CenĂ‚b-ı Hak, halkettiği varlıkların husûsiyetlerine gore, onlara muhteşem bir hayat nizĂ‚mı ve toplum tarzı lutfetmiştir. Rabbimiz, maddî ve mĂ‚nevî guzellikler ve istîdatlarla en mukemmel şekilde yaratılan insanın da, kĂ‚inattaki ilĂ‚hî azamet tecellîleri ve kudret akışlarının Ă‚hengine rĂ‚m olmuş bir kalbî kıvĂ‚m ile yaşamasını arzu etmektedir. Nitekim Ă‚yet-i kerîmelerde buyrulur:
“SemĂ‚yı AllĂ‚h yukseltti ve mîzĂ‚nı (olcu, nizam ve dengeyi) O koydu. Sakın dengeyi bozmayın.” (er-RahmĂ‚n, 7-8)
Yine Rabbimiz, insanı diğer mahlûkattan farklı olarak, birbirlerine daha muhtac bir hĂ‚lde yaşamaya mecbur kılmıştır. Bu sebepledir ki insanlar, tĂ‚rih boyunca ferdî olarak değil, kucuk bir kabîleden devlet teşekkulune kadar dĂ‚imĂ‚ toplum hĂ‚linde yaşama temĂ‚yulu altında bulunmuşlardır. Bu temĂ‚yulun Ă‚henkli bir nizĂ‚m dĂ‚hilinde hayat bulabilmesi icin de, toplumlara yon veren idĂ‚recilerin mevcûdiyeti ve onlarla toplum arasında muvĂ‚zenenin temini şarttır.
Hikmet nazarıyla bakıldığında, idĂ‚recilerle idĂ‚re edilenlerin, Ă‚deta goruntuleri birbirine akseden aynalar misĂ‚li olduğu gorulur. Buna gore en kucuk bir Ă‚ile ve cemaatten başlayarak buyuk milletlere kadar butun toplumlar, idĂ‚recilerinin maddî-mĂ‚nevî seviyelerine gore; buna mukĂ‚bil idĂ‚reciler de toplumun maddî-mĂ‚nevî liyĂ‚kat ve nasîbine gore şekillenirler. Baştakilerin kĂ‚biliyet ve adĂ‚leti, toplumun sulh ve selĂ‚metine; bunun zıddına beceriksiz ve ehliyetsiz olması da toplumun sefĂ‚letine sebep olur. Diğer taraftan da toplum, kendi hĂ‚lini duzelttiği takdirde sĂ‚lih idĂ‚recilere sĂ‚hip olurken; guzel hĂ‚l ve meziyetlerini terk edip ahlĂ‚kî zaaflara dûcĂ‚r olduğunda, buna mumĂ‚sil menfaatperest idĂ‚reciler başlarına musallat olur. ZîrĂ‚ idĂ‚reciler de halkın mahsûludur, yĂ‚ni toplum icinden cıkmaktadır.
Bu bakımdan ictimĂ‚î huzur ve saĂ‚det icin, hem idĂ‚recilerin hem de toplumun, kusuru oncelikle kendilerinde aramaları ve kendi hĂ‚llerini ıslĂ‚h gayreti icinde olmaları şarttır. YĂ‚ni tasavvuftaki “muĂ‚hezeyi nefsine, musĂ‚mahayı gayriye yoneltme” ahlĂ‚kı, sĂ‚dece kalbî hayĂ‚tın değil, ictimĂ‚î hayĂ‚tın da sulh ve selĂ‚meti icin elzemdir. Nitekim Ă‚yet-i kerîmelerde şoyle buyrulur:
“…Bir toplum kendilerindeki ozellikleri değiştirinceye kadar, AllĂ‚h, onlarda bulunan hĂ‚li değiştirmez…” (er-Ra‘d, 11)
“Bu da, bir millet kendilerinde bulunanı (guzel ahlĂ‚k ve meziyetleri) değiştirinceye kadar, AllĂ‚h’ın onlara verdiği nîmeti değiştirmeyeceğinden dolayıdır...” (el-EnfĂ‚l, 53)
Âyet-i kerîmelerde buyrulduğu uzere bir topluma olan ilĂ‚hî ikram, ihsan ve rahmet tecellîleri, onların guzel hĂ‚llerini devĂ‚m ettirmelerine bağlıdır. Ne zaman ki Rabbimizin rĂ‚zı olduğu guzellikler terk edilir, o vakit AllĂ‚h’ın rahmet ve nîmeti de o toplum uzerinden kalkar, anarşi baş gosterir. Hadîs-i şerîfte buyrulduğu vechile, “toprağın altı, ustunden daha hayırlı” hĂ‚le gelir.
