Mekkeli muhÂcirlerden Abdurrahman bin Avf -radıyallÂhu anh- anlatır:
"Biz her şeyimizi Mekke'de bırakıp Medîne'ye hicret ettiğimiz sıralarda RasûlullÂh -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem-, benimle Ensar'dan Sad bin Rebî arasında kardeşlik kurmuştu. Bunun uzerine, Sad bin Rebî:
"-Ben, mal bakımından EnsÂr'ın en zenginiyim. Malımın yarısını sana ayırdım. İşte malım, buyur." dedi.
Abdurrahman bin Avf -radıyallÂhu anh- ise butun bunlardan mustağnî bir tavırla ona:
"-AllÂh malını ve imkÂnlarını sana hayırlı ve mubÂrek eylesin kardeşim. Benim bunlara ihtiyÂcım yok. Sen bana carşının yolunu gosteriver, kÂfî_" dedi.
Abdurrahman bin Avf -radıyallÂhu anh- carşıya gidip ticÂrete başladı. Cok gecmeden epeyce bir kazanc sağladı ve ağniyÂ-yı şÃ‚kirîn (şukreden zenginler) zumresine dÂhil oldu.
Aradan yıllar gecti ve mu'minler İslÂm'ın guclu ve ihtişÃ‚mlı devrini idrÂk ettiler. Birgun iftar vaktinde Abdurrahman bin Avf -radıyallÂhu anh-'ın onune, oğlu birkac ceşit yemek koyduğunda, o bundan mahzûn olarak:
"-Musab bin Umeyr şehîd olduğu zaman, cesedini ortecek bir kefen bulunamadı. Uzerine sarılan kefen kısa geldi; başı ortulse ayağı, ayağı ortulse başı acık kalıyordu. Sonunda kefenini başına doğru cektik ve ayaklarını da guzel kokulu bir ot ile orttuk! Hazret-i Hamza -radıyallÂhu anh- şehîd olduğunda da, uzerini ihtiyar kadınların giydiği eski bir hırka ile ortmuşlerdi.
Bana ise, CenÂb-ı Hak dunyÂda bu kadar cok nîmet bahşediyor. Acab ukbÂda tenkîs mi edecek?! Acab Âhıretteki hakkımı bu dunyÂda mı tuketiyorum? Yarın AllÂh'ın huzûrunda bu nîmetlerin hesÂbını nasıl vereceğim?!" dedi ve yaşlı gozlerle sofrayı terk etti.
İşte İslÂm buyuklerinin, Hak yolunda kalben sergiledikleri ustun bir kulluk ve dunyÂya karşı alÂkalarını aksettiren ne guzel bir zuhd ve istiğn hÂli. Zîr onların Âleminde zuhd, AllÂh sevgi ve korkusu ile O'ndan başka her şeyin kalbde değerini yitirmesi, gonulde bir kıymet ifÂde etmemesi; istiğn da, zuhdun ust seviyesi olarak kalben yaşanmaktaydı.
Buna gore istiğnÂ, ham huviyetten kurtulup kemÂle eren sÂlih ve sÂdıkların sahip oldukları kalbî bir vasıftır. Gonul zenginliği ile eldekine kanaat ederek, daha fazlasına ve başkasının elindekine tenezzul etmemektir. Yine istiğnÂ:
"Kanaat, bitmez-tukenmez hazînedir."
hadîs-i şerîfi mûcibince, kalbin Hak TeÂl ile yakınlık netîcesinde mÂnen zenginleşerek huzura ermesidir. Zîr kanaatle zenginleşen bir kalb, dunyevî endişe ve korkulardan selÂmet bulur. Rûh, sonsuzluğu idrÂk eder ve boylece mu'minde fÂnî hazların cÂzibesi, omrunu tuketir.
Bu hÂli en guzel bir kemÂlÂt ile yaşayarak kalben zirveleşen Hak dostlarının hayatları istiğn misÂlleriyle doludur:
Hazret-i Omer -radıyallÂhu anh-'ın halîfeliği zamanında Sûriye, Filistin, Mısır gibi beldeler fethedildi ve İran toprakları baştanbaşa İslÂm devletinin sınırlarına dÂhil oldu. Bizans ve İran'ın zengin hazîneleri İslÂm dunyÂsının merkezi olan Medîne-i Munevvere'ye akmaya başladı. Mu'minlerin refah seviyesi ziyÂdeleşti. Fakat mu'minlerin halîfesi Hazret-i Omer -radıyallÂhu anh-, bu refah seviyesine karşı mustağnî kalmış bir gonul zirvesinde devletin ihtişÃ‚mına, beytu'l-mÂlin zenginliğine rağmen, yamalı elbisesiyle hutbe okuyordu. BÂzen borclanıyor, sıkıntı icinde hayÂtını idÂme ettiriyordu. Cunku o, hazîneden ancak kifÂyet miktarı bir tahsisat almayı tercih ediyor ve bununla da zor geciniyordu.
