Dînin; aşk, vecd, huzur ve lezzet ile yaşanabilmesi icin, Kur’Ă‚n ve Sunnet’in hayatın her safhasına yaygınlaştırılması zarûrîdir. Boyle bir rûhĂ‚nî tekĂ‚mul icin en muhim vesîle de, kalbin “muhabbet” ile donanmasıdır. Zira muhabbet; itaati ve fedakĂ‚rlığı beraberinde getirir. Gonuller arasındaki mĂ‚nevî cereyan hattı da, ancak muhabbet sĂ‚yesinde tesis edilebilir.
SahĂ‚be-i kiramdan Enes bin MĂ‚lik d anlatıyor:
Rasûlullah J Efendimiz’e bir adam geldi ve:
“–YĂ‚ RasûlĂ‚llah! Kıyamet ne zamandır?” diye sordu. Efendimiz J :
“–Kıyamet icin ne hazırladın?” buyurunca o da:
“–Allah ve Rasûlu’nun muhabbetini…” cevabını verdi.
Bunun uzerine Rasûlullah J Efendimiz:
“–Oyleyse sen sevdiğinle beraber olacaksın.” buyurdular.
Enes d bu rivĂ‚yetin devamında der ki:
“İslĂ‚m’a girmekten başka hicbir şey, bizi AllĂ‚h’ın Nebîsi’nin; “Oyleyse sen, sevdiğinle beraber olacaksın.” sozu kadar sevindirmemiştir. İşte ben de AllĂ‚h’ı ve Rasûlu’nu, Ebû Bekir’i ve Omer’i seviyorum. Her ne kadar onların yaptıklarını yapamadıysam da, onlarla beraber olmayı umîd ediyorum.” (Muslim, Birr, 163)
Rasûl-i Ekrem J Efendimiz’i, O’na duyduğumuz aşk nisbetinde ve O’na yakınlaşabildiğimiz olcude tanıyabiliriz. Cunku aşkın seviyesi kadar, Ă‚şık ile mĂ‚şuk arasında bir hissiyat benzerliği yaşanır. “Kişi sevdiği ile beraberdir.” (BuhĂ‚rî, Edeb, 96) hadîsi de bu kalbî beraberliği ifĂ‚de eder. Yani seven, sevgisi nisbetinde sevdiğine benzemeye, onun şahsiyetinden hisse almaya başlar. Rasûlullah J Efendimiz’den elde etmemiz gereken en muhim mĂ‚nevî tahsil de, ic dunyamızı O’nun gonul dokusundaki hissiyĂ‚t ile muşterek hĂ‚le getirebilmektir.
HZ. EBÛ BEKİR’İN GONUL GOZUYLE…
Muhabbetin zirveleşmesi neticesinde gercek dostluk meydana gelir. İnsanlık icinde Efendimiz J ile gercek dostluğun zirvesinde, hic şuphesiz ki Ebû Bekir d yer almaktadır. Hazret-i Sıddîk, Peygamber Efendimiz’le kalbî beraberliği zirve seviyede yaşadığı icin, malını, canını, her şeyini O’na fedĂ‚ etmiştir. O’nun uğrunda cĂ‚n u gonulden fedakĂ‚rlık yapabilmek, kendisi icin en buyuk saĂ‚det vesîlesi olmuştur. Nitekim bu muhabbet ufku sebebiyle, şoyle buyurmuştur:
“Bana dunyadan uc şey sevdirildi:
–Rasûlullah J Efendimiz’in yuzune bakmak,
–Kızımın O’na zevce olması ve
–Malımı O’nun yolunda harcamak.”