Bu bakımdan, başlarındaki idĂ‚recilerin sĂ‚lih kimseler olmasını dileyen ve huzur icinde yaşamak isteyen toplumlar, oncelikle kendi hĂ‚l ve gidişatlarının ilĂ‚hî rızĂ‚ya muvĂ‚fık olup olmadığına dikkat etmelidirler. Nitekim Peygamber Efendimiz -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- bir hadîs-i şerîflerinde, toplumu îkaz maksadıyla:
“Siz nasılsanız, oyle idĂ‚re edilirsiniz.” buyurmuştur. (Suyûtî, CĂ‚miu’s-Sağîr, II, 82)
Bu gerceği ifĂ‚de eden şu hĂ‚dise de ne kadar mĂ‚nidardır:
Hazret-i Ali -radıyallĂ‚hu anh-, İbn-i Mulcem tarafından ağır bir şekilde yaralandığında, insanlar başına toplanmış ve ona:
“–Ey Mu’minlerin Emîri! Bize bir idĂ‚reci tĂ‚yin et!” demişlerdi. Hazret-i Ali -radıyallĂ‚hu anh- ise onlara şu cevĂ‚bı verdi:
“–Ben sizi, RasûlullĂ‚h -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-’in bizi bırakıp gittiği gibi bırakıyorum. Vaktiyle biz de; «–YĂ‚ RasûlallĂ‚h! Bizim uzerimize bir idĂ‚reci tĂ‚yin etseniz!» demiştik de Fahr-i KĂ‚inĂ‚t Efendimiz; «–AllĂ‚h TeĂ‚lĂ‚ sizde bir hayır gorurse sizin uzerinize hayırlılarınızı idĂ‚reci yapar.» buyurmuştu. O zamanlar CenĂ‚b-ı Hak bizde bir hayır gordu ki, başımıza Hazret-i Ebû Bekir’i gecirdi.” (HĂ‚kim, III, 156/4698)
Yine Hazret-i Ali -radıyallĂ‚hu anh-’ın hilĂ‚feti zamanında pek cok ihtilĂ‚f ve fitneler ortaya cıkmıştı. Bir gun ona:
“−Senden evvelki halîfeler zamanında boyle ihtilĂ‚flar olmadığı hĂ‚lde, senin zamanında butun bunlar nicin oluyor?” tarzında bir suĂ‚l yoneltildiğinde, ilim ve hikmet şehrinin kapısı olan o buyuk zĂ‚t:
“−Onlar, benim gibi insanlara; ben ise sizin gibilere idĂ‚reci oldum.” buyurarak, idĂ‚recinin davranışlarının, idĂ‚resine memur olduğu insanların mĂ‚nevî istihkak ve nasîbine gore meydana geldiğini ifĂ‚de etmiştir. Bu gerceğe, idĂ‚reciler acısından bakıldığında da, durum aynıdır.
Nitekim Hazret-i Omer -radıyallĂ‚hu anh- bu hususta şoyle buyurmuştur:
“اَلنَّاسُ عَلَي سُلُوكِ مُلُوكِهِمْ: İnsanlar idĂ‚recilerinin takip ettiği yol, uslûp veya tavır uzeredirler.”