AshÂbın ileri gelenleri onun bu hÂline daha fazla dayanamadılar. Halîfenin nafakasını artırmayı duşunduler. Fakat bunu teklif etmekten cekindikleri icin Hazret-i Omer'in kızı ve aynı zamanda AllÂh Rasûlu -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem-'in zevcesi Hazret-i Hafsa -radıyallÂhu anhÂ-'ya başvurdular. İsimlerini vermeyerek babasına bu teklifi arz etmesini istediler. Hafsa -radıyallÂhu anhÂ-, ashÂbın bu teklifini babasına actı. AllÂh Rasûlu -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem-'in gun boyu aclık cekip de karnını doyuracak bir tek hurma bile bulamadığı gunlere şahid olmuş olan Hazret-i Omer -radıyallÂhu anh-,1 kızı Hafsa'ya:
"-Kızım! RasûlullÂh'ın yeme-icme ve giyimde hÂli nasıldı?" diye sordu.
"-Kifayet miktarı (ancak yetecek derecede) idi." cevÂbını alınca, Hazret-i Omer sozune şoyle devÂm etti:
"-İki dost (Hazret-i Peygamberle Ebû Bekir) ve ben, aynı yolda giden uc yolcuya benzeriz. Birincimiz (Hazret-i Peygamber) makÂmına vardı. Diğeri (Ebû Bekir) aynı yoldan giderek birinciye kavuştu. Ucuncu olarak ben de arkadaşlarıma ulaşmak isterim. Eğer fazla yukle gidersem, onlara yetişemem! Yoksa sen, bu yolun ucuncusu olmamı istemez misin?" dedi.2
Şuphesiz ki Hazret-i Omer -radıyallÂhu anh-'ın bu tavrı, yuksek bir kalbî duyuşun eseridir. Hak ve hukûku bilfiil yaşayarak Âleme adÂlet tevzî eden Hazret-i Omer -radıyallÂhu anh-'ın sayısız fazîlet menkıbeleri, mÂnevî eğitimde ornek alınacak en guzîde numûnelerdendir.
Gercekten insanlar, sanatkÂrlar ve dÂhîleri takdîr ederler. LÂkin onların şahsî davranışlarını taklîde yonelmezler. Taklîd edilenler, sağlam karakterli, vakarlı ve mustağnî şahsiyetlerdir. Ancak boyle kimselerin yuksek ve zirve kişilikleri hayatlarından sonra da ummete bir ibret sergisi ve fazîlet tÂlimi olarak nakledilir.
AllÂh Rasûlu'nun şahsiyetine hayrÂn olup O'nun izinden giden ashÂb;
"İslÂm'a iletilip kendine yetecek bir rızk ile yetinen kişiye ne mutlu." (Tirmizî, Zuhd, 35) buyuran Varlık Nûru'nun dunyÂya bakış tarzını kendi hayatlarına hÂkim kılmadıkca bu ulvî kÂfileye yetişilemeyeceğinin idrÂki icindeydiler. Onlar, nebevî terbiye ile eğitim gorduklerinden, ummete fazîlet olculeri sergileyen rehber insanlar oldular. Kendisi muhtÂc olduğu hÂlde bir başka muhtÂc din kardeşini gorduğunde nefsinden ferÂgat ederek mu'min kardeşini nîmete daha lÂyık gorebilme ve imkÂnını ona devredebilme fazîletini insanlığa yine onlar tÂlim ettiler.
Hazret-i Âişe -radıyallÂhu anhÂ- vÂlidemiz buyurur ki:
"RasûlullÂh'ın evinde asla doyuncaya kadar yemezdik. Dilesek doyabilirdik. Fakat (mu'min kardeşlerimizi nefsimize tercih ederek) îsÂr ederdik."