Yani Hazret-i Ebû Bekir’in her şeyini Allah ve Rasûlu uğruna bezletmesi, onun îman lezzetini zirveleştirdi. Yine Ebû Bekir d Peygamber Efendimiz J ile oyle bir rĂ‚bıta hĂ‚lindeydi ki, O’nu vefĂ‚tından sonra bile her an gonlunde yaşatıyor, Ă‚deta O’nun nefesini hissedip hissettiriyordu. Bu hĂ‚lin bir misĂ‚lini Ebû Hureyre d şoyle nakleder:
“Bir gun Ebû Bekir d minbere cıktı ve:
«–Biliyorsunuz ki Rasûlullah J gecen sene aranızda şu benim durduğum gibi durmuştu...» dedi. Sonra gozlerine yaşlar hucûm etti. Sonra bu sozunu tekrarladı, fakat yine hıckırıklar boğazında duğumlendi. Ucuncu kez tekrarladığında, yine kendini tutamayarak ağladı.” (Bkz. Tirmizî, DeavĂ‚t, 105)
İşte bu Ă‚şık sahĂ‚bînin, Efendimiz J ile kalbî beraberlik hĂ‚lini bilen Ă‚rif gonuller de her fırsatta ondan istifĂ‚deye calışıyor, Efendimiz’in hĂ‚tıralarıyla, O’na olan hasretlerini bir nebze olsun teskîn etmeye calışıyorlardı:
AshĂ‚b-ı kiramdan BerĂ‚ bin Âzib d babasının her fırsatta, Allah Rasûlu’ne Ă‚it bir hĂ‚tırayı dinleyebilme iştiyĂ‚kını şoyle anlatır:
“Ebû Bekir d babamdan bir semer satın aldı ve onu evlerine kadar goturuvermemi ricĂ‚ etti. Babam ise:
«–Hayır! Muşrikler peşinizde sizi ararken Rasûlullah J ile Mekke’den Medîne’ye nasıl hicret ettiğinizi anlatmadan olmaz.» dedi. Ebû Bekir d da hicret yolculuğunu anlattı.” (Bkz. BuhĂ‚rî, AshĂ‚bu’n-Nebî, 2; Ahmed, I, 2)
Yine Hazret-i Ebû Bekir’in şu sozleri, Peygamber Efendimiz J ile kalbî beraberlik ufkunu ne guzel aksettirir:
“Rasûlullah J Efendimiz’i sevmek, riyĂ‚zat ve mucĂ‚hededen, Allah yolunda kılıc sallamaktan daha ustundur.” (Bağdadî, TĂ‚rihu BağdĂ‚d, VII, 161)
Nitekim bunun sayısız misĂ‚li, Bedir, Uhud ve Hendek’te gorulmuştur.
CANDAN AZİZ MUHABBET…
AshĂ‚b-ı kirĂ‚m, Rasûl-i Ekrem J Efendimiz’e muhabbette oyle zirveleşti ki, butun varlığını O’nun yolunda fedĂ‚ etmeyi canına minnet bildi. Bunun en muşahhas misallerinden birkacı, Uhud gunu İslĂ‚m ordusunda meydana gelen kısa sureli cozulme esnĂ‚sında yaşanmıştı. Meydana gelen kargaşayı fırsat bilen bir grup bedbaht muşrik, sırf Allah Rasûlu’nu hedef alarak şiddetli bir saldırıya gecti. MuhĂ‚cir ve Ensar’dan bir kısım sahĂ‚bîler, Allah Rasûlu’nu korumak icin etrĂ‚fını sardılar; bu uğurda gerekirse şehîd olmak uzere sozleştiler ve Efendimiz’e:
“–Yuzum, yuzunun onunde siper; vucûdum, Sen’in vucûduna fedĂ‚dır! AllĂ‚h’ın selĂ‚mı her dĂ‚im Sen’in uzerine olsun! Hicbir zaman yanından ayrılmayız.” diyerek akitte bulundular. Var gucleriyle son nefeslerine kadar savaştılar.
