Bir yerde zulum varsa,
inlemek de aşırı olacaktır, isyan da!
Tekmelenenler turku soylemez!
Bazı insanlar, butun insanlık icin
olurler. Butun insanlık icin yaşadıkları gibi.
Zulum, kısmak istediği sesi nÂr yapar.
Ve bazı oluler, yaşayanlardan cok daha
yuksek sesle konuşur...
M. SelÂhaddin Şimşek (1954-1994)

Şehirlerin sadece ismi yoktur, sıfatları da vardır. Bir mıknatıs gibi ceker insanı kendine doğru...
Gitmeseniz, gormeseniz de o şehirleri seversiniz. Bursa gibi, İstanbul, Konya, Erzurum gibi...
Mekke, mubarek bir suyla, zemzemle karşılar sizi. Medine, hurmasıyla; Şam, tatlısıyla; Kudus ise, inciri ve zeytiniyle... Bir yudum ictiniz mi suyundan, bir lokma tattınız mı meyvesinden, bir defa olsun soludunuz mu havasını, siz oralısınızdır. O şehri seversiniz, unutmazsınız artık.
Şehirleri insanlar kurar ama, İlÂhî oğreti, Allah’ın, melekleri vasıtasıyla bazı peygamberlere, kurulacak şehirlerin yerlerini bizzat gosterdiğini de soyler bize.
Tarihin ilk şehirlerini, bolgesini Allah’ın gostermesi sonucunda peygamberler kurmuşlardır. Oralarda yaşanan hayat, daha canlı, daha kıvamlıdır. Aslına ve kendi oz karakterine daha da yakındır insanın.
Şehirler insan olarak denendiğimiz, sınandığımız merkezler. Yaratılışın ve yeryuzundeki ana maksadın, yani imtihanın gercekleştiği yerlerdir. Unutma!
Meleklerde, şehirlerde, şeytanlarda.. Ey insan sınandığını sakın aklından cıkarma.
Unutma, Mekke’yi, Medine’yi, Şam’ı, Kudus’u unutma! O mukaddes bolgeyi hic aklından cıkarma. Hicaz’ı, Sina’yı ve Filistin’i de... Hic unutma... Sınandığını da.
...
Ortadoğu, yuzyıllardır cetin sınavların yaşandığı hareketli ve bereketli bir yer... Şimdilerde hepten oyle.
İlk medeniyetin mimarları olan peygamberlerin cıktığı bu mubarek topraklar, rahat değil, her yeri fokur fokur kaynıyor. Hele de Gazze’de. Bir doğum oncesinin sancıları yaşanıyor sanki. Osmanlı’nın terk ettiği topraklar hic kimseye yar olmuyor. Ama orada olanlar oluyor, analar babalar kan ağlıyor. Kalbimiz ağlıyor.
Kalp nasılsa, vucut da oyledir. Buraları butun bir insanlığın kalbi. Kalbimiz hasta, hem de cok hasta. Biz de hastayız ve de yastayız.
Hergun ama hergun karşımızda hic bitmeyen bir insanlık faciası yaşanıyor. Bu felÂket daha ne kadar surecek? Kardeşlerimiz katlediliyor. Susalım mı? Bir mu’min yureğinin duÂsı da yok mu? Olmasın mı? Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytan değil midir? Susalım mı? Susup da yaftalanalım mı? Ne diyelim, nasıl soyleyelim?
Bir soz gerek... Bir cumle gerek... İcine butun insanlığın kalbini koyacağı bir soz. İcine kalbini koymadığın sozler boştur. Boş soze de gerek yoktur. Mahmud Derviş’in şiirleri gibi meselÂ:
“Ama bir gun yukseldi sesimiz: / Korkmuyorum! / Gucunuz yetiyorsa onu kırbaclayın. / Sesim ki, hÂl yukseliyor madem. / Korkmuyorum! / Duşun peşine yankıların!”
Ne desin daha; gencliğini yaşayamayan, cocukluğunu hic yaşayamayan bu insanlar daha ne desin, ne soylesinler...
Bir başka Filistinli şair; “Catışma ortamında, cocuklar adam doğar” diyor. Nelerin yaşandığını oralarda, butun dehşetiyle anlatıyor...
İsrail parlamentosunda, yazdığı şiirler tartışmalara yol acan Filistin direnişinin guclu sesi Mahmud Derviş’i dinleyelim yine:
“Geldi artık cekip gitme zamanınız. / Nerede isterseniz orada olun / Ama olmeyin aramızda. / Yapılacak işlerimiz var toprağımızda. / Burada bizimdir mazi. / Bizimdir hayatın ilk sesi. / Bizimdir bugun; bizimdir gelecek. / Burada bizimdir dunya ve ahiret. / Cıkıp gidin toprağımızdan. / Denizimizden, karamızdan. / Buğdayımızdan, tuzumuzdan, taşımızdan. / Defolun her şeyimizden. / Defolun! / Hafızamızdaki anılardan. / Ey yuruyenler eğreti sozcukler arasında!”
__________________