Hazret-i CÂbir -radıyallÂhu anh- da, Hendek savaşı oncesinde buyuk hendeklerin kazıldığı o zor zamanlardaki bir hatırasını şoyle nakleder:
"Biz hendek kazarken cok sert bir kayaya rastladık. AshÂb, RasûlullÂh'a gelip, durumu arz edince Rasûl-i Ekrem -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- bizzat hendeğe indi. Kazmayı eline alıp indirince o sert kaya kum gibi dağıldı. Bu mûcizevî tecellî cereyÂn ederken gorduk ki, AllÂh'ın Rasûlu aclıktan karnına taş bağlamış. Zîr orada kaldığımız uc gun boyunca hicbir şey yememiştik. Bunun uzerine:
"-YÂ RasûlallÂh! Eve kadar gitmeme musÂade buyurunuz." dedim. İzin verdi. Eve geldim ve zevceme:
"-Ben Rasûl-i Ekrem'in hÂline dayanamıyorum. Evimizde yiyecek bir şey yok mu?" dedim. Zevcem:
"-Biraz arpa ile bir keci yavrusu var." dedi.
Ben oğlağı kestim, Âilem arpayı oğutup ekmek yaptı. Eti de tencereye koyduk. Ekmek pişmek uzere ve tencere taşlar uzerinde kaynamakta iken Peygamber Efendimiz -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem-'e gidip:
"-Biraz yemeğimiz var. Bir-iki kişiyle bize buyurunuz." diye ric ettim.
Peygamber Efendimiz:
"-Ne kadar yemeğiniz var?" diye sordu. Olanı soyledim.
"-Hem cok, hem de iyi! Âilene; diye tenbih et." buyurdu. AshÂbına da: "Kalkınız!" emrini verdi. MuhÂcirler ve ensÂr hep birlikte kalktılar.
Bunun uzerine Âileme gidip (yemeğin azlığı ve zÂhiren kÂfî gelmeyeceği endişesiyle o an icin kucuk bir şaşkınlık yaşayarak):
"-İşte Peygamber -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem-, muhÂcir, ensÂr ve bunlara katılan diğerleriyle berÂber geliyorlar." dedim.
Âilem:
"-RasûlullÂh -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem-, hazırlığımızın ne kadar olduğunu sormadı mı?" dedi.
"-Evet, sordu." dedim.
"-Oyleyse musterih ol." dedi.
Peygamber Efendimiz -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- gelenlere:
"-Giriniz, sıkışmayınız." buyuruyor, ekmek kesiyor, uzerine et koyuyor, etin suyunu da bunun ustune dokuyordu. NihÂyet butun ashÂb doydu. Yemekten bir miktar da arttı. Âileme hitÂb ederek:
"-Bunu ye ve komşularına ikrÂm et. Cunku aclık ortalığı kapladı." buyurdu." (Hadislerle İslÂm, İmam Nevevî, sf. 363, Dr. Mustafa el-Buğa, Muhyiddin Mistu, Terc. Ahmed Âlim)
Bu hadîs-i şerîfte ifade edildiği vechile Hazret-i Peygamber -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- yemeğe birkac kişiyle kendisinin davet edilmesine mukabil gonlu bu hÂle rÂzı olmayıp diğer ashÂbı da beraberinde goturerek rahmet ve şefkat dolu gonlunun diğergÂmlık vasfını sergilemiş ve "ummetî, ummetî" sırrını tezahur ettirmiştir. Ayrıca davet evine vardıklarında, elbette butun ashabın once onun yemesi arzusuna rağmen, evvel sahabesine ikrÂmda bulunup onlarla beraber doyması, ustelik bizzat hizmet etmesi ve butun ashabı doyurduktan sonra ev halkının kalan yemeği dağıtmasını istemeleri, onun gonlunun engin merhamet ve şefkatinin kÂ'bına varılmaz sayısız tezÂhurlerindendir ki, bizler de onun bu şefkatine sığınıyor ve: diyoruz.
Âlemlere rahmet olarak gonderilen Peygamber Efendimiz -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- yaşadığı zuhd ve takv hayatıyla darlıkta olduğu gibi bollukta da dÂim aza kanaat eder, AllÂh TeÂlÂ'ya şoyle iltic ederdi:
"AllÂh'ım! Muhammed Âilesinin azığını yetecek kadar (kifaf miktarı) kıl." (BuhÂrî, Rikak, 17)
Hayat ve hÂdiseler karşısında bu nebevî uslûbu benimseyenlerin şiÂrı olan "zuhd" ve "takvÂ" bÂzen yanlış anlaşılmaktadır. Bunların, dunya nîmetleri ve zenginlikten tamamen el-etek cekmek olduğu zannedilmektedir. Halbuki ancak varlıkla îf edilebilen mÂlî ibÂdetler de Hak katında cok kıymetlidir. Kur'Ân-ı Kerîm'de 200 yerde infak kelimesi gecmektedir. İslÂm'ın beş temel esÂsından ikisi olan hac ve zekÂtın îfÂsı, dînen zenginliğin asgarî olcusu sayılan nisÂb miktarı dunyÂlığa sahip olmakla mumkundur. Ayrıca "veren el"in "alan el"den ustun olduğu yolundaki İslÂmî kÂide de bu ibÂdetlerin nisÂbına sahip olmayı teşvîk eden diğer bir keyfiyettir. O hÂlde zuhd, dînin teşvîk ettiği bir husûsa aykırı olamaz.