(İbn-i Sa’d, II, 46; VĂ‚kıdî, I, 240)
Ebû Talha d yayını cok sert ceken bir okcu idi. Uhud gunu îman heyecanı icinde harb ederken elinde iki-uc yay kırılmıştı. Allah Rasûlu J yanından ok torbası ile gecen herkese:
“–Ok torbanı Ebû Talha’nın yanına boşalt!” emrini veriyordu. Efendimiz J onun arkasından muşriklere bakmak icin başını kaldırdıkca Ebû Talha:
“–Anam-babam Sana fedĂ‚ olsun yĂ‚ RasûlĂ‚llah! Başını kaldırma! Belki muşrik oklarından biri isĂ‚bet eder. Benim goğsum Sen’in goğsune siper olsun. Sana dokunacak olan, bana dokunsun!” derdi. (BuhĂ‚rî, MeğĂ‚zî, 18)
Sa’d bin Ebî Vakkas d da, Fahr-i KĂ‚inĂ‚t J Efendimiz’in yanında muşriklere durmadan ok yağdırıyor, Varlık Nûru Efendimiz de Sa’d’ın bu candan fedakĂ‚rlığı karşısında:
“–At yĂ‚ Sa’d! Babam ve anam sana fedĂ‚ olsun!” buyuruyordu. Bu buyuk iltifĂ‚ta şĂ‚hid olan Hazret-i Ali d gıpta icinde şoyle demiştir:
“Ben, Nebî J Efendimiz’in Sa’d hĂ‚ricinde hic kimseye; «Babam ve anam sana fedĂ‚ olsun!» dediğini duymadım.” (Tirmizî, Edeb 61, MenĂ‚kıb 26; Ahmed, I, 92)
Peygamber Efendimiz J Uhud Gazvesi’nin sonunda, cok sevdiği sahĂ‚bîlerinden Sa’d bin Rebî’nin durumunu ozellikle merak etmişti. AshĂ‚bından birini harp meydanına gonderip onu aramasını emretti. SahĂ‚bî, Hazret-i Sa’d’ı ne kadar aradıysa da bulamadı. Artık geri donecekti ki son bir umitle:
“–Ey Sa’d! Beni Rasûlullah J gonderdi. O, senin sağ mı, yoksa şehîd mi olduğunu haber vermemi emretti!” diye seslendi.
O sırada son anlarını yaşayan ve cevap verecek mecĂ‚li kalmamış olan Sa’d d kendisini Allah Rasûlu’nun merak ettiğini duyunca butun gucunu topladı ve:
“–Ben, artık oluler arasındayım!” diyebildi. Derhal Hazret-i Sa’d’ın yanına koşan sahĂ‚bî, onu, vucûdu kılıc darbeleriyle delik-deşik olmuş bir vaziyette buldu. Ve ondan ancak fısıltı hĂ‚linde şu son sozlerini dinledi:
“–VallĂ‚hi gozleriniz kımıldadığı muddetce, Rasûlullah J Efendimiz’i duşmanlarından korumaz da başına bir musîbet gelmesine mahal verirseniz, sizin icin Allah katında ileri surulebilecek hicbir mĂ‚zeret yoktur!” (Muvatta, CihĂ‚d, 41; HĂ‚kim, III, 221/4906; İbn-i HişĂ‚m, III, 47)
Peygamberler Sultanı J Efendimiz’e hayatında iken yapılmış olan saldırılar, farklı şekil ve kisvelere burunerek kufrun kirli eli ve zehir kusan diliyle gunumuzde de zaman zaman gorulmektedir. Vaktiyle sahĂ‚be neslinin canları pahasına Allah Rasûlu’ne siper olmaları, bugun bizler icin, Efendimiz’in kudsî mîrĂ‚sına sahip cıkma husûsunda gostermemiz gereken hassĂ‚siyeti ifĂ‚de etmektedir. Bu hassĂ‚siyet, ummet-i Muhammed olarak boynumuzun borcudur.
Unutmayalım ki peygamberler, dunyevî bir miras bırakmazlar. Rasûlullah J Efendimiz’den ummetine kalan asıl mîras, O’nun şahsiyet, kimlik ve takvĂ‚sıdır. O’nun en buyuk emĂ‚neti de, Kur’Ă‚n-ı Kerîm ve Sunnet-i Seniyye’dir. Bu mîrĂ‚s ve emĂ‚nete sahip cıkmak; O’nun ahlĂ‚kıyla ahlĂ‚klanarak takvĂ‚ hayatı yaşamak ve O’nu her zaman ve mekanda O’na yakışan bir vakar ile temsil etmekle mumkundur. Bu hĂ‚lin bizler icin bir takvĂ‚ imtihanı olduğunu unutmamak gerekir.
Rasûlullah J Efendimiz’in rûhunda, ummetinin derdiyle Ă‚deta bir mahşer kaynamıştır. O’nun, hayatı boyunca insanlığın kurtuluşu icin cırpınması, vefĂ‚tından sonra da kabrinde ilk Sûr ufleninceye kadar ummeti icin Rabbine yalvarması karşısında O’na şukran hisleriyle dolmayacak bir vicdan duşunulemez.
