Mazhar olduğumuz nimetlerin kadrini bilmek, yeni mazhariyetler icin en sağlam bir esas, en guclu bir vesîledir. Sıkıntı ve mahrumiyetler, izÂfî değerler ifade ettikleri icin, en mureffeh bir hayat seviyesinde bile, her zaman bir kısım mahrumiyetlerden bahsetmek mumkundur. Tabii bunların yapıcı bir duşunce ile ele alınmasında da mahzur yoktur. Ancak, butun butun Hakk'ın lutuflarını gormemezlikden gelerek hep mahrumiyetler uzerinde durmanın, hep olup-biten şeylerin fena yonlerini araştırmanın hicbir yararı olmadığı da muhakkaktır.

Sıra sıra yokluklar arasından gecerek, yığın yığın mahrumiyet ve sıkıntıların ekşi, abus cehrelerini gorerek; bilmem kac Olum koridorundan sıyrılıp "tenezzuh ve seyir" diyebileceğimiz bu rahat ve huzur dolu gunlere gelip ulaştık. Daha "dun" denecek kadar cok yakın bir gecmişte, hayrın, hayır duşuncesinin susturulmak istendiğini, şerrin ve ceşit ceşit şirretliklerin cığlık cığlık etrafı velveleye verdiğini goruyor; elimiz bağlı, kolumuz bağlı, dilimiz bağlı ve duşuncelerimiz esir sadece seyrediyorduk. Bir evde, bir bahcede dost ve sevdiklerimizle bir araya gelerek duşunce alış-verişinde bulunamıyor, duyuş ve hissedişlerimizle yapayalnız bırakılıyorduk. Zira, en nezih duşuncelerden kaynaklanan ve en temiz hislerle ifade edilen şeylerden bile kuşku duyup korkanlar vardı ve bunlar milletin kaderine hÂkimdi...

Rica ederim; o zamanlar bin seneyi aşkın bir zamandan beri milletin sinesinde kok salmış milli kultur ve tarih şuurundan, o goz kamaştırıcı muhteşem gecmiş ve onun getirdiklerinden; gazÂdan, cihaddan; gazilik ve şehidlikten soz etme imkÂnı varmıydı? Herbiri başlıbaşına bir destana mevzû olacak, guneşi batmayan o şanlı gunlerden, onun birer ruya, birer hulya değerindeki hatıralarından; varlık ve dirliğinizin bereketli kaynaklarından; ırmaklarından, ceşmelerinden, cağlayanlarından bahis acmaya imkÂn var mıydı? Şanlı tarihimizin fusunkÂr guzelliklerini, onun ayrı ayrı yanlarından taşıp gelen musiki gibi tatlı sesleri; zaferleri, zafer duygularını, hezimetleri, nefis muhasebelerini derleyip, toparlayıp bir aynaya aksettirir gibi, millî-ruh menşûrundan gecirerek ma'şerî vicdana aksettiren gazeteleriniz, mecmualarınız, kitaplarınız, broşurleriniz, seminerleriniz, konferanslarınız ve bir manada televizyonlarınız, radyolarınız var mıydı?

Duyguda, duşuncede birbirinden koparılmış ulke insanının birbirine hasret giden fertlerini; yanyana ve birarada fakat "daussıla" ile kıvranan ailelerini; yokun, yokluğun, hatta golgelerin kavgalarının verildiği arenaları gordukce lime-lime olup inleyen yureklerinizi duyup dinleyen ve "aks-i sada" nev'inden olsun cevap veren var mıydı?
Butun bu kıtlıklar doneminde yitirilen değerlerimiz, tezyif edilen tarihimiz, yıkılan yuvamız, perişan olan insanımız karşısında ızdırap cekip sızlayan, ona masmavi gunler hazırlama yolunda duşunce cilesiyle kıvranan ve onun sıkıntılarını paylaşan kac insan gosterilebilir di..?

