
Gecmişten gunumuze bircok millet, dunyanın değişik yerlerinde, bazen de birer muvazene unsuru olarak değişik toplumları idare ede geldi. Yeni bir dunya goruşu, yeni bir medeniyet dekoru ve kultur dokusuyla kim bilir ortaya cıkacak daha niceleri var.! Roma, Mısır, Yunan, Cin, Hindistan ve değişik medeniyetlere beşik olması itibarıyla da Turkistan bu genel dantelÂda onemli birer nakış teşkil etmişlerdir. İslÂm'ın asırlar boyu birkac kıtada muvazene unsuru olarak ustun temsili ise hususiyet arz eden ayrı bir derinlik...
Bugune kadar gorule gelen butun bu tarihî zirveleşmeler hepsi birden ve aynı zaman dilimi icinde gercekleşmemiştir. Arz fiziğinde de gorulduğu gibi, yer yer zirveler ova ve obalarla ya da deniz yataklarıyla; derin cukurlar da dağ ve tepelerle yer değiştirip durmuş.. bir bir tarih sahnesine cıkanlar, bir bir silinip gitmiş.. gidenleri arkadan gelenler takip etmiş.. ve surekli bir tarihî tekerrurler devr-i dÂimi yaşanmıştır. Evet, zaman bir sel gibi akıp giderken bazılarına ikbal buketleri sunmuş, bazılarına da idbar muhurleri basıp gecmiştir. Bu acıdan da aynı zaman dilimini paylaşan milletlerin bazıları zirveden zirveye koşarken, bazıları da cukurlarda bile başlarını sokacak bir yer bulamamışlardır. Bu itibarladır ki butun bir Orta Cağ, her millet icin karanlık sayılamayacağı gibi, icinde bulunduğumuz şu bilgi ve teknoloji asrı da her toplum icin aydınlık sayılamaz.
Evet, tarihî tekerrurler devr-i dÂimi hep ayniyet olcusunde bir benzerlikle cereyan edip durmuş; zirveleşmeler bir orada-bir burada, bir o cağda-bir bu cağda ortaya cıkmış.. ne yukselişler ne de duşuşler hicbir zaman aynı kıtada, aynı anda yaşanmamıştır. Aslında bugun de cok fazla değişen bir şey olduğu soylenemez. Yirmi birinci asra girerken, dunyanın bazı yerlerinde, yaşadığı cağı aşmış bazı milletler, bir ayağı ayda, bir ayağı bilmem hangi gezegenin cevresinde baş donduren bir farklılık sergilerken, arzın karanlık kalmış bazı bolgelerinde ise, dunya kadar tÂli'siz hÂl birkac bin sene onceki bedevîlik ve sefaletin pencesinde inim inim... Bundan sonra da, medeniyetler ne kadar yaygınlaşırsa yaygınlaşsın, teknoloji ne olcude gelişirse gelişsin, bazı kıtalar yoğun bir beyin gocuyle mÂmur ve muterakki hÂle gelirken bazıları da beyin firarıyla sarsıntılar yaşayacak; bazı bolgeler devletler muvazenesinin idare merkezi gibi yeryuzunde devamlı herkese ve her şeye mudahale ederken bazıları da surekli mudahaleler ile hep surum surum yaşayacaklardır.
Eğer bir muhalif ruzgÂr esmez ve bugune kadar kazanılan şeyler de şoyle veya boyle car-cur edilmezse, bir yakın gelecekte, bizim insanımızın, hususiyle de onun icindeki genc nesillerin, iki bin yılı sonrasının hÂkim duşunceleri hÂline geleceğinde şuphe edilmemelidir. Evet, daha şimdiden, son birkac asırlık kendi mağduriyet, mahkûmiyet ve mazlûmiyetinden oc almak uzere tam bir metafizik gerilim icine girmiş bugunun yoldaki nesilleri, iki bin yıllarının otesinde ve toplumun hemen butun katmanlarında, cok ciddi yenilenmelerin gercekleştirileceğine dair onemli mesajlar sunmakta. Mevsimi gelince, her biri potansiyel birer guc olan iman, azim, kararlılık, hakikat aşkı ve sistemli duşunce, bir bir semerelerini verecek ve bize, hayatı butun uniteleriyle kucaklayan birkac "ba'su ba'del mevt"i birden yaşatacaklardır.