O, ummetine daima muhabbet tevzî etti. Dertlilerin dert ortağı oldu. MĂ‚temlerin civĂ‚rında, muhtacların yanıbaşında bulundu. Boylece -AllĂ‚h’ın lutfuyla- kendisini canından cok seven bir sahĂ‚be toplumu yetiştirdi.
Bizlere O’nun bu nezih hĂ‚linden gelen mesaj şudur: “Problemini cozduğumuz insan ve muhabbet tevzî ettiğimiz toplum bizimdir.”
İşte boyle bir muhabbet ikliminde yetişen ashĂ‚bın Peygamber Efendimiz’e; “Anam-babam, canım Sana fedĂ‚ olsun yĂ‚ RasûlĂ‚llah” diyerek fedĂ‚-yı cĂ‚n etmeleri, onlar icin en buyuk lezzet hĂ‚line geldi. Bu hĂ‚lin sayısız misallerinden biri, Recî Vak’ası’nda yaşanmıştır.
Allah Rasûlu J İslĂ‚m’ı oğretmek uzere civar kabîlelere muallimler gonderirdi. Adal ve Kare kabîleleri de muallim istemiş ve on kişilik bir heyet yola cıkmıştı. Fakat kĂ‚file tuzağa duşuruldu, muallimlerin sekizi şehîd, ikisi de esir edildi. Esir duşen Hazret-i Zeyd ve Hazret-i Hubeyb, teslim edildikleri Mekkeli muşrikler tarafından şehîd edildi. Şehîd edilmeden evvel Hazret-i Hubeyb’e:
“–Hayatının kurtulmasına karşılık, senin yerinde Peygamber’inin olmasını ister miydin?” denildi. Hubeyb J suĂ‚li soran Ebû SufyĂ‚n’a acıyarak baktı ve:
“–Benim, coluk-cocuğumun arasında olup Peygamber’imin burada olmasını istemek şoyle dursun, benim olumden kurtulmama karşılık O’nun şu an bulunduğu yerde ayağına diken batmasına bile aslĂ‚ gonlum rĂ‚zı olmaz.” dedi.
Bu eşsiz muhabbet manzarası karşısında Ă‚deta donakalan Ebû Sufyan:
“–Hayret doğrusu! Ben, dunyada Muhammed’in ashĂ‚bının O’nu sevdiği kadar, birbirini seven iki kimse daha gormedim.” dedi. (VĂ‚kıdî, I, 360; İbn-i Sa’d, II, 56)
Rasûlullah J Efendimiz’in hayatını insaf nazarıyla tedkik ve tahlil eden bircok gayr-i muslim bile, duyduğu hayranlığı gizleyememiştir. Batılı yazar Thomas Carlyle, bu hakîkati şoyle îtiraf etmiştir:
“Başında tac bulunan hicbir imparator, kendi eliyle yamadığı hırkayı giyen Hazret-i Muhammed kadar sevgi ve saygı gormemiştir.”
Zira Efendimiz’i gercek mĂ‚nĂ‚da tanıyıp O’ndan lĂ‚yıkıyla istifadenin yegĂ‚ne şartı, O’na muhabbet ve hurmet gostermektir. Bu bakımdan ashĂ‚bın gonlunde de hicbir sevgi, Allah ve Rasûlullah sevgisinin onune gecmedi. Ne mal-mulk, ne coluk-cocuk, ne de can sevgisi… Zira bunların hepsi dunyada kalacak, Allah ve Rasûlu’nun sevgisi ise, ebedî saĂ‚detin gonul sermĂ‚yesi olacaktır.
ALLÂH’I SEVİYORSANIZ…
Hasan-ı Basrî Hazretleri nakleder ki:
“SahĂ‚be-i kirĂ‚m, Rasûlullah J Efendimiz’e:
«–Ey AllĂ‚h’ın Rasûlu! Bizler Allah TeĂ‚lĂ‚’yı cok seviyoruz. LĂ‚kin bize, AllĂ‚h’ın ZĂ‚t’ını gercekten sevmenin alĂ‚metini bildirseniz.» dediler.