“İdĂ‚recileri istikĂ‚met uzere bulunduğu muddetce insanlar da mustakîm olurlar.” (İbnu’l-Cevzî, MenĂ‚kıb, s. 223)
Hakîkaten de halk, umûmiyetle başlarındaki kimseleri taklid eder ve onlara uyar. Şu tĂ‚rihî misĂ‚l, toplumların, başlarındaki idĂ‚recilerin mĂ‚nevî durumlarına gore vaziyet aldıklarını ne guzel îzĂ‚h eder:
Emevî halîfelerinden Velid bin Abdulmelik, guzel binĂ‚lara meraklıydı. İnsanlar da ona uyarak binĂ‚ merĂ‚kına duştuler. Meclislerde devamlı inşaattan bahsedilir oldu. Suleyman bin Abdulmelik, yeme-icmeye cok duşkun bir hukumdardı. Onun zamanındaki insanlar da yeme-icme lĂ‚kırdılarıyla vakitlerini isrĂ‚f ederlerdi. Omer bin Abdulaziz ise, Ă‚bid ve zĂ‚hid bir kimseydi. Onun zamanında halk, ibĂ‚det ve tĂ‚at yoluna girdi. Kendi aralarında birbirlerine tavsiye mĂ‚hiyetinde; “Bu gece evrĂ‚dın ne idi, Kur’Ă‚n-ı Kerîm’den kac Ă‚yet hıfzettin, bu ay kac gun oruc tuttun, kac garibin, hastanın, yetimin gonlunu hoş ettin?” gibi, kalbe rûhĂ‚niyet aşılayan sozler soyler oldular.[1]
Hakîkaten, baştakilerin hĂ‚l ve tavırları, er veya gec, topluma bir şekilde sirĂ‚yet etmektedir. Buna gore baştakilerin yapacakları hayırlı ve guzel işler, toplum uzerinde umûmî bir hayır ve guzellik iklîminin oluşmasına; bunun aksine baştakilerin yapacakları yanlışlıklar ve beceriksizlikler de, butun bir toplumda fitnenin yaygınlaşmasına sebep olmaktadır.
Nitekim atalarımız da; “Balık baştan kokar.” demişlerdir. Bu bakımdan, Ă‚ile reislerinden vakıf ve dernek yoneticilerine, cemaat liderlerinden buyuk toplumlara yon verenlere kadar butun idĂ‚reciler, son derece hassas ve titiz davranmak zorundadırlar. Mes’ûliyetlerinin buyukluğunu muhĂ‚sebe etmelidirler. Şeyh Edebali Hazretleri’nin, Osman GĂ‚zî’ye:
“Unutma ki, yuksekte yer tutanlar, aşağıdakiler kadar emniyette değildir.” tavsiyesi de bu hassas vaziyeti ifĂ‚de etmektedir.
Hazret-i Omer -radıyallĂ‚hu anh-, insanlara bir şeyi emrettiği veya yasakladığı zaman, evvelĂ‚ kendi Ă‚ilesinden başlardı. Âile fertlerini bir araya toplayarak onlara şoyle derdi:
“Şunu ve şunu yasakladım. İnsanlar sizi yırtıcı kuşun eti gozetlediği gibi gozlerler. Siz bu yasağı ciğnerseniz onlar da ciğnerler, siz korkup geri durduğunuzda, onlar da boyle yaparlar. AllĂ‚h’a yemin ederim ki, herhangi biriniz bu yasaklara uymazsa, bana yakın olduğu icin ona daha fazla cezĂ‚ veririm. Şimdi isteyen ileri gitsin, isteyen de geri dursun!” (İbnu’l-Cevzî, MenĂ‚kıb, s. 266)
Toplumların yukseldiği zamanlara bakıldığında, idĂ‚rî mevkîlerde bulunanların, vazîfelerini ne buyuk bir hassĂ‚siyet ve dirĂ‚yetle icrĂ‚ ettikleri goze carpar. Osmanlı’nın muhteşem sultĂ‚nı KĂ‚nûnî Sultan Suleyman’ın, GĂ‚zî BĂ‚lî Bey’e gonderdiği tĂ‚limatnĂ‚medeki şu ifĂ‚deler, bu titizliği ne guzel aksettirmektedir:
“Tebaaya (halkına) goz kulak ol ki, beyler ve vekiller sĂ‚lih insanlar olurlarsa, toplumun hĂ‚li de sĂ‚lihleşir. Tebaa, baştakilerin hĂ‚lini yansıtır.
BĂ‚zı kimseler vardır ki, gunduzleri sĂ‚im (oruclu) geceleri de kĂ‚imdirler (namaz kılar, ibĂ‚det ederler). LĂ‚kin bunlardan bir kısmı dunya malına aşırı muhabbet gosterirler, boylece mallarının putperesti olurlar. Toplumu mal sevgisinden daha fazla azdıran başka bir şey yoktur. Sakın sen de fĂ‚nî şeylere meyletme. Elindeki nîmetleri AllĂ‚h’ın kulları uzerine comertce sarf et, kerem elini ac, haset etmekten son derece sakın…”
Peygamber Efendimiz -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-’in hĂ‚l ve davranışları, idĂ‚reciler icin de ne guzel bir numûnedir. O, ashĂ‚bının butun sıkıntılarıyla bizzat ilgilenir, en zor zamanlarda bile ashĂ‚bının en onunde olurdu. Hazret-i Ali -radıyallĂ‚hu anh- gibi cengĂ‚ver sahĂ‚bîler dahî en zor ve tehlikeli anlarda:
“−Biz, AllĂ‚h Rasûlu’nun arkasına sığınırdık.” demişlerdir.