İnsanlık tarihi kadar eski ve onun kaderinin ak yazısı sayılan boyle bir "ba'su ba'del mevt"i gunumuzde, biraz da bugunku insanların duşunce ve kultur seviyeleri, insanî derinlikleri ve metafizik enginlikleri belirleyecektir. Yirmi birinci asra doğru gelirken cağımız, surekli bir yorgunluk, bir tedirginlik, bir endişe ve bir cokuş sath-ı mÂilinde oldu. Boyle bir durum, bazı kimseleri umitsizliğe, inkisara sevk etse de, butun butun karanlığa teslim olmamış kimselerde, vicdanlarının hurriyeti, duşuncelerinin safveti olcusunde millî gayret ve samimiyet hislerini uyardı; uyardı ve dehÂya denk pek cok istidÂdın yetişmesine vesile teşkil etti. Hususiyle de ucuncu dunya ulkelerinde Âdeta, bir Sûr sesi gibi muessir oldu ve art arda değişik dirilişleri gundeme getirdi. Bu itibarla da bu ifritten asır, hem bugune kadar hic gorulmemiş fenalıklara dÂyelik yaptı, hem de bizim gibi milletlere Âdeta bir amûdî yukseliş rampası ve bir acılım rıhtımı vazifesi gordu.
Şimdi bize duşen tek şey, ciddi bir sorumluluk duygusuyla, kendimiz olarak ve vakit fevt etmeden devletler muvazenesindeki yerimize koşmak olmalıdır. Zaten boyle bir hedef soz konusu olmadığı takdirde, bu mevcut hÂlimizle değil ilerlemek, yarınlara ulaşmamız dahi mumkun değildir.. evet, bugun bizim icin iki alternatiften biri soz konusudur; ya olesiye gayret ve dirilme; ya da kendimizi rahata, rehÂvete salarak bir ebedî olume teslim olma!..
Kur'Ân-ı Kerim, boyle bir olma veya olmeyi sık sık nazara vererek bize hep kendimizi yenilemeyi ve taze kalmayı salıklar: "... O dilerse sizi alır goturur ve yerinize yepyeni bir halk getirir." (İbrahim, 14/19) " ... O dilerse sizi yok eder ve yerinize ter u taze başka bir halk getirir." (FÂtır, 35/16) "... Eğer (O'ndan) yuz cevirirseniz, sizi, sizin gibi olmayacak bir toplumla değiştirir." (Muhammed, 47/38) Bu cizgide şeref-nuzul olmuş daha pek cok Âyet vardır ama, bir fikir vermesi bakımından bu kadarı yeter zannediyorum.
Bu Âyetlerde, "alınıp goturulecek" diye anlatılan kimselerin, kendini yenileyememiş, taze kalmayı başaramamış, mu'min olmanın hakkını eda edememiş ve ic dunyasında karbonlaşmış olu ruhlar ve ucuncu dunya insanları -Allah'a imanlarının ifade ettiği mÂn mahfuz- olma ihtimali kavîdir. Getirilecek kimselere gelince, onlar da birkac asırdan beri bu mahzunlar ve mağmumlar dunyasında bilene bilene metafizik gerilimini tamamlamış; bugune kadar kucumsenen ve hor gorulen bizim insanımızı değerler ustu değerlere yukseltmeye namzet olan "nesl-i cedit" ve butun bir kudsîler ordusudur.
Bugune kadar batı, kendi dinî değerlerini ve Hazreti Mesih'in tavsiyelerini kulak ardı ederek her kıt'aya savaş, kolelik ve somuru goturdu, goturdu ve dunyanın cehresini kararttı. Şu anda o, insanların gonlunde yıkıp harabeye cevirdiği bir mÂnevî dunyanın enkazı arasında hep korkulu ruyalar goruyor ve her yerde uyanan akl-ı selim ve hur duşunce karşısında telaş icinde ve endişeli.. dahası işin neresinde hata ettiğini tam kestiremediğinden fevkalÂde caresiz, olabildiğine sarsık ve tepesine inmeye hazırlanan kendi kamuoyunun muhtemel yumrukları karşısında tir tir... O, bu olcude acınacak bir durumda olsun donup kendini gozden gecireceğine; insanları lukse, sefahate ve cismÂnî zevklere iterek, sırf bugunun kaoslarından sıyrılabilme adına tedÂfuî bir mucadele vermekte.
Gerci bu dunya, yer yer bilim ve teknolojideki başarılarıyla tatmin olmayı denemekte ve zaman zaman da servet ve konforla teselli olmaya calışmakta ama, bunların hicbirinin kalıcı bir mutluluk vaadetmediği ve insanoğlunun ebed arzusuna cevap veremediği de acıktır. Bu itibarla da o, care diye ele aldığı hemen her şeyiyle insanlığın umit ufkunu biraz daha karartmakta ve ruhî sefaletlerine yeni sefaletler katmaktadır.