Bunun uzerine Allah TeĂ‚lĂ‚; «(Rasûlum!) De ki: Eğer AllĂ‚h’ı seviyorsanız bana uyunuz ki Allah da sizi sevsin ve gunahlarınızı bağışlasın. Allah son derece bağışlayıcı ve esirgeyicidir.» (Âl-i İmrĂ‚n, 31) Ă‚yet-i kerîmesini indirdi.” (Bkz. Taberî, CĂ‚miu’l-BeyĂ‚n, nr. 6845, 6846)
Yani kulu AllĂ‚h’ın muhabbetine erdirecek olan, Hazret-i Peygamber J Efendimiz’dir. Zira Hazret-i Peygamber’e muhabbet, AllĂ‚h’a muhabbet; O’na itaat, AllĂ‚h’a itaat; O’na isyan da AllĂ‚h’a isyan mĂ‚hiyetindedir.
AlĂ‚eddîn-i Konevî Hazretleri, Rasûlullah J Efendimiz’e uymak ve O’na hurmette kusur etmemek icin şu hususları talebelerine şart koşmuştur:
1. RasûlullĂ‚h’ın mubĂ‚rek isimleri gectikce salĂ‚t u selĂ‚m getirmek.
2. Kabr-i şerîfleri ziyĂ‚ret edildiğinde, huzûrunda sesi yukseltmemek ve edebi muhĂ‚faza etmek.
3. RasûlullĂ‚h’ın haremi olan Medîne-i Munevvere’ye tĂ‚zim ve hurmet gostermek ve Medîne-i Munevvere ehline ikramda bulunmak.
4. Rasûlullah J Efendimiz’in mubĂ‚rek sozlerinden ve işlerinden bildirilen bir şeye, O’nun şĂ‚nını hafife alacak bir şeyle mukĂ‚bele etmekten sakınmak. MeselĂ‚, Rasûlullah J falanca şeyi severdi, denildiğinde, bizim kalbimizde de hemen onu sevmeye karşı bir guzellik ve hoşluk hissi uyanması.
5. Kur’Ă‚n-ı Kerîm ve hadîs-i şerîf kitaplarının uzerine, herhangi bir kitap veya eşya koymamak.
6. Allah TeĂ‚lĂ‚’nın veya Rasûlullah J Efendimiz’in isimlerinin bulunduğu bir kĂ‚ğıdı atmamak ve yırtmamak. HattĂ‚ butun İslĂ‚mî kitaplara hurmet gostermek gerekir. Bunlar artık kullanılmayacak ise, ya ciğnenmeyecek bir yerde toprağa gommek ya da yakmak lĂ‚zımdır.
SALEVÂT-I ŞERÎFE
Seven, sevdiğini sevgisi nisbetinde taklid eder, O’nu gonlunden cıkarmaz, dilinden duşurmez. Efendimiz J ile boyle bir kalbî irtibĂ‚tın en muhim alĂ‚meti, O’nu salevĂ‚t-ı şerîfelerle yĂ‚d etmektir. Zira bunun zıddı, mĂ‚nevî bir husran sebebidir. Nitekim Rasûlullah J Efendimiz şoyle buyurmuştur:
“Yanımda anıldığım kişi bana tam bir salĂ‚t u selĂ‚m getirmezse o benden değildir, ben de ondan değilim. AllĂ‚h’ım! Benimle alĂ‚kasını devam ettirenle Sen de alĂ‚kanı devam ettir. Benimle alĂ‚kasını kesenle Sen de alĂ‚kanı kes.” (Deylemî, el-Firdevs, III, 634)
Diğer hadîs-i şerîflerinde de Efendimiz J şoyle buyurmuşlardır.
“Cimri, yanında adım anıldığı hĂ‚lde bana salĂ‚t u selĂ‚m getirmeyen kimsedir.” (Tirmizî, DeavĂ‚t, 100)
“Kim bana salĂ‚t u selĂ‚m getirmeyi unutursa cennetin yolunu şaşırır.” (İbni MĂ‚ce, İkĂ‚met, 25)
İşte salevĂ‚t-ı şerîfe bu kadar muhimdir. HattĂ‚ namaz kılarken her TahiyyĂ‚t’ta Rasûlullah J Efendimiz’e: «•» diyerek selĂ‚m vermemiz emredilmiştir. Namazda iken bir beşere selĂ‚m vermek, namazı bozacak bir durum olduğu hĂ‚lde, Allah TeĂ‚lĂ‚, Rasûlu’ne selĂ‚m vermeyi namazın vĂ‚cip bir ruknu kılmıştır.