Bu bakımdan, insanlara onculuk edenler, dĂ‚imĂ‚ nefislerinden fedĂ‚kĂ‚rlıkta bulunarak en onde olmalı, uzaktan kumanda ile makbul bir hizmet îfĂ‚ edilemeyeceğini bilmelidirler.
Yine Peygamber Efendimiz -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-, seferlerde arkada kalan zayıflara yardımcı olmak icin onların yanında yururdu. ZîrĂ‚, merhametli bir coban, sakatlanan bir koyunu aslĂ‚ olduğu yerde bırakmaz, bilĂ‚kis onu kucağında taşır ve surusunden ayırmaz.
Diğer taraftan toplumların onunde bulunanlar, mevkîleri sebebiyle şımarmamalı; AllĂ‚h’ın mulkunde bir memur gibi tasarrufta bulunduklarını, Ă‚deta bir veznedar hukmunde olduklarını ve bir gun mutlaka ilĂ‚hî mahkemede sorguya cekileceklerini unutmamalıdırlar. Nitekim İmam MĂ‚lik, zamanın halîfesine yazdığı bir mektubunda şu nasihatlere yer verir:
“Hazret-i Omer -radıyallĂ‚hu anh- 10 defa haccetti. Benim bildiğime gore bir haccında ancak 12 dinar harcardı. Cadırda değil, ağac golgesinde konaklardı. Sut kırbasını boynunda taşırdı. Carşı-pazar dolaşır, oradaki yardıma muhtac insanların hĂ‚lini sorar, onların ihtiyaclarını giderirdi. MĂ‚lum olduğu uzere, yaralandığı zaman ashĂ‚b-ı kirĂ‚m yanına geldiler, onu medh u senĂ‚ ettiler. Omer -radıyallĂ‚hu anh- ise onlara şoyle dedi:
«Boyle fĂ‚nî iltifatlara kapılan aldanmıştır. Eğer dunya dolusu altınım olsa, mahşer gununun korkularından kurtulmak icin onların hepsini fedĂ‚ ederdim.»”
İmam MĂ‚lik Hazretleri, nasîhatlerine devamla şoyle der:
“Hazret-i Omer ki, her işi doğru ve adĂ‚let uzereydi. RasûlullĂ‚h -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- onu cennetle mujdelemişti. Buna rağmen o, yine de buyuk bir korku icinde, uzerine aldığı muslumanların işlerini daha iyi idĂ‚re edebilme gayretinde idi. O boyle duşunurse başkalarının hĂ‚li nice olur…”
Endulus fĂ‚tihi TĂ‚rık bin ZiyĂ‚d’ın îman hassĂ‚siyeti ve tevĂ‚zû hĂ‚li de bu hususta ne guzel bir numûnedir:
TĂ‚rık bin ZiyĂ‚d’ın beş bin kişilik ordusu, doksan bin kişilik İspanya ordusunu perişan etmişti. TĂ‚rık, kralın hazineleri uzerine ayağını koyarak kendi kendine şoyle dedi:
“Ey TĂ‚rık! Dun boynu tasmalı bir kole idin. Gun geldi, AllĂ‚h seni hurriyetine kavuşturdu. Sonra da bir kumandan oldun. Bugun, Endulus’u fethettin ve kralın sarayında bulunuyorsun. Şunu iyi bil ve hicbir zaman unutma ki, yarın da AllĂ‚h’ın huzûrunda olacaksın!”
Toplumları sevk ve idĂ‚re mevkiinde bulunanlar, kendilerini, onların ihtiyaclarını karşılamak icin vazîfelendirilmiş bir nevî hizmetkĂ‚r olarak telĂ‚kkî etmelidirler. Merhum pederimiz MûsĂ‚ Efendi -ks.- da toplumların onunde bulunan kimselerin, kendilerini halkın hizmetcisi olarak gormeleri îcĂ‚b ettiğini ve bulundukları mevkîden dolayı kibir ve ucuba kapılmayıp insanlara dĂ‚imĂ‚ şefkat, merhamet ve bilhassa tevĂ‚zû ve şukran duygularıyla hizmet etmeleri gerektiğini şoyle ifĂ‚de buyururlardı:
“Hizmet ehli, şu idrĂ‚k icinde olmalıdır ki, hizmet etme fırsatı Rabbimizin bir lutfudur, lĂ‚kin bu lutuf, herkese nasîb olmaz. Cok kimseler vardır ki, her hususta hizmet kĂ‚biliyetleri olduğu hĂ‚lde, zaman ve mekĂ‚n musĂ‚it olmadığından hizmet etmekten nasipleri yoktur. Hizmet edenler, hizmeti bir nîmet bilip tevĂ‚zûlarını artırmalı ve hattĂ‚ bu nîmete vesîle oldukları icin hizmet edilenlere teşekkur edĂ‚sı icinde bulunmalıdırlar.”
