"Gulsuyu isen, mekĂ‚nın nûrlu cehrelerdir. NecĂ‚set isen, her yerde sıkıntısın!"

"Koku satanların vitrinlerine bak!

Her cinsi kendi cinsiyle guzelleştirirler..."

"Cins, kendi cinsiyle karışırsa, bu tecĂ‚nuste guzellik, ayrı bir tebessumdedir..."

"Durust ve pĂ‚kların necislerden ayrılması icin

CenĂ‚b-ı Hakk, kitĂ‚plar ve peygamberler gondermiştir."

"Duşuncen gulse, sen de bir gul bahcesindesin!.."

Hz. MevlÂnÂ

Bu Ă‚lemdeki zıdlıkların, birbirlerini tamamlayarak ortaya cıkardıkları tablonun hĂ‚kim vasıflarından biri de, ulfet (uyuşma, anlaşma) ve Ă‚henktir. Bunun, kucuk mikyasta bozulması, "anarşi"; KĂ‚inĂ‚t capında bozulması ise "KıyĂ‚met"tir.

Canlı ve cansız varlıkların muşterek sıfatlarına mukĂ‚bil, aralarında farklılık ve zıdlıkların bulunması da, ilĂ‚hî ta'yîne dayanan bir keyfiyettir. Bu gozle bakıldığında zıt kutuplar, fizikî Ă‚lemde birbirlerini elektrik gibi cektikleri halde, canlılar Ă‚leminde tam tersine bir mĂ‚hiyet arzederler. YĂ‚ni rûh sĂ‚hibi olan varlıklar, zıtlarıyla değil, benzerleriyle ulfet edip butunleşmek isterler. Varlığın aslının tek olmasından doğan aynîleşme temĂ‚yulu, bu Ă‚lemde vahdete doğru kudret akışının bir tezĂ‚hurudur. Ancak, cansızlar Ă‚leminde zıdların birbirine celb edilip cekilmesine mukĂ‚bil, canlılar Ă‚leminde bu durumun tersine tecellî etmesi, canlılardaki ben'lik, enĂ‚niyet (egoizm) duygusundan doğar.

Gercekten rûh sĂ‚hibi her canlı varlıkta en hĂ‚kim temĂ‚yullerden biri de benlik ve egoizmdir. Bunun canlılar Ă‚leminde zirve noktası da insandadır. Dolayısıyla, rûhu tasfiye ede ede AllĂ‚h'a ulaşma yolunda insanın en son bertaraf edebildiği nefsĂ‚nî duygu, riyĂ‚set ve siyĂ‚set ihtirĂ‚sıdır.

Âdemoğlunda zirveleşen benlik ve ona bağlı muhabbet ve husûmet tezĂ‚hurleri tahlîl edildiğinde gorulur ki, herkes, benzerlikler nisbetinde muhabbete, zıtlıklar derecesinde de husûmete yonelik bir omur surer. Bu ise ´insanın sadece kendisini sevdiği' gerceğini gosterir. Kişinin kendisine benzediği nispette başkalarına meftûn olması bundandır. Nitekim Ya'kûb -aleyhisselĂ‚m-, Hazret-i Yûsuf'da kendi varlığını ve bu varlığa Ă‚id husûsiyetleri muşĂ‚hede etmiş, rûhu gayr-ı insiyĂ‚kî Yûsuf'a muncezib olmuştur. ZîrĂ‚ muşĂ‚behet, varlıklar arasında muhabbetin temel sebeplerinden biridir.

Bu keyfiyet, rûh sĂ‚hibi olan varlıklara o derece hĂ‚kimdir ki, hayvanlar arasında bile muşĂ‚hede edildiğinden, halk arasında şoyle anlatılır. Bulbule:

"- Ot!" demişler, otmemiş.

"- Ot!" demişler, otmemiş.

NihÂyet:

"- Seni altın bir kafese kapatırız; lĂ‚kin yanına da bir karga koyarız!.." tehdîdinde bulunmuşlar.

Bulbul, kafesin altın olmasına mukĂ‚bil, karga ile beraber bulunmak ızdırĂ‚bından korkarak otmeye başlamış...

Bu darb-ı mesel ile halk, bizim yukardan beri derin ve şumûllu bir sûrette anlatmak istediğimiz gerceği, cok guzel ve basitce ifĂ‚de eder.

