!
Kaos teorisinde Kelebek Etkisi determinist yasalar cercevesinde ele alınır. Kaos teorisi ile kuantum teorisi bir arada ele alınırsa, buyuk sonuclar verecek ufak değişimler, Tanrı’nın belirsizlikleri belirlemesiyle acıklanmaya (indeterminizm surece dahil edilmeye) calışılabilir. Bizim acımızdan onemli nokta, aşağıdan-yukarı bir etki tarzının ne kadar onemli sonuclar verebileceğini gostermektir. Maddenin kucuk parcacıkları, etraflarındaki kucuk parcacıklarla ve ortamla, carpışma şeklindeki ilişkilerinde, bize gore kısa bir sure olan birkac saat icinde katrilyonlarca ilişkiye girerler. Kuantum kuramının gosterdiği gibi evrensel yasalar ozlerinde olasılıksal bir yapıya sahipse, katrilyonlarca sayıdaki etkileşim esnasında olasılıklara mudahaleyle cok buyuk bir fark oluşturulabilir. Dunyanın etrafında ucan ve aynı yere gelen bir roketi duşunelim; eğer bu roketin yorungesi derecenin trilyonda biri kadar sapış gosterirse ilk turda onemli bir fark olmaz, ancak trilyon tur sonra bir derece fark oluşur, 90 trilyon defada eski yorunge tam dikine kesilecek kadar, 180 trilyon defada tam ters yonde aynı yorungeyi takip edecek fark oluşur. Olasılıklara bilincli mudahale ile yapılacak kucuk değişiklikler, cok yuksek sayıda tekrarlandığında ve bilinc ile bir amaca gore olasılıklar secildiğinde cok buyuk değişiklikler ve umulmadık sonuclar oluşabilir.
Olasılıkcı yasalar, fiziğe ilk olarak 19. yuzyılın sonunda entropi kuramıyla girmiştir. Entropi yasası, evrenin en temel yasaları olarak kabul edilen termodinamik yasaların ikincisidir ve evrendeki duzensizliğin surekli arttığını soyler. Entropi yasasının fiziksel yorumu uzerinde, kuantum kuramında olduğu gibi ciddi farklar yoktur; bu yasanın determinizm ile uyumlu olmasına rağmen olasılıkcı yapısında geniş bir konsensus vardır. Hava molekulleri gibi molekullerin dağılımında entropi yasası kendini gosterir. Katrilyonlarca molekulun carpışması gibi faktorlerden dolayı tek bir hava molekulunun birkac saat sonra odanın tam neresinde olacağını hesaplayamayız; ama, olasılık hesaplarına dayanarak havasız kalmayacağımıza guvenebiliriz. George Gamow, bir odadaki hava molekullerinin odanın bir yarısında toplanıp, diğer yarısında olmamaları icin 10 uzeri 299.999.999.999.999.999.999.999.999.996 saniye beklememiz gerektiğini soyler; evrenin tahmin edilen toplam yaşının 10 uzeri 17 saniye olduğunu duşunursek, neden molekullerin odanın bir yarısında toplanmasından dolayı havasız kalmaktan korkmamamız gerektiğini anlarız. Bir peygamberi oldurmeye kalkan bir topluluğun, icinde bulundukları ortamın hava molekullerinin, bu toplumdan uzak bir yere hareket ettirilerek yok edilmeleri gibi hayali bir olayı ele alalım. Hic şuphesiz bu olay teistik bir yaklaşım acısından mucize diye nitelenecektir; ama gorulduğu gibi bu mucize diye nitelenecek olay doğa yasalarının ihlali ile değil, cok duşuk olasılıkların gercekleşmesiyle oluşabilir. Hz. Musa doneminde denizin yarılması gibi uc teist dinin inandığı ve mucize diye nitelendirdikleri bir olayı da ele alabiliriz. Fiziksel olarak deniz rastgele hareket eden cok yuksek sayıda molekulden oluşur. Denizde cizeceğimiz hayali bir cizginin, sağındaki molekullerinin hepsinin sağa, solundaki molekullerinin hepsinin sola gittiğini gormuyorsak, bunun nedeni, aynen hava molekullerinin dağılımı yuzunden hicbir zaman havasız kalmamamız gibi; bu durumun olası olmamasından değil, bu olasılığın matematiksel acıdan imkansız denecek kadar kucuk olmasındandır. (Matematikte 10 uzeri 50’de 1’den kucuk olasılıklar genelde imkansız kabul edilir.) Eğer Hz. Musa’nın deniz kenarına geldiği anda, denizdeki su molekullerinin Hz. Musa’nın sağındakilerinin hepsinin sağa, solundakilerin hepsinin sola hareket ettiğini ve boylece denizin ikiye ayrılmış olabileceğini soylersek, fizik yasalarının ihlal edilmediği, cok cok duşuk bir olasılığın gercekleştiği bir mucize tanımı yapmış oluruz.