İşte idĂ‚recilerin boyle bir mĂ‚nevî hassĂ‚siyet sĂ‚hibi oldukları devirlerde, toplumlar da maddî-mĂ‚nevî Ă‚bĂ‚d ve ihyĂ‚ olmuşlardır. Fakat boyle zamanların idĂ‚recilerinin en muhim fazîletlerinden biri de, halkın Ă‚lim ve Ă‚riflerinin îkaz ve irşadları karşısında kemĂ‚l-i edeple boyun eğmeleri, etraflarında liyĂ‚katli bir istişĂ‚re heyeti oluşturmuş bulunmalarıdır. Bu bakımdan idĂ‚reciler, cevrelerinin dalkavuklar tarafından kuşatılmasına izin vermemeli, halkın gercek dertlerini kendisine doğru bir sûrette aktarıp cĂ‚re yolları gosterecek ilim ve irfĂ‚n ehli kimselerle istişĂ‚re etmelidirler. ZîrĂ‚ ehli ile istişĂ‚re, muhim bir sunnet-i seniyyedir. Hazret-i Peygamber -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-, te’yîd-i ilĂ‚hîye mazhar olduğu hĂ‚lde, bizlere numûne olmak icin, her işinde istişĂ‚re hĂ‚linde olurdu.
Diğer taraftan, halk da toplumun sulh ve selĂ‚meti icin, başlarındaki idĂ‚rî otoriteye Ă‚dilĂ‚ne davrandıkları surece hurmetkĂ‚r ve itaatkĂ‚r olmalıdırlar. Bununla birlikte, idĂ‚recileri de dĂ‚imĂ‚ murĂ‚kabe etmeli, istikĂ‚metlerini muhĂ‚faza etmeleri icin gerekli îkazları, nezĂ‚ket ve mahfiyet icerisinde yerine getirmelidirler.
Hazret-i Omer -radıyallĂ‚hu anh- hilĂ‚fete gectiği vakit:
“–Ey insanlar! Ben haktan, adĂ‚letten ayrılırsam ne yapar*sınız?” diye sormuştu. AhĂ‚lîden biri:
“–YĂ‚ Omer! Sen eğrilir ve doğruluktan saparsan, seni kı*lıcımızla doğrulturuz!” cevĂ‚bını verince Hazret-i Omer -radıyallĂ‚hu anh-:
“–ElhamdulillĂ‚h! Eğrilirsem beni kılıcları ile doğrulta*cak arkadaşlarım varmış!..” diyerek memnûniyetini izhĂ‚r etmiştir.
Yine Hazret-i Omer -radıyallĂ‚hu anh- şoyle buyurmuştur:
“En cok sevdiğim kimse, bana ayıp ve kusurlarımı haber verendir.” (Suyûtî, TĂ‚rîhu’l-HulefĂ‚, s. 130)
Bu itibarla idĂ‚reciler de, halkın îkaz ve tenkitlerine acık olmalı, hatĂ‚ ve kusurlarının dile getirilmesinden rahatsız olmak yerine bilĂ‚kis memnûn olup hĂ‚llerini ıslĂ‚ha calışmalıdırlar.
Toplum da, idĂ‚recilerini AllĂ‚h rızĂ‚sı icin samîmiyetle îkĂ‚z edebilmeli, gerektiğinde bu hususta fĂ‚nî menfaatlerini geri plana atabilecek bir fedĂ‚kĂ‚rlık gosterebilmelidir. ZîrĂ‚ toplumun saĂ‚det ve selĂ‚meti husûsundaki mes’ûliyet, sĂ‚dece idĂ‚recilerde değil, onlarla birlikte fert fert butun bir millettedir.