Şimdi o, cıkış noktası itibarıyla, işlediği buyuk yanlışlığın toplum hayatında hÂsıl ettiği boşluklara, bunalımlara karşı ilimle, teknolojiyle ovune dursun, zevk u saf ile kendini avutmaya calışsın veya gozu fezanın derinliklerinde, gonlunde kaybettiği ruhu, mÂnÂyı başka vadilerde arama yolunda omrunu tuketsin; biz bir iki nesil var ki şimdiye kadar olanlardan cok daha hızlı ve sistemli bir şekilde kendi ruhumuza donuş heyecanını yaşamaktayız. Evet, bugune kadar hemen her zaman maddeye, makineye sığınan ve her şeyi cismÂnî kriterlerle tartıp değerlendiren bizim insanımız, bir iki asırdan beri Âzat kabul etmez kolesi bulunduğu tabularından ust uste yediği tokatlarla kısmen dahi olsa uyandı ve kendini bir tarihî geciş anının kurbanı olarak gormeye başladı.. başladı ve bugunku durumu ile ozu arasındaki ucurumları, gayret, samimiyet, muhasebe duygusu ve gozyaşlarıyla doldurması gerektiğine inanarak "azim, tevekkul ve sebat" deyip yollara dokuldu. Artık o, yollar bitse de yolculuğun bitmeyeceği bu vetirede "seyahat y Rasulallah!" deyip ebedlere kadar yuruyecektir. Bu yolda onun ruhunun olmazsa olmaz guc kaynağı; iman gerceğini yeniden keşfedip vicdanen duyması, iradesini Hakk'a kullukla besleyip surekli hayır eğilimlerine acık kalması ve her gun biraz daha artan ihsan şuurunun derinleşmesiyle "Lî maallahi vaktun-Benim Allah'la hususî bir hÂlim var" hakikatini duyup her zaman otelerle irtibatlı ve derin bir metafizik ufkuna sahip olmasıdır. İşte boyle bir mÂnevî donanımda başarılı olunabildiği takdirde, bugun dunyanın dort bir yanına hem de bir ibadet neşvesi icinde sacılan tohumlar, mevsimi gelince mutlaka bahar nÂralarıyla hayata koşacak ve bu mağmumlar topluluğuna birkac gul devrini birden yaşatacaklardır.
Evet, bugunku nesillerin yetiştirilmesinde en onemli hususlar; onlarda sistemli bir tefekkur azmi uyararak, onların kendi ic dunyalarıyla varlık arasında gelip-gitmelerini, ÂfÂk ve enfusu bir kitap gibi mutalÂa etmeyi oğreterek, onlara inanmayı, bilmeyi, araştırmayı, duşunmeyi sevdirmektir. Bu geniş mulÂhazayı bir kısım sesler, sozler ve resimlerle onların idrak ufkuna sunmak ve onları cismÂniyet ve bedenin dar mahbesinden kurtararak daha engin Âlemlerle temasa gecmelerini temin etmek.. temin edip onların ruhlarındaki kirleri, kasvetleri gidererek, beşerî ufuk otesi muştak gonullerine insanî tabiatlarının en nazlı, en fusunlu beklentilerini arz etmek, onlara bir yeniden varoluş mujdesi yerine gececektir. Zaten, imanla, marifetle, muhabbetle arınıp hiffet kazanmayan ruhların boyle ufuk otesi semalarda pervaz etmesi de kat'iyen soz konusu değildir. Ufuk otesi semalarda pervaz etmek bir yana, boyle ac ruhlar, her zaman dunyevî ihtiraslara bulaşır durur.. gonulleri surekli kinlerle, nefretlerle dolar taşar.. ruh sistemleri nefis mekanizmasının eline gecer.. ve artık sadece yer-icer, yatar-kalkar ve hep bedenin Âzat kabul etmez kulları gibi davranırlar.
Aslında, imanın da, marifetin de, ilÂhî alÂkanın da insan ruhuna kazandırdığı biricik hakikat sevgidir. Bunların alıp goturdukleri ise, kinler, nefretler ve zaaflardır.. evet, iman, marifet ve sevgi, insanı butun varlıkla birleştirir.. ve aynı zamanda onu kesretin ızdırap ve acılarından kurtararak kendi ic dunyasındaki yalnızlığını, vahşetini, Hak'la beraberliğin iksirleriyle erittirip ona yaşadığı hayatı kÂse kÂse bir zevk gibi sunar.
İşte boyle bir donanımla yarınlara acılan nesiller, dunyanın dort bir yanına gocler tertip ederek, derin bir aşk, engin bir şevk icinde ve tabiî herhangi bir karşılık ve cıkar duşuncesine kapılmadan, şohret ve ikbal mulÂhazalarına da butun butun kapanıp, topyekûn insanlığı insanî kemalÂta yukseltmek icin, en ağır şartlara katlanacak, en ağır işlerde koşacak, sonra da arkalarına bakmadan cekip gideceklerdir. Bunlar, gittikleri yerlerde din demeseler, diyaneti ağızlarına almasalar da, davranışlardan taşan saygı ve haşyet butun gozlere ve gonullere onların ruh boyalarını calacak.. ve temasa gectikleri herkes onlar sayesinde maddenin dar buudlu nisbî gerceklerine bedel, mÂnÂnın o engin, zengin ufuklarına acılarak, aynı dunyanın icinde tasavvurları aşkın genişliklere ulaşacak ve ifadesi imkÂnsız sultanlıklara ereceklerdir.
Not: Bu yazı, Yeni Umit dergisinin Ocak-Şubat-Mart 1998 tarihli 39. sayısından alınmıştır
__________________