Entropi yasasının olasılıkcı yapısı ile kuantum teorisinin olasılıkcı yapısı ve bunlara dayalı mucize temellendirmelerinde altı cizilmesi gereken onemli bir fark vardır. Entropi yasasını goz onunde bulundurarak verdiğimiz orneklerdeki gibi mucize tanımlamaları, determinist bir evrende olasılıkların secilmesi ile mucizelerin nasıl oluşabileceğini gosterir. Kuantum teorisi goz onunde bulundurularak yapılan mucize tanımlamalarıysa, indeterminist bir evrende belirsizliklerin belirlenmesi suretiyle mucizelerin nasıl oluşabileceğini gosterir. Entropi yasasında olasılıklar ve şans, epistemolojik durumumuzdan kaynaklanır; kuantum teorisinde ise olasılıklar ve şansın, epistemolojik mi ontolojik mi olduğu tartışılmalıdır. Determinist bir evrende, eğer doğa yasalarını ihlal etmeyen bir Tanrı anlayışı savunulacaksa, o zaman ya Leibnizci bir tarzda Tanrı’nın, baştan evrendeki butun mudahaleleri yaptığı ve zamanı geldiğinde imkan olarak mumkun olan mucizeleri gercekleştirdiğini veya indeterminist sisteme melekler gibi dahil olan ve bu sistemin – bilimsel olarak tespit edilemeseler de – bir parcası olarak mumkun olan olasılıklardan secilenlerinin gercekleştirilmesini sağlayan aracıları kabul etmemiz gerekir. (Bircok kişi melekler ile mudahaleyi, Tanrı’nın mudahalesi gibi doğa yasalarının ihlal edilmesi olarak gorecektir.) Oysa kuantum teorisinin en cok kabul edilen yorumundan esinlenerek evrende objektif belirsizliklerin varlığını kabul edersek, Tanrı’nın baştan mudahale etmeden veya melekler gibi varlıkları determinist sistemin kurallarının icine dahil etmeden de, doğa yasalarına aykırı olmayan bir mucize anlayışı savunulabilir. Buna gore, entropi yasasına dayanarak verdiğimiz iki ornekteki molekullerin, belirsizliklerin belirlenmesi suretiyle hareket ettirilip mucizeler oluşturulduğu savunulabilir: Verdiğimiz ilk ornekteki gibi hava molekulleri, belirsizliklerin belirlenmesi suretiyle yonlendirilip, peygamber duşmanları yok edilebilir. İkinci ornekteki gibi ise belirsizliklerin belirlenmesi suretiyle, Hz. Musa’nın onundeki denizin su molekullerinin sağa ve sola doğru hareketi gercekleştirilebilir. Bazı mucizelerin doğa yasaları cercevesinde nasıl oluşmuş olabileceğinin gosterilmesi icin, entropi yasası ve kuantum kuramının bir arada ele alınması enteresan bir yaklaşım olacaktır.