GunÂh ve gaflete duşmek korkusuyla dunya nîmetlerine mustağnî davranmanın, zuhd ve takv îcÂbı olduğu bir gercektir. LÂkin, bu istiğn kalbîdir; fiilî ve zÂhirî değildir. YÂni zuhd ve istiğnÂ, duny nîmetleri ile meşgûl olmakla birlikte onları kalbe sokmamaktır. Bu itibarla zuhd, fakirlik değil; zengin-fakir her mu'mine gereken kalbî bir tavırdır. İlÂhî takdîr netîcesinde zÂhiren fakr u zarûret icinde yaşayan bir kimse, kalben dunyevî arzular peşinde suruklenmekteyse, zuhd ve istiğn ehli sayılamaz. Zîr zuhd ve istiğnÂ, kaderin sevkiyle mecbûren aza kanaat değil; irÂdî olarak kalbi dunyÂya esîr olmaktan muhÂfaza etmektir.
Hazret-i MevlÂn -kuddise sirruh-, duny hayÂtında insanı, varlık deryÂsında yuzen bir gemiye teşbîh ederek şoyle der:
"ŞÃ‚yet deryÂ, geminin altında bulunursa, ona istinadgÂh olur. Fakat dalgalar geminin icine girmeye başlarsa onu helÂke goturur."
Gercekten duny nîmetlerinin, kalbi AllÂh'tan alıkoyup kendine bendetmek husûsundaki mÂnevî tehlikesi, inkÂr edilemez. EsÂsen, her mu'min Kur'Ân-ı Kerîm'de bu tehlikeden "mal" ve "evlÂd" icin buyurulan "fitne" tÂbiriyle îkaz edilmiştir. Buna gore duny ile meşgûl olurken kalbi gafletten korumalıdır. Kalb, duny muhabbetinden korunamadığı takdirde dunyÂnın zerresi bile merduddur.
Peygamber Efendimiz -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem-:
"(NefsÂniyetle dolu) duny lezzetleri, Âhıretin acılarıdır. (İmtihan mÂhiyetindeki) dunyÂnın acıları ise Âhıretin lezzetleridir." buyurmuştur.
Diğer bir hadîs-i şerîfte ise:
"Duny tatlıdır ve manzarası hoştur. Şuphesiz ki AllÂh, dunyÂnın idÂresini size verecek ve nasıl davranacağınıza, ne gibi işler yapacağınıza bakacaktır. O hÂlde dunyÂdan sakının..." (Muslim, Zikir, 99) buyurmuştur.
***
Birgun sabah namazı icin evden cıkmak uzere iken dışarıda iki kedinin canhıraş feryatlarını duydum. Merak ettim ve bahceye cıktığımda onlara dikkat ettim. Gordum ki, iki kedi karşı karşıya duruyor ve saldırmaya hazır birer kucuk kaplan gibi hırlayarak hic kıpırdamadan birbirlerine cakmak cakmak bakıyorlardı. Tuyleri diken diken olmuştu. En ufak bir hamlede yek diğerini parcalamak azminde idiler. Bu kadar aşırı hasımlaşmanın sebebi nedir acaba diye duşunurken gordum ki, ortada bir fare var, olmuş kucuk bir fare. Meğer kediler o fare leşini elde etmek icin bunca mucadeleye girişmişler. Meğer yekdiğerini hırpalama veya hırpalanma pahasına birbirlerine karşı goze aldıkları zararın sebebi ortadaki kucuk bir fare lÂşesi imiş!..