İmam GazĂ‚lî Hazretleri der ki:
“Namazın teşehhudunde Peygamber Efendimiz’in sûretini ve kerîm şahsını kalbinde hazır eyle! «•» de! Emîn ol ki, senin selĂ‚mın Allah Rasûlu’ne ulaşır ve O, sana daha guzel bir cevap ile karşılık verir.” (İhyĂ‚u Ulûmi’d-Dîn, I, 224)
HĂ‚lid-i BağdĂ‚dî Hazretleri, ŞihĂ‚b bin Hacer el-Mekkî’den şunları nakleder:
“Namazda okunan TahiyyĂ‚t’ın «•» cumlesinde Peygamber Efendimiz’e hitĂ‚b edilmektedir. Sanki bu, Allah TeĂ‚lĂ‚’nın namaz kılan ummetinden Efendimiz’i haberdar kılmasına işĂ‚ret etmektedir. Bu şekilde Efendimiz J namaz kılanların yanında hazır bulunup kıyĂ‚met gununde onların lehine en fazîletli amelleri ile şĂ‚hitlik edecektir. Ayrıca O’nun mĂ‚nen hazır olduğunun hatırlanması, gonulde huşû ve hudûun artmasına vesîle olur.”1
PEYGAMBER MUHABBETİNDE
OSMANLI ZARÂFETİ
Kur’Ă‚n ve sunnete derin bir muhabbet ve itaatle temĂ‚yuz ederek altı yuz yıl İslĂ‚m’ın sancaktarlığını îfĂ‚ eden ve dunyaya İslĂ‚m’ın guler yuzunu gostererek hak ve hukuk tevzî etme şerefine nĂ‚il olan mubĂ‚rek ecdĂ‚dımız Osmanlı’nın, Peygamber Efendimiz’e karşı sahip olduğu gonul hassĂ‚siyetleri, meydana getirdikleri yuksek medeniyetten daha muhteşemdir.
Her Peygamber Ă‚şığının yakından gormek icin can attığı Peygamber Efendimiz’in kabr-i şerîfinin uzerine ilk kubbeyi Memluk SultĂ‚nı Kayıtbay inşĂ‚ ettirmiştir. Mescidin yıpranan yerlerinin tamiri ve bugunku yeşil kubbeyi inşĂ‚ ettirme şerefi ise Osmanlı Sultanlarından II. Mahmud’a nasîb olmuştur.
II. Mahmud, kubbenin yenilenmesi soz konusu olunca İstanbul’dan işinin ehli mimar ve ustalar gonderir. Bu mimar ve ustalar, Peygamber J Efendimiz’in makĂ‚mının uzerindeki kubbenin tamirĂ‚tını nasıl yapmaları gerektiği husûsunda once derin derin duşunurler. Cunku mevcut kubbenin uzerine cıkılacak ve tuğlalar sokulerek yeniden inşĂ‚ edilecektir. Peygamberler Sultanı J Efendimiz’in rûhĂ‚niyetini rahatsız edecek en ufak bir kabalığa veya edebe mugĂ‚yir bir harekete mahal vermeden bu nĂ‚zik vazîfe yerine getirilecektir. Yaptıkları istişĂ‚renin sonunda şu karara varırlar:
“Biz bu inşaat esnĂ‚sında hic dunya kelĂ‚mı konuşmayalım. MeselĂ‚ tuğla istediğimizde «•/ Allah!», su ibriğini istediğimizde «• / Bismillah!», cekic istediğimizde «• / LĂ‚ ilĂ‚he illĂ‚llah!» diyelim…
İşte Kubbe-i HadrĂ‚ / Yeşil Kubbe, boyle bir zikir meclisi rûhĂ‚niyeti icinde, buyuk bir tĂ‚zîm ve hurmetle inşĂ‚ edildi. Ayrıca Mescid-i Nebevî’nin tamirinde vazîfe alan ustalar, her taşı abdestli olarak ve besmele ile yerine koydular. HattĂ‚ bir civi cakmak îcĂ‚b ettiğinde, gurultu cıkarmasın diye cekiclerine kece bağladılar.
