Bu yazıda, anlatılması bir vefa borcu, dile getirilmesi cok zor bir destandan soz etmek istiyorum. Ama bilmem ki, ruşeymleri, filizleri ve fideleriyle dunyanın dort bir yanını tutmuş onemli bir ihy hareketini bu olcudeki bir makale cercevesinde ifade etmek mumkun olabilecek mi? Hic zannetmiyorum... Bu konudaki bilgim, videolardaki muşÃ‚hedelerimden ibaret; olaya şehadetim, duyduklarıma bağlı; kalemim karîhama esir; olup bitenlerin ifade edeceği mÂn bilmem hangi zamana merhun.. şimdi bu şartlar altında ne anlatılabilir onu siz soyleyin. Bu itibarla da, benim konu ile alÂkalı yapıp edeceğim, olsa olsa bir gul ya da bir ciceğin resminde umum gulleri, cicekleri anlatmaya yeltenme gibi bir şey olabilir. Bu ise, olu bir gul resminde koca bir gulistan ve cicek bahcesini, hem de her bir gul ve ciceği ozel deseni, farklı şivesi ve carpıcı edasıyla anlatmaya kalkışma olacaktır ki, boyle bir yolla gulistanın da, cicek bahcesinin de ifade edilemeyeceği acıktır. Oyle de olsa, cağın bu destan hÂdisesi adına kalb ve kalem erbabını harekete gecirmek icin boyle bir curet izharına ihtiyac olduğu kanaatindeyim. Bazı erbÂb-ı himmetin "vira bismillÂh" demeleri, konuyla alÂkalı boyle bir perişaniyet sergileme sonucu gercekleşecekse, bence maksat hÂsıl olmuş demektir.
Oyle ise, ifade ve uslûp ne seviyede olursa olsun cağın bu onemli hÂdisesi mutlaka anlatılmalıdır; her şeyden evvel tarihe not duşmek ve bu kahramanlığı gercekleştiren adanmışlara vefa borcumuzu eda etmek icin anlatılmalıdır. Aksine, cok kısa zamanda dunyanın dort bir yanında duyulup hissedilen bu yumuşak esinti, bu sımsıcak hava, bu taptaze duşunce ve bu sevgi, hoşgoru meltemleri anlatılmazsa, vefa, civanmertlik, diğergamlık gibi yuksek hasletlere karşı da saygısızlık gosterilmiş olur.
Bu hareket, yazılacak ve uzerinde ciddî durulacak bir hÂdisedir; birkac duzine kara sevdalı, kimsenin duşunmediği ve akledemediği bir donemde, hasret ve hicran mulÂhazalarına takılmadan, "gurbet" ve "yÂd eller" demeden, hedef Hak rızası acıldılar dort bir yana; azimli, kararlı ve guvenle dopdolu olarak.. gonullerindeki ulke tutkusunu, memleket sevdasını hizmet aşkıyla bastırarak. Allah yolundaki mucahedelerini, cok az insanın duyabileceği şekilde duydu, yaşadı ve peygamber havÂrîleri gibi: "Girdik reh-i sevdaya cunûnuz..." (NigÂrî

Goturduler ulaştıkları her yere sonsuzdan oluk oluk nur; tutturduler her yanda ocaklar; alevinde, korunda, dumanında huzur. Bozuldu zulmun, karanlığın buyusu. Uykusu kactı ilhad yarasalarının ve homurdanmaya durdu karanlıklar bitevî.. koruklendi bir kez daha yalan, iftira, tezvir ocakları.. gemi azıya aldı kaba duşunce ve yobazlık.. fikir uzerine atlar suruldu ve inanca olduren pusular kuruldu. Ama nafileydi butun bu cırpınışlar; sarmıştı ışık her yanı; sarmıştı sonsuzdan gelen nurlar umum cihanı. Artık dem, aydın ruhların demi, devran da onların devranıydı. Gerci ortalık biraz toz duman, ufuklar da sisliydi; ama artık karanlık ve kaba duşuncenin buyusu bozulmuştu.
Soz şimdi aydınlık ruhlardaydı. İnsanlık bunlarla yeniden kendini keşfedecek ve varlık hiyerarşisi icinde hakikî yerini alacaktı. Bu itibarla onlar, yolları gozlenen bir nesildi; gittikleri her yerde insanlık onları, onlar da tevazu ve mahviyet duygusuyla başları ayaklarının bulunduğu noktada Allah'ı tÂzim ve insanlara saygı mulÂhazasıyla surekli iki buklum, gozleri Rahmeti Sonsuz'un kapı aralığında ışık sağanaklarının sokun edeceği Ânı bekliyorlardı. Gunumuzun insanı konuyu nasıl değerlendirirse değerlendirsin onlar Âtînin cocuklarıydı; nurlu geleceğin karnı da onların sırlarına gebeydi. Her biri kendi capında birer diriliş havÂrîsi olan bu kutluların ellerinde dostluk buketleri, dudaklarında kardeşlik neşîdeleri vardı. Onların en keskin kılıclardan daha keskin dilleri suyunu Kur'Ân cağlayanından almış ve sozleri de uhrevî buutluydu. Bu sozler zulmetleri paramparca ediyor ama kimseyi yaralamıyordu; kulaklarda Kevser cağıltıları bıraksa da kimseye hasret yaşatmıyordu.