Bu tablo aslında buyuk bir ibret sergiliyordu. Bir lÂşeden mustağnî kalamayışın dûcÂr ettiği ve edeceği kotu neticeleri aksettiriyordu. Bir bakıma dunyaya rÂm olanların boş ihtirasları uğruna Âhıret husranını tercih etmelerini tedÂî ettiriyordu. Nice gaflet erbabının sımsıkı sarılıp peşine duştuğu fÂnî heves, istek ve meyiller ile gecici makam, mevkî ve riyÂset davalarının bir lÂşeden ibaret olduğunu anlatıyor ve bunların ebedî bir saltanatı heb etmeye değmeyeceğine işarette bulunuyordu. İşte bu heb edişin altında kulun istiğnÂyı ve rağbeti yanlış yere yoneltmesi vardır. Boyleleri hakkında CenÂb-ı Hak şoyle buyurur:
"İnsanoğlu kendini mustağni sayarak azgınlık eder. (Oysa ey insanoğlu!) Donuş, şuphesiz ki Rabbinedir." (el-Alak, 6-8)
MÂnen ham bir insan, dunya menfaatleri peşinde hırsla cırpınır durur. Bir şey elde edince de, gaflet sarhoşluğuna dalar. ŞÃ‚yet elde edemezse bu sefer kedere boğulur. Mal, mevkî ve rızık icin gereğinden fazla endişelenmek, kalbi dunyÂya rÂm ederek ona kole hÂline getirir. DunyÂ, kul ile Rabbi arasında perde olunca da, kulu mÂnen helÂke surukler. Bu gaflet devÂm ettikce kul o hÂle gelir ki, zÂhiren ifÂde etmese bile hakîkatte AllÂh Rasûlu'nun buyurduğu gibi:
"... Onların şerefleri servetleridir, dînleri paralarıdır, kıbleleri de kadınlarıdır. Onlar mahlûkÂtın en şerlileridir..." (Deylemî, KitÂbu'l-Fiten) hukmunun muhtevÂsına suruklenir. Rabbimiz cumlemizi muhÂfaza buyursun!
AllÂh Rasûlu -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- ashÂbına:
"... AllÂh'a yemîn ederim ki sizler icin fakirlikten korkmuyorum. Fakat ben, sizden oncekilerin onune serildiği gibi dunyÂnın sizin de onunuze serilip onların duny icin yarıştıkları gibi sizin de yarışa girmenizden, dunyÂnın onları helÂk ettiği gibi sizi de helÂk etmesinden korkuyorum." (BuhÂrî, Rikak, 7) buyurmuştur.
Bu sebeple dunyÂya lÂyık olduğu kadar ehemmiyet vermeli ve kalbi onunla fazlaca meşgûl etmekten sakınmalıdır.
DunyÂ, butunuyle Âlemlerin Rabbinin mulkunden bir damladır. Âhıret hayÂtına kıyas edildiğinde duny hayatı da -nebevî tÂbirle- deryÂya parmağını daldırıp cıkaran birinin parmağında kalan su kadar bile değildir.3 Yuce Rabbimiz:
"Bu dunya hayatı bir eğlenmeden, bir oyundan başka bir şey değildir. Ahıret yurduna gelince; şuphe yok ki o, hayatın ta kendisidir, bunu bilmiş olsalardı." (el-Ankebût, 64) buyurmuştur.
Hakîkaten bunu bilenlerin gonul gozunde duny bir hicten ibÂrettir. Onların yegÂne arzusu AllÂh rızÂsıdır. Yûnus Emre ne guzel soyler:
Ne varlığa sevinirim
Ne yokluğa yerinirim
Aşkın ile avunurum
Bana Seni gerek Seni
Gafil insanların gozlerini kamaştırarak coğu kere kulu dalÂlete duşuren dunyanın para, pul, şan, şohret ve şehvetleri, selîm bir kalbe sahip olanlar icin asl bir kıymet ifÂde etmez. EvliyÂullÂh ve sÂlih mu'minler, dÂim Hakk'ın rızÂsını gozetirler ve istikÂmetlerinden zerre kadar ayrılmazlar. Onlar dunyÂnın aldatmacalarına karşı dÂimî bir uyanıklık hÂlindedirler.
Yahy b. MuÂz -rahmetullÂhi aleyh- şoyle der:
"Ârif, Âhıreti sağ eline, dunyayı sol eline almış, gonlunu de Hakk'a cevirmiştir. Artık hicbir şey onu Hakk'tan başkasıyla meşgul edemez."
Hazret-i MevlÂn Mesnevî'sinde şoyle der:
"Dunya, AllÂh'tan gÂfil olmaktır. Yoksa para, kumaş, kadın ve evlÂd sahibi olmak değildir. Seni oyalayıp Hak'tan gÂfil kılan ne varsa senin dunyan odur."