LĂ‚kin bundan daha guzelini, Mesnevî'nin bir hikĂ‚yesinde muşĂ‚hede etmekteyiz. Hazret-i MevlĂ‚nĂ‚ -kuddise sirruh-, fıtrattaki bu hikmeti, hikĂ‚yesinde temsîlî olarak şu şekilde anlatmaktadır:

"Avcının biri, avladığı ceylanı okuz ve eşeklerle dolu bir ahıra hapsetmişti. Ceylan, ahırda korkusundan bir taraftan diğer tarafa kacıyordu. Avcı akşam ustu gelerek hayvanların onune saman doktu. Eşekler ve okuzler buyuk bir iştah ile kapışarak yemeğe başladılar. Ceylan, kĂ‚h urker, kĂ‚h bu samanlardan cıkan toz ve topraktan acıyan gozlerini ovalardı. Boylece o karnı misk kokulu ve zarîf hayvan, ahırda işkence altında kalmıştı. Eşeğin biri, alay ederek yanındaki diğer eşeklere diyordu ki:

"Susun!.. Bu, pĂ‚dişĂ‚hların ve beylerin huyunda bir hayvandır!.."

Bir başka eşek de şoyle diyordu:

"O halde bu hayvan, nezĂ‚ket ile pĂ‚dişĂ‚hın tahtına cıkıp yaslansın!.."

Durumu seyreden başka bir eşek, ceylanı saman yemeğe cağırdı. Ceylan:

"- Hayır, hic iştahım yok!" dedi.

Eşek cevap verdi:

"- Biliyorum ki nazlanıyorsun!"

Ceylan, bu sozlere karşı:

"- Ben, cemenler, akan berrak sular arasında bağ ve bahcelerde gezerdim. İlĂ‚hî nakışları seyrederdim. KazĂ‚ ve kader, beni bu azĂ‚ba duşurmuşse, nasıl olur da birdenbire hĂ‚let-i rûhiyem değişebilir?!. Ben sunbulu, lĂ‚leyi, reyhĂ‚nı bile naz ile koklaya koklaya yerdim. Tabîattaki ilĂ‚hî kudret akışlarının Ă‚hengini, hayrĂ‚n hayrĂ‚n seyrederdim. Ve bu hayrĂ‚nlığı yudumlarken de, avcılar bizleri su başlarında gonlumuz ve gozlerimiz yaşlarla dolu iken avlarlar..." dedi.

Bir eşek cevap verdi:

"- Soylen, bakalım... Nasılsa gurbette yalan soylemesi kolaydır."

Ceylan cevap verdi:

"Benim karnımdan cıkan misk kokusu, sozlerime şĂ‚hittir. O, misk ve anber neşreder. Sizlerin ise, hĂ‚liniz meydanda. Bu sozler, elbette size yalan gelir. Sizin aranızda hakîkaten garîp, bîkes ve bîcĂ‚re kaldım..."

Hazret-i MevlĂ‚nĂ‚ -kuddise sirruh-, insan mufekkiresinin kavramakta gucluk cektiği mucerred hĂ‚diseleri, basit ve muşahhas hikĂ‚yeler icinde sunar. Nitekim bu hikĂ‚yede de zıdların, birbiriyle imtizĂ‚cının mumkun olmadığını ifĂ‚de icin, yaradılışları birbirine zıt hayvanlardan misĂ‚l almıştır.

CeylĂ‚nlar, yemesi, icmesi, teneffusu, bediî duyguları ve zerĂ‚fetleriyle en hassas hayvanlardır. Avcılar, yeşillikler arasındaki akarsuların kenarlarında bir neyzene ney ufletirler. O muhrik nağmelerin etrafına civardaki ceylĂ‚nlar toplanır. Gozleri ve gonulleri yaşlarla dolduğu anda zĂ‚lim avcılar onları tuzağa duşurup avlarlar. Karnından cıkan misk kokusundan, derisinden ve etinden oturu o zarîf ve hassas duygulu hayvanları olume mahkûm ederler.

Eşek ve okuzler ise, sesleri ile gabî (cirkin), duyguları ile buyuk bir nefsĂ‚niyet icinde yaşayan hayvanlardır.

Hazret-i MevlĂ‚nĂ‚, hikĂ‚yesinde zıdlarla bir arada bulunulmasının ızdırĂ‚bını misĂ‚lle îzĂ‚h ettikten sonra, Mesnevî'sindeki hikmetli beyitlerinde bu zıdlığın elemini şu şekilde ifĂ‚delendirir:

"Her kimi ki, kendi zıddıyla bir arada korlar; bu, o kimse icin olum azĂ‚bıdır."

"Hakk'a yakın kişi, bu beden yuzunden azĂ‚b icindedir. Cunku onun rûh kuşu, kendi cinsinin gayri olan nefsĂ‚niyetle bir araya bağlanmıştır."

"Rûh, kuşlar arasında bulbul gibidir. Tabîatlar olan nefs ise, kargalardır. O bulbul, kargalardan ve baykuşlardan yaralanır. Bir arada olmaktan dolayı ızdırap duyar."

"Rûh bulbulu, o hodgĂ‚m nefs kargaları ve kem gozlu nefs baykuşları arasında inim inim inlemektedir."

