ElbÂki, Huve’l-BÂkî…
Her nefis olumu tadıcıdır.
“Kabrin arkası icin calışınız, hakikî saÂdet ve lezzet ondadır.” (B. S. Nursî

Oldu, daha dun akşam vatanı icin operasyona cıkan asker Muhammed şehid oldu.
Onu duyanların ilk sozu “İnn lillahî ve inn ileyhi raciûn” oldu… Arkasından FÂtihalar yurudu. DuÂlar Muhammed’in en buyuk ni’meti oldu, kabrine Nur oldu…
Butun koy ahalisi işte şu yuksek tepeye, mezarlığa kuruldu. DuÂlarla, rahmet gozyaşlarıyla Muhammed cennetî Âlemlere goctu. (İnşÃ‚allah)
Bir genc de şu şehre uzak, yuksek tepede herhangi bir fÂnînin mezarı yanı başında olumu, oleceği gunu duşundu. Daha olum duşuncelerine başlar başlamaz “Olum benim duğun gunum olsun” dedi ve gozyaşları toprağa yurudu. Gercekten insan icin en acip şeylerden biridir olum. Duşunsenize, oluyorsunuz. ZÂhirde de olsa sevdiklerinizden ayrılıyorsunuz. Gulen yuzunuz gulmuyor artık. Sen, mesel guzel cocukların başından okşardın ya, işte ellerin kıpırdamıyor artık. Ellerinin elinde değil artık masum cocukların başını okşamak.
Bak hani hep tebessum ederdin ya şeker cocuklara, şirin, tatlı cocuklara işte soluk bir hÂl var şimdi suratında. İşte olmuyor, bir turlu kalbinin mutluluğunu yuzune taşıramıyorsun. Bir turlu o tatlı bakışlarını konduramıyorsun cocukların al yanaklarına. Oylece olduğun yerde kalakalıyorsun…
[IMG]http://img364.**************/img364/2011/yalnizliksmalljc4tj9.jpg[/IMG]
Hani sabahın erken saatlerinde kalkardın ya. O seherin temiz ve rahmet kokulu havasını icine cekerdin. Guneşi sofrana kadar dÂvet ederdin. Kuşları dinler, sutlu ekmeğini yerdin. Ve dışarıya cıktığında sizin koyun o pÂk yuzlu ve nurlu analarına, Hatice teyzeye, Ahmed amcaya hayırlı sabahlar derdin ya, bir de icten muhabbetlerle gulumseyişin vardı ya hani, ha işte işte bak o da yok şimdi…
Belki onlar da fark ediyordur yokluğunu. Sabahın erken saatlerinde, guneşle birlikte uzerimize guneş gibi doğan o gulec yuzlu cocuk da nerelerde şimdi. Diyorlardır belki... Ne oldu mu? Onlar da belki ardından “İnn lillahî ve inn ileyhi raciûn” derdi. Evet evet, gozleriniz gormuyor, goremiyor artık… Ellerin, hani şu guzel ağacları, yıldızları, ay’ı, dağları, cicekleri anlatırken hepsine birer birer işaret eden ellerin vardı ya. Sen onun ile Rabbinin san’atlarına nazarlarını cevirirdin insanların. İşte kalkmıyor, o ebedî nakışları gosteremiyor insanlara… Parmakların olduğunu, solduğunu işaret ediyor. Kulakların, her sabah dinlediği o kuşların İlÂhî bestesini, o tatlı kÂinat mûsikisini duyamıyor işte. Ruhun coşamıyor… KÂinatın butun sesleri bir tarafa sen bir tarafa… Yollarınız ayrılıyor… Kulağında yalnız olumun sesi kalıyor…
Kalbin, hani o ebediyete muştak kalbin, Rabbine ebedî muhabbetler besleyen kalbin var ya, olmuyor işte, sevemiyor şimdi... Sevdiklerin bir tarafta sen bir tarafta oylece bakakalıyorsun, elinde değil hicbir şey… Sadece seyrediyorsun…
Kalbin olduğun yerde, olum, olum, olum… Ve ‘Ben Allah’ın izniyle oldum’ atışları yapıyor. Ne garip bir şey değil mi olum? Kapanıyor bu Âleme acılan butun kapılar. Goz kapanıyor, kulak kapanıyor, ruh ucup bedeninden otelere cıkıyor. Kalp tam ‘Tik!’ deyip de yoluna koyulmuşken, bir ‘Tak!’ sesiyle duruyor. Ve yol bitiyor. Nefes tukeniyor… Son sozun kucuk bir nefes… Hû oluyor… Dil cekiliyor icine, kendi Âlemine… Neyin lezzetini alacak ki, bir tek olumun lezzeti kalıyor damağında… Bir tek olum fısıltıları duyuluyor dudaklarında…
Bir tek olumu seyrediyor gozlerin, olum diye atıyor bak kalbin, olume sımsıkı sarılıyor ellerin...
Hakikaten cok ilginc bir şey değil mi olum? Duşunmesi bile icine ayrı bir hÂl katıyor. EsÂsen duşunmesi bile ayrı bir lezzet veriyor kimilerine… Evet evet, tarifsiz bir lezzet olum kimi icin. Ne guzel değil mi?
Seni yaratan, Her sabah yuzunun yuzune canlı bir hÂl katan, Sana her sabah tertemiz bir kÂinat sunan.
Anneyi, babayı sana koruyucu melek yapan. Etrafını bin bir cicekle donatan Allah’ına (cc), Yaradanına, HÂlıkına, Kerîmine, Rabbine gidiyorsun. İşte en tatlı lezzeti de belki de bu idi.
Bir de gercekci olmalı insan. Ebediyete gitmek istiyorsa şu olum kapısını calmadan gidemeyecek.
Ondandır korkmamalı olumden. Sevmeli onu. FÂnîlik ile ebediyet arasındaki ince ilişkileri ara ara hatırlamalı, şu dunyada misafir olduğunu unutmamalı…
Bir misafir gibi misafirhane sahibinin emrine gore hareket etmeli, selÂmetle kabir kapısını acıp, saadet-i ebediyeye gitmeli. “Olum benim doğum gunum olsun” dedi tekrar. Bunca duygu yoğunluğunun ustune gozyaşlarını yine tutamadı… Ağladı, ağladı, ağladı…
Bu gozyaşları Allah (cc) icindi. Bu bir nev'î rabıta-i mevt idi. Bir damlası butun Cehennemi sondurebilirdi. Butun karanlıkları aydınlatabilirdi. Cocuk en son sozu, kalemi bıraktı. Bir mezar taşına doya doya sarıldı. Yıllardır hasretle aradığı dostunu, arkadaşını bulmuş gibi. Ve elini toprağa attı. Bir avuc toprak aldı eline. Ve yoğurdu elinde bu camur karışımı toprağı. Yoğurdu, yuvarladı ve sıktı… Hayatın icinde nizÂmla, ikramlarla yoğurulduğunu hatırlayarak…
Ve sonra yavaş yavaş şehre, insanların icine, hayatın icine yurudu, yurudu, yurudu… Ne garip tecellî idi.. Bugun onun doğum gunuydu…
CİHAN CAMBAZ
__________________