O gunlerde tarih ve din duşmanlarının, gokleri keşf ve arzın tabakalarını hallac etme plÂnı, dev teleskoplarla semayı arayıp taramaları ve bu yolla ortaya koydukları yeni tesbitleri, tahminlere dayalı iddiaları, -eğer o gunlerde bulunsaydı- feza gemileri, ışıkla yarışan mekikleri ve ancak ruyalarda gorulebilen ileri feza teknolojileriyle, gecmişe aid herşeyin hakkından geleceklerini, butun değer abidelerini yerle bir edeceklerini; insanların bakış ve duşunce tarzlarını temelinden değiştirip varları yok, yoklan da varedeceklerini; varlık, hayat ve olum gibi oteden beri insanoğlunun en muhim meseleleri sayılan mefhumlara anlaşılır ve yararlı izahlar getireceklerini; hatta en onulmaz dertlere derman bulacaklarını; Olumu oldurup kabir kapısını kapayacaklarını; butun metafizik oyunları (!) bozup varlığı, onun tek ve gercek esası olan(!) maddeye ve maddeci duşunceye teslim edeceklerini avÂz-avÂz bağırıp herkesi susturmalarına ve insanı insanlığından utandıran şarlatanlıklarına karşı, kim bir soz soyleyebilmiş ve kim "Yeter bu yalanlar artık!" diyebilmişdi..?

Tertemiz îmÂnî duşuncelerimiz, ondan kaynaklanan cesaret ve fedÂkÂrlıklarımız, millet ve ulke yararına durulardan duru niyetlerimiz, aksiyon ve kabiliyetlerimizle kendi kendimizi ifade etmeye imkÂn veriliyor muydu? Ve yine o gunlerde aynı duygu ve aynı duşunceyi paylaşan insanlar olarak biraraya gelip uhrevî hislerle derinleşmenin, yenilenmenin ve dunyamızın kaderi hakkında muzakerelerde bulunmanın, fikir beyan etmenin imkÂnı var mıydı?

Zaten o gunlerde bizler, sadece hulyalarımızda yaşadığımız o tılsımlı dunyalara, adalet ve hakkaniyetin atlas iklimine, eksiksiz, kusursuz inancın ak yoluna girmeye karar verseydik de giremezdik. ZirÂ, butun kopruler yıkılmış, yollar da perişandı... Ne bir ses, ne bir soluk, ne bir rehber ne de bir ışık yoktu. Tûr dağının sağında solunda sÂmirîlerin pusuları, Hira'ya giden yollarda da Ebu Cehil'lerin gayz-u tuğyanı vardı. Henuz gorunurlerde ne duyan, ne anlayan, ne de bu yanlışlıkları goğusleyecek bir kahraman yoktu. Hamza'lar, neyin avcılığını yapmaları gerektiğni henuz bilemedikleri, Omer'ler, uyku mahmurluklarını henuz uzerlerinden atamadıkları o gunlerde, ne anlayışsızlığın tepesine inecek bir yumruk, ne de mantıksızlığa başkaldıracak bir dimağ yoktu.
Butun bu dizi dizi yoklukların en ızdıraplısı, en acısı ise, sağda-solda tantana ile ilÂn edilen "insan hakları", "demokrasi", "vatandaşlık" gibi hemen herkese serbest teneffus hakkını veren mefhumlardan istifade etme imkÂnı da yoktu. Nihayet, butun bu yokluklardan kısa zamanda sıyrılıp cıkmanın, hatta bu uğurda bir kısım civanmertlik ve fedÂkÂrlıklarda bulunmanın yolu da yoktu.

Bu arada ihtiraslarımız, zaaflarımız, kaderimizdeki bu yokluklarla birleşince, umidlerimiz delik-deşik oluyor ve kendimizi bir korduğum talihin pencesinde hissediyor, hissettikce de gevşiyor, cokuyor ve dağılıyorduk. Heyhat! O gunlerde bizi derleyip toparlayıp, imanın, aşkın, heyecÂnın potasında birleştirecek bir el de yoktu.

Ya şimdi, bu turlu yokluklardan, mutlak manada, bahsedebilir miyiz? VÂkıa elde edilmesi gerekli olan daha bir suru şey var: ama, bunlar destan seviyesindeki o eski yoklukların yanında deryada katre kalır.

Bence, bugun uzerinde durulması gerekli olan en onemli yokluk, Hakk'ın nimetlerine karşı şukur ve şuur yokluğu, o nimetleri değerlendirip daha buyuk lutuflara sıcrama yokluğu, butun gucleri ve kuvvetleri Hakk'la munasebette gorup, herşeyi O'ndan bilme yokluğu.. Evet. yok olan bunlardır ve Hakk erlerinin omuz omuza verip takviye etmeleri gerekli olan esaslar, kaideler de bunlardır.

Keşke, herşeyi tenkid yerine, her nimete kendi cinsinden şukurle mukabele ederek, o nimeti arttırma yollarını araştırabilseydik! Ve keşke, şahısların, hiziplerin himmet ve kuvvetleri yerine, Hakk'ın kesilmez ve aldatmaz inayetlerine itimad edebilseydik..!

__________________