18. asrın sonlarında Derviş Ahmed PeşkĂ‚rîzĂ‚de tarafından kaleme alınan “Tayyibetu’l-EzkĂ‚r” isimli hĂ‚tıratta, Ravza-i Mutahhara’da gozetilen edep, hurmet ve nezĂ‚ket şoyle nakledilmektedir:
“Yatsı namazı kılınıp cemaat gittikten sonra, Ravza vazîfelileri olan ağalar ellerine birer fener alıp Harem-i Şerîf’i koşe koşe gezer ve BĂ‚bu’s-SelĂ‚m’a gelip kapıyı kapatırlar. Eğer iceride bir kimse gorurlerse; « • / Bismillah!» diyerek dışarı cıkmasını işĂ‚ret ederler. Zira Harem-i Şerîf’te dunya kelĂ‚mı olmaz. Eğer Hucre-i Şerîf’te bir kimse olursa, ona da; «•/ LĂ‚ ilĂ‚he illĂ‚llah! » diye seslenirler.
Guneşin doğmasına uc saat kala, (yani teheccud vakti girince) muezzinlerin reisi kapının dışında bir kere; «• / LĂ‚ ilĂ‚he illĂ‚llah!» diye nidĂ‚ eder. İcerideki nobetciler bunu duyunca; «• / Muhammedu’r-Rasûlullah…» diye seslenirler ve sonra kapıyı acarlar.”
Şuphesiz ki ecdĂ‚dımızın butun bu zarĂ‚fet ve nezĂ‚ketinden almamız gereken dersler bulunmaktadır. Bunlardan biri de, bilhassa Hac veya Umre’ye gidip Peygamber Efendimiz’i ziyĂ‚ret edenlerin, orada dunya kelĂ‚mı etmeyip boş sozleri terk etmeleri, dillerini ve gonullerini zikrullĂ‚h ile yıkamaları, sukûnet ve edep icerisinde, salevĂ‚t-ı şerîfelerle huzûr-i RasûlullĂ‚h’a yuz surmeleri gerektiğidir.
Yakın donem KĂ‚dirî şeyhlerinden, Medîne-i Munevvere ehli ZiyĂ‚eddin Efendi, o mubĂ‚rek makĂ‚ma gelenlere şu nasihatte bulunurlardı:
“Buraya gelen kimse, ayak ucuna bakarak Ravza’ya girmeli ve ayak ucuna bakarak evine, istirahatine donmelidir.”
Yani carşı-pazarın dunya telĂ‚şıyla meşgul olarak gonlundeki rûhĂ‚niyeti bozmamalı, orada hangi makamda bulunduğunu hatırından cıkarmamalıdır.
EcdĂ‚dımızın Hazret-i Peygamber J Efendimiz’e olan hurmet ve tĂ‚zîminin diğer bir misĂ‚li de şudur:
II. Abdulhamid Han, İstanbul’dan Medîne-i Munevvere’ye uzanan bir tren yolu yaptırmış ve istasyonlarını da Peygamber Efendimiz’in seferlerinde konakladığı yerlere inşĂ‚ ettirmiştir. Ayrıca Medîne tren istasyonunu Nebiyy-i Muhterem J Efendimiz’in rûhĂ‚niyetini rahatsız etmemek icin Ravza’dan yaklaşık 2 km. uzağa yaptırmış ve Medîne icerisinde bulunan butun raylar, -uzerinden vagonlar gectikce gurultu cıkarmasınlar diye- kece ile kaplanmıştır.
Osmanlı’nın bu mukaddes beldelere yaptığı her hizmet, ŞĂ‚ir NĂ‚bî’nin;
“Sakın terk-i edebden kûy-i Mahbûb-i HudĂ‚’dır bu…” na’tinde dĂ‚vet ettiği edep, hurmet, muhabbet ve hassĂ‚siyetin muşahhas birer ifĂ‚desi mĂ‚hiyetinde idi.