Biz, boylesi bir yaklaşımın teolojik olarak zorunlu olduğunu duşunmuyoruz. Bu yuzden, bu makalede sunduğumuz doğa yasaları cercevesinde mucizelerin nasıl gercekleşebileceğine dair orneklerin, gercekte de oyle oluştuğuna dair bir iddiamız bulunmamaktadır. Fakat boylesi bir mucize acıklaması, David Hume gibi mucizeleri, doğa yasalarının ihlal edilmesi olarak tarif ederek karşı cıkanlara, mucizelerin, doğa yasalarındaki duşuk olasılıkların gercekleştirilmesi anlamına gelebileceğini, fakat doğa yasalarının ihlal edilmesi anlamını taşımayabileceğini soyleyerek gerekli yanıtı verir. Ayrıca bu yaklaşım, teolojik sebeplerle doğa yasalarının ihlal edilmesi anlamında mucize yaklaşımına karşı cıkan Spinoza ve Schleiermacher gibi filozofların itirazlarına da kapıyı kapayacak bir yaklaşımdır. Bizim doğa yasalarına karşı tavrımız, Newton ve Einsteincı doğa yasalarının ‘kendi icinde evrene’ tam olarak tekabul ettiğini soyleyen yaklaşımdan ve Hawking’in doğa yasalarını, sadece insan zihninin urunu matematik modeller olarak tanımlayarak, ‘kendi icinde evrene’ tekabuliyetine aldırmayan, sadece gozlemlerin acıklanmasına odaklanan yaklaşımından farklıdır. Bizce bilimin hedefi, Hawkingci yonelimden ziyade Newton ve Einsteincı bir yonelimde olmalıdır; fakat insani sınırlılıklarımız ‘kendi icinde evreni’ tam olarak anlamamıza olanak vermemiştir. Biz bu yuzden kendimizi, Barbour’un kendisiyle beraber Bohr’u da dahil ettiği ‘kritikci realist’ (critical realist) sınıfın icinde goruyoruz. Buna gore, doğa yasaları, ‘kendi icinde evreni’ kısmen temsil ederler; doğa yasaları gerceğe bir yakınlaşmadır, ama tam olarak gerceğin resmini vermezler.
Makronun fiziği ile mikronun fiziği arasındaki paradoksal yapı cozumlenmeden “realist” bir bilim anlayışının mumkun olmaması ve Hawking gibi duşunenlerin ‘kendi icindeki evrenin’ gercekliğine aldırmayan yaklaşımının bizce kabul edilemez olması gibi nedenlerle, kendimizi “kritikci realist” olarak goruyoruz. Newtoncu yaklaşımda bilim adamı kÂşiftir, orda bulunmayı bekleyen yasaları bulur, gosterir. Hawkingci yaklaşımda ise bilim adamı mucide daha yakındır, doğa yasaları keşfedilecek bir nesne gibi beklemez; onlar, zihnin urunleridir. Bizim yaklaşımımıza gore ise bilim adamı kÂşif olsa da, keşfedilen nesnenin sırlarına tam vÂkıf olmamızda onemli guclukler vardır. Bizim durumumuz, bir araziyi sadece ucaktan cıplak gozle gorup karaya cıkamayan birine veya bir fili sadece dokunarak algılayıp da goremeyen bir kore veya bir bestenin notalarını okuyup da muziğini dinleyemeyen sağıra benzetilebilir. Bizce, bilimsel teorilerimiz ‘kendi icinde evren’ hakkında bilgiler sunarlar, ama bu sunum eksiktir; durum belki de orneklerimizdeki kadar karamsar değildir, ama Laplace’ın bilimsel teoriler hakkındaki optimizminden gerceğe daha yakın olduğumuzda kuşku duymuyoruz.
SONUC
Modern bilime gore Tanrısal mudahalenin imkansız olduğuna dair iddianın, modern bilimin verileri ışığında yanlış olduğu gozukmektedir. Kuantum seviyesindeki belirsizliklerin belirlenmesi suretiyle, teizmin savunduğu mucizeler gibi evrendeki radikal değişimler bile acıklanabilir. Bu bakış acısı, Tanrı’nın etkinliğinin bu şekilde oluştuğu anlamına gelmez, ama modern bilimin verilerinin, doğa yasaları ihlal edilmeksizin, mucizelerin ve Tanrısal etkinliğin gercekleşebilmesine olanak tanıdığını gosterdiği icin değerlidir. Bu yaklaşım, David Hume’un mucizelerin doğa yasalarının ihlal edilmesi anlamına geldiğine dair tarifinin ve Spinoza ile Schleiermacher gibi, mucizelerin, Tanrı’nın kendi doğasıyla veya doğa yasalarıyla celişmesi anlamına geldiğine dair teolojik itirazlarının duzeltilmesine olanak tanıdığından dikkate alınması gerekir.