Dunyevî menfaatler uğruna baştakilerin yanlışlıklarına goz yumup onları îkĂ‚z etmemek ve hattĂ‚ onların zulum ve haksızlık carklarının donmesi icin destek sağlamak, buyuk bir Ă‚hiret husrĂ‚nıdır. Bu dunyĂ‚da kotu liderlerin peşinde yuruyenler, Ă‚hirette de onların peşinde ateşe gideceklerdir. Bu bakımdan herkes kimin peşinde gittiğine dikkat etmelidir. Âyet-i kerîmelerde buyrulur:
“Her insan topluluğunu onderleri ile birlikte cağıracağımız o gunde kimlerin amel defteri sağından verilirse, onlar, en kucuk bir haksızlığa uğramamış olarak amel defterlerini okuyacaklar.” (el-İsrĂ‚, 71)
“(Firavun, kavmini dunyada denize surukleyip boğduğu gibi) kıyĂ‚met gununde de kavminin onune gecer, onları (suya goturur gibi) ateşe surukler. O vardıkları yer ne kotu yerdir.” (Hûd, 98)
Bu bakımdan toplumlara yon veren idĂ‚recilerin de hakka ve hayra yonlendirilmesi, mu’minlerin en muhim vazîfelerinden biridir. İmam Ebû Yûsuf, Halîfe HĂ‚run Reşîd’e yazdığı KitĂ‚bu’l-HarĂ‚c isimli eserinde şu tavsiyeye yer verir:
“AllĂ‚h’ın sana lutfettiği hukumranlık sahasında bir an da olsa hakkı ayakta tutmaktan geri kalma! ZîrĂ‚ kıyĂ‚met gunu AllĂ‚h nezdinde en mes’ûd coban (idĂ‚reci), surusunun (halkının) kendisinden memnun kaldığı kimsedir. Sen doğruluktan sapma, aksi hĂ‚lde halkın da sapar. HevĂ‚ ile emretmekten ve ofke ile hukum vermekten sakın. Biri uhrevî, diğeri dunyevî olmak uzere iki ihtimalle karşılaştığında, sen Ă‚hiret işini dunya işine tercih et. ZîrĂ‚ Ă‚hiret bĂ‚kî, dunya ise fĂ‚nîdir.”[2]
Netice olarak insanların tutum ve davranışları, başlarında bulunanların tutum ve davranışlarına bağlıdır. Tabiî ki bunun zıddına, toplum onundekilerin tutum ve davranışları da, insanların icinde bulunduğu hĂ‚l ve tavırlarla yakından irtibatlıdır. Butun bu sozler, netîcede aynı kapıya cıkmakla beraber, birinde idĂ‚recilerin, diğerinde ise, idĂ‚re edilenlerin hĂ‚l ve tavırlarını duzeltmeleri îkĂ‚z edilmektedir. Buna gore idĂ‚reci de idĂ‚re edilen de maddî-mĂ‚nevî istihkĂ‚kını iyi yonde değiştirmek istiyorsa, once kendi hĂ‚lini ıslĂ‚ha calışmalıdır.
Bir tĂ‚mircinin mesleğindeki mahĂ‚reti, tĂ‚mir ettiği eşyĂ‚da tezĂ‚hur eder. TĂ‚mircinin onaramadığı eşyĂ‚, onun beceriksizliğini ortaya koyar. Bunun gibi, ondekiler de, etraflarında bulunanların yanlışlıklarından kendilerini mes’ûl gormeli, onların zaaf ve kusurlarının, kendilerini ilgilendiren yonune dikkat kesilmelidirler.
Gunumuzde, hĂ‚linden şikĂ‚yetci olmayan yok gibidir. Fakat hemen herkes, eksiklik ve kusuru kendi dışında aramaktadır. HĂ‚lbuki gerek idĂ‚reciler gerekse idĂ‚re edilenler, once kendi zaaflarından şikĂ‚yetci olmalıdırlar. Bunu duşunerek hĂ‚limizi ıslĂ‚ha calıştığımız ve toplum icinde sĂ‚lih kimseleri coğalttığımız takdirde milletimizin maddî-mĂ‚nevî istihkĂ‚kının hayırlı istikĂ‚mete doneceği ve -ilĂ‚hî bir lutfa nĂ‚il olarak- daha mukemmel idĂ‚recilerin başa gececeği şuphesizdir. İdĂ‚reciler de toplumdan şikĂ‚yetcilerse, aynı nefis muhĂ‚sebesini ve kendini ıslah gayretini gostermelidirler.