Mukaddes beldelerde Allah Rasûlu’ne hurmet ve muhabbetin en mustesnĂ‚ numûnelerini sergileyen ecdĂ‚dımız, kendi memleketlerinde de Harameyn’in rûhĂ‚niyetini taşıyan bir bĂ‚d-ı sabĂ‚ misĂ‚li, pek cok guzelliği orf hĂ‚line getirmişlerdir.
Allah Rasûlu’ne muhabbeti ve dolayısıyla îman heyecanını zinde tutmak gĂ‚yesiyle, cĂ‚milerde icĂ‚zetli kimseler tarafından cemaate uc kitabı okumak bir orf hĂ‚line getirilmişti. Bu uc kitaba -hurmeten- “şerîf” sıfatı verildi. Bunlar; BuhĂ‚rî-i Şerîf, ŞifĂ‚-i Şerîf ve Mesnevî-i Şerîf idi.
Temelinde Kur’Ă‚n’a hurmet ve tĂ‚zîmin bulunduğu Osmanlı’nın, “mukaddes emanetler”i Ă‚deta baş tĂ‚cı etmesi de eşsiz bir muhabbet numûnesidir. Yine Osmanlı, Allah icin savaşan her askerine “Mehmetcik” adını vererek onların her birine kendi imkĂ‚n ve istîdatları dĂ‚hilinde bir “Muhammed” olabilme idealini telkin etmiştir.
Ayrıca Osmanlı’da Mevlid kandilleri de apayrı bir ihtişam icinde kutlanmıştır. Efendimiz’e Ă‚it bir sakal-ı şerîf, Medîne-i Munevvere’den hurma, Mekke-i Mukerreme’den Zemzem getirilir, Efendimiz’in hĂ‚tıralarından teberruk coşkusu icinde o kandiller ihyĂ‚ edilirdi. Mevlid-i şerîfin, kutlu doğumu tasvîr eden velĂ‚det bahrinde, butun cemaat hurmeten ayağa kalkar, Ă‚deta Efendimiz J o an teşrîf ediyormuşcasına bir vecd icinde hep birlikte salĂ‚t u selĂ‚mlar okunurdu…
Ne ibretlidir ki Osmanlı, selĂ‚tîn cĂ‚milerde daima bir “Ă‚mĂ‚ muezzin” bulundurmaya da itinĂ‚ gostermiştir. Nitekim yakın zamana kadar Suleymaniye, FĂ‚tih gibi cĂ‚milerde bunların orneklerine rastlanmakta idi. Bu husus, ekseriyetle sıradan bir tesĂ‚duf zannedilip pek de uzerinde durulmaz. HĂ‚lbuki bunun temelleri tĂ‚ asr-ı saĂ‚dete dayanıyordu. Zira Mescid-i Nebevî’de BilĂ‚l-i Habeşî’nin yanı sıra Rasûl-i Ekrem J Efendimiz’in diğer bir muezzini de, Ă‚mĂ‚ sahĂ‚bî Abdullah ibn-i Umm-i Mektûm d idi.
İşte Allah Rasûlu’nun bu azîz hĂ‚tırasını yaşatmak ve sunnetini ihyĂ‚ etmek gĂ‚yesiyle ecdĂ‚dımız da yakın zamana kadar buyuk selĂ‚tîn cĂ‚mîlerde, Ă‚mĂ‚ bir muezzin bulundurma nezĂ‚keti gostermişlerdir.
Şuphesiz ki butun bu edep ve incelikler, Osmanlı’nın hicbir millete nasîb olmamış bir ihtişamla altı asır pĂ‚yidĂ‚r olmasının mĂ‚nevî istinadlarındandır.
CenĂ‚b-ı Hak, ecdĂ‚dımızın gonul inceliklerini bizlere de nasîb eylesin! Efendimiz J ile kalbî irtibĂ‚tımızı dĂ‚im kılsın! O’nun sunnetini, hayatımızın mihveri eylesin! Habîbi hurmetine bizleri af ve merhametine nĂ‚il kılsın…
Âmîn!
__________________
Hz. Peygamber’e Muhabbetle İtaat
Dini Sohbetler0 Mesaj
●39 Görüntüleme
- ReadBull.net
- Kültür & Yaţam & Danýţman
- Eđitim Öđretim Genel Konular - Sorular
- Dini Sohbetler
- Hz. Peygamber’e Muhabbetle İtaat
-
12-09-2019, 09:10:47