Din ile oynayanların yazdıkları mealler arapca ilmi ile meşgul olan herkesi rahatsız ediyor. Cunku uydurulan manalar hakikati ile ya celişiyor ya da yanından bile gecmiyor. İşte Daru’l Hikme’den Talha Hakan Alp’in kaleminden bazı ornekler:
MEAL Mİ MELAL Mİ?
Bir kardeşimizin sorusu uzerine Mustafa İslamoğlu’nun ÂdiyÂt suresinin ilk ayetlerine verdiği meale baktım, “Allah şahittir; (vahye) dinmez bir hıncla saldıranlara,” diye başlıyor ve ilgili ayetlerin vahye duşmanlıktan geri kalmayan muşrikleri tasvir ettiğini ifade ediyor.
Sozu dolandırmaya hic gerek yok, bu meali ayetin lugavi cercevesiyle bağdaştırmak mumkun değil. Bircok yonden temelsiz bir yorum ve trajik olan boyle mesnetsiz yorumların okuyucunun karşısına meal olarak cıkması.
Mesnetsiz; cunku dipnotta kendisinin de soz ettiği “yemin vavı” mealde buharlaşmış, ilginc bicimde mealde yemin yok.
Zaten vav’a yemin manası verecek olsa ÂdiyÂt kelimesini “saldıranlar” şeklinde meallendiremez. Allah’ın saldırgan muşriklere yemin etmeyeceği cok acık. Uzerine yemin edilen şeyin bir kıymeti, bir onemi olması gerektiğini herkes bilir.
İkinci husus, ÂdiyÂt kelimesine “saldıranlar” manası vererek başta Mekkeli muşrikler olmak uzere bilumum saldırgan kafirlere dikkat cekmiş oluyor.
ÂdiyÂt kelimesinin muennes/dişil bir kalıp olduğunu duşununce “bu muşriklerin hepsi ya da coğu kadın mı? Neden kelime muennes kalıpta gelmiş?” diye sormadan edemiyor insan.
Mustafa İslamoğlu, yorumunu az biraz metne sadık kalarak sunmuş olsaydı: “Yemin olsun vahye dinmez bir hıncla saldıran kadınlara!…” demesi gerekirdi.
Ama bulduğu yeni anlamın cazibesiyle kelimenin muennesliğini gozden kacırmış olmalı ki, kelime muennes olduğu halde cinsiyete dikkat cekmiyor, yalın “saldıranlar” diyor.
Oysa Arap dilinde kasıt bizzat kadınlar değilse genel bir ifade kullanılır ve -Kur’an’ın da her zaman yaptığı gibi- muzekker/eril kalıpla dile getirilir: mesela “ve’l-ÂdiyÂt” yerine “ve’l-Âdûn” denirdi..
Mustafa İslamoğlu, yerleşik tefsirlerde olduğu gibi ÂdiyÂt kelimesinin gayr-ı akil varlıklara (mesela atlara) delalet ettiğini kavrayabilmiş olsaydı bu sorunla karşılaşmayacaktı. Cunku Arapcada gayr-ı akil varlıklar coğul halinde muennes sığasıyla ifade edilirler…
Defalarca dedik, yine diyoruz; ayetlere bugunun insanının ilgisini cekecek, onlara muhtevayı ve muhtevanın ağırlığını hissettirecek ilginc mealler tasarlamakla iş bitmiyor, aksine başımıza bir yığın iş acılıyor.
Muhtevayı bugune en iyi yansıtacağını duşunup rÂm olduğumuz “yeni anlama” ayeti adapte etmek icin cırpınırken farkında olmadan zemin kayması yaşıyoruz; metnin ifade hususiyetlerinden, gramerinden, bağlamından kopuyoruz.
Bir şeyler anlatmış oluyoruz, ama anlattığımız şey Kur’an’ın anlattığı şey olmuyor, bizim kurgumuz oluyor… Ne var ki okuyucu bunun farkında değil. Cunku kahir ekseriyeti mealin atolye kısmıyla ilgilenebilecek durumda değil.
Kur’an-ı Kerim’in anlamını gunumuz insanının idrakine taşımak buysa, bu işi bırakıp hidayet romanlarına donelim. Onların uyandırdığı hidayet hissi cok daha yoğun.
Sonucta emsal meallerle doğrunun/gerceğin peşinde değil, muslumanları Kur’an’ın cekim alanına katacak “manevi cazibenin” peşinde değil miyiz?
Metinle temellendirilemeyen anlamların/meallerin yaptığı primi başka turlu izah edebilen var mı?
__________________
Mustafa İslamoĞlu’nun mealİne reddİye
Dini Sohbetler0 Mesaj
●48 Görüntüleme
- ReadBull.net
- Kültür & Yaşam & Danışman
- Eğitim Öğretim Genel Konular - Sorular
- Dini Sohbetler
- Mustafa İslamoĞlu’nun mealİne reddİye
-
12-09-2019, 10:30:00