Aslında bunların ne ele ne de dile ihtiyacları vardı. Cerağlar gibi parıl parıl simalarıyla goruldukleri her yerde Allah'ı hatırlatan bu temiz cehreler oyle buyulu idiler ki, onların hÂllerinden suzulen mÂnÂlar karşısında beyanın dili tutuluyor ve lisanlar da sessizlik murÂkabesine dalıyordu. Onların ışığı değil, golgeleri bile pervaneleri yakıyor ve nurları, semtlerine uğrayanların gozlerini kamaştırıyordu. Biz "HÂlin yanında dilin, beyanın sozu mu olur.! Temsil konuşunca tebliğe hacet mi kalır!" deriz ki doğrudur. Onlar bu doğrunun temsilcileriydi. Her zaman yeryuzunde yığın yığın guzel insan olmuştur; ancak bu sonuncuların eda ve şivesi cok başkaydı. Onlara eşleri-menendleri yok diyemem. Ne var ki, "goster" denince de hemen bir şey soyleyemem. İhtimal, "Bunlar ruhanîlere benziyor." der gecerim.
Bu aydınlık ruhları kime benzetirsek benzetelim, onların neşrettikleri nurlar sayesinde kupkuru coller İrem bağlarına dondu.. pek cok komur ruh, elmasa inkılÂp etti.. taştan-topraktan tabiatlar, altın ve gumuş olma pÂyesine yukseldi.. ve haklı olarak şimdilerde herkes onlardan soz ediyor; onların vaadettikleri sevgi, kardeşlik ve hoşgorunun gercekleşeceği gunleri bekliyor. Bugun sadece, zulmeti-ziyayı birbirine karıştıranlar, hayatlarını cismaniyet mahbesinde gecirenler onların aleyhinde atıp-tutuyor.. yarasalar onlardan rahatsız.. kurtlar-cakallar onlara diş gosteriyor.. ve divanelerde tedirginlik var. Ben butun bunları bir mÂnÂda tabiî karşılıyor ve "Herkes kendi karakterinin gereğini sergiler." diyorum.
Ne olursa olsun, şurada-burada bir suru ışık sondurene mukabil onlar, uğradıkları her yerde ışığa teşne gonulleri oteden nurlarla aydınlatıyor; temiz fıtratları eşya ve hÂdiselerin perde arkasına uyarıyor ve bozulmamış seciyelere evrensel insanî değerleri duyuruyorlar.
Bir zamanlar Kur'Ân sayesinde kıtalar arası engeller aşılarak kalıcı bir sevgi, saygı ve diyalog gercekleştirildiği gibi, şimdilerde de bu kutsîlerin gayretleriyle yeni bir anlaşma ve uzlaşma zemininin oluştuğuna/oluşacağına inancım tamdır. İnsanlık gecmişte milletimizi hep gulen yuzu ve gulen tÂlii ile tanıdı; işte bu, gunumuzde de bir kez daha niye olmasın ki.! Kaldı ki daha şimdiden, bu mefkûre muhacirlerinin uğradığı hemen her yerde, insanlar arasında Âdeta bir sevgi seli cağlamaya başladı bile. Hemen her bucakta duyulur, hissedilir şekilde ic ice huzur ve itmi'nan esintileri var. Dahası, her yanda Âhenk ve istikrarın sarsılmaz blokajları diyebileceğimiz sulh adaları oluşuyor.
Kim bilir belki de cok yakın bir gelecekte, kendini yaşatma mefkûresine adamış bu hasbîler sayesinde, kalb-kafa bir kere daha sarmaş dolaş olacak; vicdan-mantık birbirinin farklı derinlikleri hÂline gelecek; fizik-metafizik kavgadan vazgecerek kendi alanlarına cekilecek ve her şey kendi tabiatındaki guzellikleri kendi diliyle ifade etme fırsatını bulacak; teşriî emirlerle tekvînî esasların ic iceliği bir kere daha yeniden keşfedilecek; insanlar birbirleriyle gereksiz yere kavga etmenin nedametini duyacak; carşıda-pazarda, mektepte-yuvada bugune kadar bir turlu tam gercekleştirilemeyen huzur atmosferleri oluşturulacak ve huzur esintileri duyulacak; ırz ciğnenmeyecek, namus pÂyimal olmayacak, gonuller surekli hurmet ve saygı soluklayacak; kimse kimsenin malına, ırzına kem gozle bakmayacak; kavîler Âdil davranacak, zayıflar-Âcizler insanca yaşama fırsatını bulacak; kimse zan ile tevkif edilmeyecek; kimsenin evi, iş yeri saldırıya maruz kalmayacak; hicbir masumun kanı akıtılmayacak ve hicbir mazlum ağlatılmayacak ve herkes Allah'a karşı saygı duyup insanları sevecek... işte o zamandır ki, Cennetlerin koridoru konumunda olan bu dunya, yaşanmasına doyulmaz bir Firdevs hÂline gelecektir.
*Bu yazı, Sızıntı dergisinin Ağustos 2001 tarihli 271. sayısından alınmıştır.
__________________