lutfen sonuna kadar okuyun!

M. Fethullah Gulen, Prizma-1
Soru: Mus'ab bin Umeyr'i Mus'ab bin Umeyr yapan ozellikler nelerdir?



Cevap: Mus'ab b. Umeyr Ashab-ı kiramın en buyuğu değildi. Ancak, hayat-ı seniyyeleri itibariyle en buyuk sahabilere denk bir misyon eda ettiğinde de şuphe yok. Bu konuda, oncelikle bir kere daha şu tesbiti hatırlamada yarar var: Allah belirli donemler itibariyle, İslÂm'a oyle insanlar lutfetmiştir ki, bunların coğunun eşi-menendi yoktur. Eğer onlar, bugun veya bir başka donemde yaşasaydılar, eda ettikleri misyonları aynı enginlikle eda edemezlerdi. İşte Mus'ab b. Umeyr, bu olcu icinde tarihî misyonu olan, Hz. Hamza, Hz. Abdullah b. Cahş.. gibilerinden hic de geri olmayan cok buyuk bir sahabiydi..
Evet o, Hz. Hamza, Abdullah b. Cahş gibi sahabilerin yanında, abideleşen, kahramanlık misali olan insan-ustu insanlardandı. Sadece onlar mı? Elbette hayır. O, kıyamete kadar arkasından gelecek olan dava erlerinin abideleşeceği temelleri de belirlemiş ve bu yonuyle de duygu, duşunce ve sinelerimizde sonsuzluğa ermiş babayiğitlerdendir. Onun icin boylelerini değerlendirirken, onların tarihî misyonlarını hic ama hic unutmamak lazım.
Mus'ab b. Umeyr, gozlerinin icine gunah girmemiş, cahiliyye carpıklıklarını tanımamış birisidir. Yani haramın Mekke sokaklarında ve Harem'in etrafında, matafın icinde kol gezdiği bir donemde bile o, hic harama bulaşmadan, İnsanlığın İftihar Tablosu'nun "cazibe-i kudsiyesi"ne kapılmış ve bir pervane gibi o ateşin etrafında donmeye başlamıştı. Bununla beraber onu bekleyen bircok meşakkat, sıkıntı, ızdırap ve cile vardı. Evet o, bir taraftan Mekke'nin en cileli, sıkıntılı donemlerini yaşarken, ote taraftan annesinin tehditlerine hic mi hic kulak asmıyor ve hep Hz. Muhammed (sav)'e yakınlığını korumaya calışıyordu. İşte bu yakınlık onu "ahlÂk-ı Âliye" ile ahlÂklanmaya yukseltti ve zirve insan yaptı. Zira Allah Rasûlu (sav), onu her şey olabilecek bir balmumu seviyesinde iken ele almış, kendi kalıbına koyarak istediği gibi şekillendirmişti.
Mus'ab b. Umeyr, "medenîlere galebe ikna iledir.." dusturunu kullanarak Kur'Ân'ın elmas dusturunu anlatma işinin tam eriydi. Evet, guc dengesinin olmadığı, dolayısıyla teknik ve stratejinin onem arz ettiği bir yerde, tebliğ ve irşad işini tam anlamıyla yerine getirebilecek bir er. Tabir caizse o, Âdet bu işe gore programlanmıştı. Birdenbire tansiyonu yukselen, hissiyatına mağlup duşen, bağırıp-cağırmaya başlayan, iş sarpa sarınca "ben artık yokum.." diyerek cekip giden asabî bir tip değildi. Tam aksine, yuzune tukuruk atıldığı yerde bile tavrını değiştirmeden en ofkeli insanların tansiyonlarını aşağı cekmesini bilen, sağlam iradeli biriydi. Yani tam bir denge, duşunce ve irade insanıydı.
Bir donemde Mekke'de ailesinin guzide bir cocuğu olarak depdebe icinde yaşama imkÂnına rağmen, o bunların hepsini bir cırpıda terk etmiş ve Nebiler Serveri'nin cileli yolunu hem de iradî olarak secmişti. Demek ki onun en onemli vasfı, boyle bir iradeye sahip oluşuydu. Ağzına icki koymayan, kadınlara karşı zaaf gostermeyen, annesinin tum menfî tavırlarına rağmen onu kırmadan, rencide etmeden idare etmesini bilen ve hep Allah Rasûlu (sav) ile munasebetini kavi, sıcak ve canlı tutan biri. Gorulduğu gibi bunların hepsi irade isteyen davranışlar olmasına karşılık, o bunları başarmıştı. İşte KÂinatın Fahri (sav) insanlara yukleyeceği misyonları itibariyle cok iyi secme ve değerlendirmesi yonuyle -ki Allah Rasûlu'nun bu ozelliği bize "Muhammedun Rasûlullah" dedirtir- tebliğ ve irşad vazifesiyle başkasını değil, onu secip, Medine'ye gondermişti. Hz. Ebu Bekir'e Hz. Omer'e, Hz. Ali'ye rağmen Mus'ab b. Umeyr.. ve o, Medine'de hic mi hic panik yaşamadan, sergilediği ciddi tavırla gonullere itminan salmış, Useyd b. Hudayr, Sa'd b. Muaz, Sa'd b. Ubade gibi devÂsa kametlerin İslÂm'la şereflenmelerine vesile olmuştu.
Evet, o, eşyanın perde arkasına gozlerini acmış, olumu gulerek karşılamaya hazır tam bir dava eriydi. Zaten hayatını da hep bu cizgide surdurdu, bu cizgide noktaladı. O Uhud'da şehid olunca bedenini ortecek kefen bulunamamıştı.. bulunamamıştı da avret mahalli, uzerindeki peştemalle ortulmuş, sair yerlerine "ızhır otu" kapatılarak gomulmuştu.
İşte bu ruh haleti icinde yaşayan Mus'ab b. Umeyr, Allah Rasûlu'nun onunde savaşırken bir kolu koparılınca, obur kolunu, o da budanınca hic diriğ etmeden kinle, nefretle kalkan kılıclara boynunu uzatmıştı. Gorulduğu gibi o hep irade yorungeli, meşiet-i İlahiyyeye rÂm olan bir hayat yaşamıştı. "Allah bana bu iradeyi verdiyse, ben de hayatım boyunca onun kavgasını vermeliyim" şuuru icinde dolu dolu yaşanan bir hayat.
HÂsılı; Mus'ab, cetin olma, zor olma ve aşılamayan tepe mÂnÂsına gelen ismiyle, onune cıkan her engeli Allah'ın inayetiyle aşmış ve rahmet-i Rahman'a kavuşmuş, coklarının her zaman hayÂl hanesini dolduran şehadet ile hayatını noktalamıştı.
__________________