Âyet-i kerîmede ´Rûhumdan ufurduğum zaman...' buyurulmaktadır. Rûh, bu beden kafesine Rabbinden koparak gelmiştir. Şuûr altında, geldiği Ă‚lemin hasreti ve temĂ‚yulu vardır. Hur değildir. Beden hapishĂ‚nesi icindedir. DunyĂ‚da, geldiği rûhlar Ă‚leminin gurbet ızdırĂ‚bıyla yoğrulmaktadır. Bu gurbet ve ızdırĂ‚bı "vĂ‚sıl-ı ilĂ‚llĂ‚h" oluncaya kadar devĂ‚m eder. O Ă‚na kadar hep nefs engeli ile karşı karşıyadır. EvlĂ‚d, mal, mevkî ve makamlar elde etmek ve bunları nefsin arzularına gore yonlendirmek, bu dunyĂ‚nın avuntusu, aldatıcı oyuncaklarından ibĂ‚rettir. İnsan, nefsî temĂ‚yulleri ile bir hayĂ‚l dunyĂ‚sı kurar. Onunla avunur. Binbir endîşe ve vesvese icinde omrunu eritir.

Rûhun nefse gore bedendeki hĂ‚li ile, ceylanın eşekler ahırındaki durumu aynıdır. Ceylan, yabancıların yanında nasıl garîp ise, rûh da, bu cesedde zor gunlerin garîpliği ve imtihĂ‚nı icindedir.

Rûhun diğergĂ‚mlığı, nefsin hodgĂ‚mlığından rahatsızdır. Bu iki zıt, insanın dunyĂ‚sında muşterek bir şekilde hayĂ‚tiyetlerini ve canlılıklarını birbirleriyle mucĂ‚dele hĂ‚linde devĂ‚m ettirirler.

Bu hikĂ‚yeyi, başka bir gonul penceresinden seyrettiğimiz zamanda, zarîf ve yuksek yaradılışlı kĂ‚mil insanların, cĂ‚hil ve kustahlar icinde olum azĂ‚bından daha ağır bir ızdırap ile karşı karşıya olduklarını goruruz. Bu ızdırĂ‚ba en cok, peygamberler, sonra da onların yolunu tĂ‚kip edenler dûcĂ‚r olmuşlardır. Zaman zaman nĂ‚dĂ‚nlar arasında garîp ve bîkes yaşamışlardır. Putperestlere tevhîd sancağını acan Hazret-i İbrĂ‚hîm -aleyhisselĂ‚m-, buyuk bir ateşin icine atılmıştır.1 Yûsuf -aleyhisselĂ‚m-, kardeşleri arasında dahî buyuk bir yalnızlığa itilmiş ve kendi vatanının dışında iftirĂ‚lara mĂ‚rûz kalarak zindanda bir muddet garîb bir şekilde yaşamaya mecbûr olmuştur. Zorba bir kavim karşısında İsrĂ‚iloğulları, Hazret-i MûsĂ‚'yı yalnız bırakmış: ´Ey MûsĂ‚! Sen Rabbinle beraber savaşa git; harbet ve kazan! Ondan sonra biz senin ardından geliriz!' demişlerdir. Yine mazlûm peygamber ZekeriyyĂ‚ -aleyhisselĂ‚m-, azgın Benî İsrĂ‚îl kavmi tarafından testereyle ikiye bolunmuş, oğlu YahyĂ‚ -aleyhisselĂ‚m- da gaddĂ‚rĂ‚ne bir şekilde şehîd edilmiştir. Hazret-i Mesîh, hırsızlarla berĂ‚ber muhĂ‚keme edilmiştir. KĂ‚inĂ‚t'ın fahr-i ebedîsi Peygamber -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Efendimiz TĂ‚if'te bedbahtlar tarafından taşlanmıştır. Benzerî misĂ‚ller daha da coğaltılabilir.

Onlar bu hĂ‚le, kendilerine taraf-ı ilĂ‚hîden verilen yuce bir sabırla tahammul gostermişler ve boylece makamları Ă‚lî olmuştur. Bazen de CenĂ‚b-ı Hakk, sĂ‚lihleri vikĂ‚ye icin onları hıfzına almıştır. AshĂ‚b-ı Kehf, bedbaht bir topluluk icinde bulunduklarından dolayı, mağarada muhĂ‚faza altına alınıp uyutulmuşlar ve zĂ‚limlerin şerlerinden korunmuşlardır. Cunku gĂ‚filler arasında bulunmaktansa, uyumak, daha evlĂ‚dır. Bu yuzden AshĂ‚b-ı Kehf, ancak sĂ‚lih bir toplum geldiği zaman uyandırılmışlardır.