Nitekim Osmanlı sultanlarından, Kosova şehîdi I. Murad HudĂ‚vendigĂ‚r’ın, hĂ‚diseler karşısında once enfusî muhĂ‚sebede bulunarak kusuru kendinde arama ahlĂ‚kını sergileyen şu hĂ‚li, ne guzel bir misĂ‚ldir:
I. Murad Han, ordusuyla birlikte Kosova ovasına girdiğinde ortalığı toza dumana katan bir fırtına ile karşılaşmıştı. Oyle ki, Ă‚deta goz gozu gormuyordu. Dunyevî saltanatla mĂ‚nevî sultanlığı gonlunde mezcetmiş olan Murad Han, iki rekĂ‚t namaz kıldıktan sonra, gozyaşları icinde Rabbine şoyle ilticĂ‚ etti:
“YĂ‚ Rabbî! Bu fırtına, şu Ă‚ciz Murad kulunun gunahları sebebiyle cıktıysa, onun yuzunden şu mĂ‚sum askerlerimi cezĂ‚landırma! YĂ‚ İlĂ‚hî! Bunca musluman askerin helĂ‚kine beni sebep kılma!..”
Murad HĂ‚n’ın bu duĂ‚sından sonra fırtına dindi, yapılan savaşta duşman buyuk bir hezîmete uğradı. Murad Han da savaş sonrası harp meydanını gezerken yaralı taklidi yapan bir Sırp askeri tarafından hancerlenerek şehĂ‚det şerbetini icti.
İşte bizler de ic muhĂ‚sebemizi yapar ve hĂ‚limizi ıslah gayreti icinde olursak, -umîd edilir ki- mĂ‚nevî istihkĂ‚kımızın değişmesiyle, toplum hayĂ‚tında da buna paralel bir nĂ‚iliyete kavuşabiliriz.
LĂ‚kin insanlık tĂ‚rihinde bu umûmî goruşle bağdaşmaz gibi gorunen oluşlar da yok değildir. MeselĂ‚, kitlelerin Ă‚zamî sûrette sapıklığa duştukleri hengĂ‚mda CenĂ‚b-ı Hak, toplumları ıslĂ‚ha memur peygamberler gondererek, o hĂ‚li hayra tebdîl eder. Nitekim, Efendimiz -aleyhissalĂ‚tu vesselĂ‚m-’ın, insanların puta taptıkları, kız cocuklarını diri diri gomecek kadar vicdansızlaştıkları bir devirde, yarı vahşî bir toplumu, zulum ve cehĂ‚let bataklığından fazîlet semĂ‚sının zirvesine cıkarması, bunun apacık bir misĂ‚lidir. Bu ilĂ‚hî lutfu, toplumun mĂ‚nevî seviyesine bağlı bir nĂ‚iliyet ile îzah etmek mumkun değilse de, bunun da dayandığı başka bir ilĂ‚hî kĂ‚nun mevcuttur. O da, AllĂ‚h’ın “Latîf” sıfatının îcĂ‚bı olan bir tecellîdir.
Bununla birlikte, artık bizim icin boyle bir tecellî beklemek, mumkun değildir. Cunku bu kapı Âhirzaman Peygamberi’nin gonderilmesiyle artık ebediyyen kapanmıştır. O hĂ‚lde bize duşen vazîfe, artık sadece mĂ‚nevî istihkĂ‚kımızı yukseltmek maksadıyla hĂ‚limizi ıslĂ‚ha calışmaktan ibĂ‚rettir.
HĂ‚limizi ıslĂ‚h ve mĂ‚nevî istihkĂ‚kımızı yukseltmek icin fırsat ve imkĂ‚nlar da sonsuzdur. LĂ‚kin gunumuzde, bu meyanda yapılması gereken işlerin başında, rehber insanlar yetiştirecek muesseseleri ihyĂ‚ etmek gelmektedir. ZîrĂ‚ bir mutefekkirin dediği gibi; “HĂ‚kim milletlerle mahkûm milletler arasındaki en muhim fark, bir avuc iyi yetişmiş insandır!”