Fakat bu yaklaşımın ozgur irade sorununu cozduğunu soylemek veya Tanrı’nın mucizeleri mutlaka bu şekilde meydana getirmiş olması gerektiğini soylemek hatalıdır. Bizce, teistik ve ateistik hicbir yaklaşım ozgur irade sorununu tam olarak cozememektedir. Bu noktada, teistik savunma, teizm kadar ateizmin de ozgur irade sorunu icinde olduğunu ve teizmin bu konudaki yaklaşımları ispatlanıp temellendirilmese bile, hic kimsenin bu sorunu cozecek bir modele sahip olmadığını soylemekle sınırlı olmalıdır. Evrende ontolojik indeterminizm olmasından yola cıkılarak, ozgur irade sorununa yeni bakış acıları geliştirilebilir ve Kant’ın ucuncu antinomisinde olduğu gibi, bu sorunun determinist bir evren kabuluyle ele alınmasına duzeltmeler getirilebilir. Ama, kuantum belirsizlikleri, kendisinden onceki sebeplerle oluşmuş bir varlığın ozgurluğunden nasıl bahsedebileceğimize dair sorunu ateizm icin de teizm icin de cozemez. Teizmin, Tanrısal hikmete veya ruhun bilinmezliğine atıf yaparak sorunu cozmekte ateizme gore bir avantajı olduğu soylenebilir; ama diğer yandan, teizm icin asıl sorun, Tanrısal iradenin nerede bitip şahısların ozgur iradesinin nerede başladığı ve Tanrı’nın kudreti ile insanın mesuliyetinin nasıl uzlaştırılacağıdır.
Biz, Tanrı’nın mucizeleri gercekleştirmesinin, doğa yasaları cercevesinde kuantum belirsizliklerini belirlemesi ile mumkun olduğunu savunarak sadece bir imkanı gostermeye calıştık. Bir şeyin mumkun olması, onun mutlaka bu şekilde olduğu anlamına gelmez. Bilimsel yaklaşım, tarihin surecinde gayb olmuş mucizeleri ve kimi şahsi tecrubeleri ne ispat edebilir, ne de inkar edebilir. Bizce, yapılacak en tutarlı yaklaşım, bir teistin mucizelerin nasıl oluştuğu hususuna (oluşup oluşmadığına değil) agnostik kalmasıdır. Cunku, Tanrı’nın mucizeleri nasıl gercekleştirmiş olduğuna dair bilimsel bir bilgiye sahip olmadığımız gibi, Tanrı’nın doğa yasalarını ihlal etmeyeceğine dair Spinozacı teolojik bir on kabulu de temellendiremeyiz. “Tanrı doğa yasalarını ihlal etmez” şeklindeki Spinozacı on kabul ile mucizeleri inkar iki tane kibri icinde taşır; bu kibirlerden birincisi Tanrı’nın katındaki tum yasaları bildiğimize dair teolojik bir kibirdir, ikincisi ise doğa yasaları ile ‘kendi icinde evrene’ dair her turlu bilgiye sahip olduğumuzu iddia eden bilimsel bir kibirdir ki, bu ikincisi ozellikle 19. yuzyılın yaygın bir hastalığıydı. Her şeyden once, Tanrı’nın katındaki yasaların bizim fizik biliminde gorduğumuz doğa yasaları ile ozdeş olduğunu savunmak buyuk saflık olur. Tanrısal yasaların (Sunnetullah) fizik yasalarından daha geniş yasalar olduğunu kabul edersek, Tanrı’nın bir eliyle koyduğu yasaları diğer eliyle bozduğuna dair mucizelere getirilen teolojik itiraz gecersiz olur. Sarayına gelen her misafiri kapıdaki nobetcilerine geri cevirten bir kralın, istisnai bazı konuklarını nobetciler iceri aldıklarında, kralın kendi koyduğu yasalarını ihlal ettiğini hic kimse duşunmeyecektir, zaten kral boyle bir yasayı ilan etmemiştir; sadece nobetcilerin genel tavrını gozleyenler, kendi kendilerine kralı bile bağlayacak yasalar uretmişlerdir! Teistik yaklaşıma gore doğa yasaları kralın hizmetkarlarından daha da sadık hizmetcilerdir; bu hizmetkarların Tanrısal etkinliği sınırladığını soylemek – Tanrı’nın bu yasaları ihlal etmediğini değil – teizm adına kabul edilemez. Boylesi bir yaklaşımla, kimi durumlarda doğa yasalarının kendisi veya genel gidişi askıya alınarak mucizelerin gercekleşmesi, Tanrısal sistemin bir parcası olarak savunulabilir; bu ise doğa yasalarını ihlal etmeden mucizeleri temellendirmeye calışmayı gereksiz kılar.