Hazret-i MevlĂ‚nĂ‚ -kuddise sirruh-, Ă‚rifleri bulbule teşbîh ederek, kotu rûhlu insanlarla ulfetlerinin mumkun olamayacağını şoyle ifĂ‚de eder:

"Bulbullerin yeri, cayır, cimen ve gulistanlardır. Teressubat2 boceklerinin ise, vatan-ı aslîleri, necĂ‚set ve teaffun iklimleridir."

Âlemde cinsler ve onların bulundukları ortamlar arasında dĂ‚imî bir cĂ‚zibe vardır. Bulbul, cayır ve cimenlerden ve bir mûsikî gibi akan pınarlardan hoşlanırken, teressubat boceği fıtratındakiler ise, necĂ‚setten, yĂ‚ni ahlĂ‚ksızlıktan, fesĂ‚d ve nifĂ‚ktan zevk alır. Bu hĂ‚li, guzel bir gonca, hĂ‚l lisĂ‚nıyla teressubat boceğine şoyle seslenerek ifĂ‚de eder:

"Ey necĂ‚set boceği! Gul bahcesinden kacıyorsun, ama senin bu nefretin, gulistĂ‚nın kemĂ‚line delĂ‚let eder!.."

Bu fĂ‚rik husûsiyetler, hayır ve şer arasındaki ilĂ‚hî bir muvĂ‚zenenin netîcesidir. İşte ehlullĂ‚h hazarĂ‚tı, cinsler arasındaki bu cĂ‚zibe dengesini, ezelî aşk ve Ă‚şinĂ‚lık olarak vasıflandırır ve mukerrem yaratılan, ancak sonra da esfel-i sĂ‚filîne duşen insanın aslî dengesine ulaşmasını te'mîne gayret sarfederler.

Binbir iptilĂ‚, cile, elem ve keder feryĂ‚tları ile dolu dunyĂ‚ hayĂ‚tında ebediyyet kapılarını aralayacak olan muvaffakiyet surûrları, ancak kĂ‚mil ve Ă‚rif birer şahsiyet olan sĂ‚lihlerle beraber bulunmakla elde edilebilir. Ebedî Ă‚leme Ă‚id olan rûhun istîdĂ‚dı, boylece inkişĂ‚f ederek, fĂ‚nî Ă‚leme Ă‚id olan nefsin ızdırĂ‚bından kendisini kurtarabilir. Bunun icin, gonlu, gĂ‚filler meclisinden muhĂ‚faza etmek zarûreti vardır.

Hazret-i MevlĂ‚nĂ‚ -kuddise sirruh-, bu hakikati îzĂ‚h sadedinde şoyle buyurur:

"Kuş, ancak kendi cinsiyle ucar. Kendi cinsinden olmayanlarla goruşmek, Ă‚detĂ‚ mezĂ‚ra girmek gibidir."

"Her cins, kendi cinsini cekerken, zarîf bir ceylan, eşek ve okuzlerin icinde nasıl yaşayabilir?.."

Butun beraberlikler, muşterek dunyĂ‚ların muşterek fikir ve anlayışları cercevesinde tahakkuk eder. Birbirine zıd Ă‚lemlerde yaşayanlar, mecbûrî olarak bile bir araya gelseler, olumden daha acı ızdıraplar icinde kıvranırlar.

Nitekim Ă‚yet-i kerîmede buyurulur:

"İyiler iyiler icin, kotuler de kotuler icindir..." (en-Nûr, 26)

İmĂ‚m-ı GazĂ‚lî Hazretleri, bu gerceği ifĂ‚de etmek uzere, sĂ‚dece hastalıkların ve mikropların değil, hĂ‚llerin, ahlĂ‚k ve huyların da sirĂ‚yetine işĂ‚ret etmekte, iyilerle beraber olana iyilik, kotulerle beraber olana da kotuluk yansıyacağını belirtmektedir.

Nitekim hadîs-i şerîfte buyurulur:

"İyi arkadaşla kotu arkadaşın misĂ‚li, misk taşıyanla, (demirci dukkĂ‚nında) koruk ceken insanlar gibidir. Misk sĂ‚hibi, ya sana kokusundan verir veya sen ondan satın alırsın. Koruk cekene gelince, ya elbiseni yakar, yahud da sen onun pis kokusunu alırsın!.." (BuhĂ‚rî, Buyû', 38; Muslim, Birr, 146)

Halk ağzında darb-ı mesel hĂ‚line gelen ´Kor ile yatan şaşı kalkar' ifĂ‚desi, bu hakîkati terennum eder. Cunku enerjik karakterlerde sirĂ‚yet ozelliği vardır.

YĂ‚ Rabbî! Bu Ă‚lemde bizleri, hikmet ve esrĂ‚r hazîneleri olan kullarınla beraber eyle! Onlarla, biz Ă‚ciz kullarını haşret!..

Âmîn!..
__________________