İşte toplumun maddî-mĂ‚nevî susuzluğunun giderilmesi, terorun bertarĂ‚f edilmesi ve hakkın-hukûkun tevzî edilmesi, bu bir avuc insana bağlıdır. Her ideal, onu temsil edenlerin karakter ve şahsiyetine bağlı olarak yucelir ve şekillenir. Kitleleri peşinden surukleyen, yuksek karakter ve şahsiyet sĂ‚hibi insanlardır. Toplumların yukselişinde, onların onundeki Ă‚bide şahsiyetlerin muhim bir yeri vardır. Bu bakımdan, bu bir avuc insanı yetiştirmenin gayreti icinde bulunmak, en muhim vazîfelerimizdendir. Merhum Necip FĂ‚zıl’ın; “Tomurcuk derdinde olmayan ağac, odundur.” ifĂ‚desi, hepimize bu noktadaki mes’ûliyetimizi ihtĂ‚r etmektedir. Yine bu husustaki gayretlerin luzûmunu ifĂ‚de sadedinde bir Hak dostu da; “Muhtac olduğun insanı kendin doğuracaksın.” buyurmuştur. YĂ‚ni dînî inancları sağlam, tĂ‚rih şuuruna sĂ‚hip, milleti icin fedĂ‚kĂ‚rca hizmet edecek vatanperver bir nesil yetiştirmeye mecbûruz. Aksi hĂ‚lde, CenĂ‚b-ı Hakk’ın, ihsĂ‚n ettiği nîmetleri elden alacağı, ilĂ‚hî bir kĂ‚nundur, yĂ‚ni sunnetullĂ‚htır. TĂ‚rih sayfaları da, bu ilĂ‚hî kĂ‚nûnun tezĂ‚hurleriyle doludur.
Bu itibarla, AllĂ‚h’ını ve Peygamber’ini seven, milleti uğruna nefsinden fedĂ‚kĂ‚rlık yapabilen, topluma onderlik edebilecek keyfiyette insanlar yetişmesini istiyorsak, once AllĂ‚h ve Peygamber muhabbetini kendi ruhlarımızın derinliklerine nakşetmeli, Kur’Ă‚n ve Sunnet muhtevĂ‚sında fazîlet dolu bir mu’min şahsiyeti sergilemeliyiz. Toplum, bizlerle gercek bir musluman şahsiyetinin nasıl olması gerektiğini gormelidir. Bunun icin de buyuk bir gayret ve hassĂ‚siyet gostermeliyiz.
Rabbimiz, en alt kademeden en ust kademeye kadar idĂ‚rî vazîfe ustlenen butun mu’minlere mes’ûliyet şuuru ihsĂ‚n eylesin! Fert ve toplum olarak hĂ‚limizi lutfuyla ıslĂ‚h eylesin! Maddî-mĂ‚nevî istihkĂ‚kımızın yukselişine medĂ‚r olacak samîmî gayretlerde bulunarak, vatanımızın, milletimizin ve butun ummet-i Muhammed’in mustakbel kaderinde hayırlı hizmetlere namzet, îmanlı nesiller yetiştirebilmeyi cumlemize nasîp ve muyesser eylesin!
Âmîn!..
Muhterem kardeşlerimiz! VefĂ‚tının yedinci sene-i devriyesi munĂ‚sebetiyle, uzun yıllar kendisinden mustefîd olduğumuz merhum pederimiz MûsĂ‚ Efendi’yi şukran hisleriyle yĂ‚d ederken, siz kıymetli kardeşlerimizden de bir FĂ‚tiha-i Şerîfe, uc İhlĂ‚s-ı Şerîf hediye etmenizi istirhĂ‚m ederiz.
Bu vesîleyle bir hatırlatmada bulunmak isteriz ki; vefĂ‚t eden gecmişlerimizi rahmetle yĂ‚d edip onlara sadakalar ve hatm-i şerîfler gibi mĂ‚nevî hediyeler gondermek icin dînimizce ozel bir gun ihdĂ‚s edilmemiştir. MerĂ‚sim icrĂ‚ etmek icin vefĂ‚t gununun sene-i devriyesini beklemek gerekmez. ZîrĂ‚ bu gunler ile diğer gunler arasında hicbir fark yoktur. Toplumumuzda suregelen belli gunlere hasredilmiş uygulamalar ise, gecmişlerimizin hatırlanmasını sağlamak duşuncesiyle kabul edilmiş bir orften ibĂ‚rettir.
__________________
Toplum ve İdareciler
Dini Sohbetler0 Mesaj
●33 Görüntüleme
- ReadBull.net
- Kültür & Yaţam & Danýţman
- Eđitim Öđretim Genel Konular - Sorular
- Dini Sohbetler
- Toplum ve İdareciler
-
12-09-2019, 09:17:01