Surekli deniz seviyesinde hayatını yaşamış ve bu seviyede suyun kaynaması ile ilgili deneyler yapmış olan bir kişi, yuksek bir yere cıkınca suyun kaynama derecesinin değişebileceğini tahmin edemediğinden, kendi deniz seviyesinde bulduğu yasaları, evrensel tum yasaların karşılığı zanneder ve bir gun dağ başına cıktığında suyun kaynama derecesinin değiştiğini gozlemler, fakat kendi bildiği deniz seviyesine ait yasalardan doğa yasalarını ibaret sanan kişi, bu yasaların ihlal edildiğini sanır. Tanrısal yasalara nufuz edemeyen kimi kişiler de, kendi bildikleri yasaların (kısmi-doğa yasalarının), evrensel tum yasalara karşılık geldiğini zannedebilirler. Bahsettiğimiz bu sebeplerden dolayı determinist bir evren modelinin mutlak olarak mucizeleri dışladığını ve Heisenberg’in Belirsizlik İlkesi gibi evrenin işleyişinde boşluklar olduğunu soyleyen bir yaklaşım olmadan mucizelere inanılamayacağını soylemiyoruz. Ayrıca kuantum yasasının indeterminist yorumunun tartışmalı olduğunu ve evrende ontolojik indeterminizmin olmadığına, indeterminizmin bizim epistemolojik sınırlılıklarımızdan kaynaklandığına dair yaklaşımın varlığını da hatırlamalıyız. Eğer kuantum sayesinde Einstein’ın zannettiği gibi “saklı değişkenler” varsa ve kuantum seviyesi de determinist ise, mucizelerin varlığının bu seviyedeki belirsizliklerin varlığına muhtac olduğunu duşunen yaklaşım, teolojik bir acmazda kalacaktır.
Butun bu ihtiyatlı yaklaşımlarımıza karşın, kuantum belirsizliklerinin mucizeler gibi Tanrısal mudahaleleri doğa yasalarının cercevesinde acıklamaktaki katkısını cok değerli buluyoruz. Mucizelerin, bilimsel yaklaşıma gore imkansız olduğunu soyleyerek teizmi eleştirenlerin, modern bilimin sunduğu imkanlardan habersiz olduklarını ve bu yaklaşımlarının hatalı olduğunu gosterebildiysek bile bu makalenin amacına ulaştığını duşunuyoruz. Tanrısal mudahaleyi ve mucizeleri inkar, bilimsel olguların bizi ulaştırdığı bir sonuc değildir. Ancak, ateizme ve naturalizme metafizik bir on kabul olarak inanan kişiler, bu felsefi inancları ile bilimsel yaklaşımlarını birleştirirlerse, Tanrısal mudahaleyi reddeden bir yaklaşıma sahip olurlar; fakat bu, bilimin sonucu değil, bu şahısların felsefi-metafizik yaklaşımlarının sonucudur. Bu makalede gorduğumuz gibi felsefi-metafizik yaklaşımı farklı kişiler, Tanrısal mudahaleyi modern bilim anlayışı ile uyumlu bir şekilde birleştiren modeller geliştirerek fizik ile teolojik yaklaşımlarını bir araya getirerek, modern bilim cercevesinde doğanın teolojisinin mumkun olduğunu gostermişlerdir. Philip Clayton’un da dikkat cektiği gibi, eğer doğa yasaları ihlal edilmeden Tanrısal mudahalenin nasıl oluşmuş olabileceğini gostermek istiyorsak, bunu yapmak icin Newton’dan beri en cok şansa sahip olduğumuz donem, icinde olduğumuz donemdir. Fiziğin en onemli iki teorisinden biri olan kuantum teorisinin en yaygın fiziksel yorumuna dayanarak yapılan teolojik yorumları; bilim, felsefe ve din ucgenindeki konuları ele alanların, Tanrısal etkinlik, mucizeler ve ozgur irade sorunlarını değerlendirirken mutlaka goz onunde bulundurmaları gerektiğini duşunuyoruz.
Caner Taslaman
__________________