YÂni istiğnÂ, sadece mal-mulk ve servete karşı değildir. Kulu Rabbinden gÂfil kılan butun varlık ve meşgûliyetlerden kalben sakınmak îcÂb eder.
Kalbleri AllÂh'tan gÂfil bırakan en guclu muessirlerden biri de "hubb-i riyÂset, liderlik ve saltanat arzusu"dur. Dunya tÂrihi, hırsla saltanat sÂhibi olmak isteyen veya liderlik mevkiini korumak icin nice zulumler işleyen zÂlimlerle doludur. Ancak İslÂm tÂrihinde gonlu Hakk'a bağlı olup saltanat arzusuna esîr olmayan ve gerektiğinde elindeki guc ve otoriteyi kendi arzu ve irÂdesiyle devredebilme olgunluğuna ermiş Âbide şahsiyetler mevcuddur. Ozellikle tÂrihte uc şahıs vardır ki bunlar, İslÂm birliği uğruna kÂ'bına varılmaz bir ferÂgat orneği sergileyerek arkalarından serÂp hayır ve fazîlet hÂtırÂları bırakmışlardır.
Bunların ilki peygamber torunu Hazret-i Hasan -radıyallÂhu anh-'tır. Hasan -radıyallÂhu anh-, devletin bolunmemesi uğruna halîfeliği altı ay îf ettikten sonra bunu buyuk bir kalbî olgunlukla MuÂviye'ye devrederek siyÂsî cekişmelerin onune gecmiş ve buyuk kitlelerin birbirleriyle carpışarak kardeş kanının seller misÂli akmasına mÂnî olmuştur.
İkincisi de doğu illerini buyuk bir sevgi seli hÂlinde, hic kılıc kullanılmadan Osmanlı'ya bağlayan İdrîs-i Bitlisî Hazretleri'dir.
Ucuncusu ise Barbaros Hayreddîn Paşa'dır ki, koca CezÂyir'in ve daha nice yerlerin sultanı durumunda iken, emri altındaki memleketi birlik ve butunluk icin Osmanlı sultanına bağlı bir eyÂlet hÂline getirmiş ve kendisi de o buyuk devletin me'mûru olmayı bir ulkenin hukumdarlığına tercih etmiştir.
Suleyman -aleyhisselÂm-, mal-mulk ve saltanat sevgisini gonlunden cıkarıp attığı icin kendisini fakir addederdi. Sabahleyin kalkınca, fakir ve garip kimselerin yanına gider, buyuk bir tevÂzû ile onlarla oturur:
"Fakir, fakirlere yakışır." derdi.
HulÂsa, dunyÂda hic kimseye muhtac olmamak icin calışıp, helÂlinden mal-mulk edinmek kusur değil bilakis:
"Herhangi birinizin iplerini alıp dağa gitmesi ve sırtına bir bağ odun yuklenip onu satması ve AllÂh'ın bu sebeple onun şerefini koruması, verseler de vermeseler de insanlardan bir şeyler dilenmesinden daha hayırlıdır." (BuhÂrî, Zekat, 50-53; NesÂî, ZekÂt, 85) hadîs-i şerîfi mûcibince bir meziyettir. Zîr varlıklı ve kuvvetli bir mu'min daha fazla infak eder, daha cok insana iş imkÂnı hazırlar, hayır işlerine koşar ve netîcede "İnsanların hayırlısı, insanlara hayırlı olandır." hadîsinin sırrına mazhar olur. Yanlış olan; dunyadan nasîbini aramak değil, ona gonlu kaptırmak, dinî ve vicdÂnî vazifeleri ihmÂl etmek, cimrilik edip dunyÂya esîr olmaktır. Unutmamalı ki paranın yeri kasa ve kesedir, gonul değildir!
O hÂlde bu hususta da riÂyet etmemiz gereken nebevî olcu şudur:
"DunyÂya gonul bağlama ki Hak seni sevsin; insanların eline bakma ki halk seni sevsin." (İbn-i MÂce, Zuhd, 1)
CenÂb-ı Hak cumlemizi sevip sevdirdiklerinden eylesin! Kendinden gayriye, yÂni mÂsivaya karşı gonlumuze nebevî bir istiğn ihsÂn buyurup butun rağbet, alÂka ve bağlılığımızı yuce aşkına ve emr u femÂnına tahsîs kılsın!
Âmin...
__________________
İstiğnÂ
Dini Sohbetler0 Mesaj
●34 Görüntüleme
-
12-09-2019, 09:16:52